BİR HALK HİKAYESİ


 BİR HALK HİKAYESİ

“ÇOBAN SÜLEYMAN İLE PERİŞAN SULTAN” HİKÂYESİ

Evet, efendim, insanların hayatı birer hikâyedir, yine bir hikâyeyle karşınızdayız, bu hikâyenin mevzuatı o kadar derin, acıklı, muhabbetli, sevdalı, saygılıdır ki… Hikâyemizin temeli Erzurum’un İspir kazasının Yoncalı Köyü’nde başlar. Çoban Süleyman, Yoncalı Köyü’ndendi. Yoncalı Köyü şimdi viranedir, çok eski tabii, hikâyenin geçmişi çok eski. Allah hiç kimsenin başına vermesin, orada büyük bir deprem olur… Ama deprem olduğu zaman Çoban Süleyman neredeydi, Garip Köyü’nde çobandı, bilmiyordu, depremin oluşundan bile habersizdi. Günün bir gününde bir haber alır, derler ki:

Çoban Süleyman, köyünüzde deprem olmuş, haberin var mı?

O zamanlar bugünkü gibi iletişim mi vardı? Hayır, yayan yola revan olan Çoban Süleyman günün bir gününde gelir, Allah hiç kimseye göstermesin, o depremde ne anası ne babası ne de bir başka akrabası kalmayan Çoban Süleyman feleğe sitem ederek:

Artık benim burada durmam haram oldu, dedi.

Ne yapması gerekiyordu? Yola düştü, çoban adam, garip adam nereye gidebilirdi? Mutlaka, varlıklı birilerini soracaktı. Ağlayarak sızlayarak yola düşen Çoban Süleyman’a Allah öyle bir güzellik vermişti ki bu güzellik hiç kimsede yok. Bu güzelliğinin yanında bir güzelliği daha vardı, çok da güzel kaval çalardı. Kavalı elinde, yüreği yanık, yolda kavalını çala çala geldi. Bir ihtiyara rastladı, yolun üzerinde şöyle mendilini çıkarmış, garibim oturuyor, Allah ne vermişse, mendilini içerisinde açmış yiyordu. Çoban Süleyman’ın o yanık kavalının sesini duyunca bu piri ihtiyar baba:

Yavrum çok güzel kaval çalıyorsun ama belli ki senin yüreğin yanıktır.

Çoban Süleyman ise:

Baba, Allah bana öyle bir dert verdi ki bu derdin artık dermanı olmaz, dedi.

Yavrum Allah dert vermesin, hele söyle bakayım.

Baba, ben Yoncalı Köyü’ndenim, benim köyümde deprem olmuş, ben bütün yakınlarımı, anamı, babamı, kardeşlerimi hep kaybetmişim, haberim yok, çoban adamım, garip adamım, Garip Köyü’nde çobanlık yapıyordum; ama olmuş bitmişlerden hiç haberim olmamış benim.

Piri ihtiyar baba anladı ki onun yüreği yanık:

Yavrum ismin ne senin?

Süleyman, dedi.

Yavrum, Süleyman, hele otur, Allah büyüktür, şu mendilin içerisindekileri, Allah ne vermişse, beraber yiyelim, bir su içelim, ondan sonra yolun nereye gidecekse belki ben de seninle beraber yola revan olurum.

Baba, bir çobanın yuvası olabilir mi? Benim nereye gideceğim belirsiz.

Yavrum, hele dur, hele dur. Süleyman, sen demin bana bir şey söyledin, kaval çalan insan, saz çalan insan türkü de söyler, senin ağzından ben bir şeyler duymak istiyorum. Bir türkün yok mu, şu anda seni hüzünlendiren, içini kemiren bir muhabbet yok mu içinde?

Olmaz olur mu, baba?

Aldı Süleyman bakalım piri ihtiyar babaya ne söyler, söylesin Sabri Yokuş, sağlığınıza, sağ olun var olun:

Sorma baba sorma benim derdimi
Yurdum yuvam viran olmuş ağlarım
Felek çoğaltmış da benim derdimi
Yurdum yuvam viran olmuş ağlarım

Yavrum, derdi veren Mevla dermanını da verir!

Hele dinle baba dinle:

Sorma felek yıkmış benim binamı
Ben yitirdim ela gözlü sunamı
Ben göreydim gözü yaşlı anamı
Yurdum yuvam viran olmuş ağlarım

Yavrum, hiç kimsen kalmamış mı senin? Bir yakının da mı kalmamış, bir amcan oğlu da mı yok, bir dayın oğlu da mı yok?

Hele dinle baba.

Çoban Süleyman’ım sorma acımı
Ben yitirdim neydem can ilacımı
En son göreydim dertli bacımı
Yurdum yuvam viran olmuş ağlarım

Piri ihtiyar baba anlamıştı ki Süleyman’ın hiç kimsesi kalmamış:

 — Yavrum, ben sana bir adres vereceğim, sen benim verdiğim adrese gideceksin, inşallah o adreste sana birileri yardım eder. Kimsiz kimsesiz kalmışsın, ama seni yaradan bir Mevla vardır, Allah’tan ümit kesilmez.

Hikayenin Sayfaları

1 2 3 4 5 6 7 

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir