Grimm Masallarından; “İki Kardeş”


Grimm Masallarından; “İki Kardeş”

Hikaye Oku; Oğlan, kızkardeşini elinden tutmuş:

– Annemiz öldü öleli iyi bir gün görmedik, diyordu. Üvey anne bizi her gün dövüyor. Yanına gitsek bizi tekmeyle kovuyor. Yediğimiz şey sofra artığı katı ekmek parçaları… Sofranın altındaki köpek bizden iyi. Ara sıra ona iyi parçalar atıyor. Zavallı annemiz bunları bilse! Gel başımızı alıp uzaklara gidelim. Bütün gün çayırlardan, tarlalardan, taşlık yerlerden geçerek yola koyuldular. Yağmur yağınca kız:

– Tanrı da yüreğimizle birlikte ağlıyor! diyordu.

Akşamleyin büyük bir ormana vardılar. Üzüntüden, açlıktan, uzun yoldan o kadar yorgun düşmüşlerdi ki, bir ağacın kovuğuna girdiler, orada uyuyakaldılar. Ertesi sabah uyandıklarında güneş yükselmişti. Sıcak ışıkları ağaçların arasından süzülüyordu. Oğlan:

– Kardeşçiğim, dedi, susamışım. Bir pınarcık bilsem gidip içerdim.. Bir su sızıntısı duyar gibi oluyorum.

 Oğlan kalktı, kızkardeşini elinden tuttu, pınarcığı aramaya koyuldular. Meğerse kötü üvey anne bir cadıymış. Çocuklar çıkıp gittikleri sırada onları görmüş. Cadılar gibi, kendini göstermeden, sessizce peşlerine takılmış; ormandaki bütün pınarlara büyü yapmış.

Çocuklar, taşların üzerine boncuk boncuk fışkıran bir pınarcık buldular. Oğlan bundan içmek istedi. Fakat kız şırıltılar arasından pınarın dediklerini duydu:

– Suyumdan içen kaplan olur!… Suyumdan içen kaplan olur!…

Bunun üzerine seslendi:

– Kuzum ağabeyciğim içme; yoksa yırtıcı bir hayvan olur, beni paralarsın!

Oğlan o kadar susuz olduğu halde içmedi:

– Gelecek pınara kadar beklerim! dedi.

İkinci pınarın başına geldikleri zaman kız bu pınarın dediklerini de işitti:

– Suyumdan içen kurt olur!.. Suyumdan içen kurt olur!..

Bunun üzerine seslendi:

– Kuzum ağabeyciğim içme: Yoksa bir kurt olur beni yersin!

Oğlan sudan içmedi:

– Gelecek pınara kadar beklerim, ama ne dersen de, ondan içerim; çok susadım.

Üçüncü pınara geldikleri zamana kız şırıltılar arasından pınarın dediklerini duydu:

– Suyumdan içen geyik olur!.. Suyumdan içen geyik olur!..

– Aman ağabeyciğim, yalvarırım sana, içme! Sonra bir geyik olur, yanımdan kaçıp gidersin! dedi.

Fakat ağabeysi hemen pınarın kıyısına çömelmiş, eğilip suyundan içmişti. Daha ilk damlalar dudağına değer değmez de bir geyik oluvermiş, oraya uzanmıştı.

Kızcağız büyülenen zavallı ağabeysinin durumuna ağlıyor; geyikceğiz de üzgün üzgün yanına oturmuş, ağlıyordu. Sonunda kız dedi ki:

– Sus sevgili geyikçik, senden hiçbir zaman ayrılmayacağım.

Sonra altın işlemeli çorap bağını çözdü, geyikçiğin boynuna doladı. Sazlar bulup bunlardan yumuşak bir ip ördü. Hayvancığı bununla bağladı, onu güde güde ormanın en kuytu yerine gitti.

Uzun zaman yol aldıktan sonra küçük bir evin önüne geldiler. Kız içeriye baktı, ev boş olduğu için: ”Burada kalıp yerleşebiliriz” dedi. Bunun üzerine minik geyiğe yumuşak bir yatak yapmak için yaprak, yosun bulup getirdi. Her sabah dışarı çıkıyor, meyvalar, kuru yemişler topluyor, geyik için de körpe otlar getiriyordu. Geyik bunları kızın elinden yiyor, keyifleniyor, çevresinde oynuyordu. Akşamları kız yorgun düşüp duasını ettikten sonra başını minik geyiğin sırtına koyarak yatıyordu. Başını yaslayıp iç rahatlığıyla uyku çektiği yastığı buydu. Ah ağabeyciği insan kılığına dönse, bu, çok güzel bir yaşam olacaktı. Bu yabanıl ormanda tek başlarına uzun süre kaldılar. Günün birinde ülkenin kralı ormanda büyük bir ava çıkmıştı. Ağaçların arasında boru sesleri, köpek havlamaları, avcıların neşeli bağrışmaları duyuldu. Minik geyik bu sesleri işitti, bunlar arasında olmaya pek özendi. Kızkardeşine:

– Ne olur, bırak beni de ava gideyim, daha fazla dayanamayacağım! dedi. Kız razı oluncaya kadar yalvardı durdu. Kız:

– Ama akşam yine gel ha… Coşkun avcılar yüzünden kapıcığımı kapıyorum, geldiğin zaman seni tanımam için kapıyı çal: ”Kardeşçiğim, beni içeri al!” de. Böyle demezsen kapıcığımı açmam.

Bunun üzerine minik geyik fırlayıp çıktı. Açık havada o kadar keyiflenmiş, o kadar neşelenmişti ki.

Kralla avcıları bu güzel hayvanı gördüler; peşine düştüler. Fakat ele geçiremediler. Tam yakaladık sandıkları zaman geyik çalılar üzerinden sıçrıyor, gözden yitiyordu. Ortalık kararınca geyik eve koştu, kapıyı çaldı:

”- Kardeşçiğim, beni içeri al” dedi. Küçük kapı açıldı, geyik içeri daldı. Bütün gece yumuşak yatağında dinlendi. ertesi sabah av yeniden başlamıştı. Küçük geyik boru sesini, avcıların ”Ho, ho” diye bağrıştıklarını duyunca yine yerinde duramaz oldu:

– Kardeşçiğim, kapıyı aç. Dışarı çıkacağım! dedi. Kız kapıyı açtı:

– Ama akşama yine burada olmalısın… Hem de dünkü sözleri söylemelisin! dedi. Kralla avcılar, altın tasmalı küçük geyiği yine görünce hep birden kovalamaya başladılar. Fakat geyik onlardan daha çevik, daha koşucuydu. Bu kovalamaca bütün gün sürdü. Sonunda avcılar akşamleyin onu kuşattılar. İçlerinden biri geyikceğizin ayağını hafifçe yaraladı. Hayvan topallaya topallaya yavaş yavaş kaçtı. Avcılardan biri peşinden sürüne sürüne eve kadar geldi: ”Kardeşçiğim, beni içeri al!” deyişini duydu. Kapının açılıp hemen kapandığını gördü. Bunları iyice aklında tuttu. Krala gitti; gördüklerini, işittiklerini anlattı. Bunun üzerine kral:

– Yarın yine ava çıkılacak! dedi.

Küçük kız geyikçiğin yaralı olduğunu görünce pek korktu. Kanları yıkayıp temizledi; üzerine otlar koydu:

– Haydi sevgili geyikçik, yatağına uzan da iyi ol! dedi.

Fakat yara o kadar küçüktü ki geyiğin sabaha bir şeyciği kalmadı. Dışarıda yine av eğlencelerini duyunca:

– Duramayacağım; ben de birlikte olmalıyım! Beni kolay kolay kimse tutamaz! dedi.

Küçük kız ağlaya ağlaya:

– Seni öldürürler. Ben burada, orman içinde yalnız başımayım… Kimsem yok Seni salmam! dedi. Minik geyik:

– Ama burada üzüntüden ölürüm. Avcının borusunu duydum mu içim içime sığmıyor, dedi.

Küçük kız yapacak başka bir şey bulamadı; içi sızlaya sızlaya kapıyı açtı. Küçük geyik dipdiri, neşeli fırlayıp ormana gitti.

Kral onu görünce avcılarına dedi ki:

– Şunu bütün gün, hatta gece yarısına kadar kovalayın ama en ufak bir zarar vermeyin!
Gün batar batmaz kral avcıya:

– Haydi gel, ormandaki evceğizi bana göster! dedi.

Oraya gelince kapıyı çaldı:

”- Kardeşciğim, beni içeri al!” dedi. Kapı açıldı, kral içeriye girdi. Karşısında bir kız duruyordu. Bu kız o kadar güzeldi ki, kral böylesini hiç görmemişti. Küçük kız, içeriye geyik yerine başı altın taçlı bir erkek girdiğini görünce korktu. Fakat kral kıza gülümseyerek baktı, elini uzattı:

– Benimle birlikte saraya gider misin? Benim sevgili karım olur musun? dedi. Kız yanıt verdi:

– Elbette! Ama geyik de birlikte gelecek: Onu bırakmam.
Kral:

– Ömrün oldukça yanında kalsın… Hiçbir şeyi eksik olmasın! dedi.

Bu arada geyik hoplayarak zıplayarak içeri girdi. Kızcağız onu yine sazdan iplikle bağladı. İpi eline aldı. Onunla birlikte orman kulübesinden çıkıp gitti. Kral, güzel kızı kendi atına aldı, sarayına götürdü. Burada parlak bir törenle düğünleri yapıldı. Artık kız, kraliçe olmuştu. Uzun zaman dirlik düzenlik içinde yaşadılar. Minik geyik de ağıla konuldu. Bakılıyor, sarayın bahçesinde dolaşıp duruyordu. Çocukların böyle uzaklara gitmesine neden olan üvey anne küçük kızın ormanda yabanıl hayvanlar tarafından parçalandığını, oğlancığın da bir geyik olarak avcılar tarafından vurulup öldürüldüğünü sanmaktaydı. Fakat onların mutlu olduklarını, rahat ettiklerini duyunca kıskançlıktan içi burkuldu. Bu duygular onda rahat, huzur bırakmadılar. Ne yapıp edip bunların başlarına yine bir yıkım getirmekten başka düşüncesi kalmadı. Gece
kadar çirkin olan tek gözlü kendi kızı ona sitemler ediyor:

– Bir kraliçe olmak bana yakışırdı doğrusu! diyordu.
Kocakarı:

– Sesini çıkarma sen! Vakti gelince bu işi ele alacağım! diye onu yatıştırıyordu.

Vakit tamam olup kraliçe güzel bir oğlan doğurduğu sırada kral avda bulunuyordu. yaşlı cadı bir odalık kılığında kraliçenin yattığı odaya girdi. Lohusaya dedi ki:

– Gelin, banyo hazır… Size iyi gelir, taze güç kazandırır. Haydi çabuk olun, soğumasın!

Kendi kızını elinden tutuyordu. Bitkin kraliçeyi banyo odasına götürdüler, leğenin içine yatırdılar. Sonra kapıyı çekip uzaklaştılar. Oysa banyo odasını, cehennem gibi, öyle kızdırmışlardı ki genç, güzel kraliçe az sonra tıkanıp boğuldu.

Bu iş tamam olduktan sonra kocakarı kızını getirdi, başına bir hotoz koydu. Kraliçenin yerine onu yatağa yatırdı. Hem de onu kraliçenin kılığına sokmuş, yüzünü kraliçeye benzetmişti ama yok olan gözü yerine getirememişti. Kral bunu farketmesin diye kız gözsüz yanına dönüp yatacaktı.

Akşamleyin kral eve dönüp de bir oğlunun dünyaya geldiğini duyunca candan sevindi; karısının yatağına gidip ne yaptığını görmek istedi. Kocakarı telaşla geldi:

– Aman durun, perdeleri kapalı bırakın, kraliçe henüz bakamaz. Hem de dinlenmesi gerek! dedi.

Kral dönüp gitti. Yatakta düzme bir kraliçenin yattığından haberi yoktu. Gece yarısı olup da herkes uykuya dalınca, lohusa odasında, beşiğin yanında henüz uyanık duran dadı kadın kapının açıldığını, asıl kraliçenin içeri girdiğini gördü. Kraliçe çocuğu beşikten aldı, kucağına yatırıp emzirdi. Sonra minik yastığını silkeleyip kabarttı. Çocuğu yine yerine yatırdı, yorganını örttü. Kraliçe minik geyiği de unutmadı. Yattığı köşeye gitti, sırtını okşadı. Sonra çıt çıkarmadan kapıdan çıkıp gitti. Dadı kadın ertesi sabah bekçilere, geceleyin saraya birinin girip girmediğini sordu, bekçiler:

– Hayır, kimseyi görmedik! dediler.

Birçok gece kraliçe geldi. Arada bir sözcük bile konuşmadı. Dadı kadın onu her zaman görüyor, fakat kimseye bunu anlatmaya cesaret edemiyordu. Böyle hayli zaman geçti. Kraliçe bir gece konuşmaya başladı:

– Küçük bebeğim nasıl? Ne yapıyor geyiğim?

İki gecem kaldı; bir daha gelemem ben! dedi.

Dadı kadın yanıt vermedi. Fakat kraliçe yine gözden kaybolunca krala gitti. Her şeyi anlattı. Kral dedi ki:

– Aman Tanrım, bu ne? Yarın gece çocuğun yanında uyanık duracağım.

Akşamleyin çocuğun odasına girdi. Gece yarısı kraliçe yine göründü.

– Küçük bebeğim nasıl? Ne yapıyor geyiğim?

Bir gecem daha kaldı; sonra hiç gelemem ben! dedi. Her zamanki gibi, kaybolmadan önce çocuğuna baktı. Kral onunla konuşmaya cesaret edememişti. Ertesi akşam yine uyanık bekledi. Bu kez kadın:

– Küçük bebeğim nasıl? Ne yapıyor geyiğim?
Bu son gecemdir işte; bir daha gelemem ben! dedi. O zaman kral kendini tutamadı, kadına doğru atıldı:

– Sen benim sevgili karımdan başka biri olamazsın! dedi.
Kadın:

– Evet, ben senin sevgili karınım! dedi. O anda Tanrı’nın isteğiyle kadına yeniden can geldi. Taze, pembe renkli, sapasağlam oldu. Bunun üzerine, alçak cadıyla kızının ettikleri kötülüğü krala anlattı. Kral ikisini de mahkemeye verdi. Haklarında karar çıktı: Kız ormana götürüldü, burada yırtıcı hayvanlar onu paramparça ettiler. Cadıysa ateşe atıldı, bağıra bağıra yandı. Kocakarı yanıp kül olunca minik geyiğin tılsımı bozuldu, yine insan kılığına girdi. Küçük kızla ağabeysi de ömürlerinin sonuna kadar bir arada, mutlu yaşadılar.

Grimm Kardeşler – Grimm Masalları

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir