Warning: Cannot modify header information - headers already sent by (output started at /home/hikayelerimizden/public_html/wp-config.php:1) in /home/hikayelerimizden/public_html/wp-includes/feed-rss2.php on line 8
Çocuk Masalları arşivleri - Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/tag/cocuk-masallari Hikaye Çeşitleri Wed, 17 May 2023 15:31:55 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hikayelerimizden.sirv.com/WP_hikayelerimizden.com/2020/06/c/r/n/cropped-hikayelerimizden.png?w=32&h=32&scale.option=fill&cw=32&ch=32&cx=center&cy=center Çocuk Masalları arşivleri - Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/tag/cocuk-masallari 32 32 Kısa Çocuk Hikayeleri “Fatoş’un Bebeği” https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/kisa-cocuk-hikayeleri-fatosun-bebegi.html https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/kisa-cocuk-hikayeleri-fatosun-bebegi.html#respond Wed, 17 May 2023 15:31:55 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=9047 Kısa Çocuk Hikayeleri “Fatoş’un Bebeği” Fatoş, annesiyle birlikte alışverişe çıkmıştı. Oyuncak satan mağazanın yakınına geldiklerinde, Fatoş: “ Anneciğim, sınıfımı geçince bana alacağın oyuncak bebeği görmek istiyorum “ dedi. “ Onu ne kadar sevdiğimi bilemezsin, anneciğim. O çok şirin, çok tatlı bir bebek. O bebek mutlaka benim olmalı. Sınıfımı geçince o bebeği bana alacaksın, değil mi […]

The post Kısa Çocuk Hikayeleri “Fatoş’un Bebeği” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Kısa Çocuk Hikayeleri “Fatoş’un Bebeği”

Fatoş, annesiyle birlikte alışverişe çıkmıştı. Oyuncak satan mağazanın yakınına geldiklerinde, Fatoş:

“ Anneciğim, sınıfımı geçince bana alacağın oyuncak bebeği görmek istiyorum “ dedi. “ Onu ne kadar sevdiğimi bilemezsin, anneciğim. O çok şirin, çok tatlı bir bebek. O bebek mutlaka benim olmalı. Sınıfımı geçince o bebeği bana alacaksın, değil mi anneciğim?..”

Bunun üzerine annesi:

“ Tabii kızım.“ dedi.“ Sen yeter ki, sınıfını geç. Karneni aldığın gün, o bebeği sana alacağım.”

Biraz sonra Fatoşla annesi mağazanın vitrini önünde durdular. Fatoş, ilk anda vitrindeki bebeği gördü. İşte oradaydı, hep aynı yerde.‘ Nasılsın Ülkü? ‘diyerek bebeğin hatırını sormak ihtiyacını hissetti düşüncesinde. ‘ İyi misin Ülkü?..Merak etme güzel bebek, pek yakında birbirimize kavuşacağız. Ben, seni çok seviyorum ve inanıyorum ki, sen de, beni çok seveceksin. Bu nasıl olacak diye sorma bana güzel bebek., çünkü, ben sana her zaman iyi davranacağım, seninle güzel güzel konuşacağım, sana tatlı sözler söyleyeceğim, senin kalbini hiç kırmayacağım. ‘ Annesinin “ Fatoş..” demesiyle düşüncelerinden sıyrıldı, Fatoş. “ Haydi kızım, gidelim artık. Sonra geç kalacağız ama. “

Fatoş:

“ Tamam anneciğim, özür dilerim “ dedi. “ Bir an daldım!..” Daha sonra Fatoş, annesinin elinden tutarak, yürüdü.

Aradan günler geçti, ders yılı sonu geldi ve Fatoş karnesini alarak 3. sınıfa geçti. Aynı gün annesi Fatoş’u oyuncak satan mağazaya götürdü ve bebeği satın alarak kızına verdi. Fatoş, bu güzel armağan için annesine teşekkür etmeyi unutmadı. Fatoş, bir süre evde bebeğiyle oynadıktan sonra, sokağa çıktı. Fatoş’u gören Burcu, onun yanına gelerek, “ Fatoş, bu bebeği yeni mi aldınız? “ diye sordu.

Fatoş:

“ Evet Burcu..” dedi. “ Sınıfımı geçtiğim için, annem bana bu bebeği aldı. Ne kadar sevindim bilemezsin. Çok şirin bir bebek değil mi? Hem adını da ben koydum. Adı Ülkü…”

“ Adı da kendi gibi güzelmiş bebeğinin. “ dedi Burcu. “ Ülkü’ yü sevmeme izin verir misin? “

“Tabii olur Burcu, al sev Ülkü’ yü” dedi Fatoş ve bebeği arkadaşına verdi. Daha sonra Fatoş, sınıf arkadaşı olan Burcu’ ya, sınıfını geçti diye bir armağan alınıp alınmadığını sordu. Burcu da, nasıl bir armağan istemesi gerektiğine bir türlü karar veremediğini söyledi. Bunun üzerine Fatoş, Ülkü’yü satın aldıkları mağazanın vitrininde çok güzel bir bebeğin daha olduğunu, yarın annesiyle gidip o bebeği görebileceğini, eğer beğenirse, bebeği satın alabileceklerini ve birlikte evcilik oynayabileceklerini anlattı. Fatoş’un fikrini olumlu bulan Burcu, bu konuyu akşam yemeğinden sonra anne ve babasına açacağını söyledi.

Vakit gece yarısını geçeli biraz olmuştu ki, Fatoşun bebeği ayağa kalktı. Baktı Fatoş derin uykuda. Hemen odadan çıktı. Bu iş buraya kadardı. Daha fazla dayanamayacaktı. Ne güzel mağazanın vitrininde diğer bebekle sohbet ediyordu. Ya şimdi ne vardı? Konuşacak kim vardı? Yapayalnız, sessiz sessiz, bekle dur. Olacak şey miydi bu? Konuşmadan öylece beklemekten bıkmıştı. Doğruca mağazaya gidecek ve arkadaşına kavuşacaktı. Koridordan geçtikten sonra, sokak kapısını açtı. Kapıyı kapatıp yola çıktı. Issız ve yarı karanlık yolda hızlı adımlarla yürümeğe başladı. Ancak sabaha karşı mağazanın vitrini önüne gelen Fatoşun bebeği, arkadaşının yerinde yeller estiğini görünce, olduğu yere çöküverdi. Arkadaşı vitrinde yoktu, demek ki, satılmıştı, alan da kim bilir kimdi?

Fatoşun bebeği bir süre mağazanın vitrini önünde çaresizlik içinde kalakaldıktan sonra, toparlandı ve gerisin geriye dönerek, Fatoşların evine doğru yürümeğe başladı. Evin önüne geldiğinde, öğle üzeri olmuştu. Sokak kapısı kapalıydı. Kapının önündeki çöp bidonunun arkasına saklanıp, beklemeğe başladı. Aradan on beş-yirmi dakika geçmişti ki, karşıdaki evin sokak kapısı açıldı ve Burcu dışarı çıktı. Burcu’nun kucağındaki bebeği hemen tanıdı. Çok sevindi o anda. Vitrindeki arkadaşını, demek ki, Burcu almıştı. Burcu gelerek kapının zilini çaldı. Kapıyı Fatoş açtı. Fatoş’ la Burcu konuşurken, aralık kalan sokak kapısından içeri süzüldü. Fatoş’ un onu gece yatmadan önce bıraktığı koltuğun altına uzandı. Biraz sonra Burcu evine gidince, Fatoş odasına geldi, bir iki yere baktıktan sonra, bebeği koltuğun altında buldu. Bebeği kucağına alan Fatoş, mutfakta yemek hazırlamakta olan annesinin yanına koştu.

Meğer evlerinde akşam yemeği yendikten sonra, Burcu, anne ve babasına durumu anlatmış, onlar da, “ İstersen şimdi gidip bebeği alalım, hem de gezmiş oluruz. “ demişler ve vitrindeki diğer bebeği Burcu’ya alıvermişler. Öğle yemeğinden sonra Fatoş ile Burcu evcilik oynamaya başladılar. Fatoşun bebeği Ülkü ile Burcunun bebeği Arzu nihayet bir araya gelmişti. Topu topu bir gün ayrı kalmışlardı, fakat anlatacak o kadar çok şey vardı ki…

Şimdilik sadece bakışmakla yetineceklerdi, konuşmak için fırsat nasıl olsa bulurlardı.

hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, kısa çocuk hikayeleri, çocul hikayeleri, öykü, çocuk öyküleri, kısa çocuk öyküleri, masal, çocuk masalları, çocuklara masallar, hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, kısa çocuk hikayeleri, çocuk hikayeleri, öykü, çocuk öyküleri, kısa çocuk öyküleri, masal, çocuk masalları, çocuklara masallar, eğitici hikayeler, öğretici hikayeler, çocuklar için hikaye, eğitici hikayeler, öğretici hikayeler, çocuklar için hikaye, hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, kısa çocuk hikayeleri, çocuk hikayeleri, öykü, çocuk çocuklara masallar, eğitici hikayeler, öğretici hikayeler, çocuklar için hikaye, 

Kısa çocuk hikayeleri, çocul hikayeleri, öykü, çocuk öyküleri, kısa çocuk öyküleri, masal, çocuk masalları, çocuklara masallar, hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, kısa çocuk hikayeleri, çocuk hikayeleri, öykü, çocuk öyküleri, kısa çocuk öyküleri, masal, çocuk masalları, çocuklara masallar, eğitici hikayeler, öğretici hikayeler, çocuklar için hikaye, eğitici hikayeler, öğretici hikayeler, çocuklar için hikaye, hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, kısa çocuk hikayeleri, çocuk hikayeleri, öykü, çocuk çocuklara masallar, eğitici hikayeler, öğretici hikayeler, çocuklar için hikaye

The post Kısa Çocuk Hikayeleri “Fatoş’un Bebeği” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/kisa-cocuk-hikayeleri-fatosun-bebegi.html/feed 0
GURBET HiKAYELERİ “YARA” https://hikayelerimizden.com/secme-hikayeler/gurbet-hikayeleri-yara.html https://hikayelerimizden.com/secme-hikayeler/gurbet-hikayeleri-yara.html#respond Wed, 22 Feb 2023 14:18:02 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8971 GURBET HiKAYELERİ “YARA” Refik Halid Karay Güneş çoktan batmıştı; fakat çiftlik gene, sabah oluyormuş gibi, şevkini kaybetmeyen bir aydınlık içinde, kuş cıvıltılarıyla dolu, gölgesiz, hüzünsüzdü. Sıcak iklimlerin akşamlarında, zaten, bizim sabahlarımızda duyulan neşe daha doğrusu, bir hayata, rahata giriş keyfi vardır. Gözlerinizin çiğ ışıktan ve göğsünüzün nefes darlığından kurtulacağını düşünerek bir şeyler yapmak, bir zevke […]

The post GURBET HiKAYELERİ “YARA” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
GURBET HiKAYELERİ “YARA”

Refik Halid Karay

Güneş çoktan batmıştı; fakat çiftlik gene, sabah oluyormuş gibi, şevkini kaybetmeyen bir aydınlık içinde, kuş cıvıltılarıyla dolu, gölgesiz, hüzünsüzdü.

Sıcak iklimlerin akşamlarında, zaten, bizim sabahlarımızda duyulan neşe daha doğrusu, bir hayata, rahata giriş keyfi vardır. Gözlerinizin çiğ ışıktan ve göğsünüzün nefes darlığından kurtulacağını düşünerek bir şeyler yapmak, bir zevke hazırlanmak istersiniz. Ben de emirerine dam üstünde nargilemi hazırlatmıştım, kahvemi bekliyordum; birden avluya dört atlı girdi, dört silahlı Bedevi …

Bu dediğim tarihte Sultan Hamit’in Suriye’ deki çöl çiftliklerinden birinde müdürdüm. O zamanlar böyle yerlere subaylardan kahya, askerlerden korucu gönderilirdi; aşiret Araplarının akınlarına karşı koymak için …

Gelenlerin en yaşlısı, kısrağından inip karşıma dikildi.

Sordum:

“Hayrola, ya Şeyh?”

Mesele her zaman olan işlerden: İki aşiret, bir gazve (savaş, cenk) esnasında çarpışmışlar, bu dört kişi güç bela baskından kurtulup bana sığınmış, geceyi geçirmek istiyorlar.

Dördü de silahlarını bırakıp etrafıma, damın toprak zeminine çömeldiler. Yaşlısı maşlahlıydı; öbürleri sadece birer entari giymişlerdi; abonoz saçları upuzun, örülü ve cıvık yağlıydı; kulaklarından demir halkalar sarkıyordu. Bunlar konuşmuyorlardı; dişleri bembeyaz ve gözleri simsiyah parlayarak bizi dikkatle dinliyorlardı.

Ne konuşacaktık? Şammar aşiretinin kaç çadırı, Hadidilerin kaç koyunu vardı? …

Bir aralık karşımdaki gencin birisi hafifçe inledi. Şeyh sordu:

“Hasta mısın?”

“Hayır.”

“Yaralı mısın?”

“Galiba!

Ve omzunu işaret etti,

Ere seslenip feneri getirttim. Oralarda fener ve lamba ancak böyle işlerde, mühim sebepler oldukça kullanılır. Ay olmasa da yıldızlar yakından pırıldaşır; yıldızlar bile örtülse gene gökte ışık yerine geçen bir cila parlar. Bedevi’nin sırtına baktık. Sol tarafından bir kurşun yemiş. Kan, içine sızmış olacak ki entarisi boyanmamış. Yalnız yaranın ağzında kurumuş kahve telvesini andıran pıhtılar birikmiş; güneşten
kerpiç kesmiş olan kan pıhtıları …

“Kurşun içeride kalmış!” dedim.

Şeyh başıyla tasdik etti. Sonra hiçbir şey demeden erin elinden feneri aldı, avluya indi. Yere eğilmiş, uzun uzun, bir şeyler aradığını yukarıdan görüyorduk.

Neden sonra geldi: Bir çürük değnek parçası ve mundar bir paçavra ile …

Yoğurt süzdüğümüz eski, çürük torbadan atılmış bir parça …

Bu paçavrayı değneğe iyice; sıkıca sardı; dişleriyle bir de düğüm yaptı.

“Zeytinyağı bulunur mu?”

“Olacak. .. “

Gençlerden birine döndü, bir şeyler söyledi. O, aşağı indikten biraz sonra burnuma mutfaktan yana, tavada yakılan bir zeytinyağı kokusu geliyordu.

Anladım ki bir ameliyata hazırlanıyoruz.

Yaralının sırtından entarisini çektiler. Şeyh benden çakımı istedi ve uzun ağzını açıp birden yaranın içine daldırdı.

Bir kavunun bereli, acı yerini oyup nasıl atarsak öyle yaptı. Fakat bu parçanın elyafı bedenden tamamen ayrılmamıştı ki çektiği zaman çıkmadı; altından lastik bağlara takılı imiş gibi çakının ucundan kayıp tekrar yaradaki yerine girdi. Çekip koparmak lazım gelmişti; hem de epeyce asılarak …

Yaralı “Off” bile demedi; sadece, omzunu, şöyle, bir sinek konmuş gibi oynatmıştı. Şeyh buna bile kızdı:
“Ayıp!” dedi. Genç taş kesildi.

Şimdi Şeyh ‘in iki parmağı – kirli, kara tırnaklı kadit parmakları – yaranın içine paslı bir kıskaç, bir kerpeten gibi sokulmuştu. Kurşunu bulmuş, yakalamış olacaktı ki yerinden oynatmak için tıpkı çekiçsiz ve kesersiz nasıl bir tahtadan çivi çıkarmaya uğraşırsak, öyle, iki tarafa sallamaya, ırgalamaya başladı. Sonra büktü … Sağa büktü, sola büktü. Her büküşünde yaradan koyu, kalın bir kan tabakası kabarıyordu.

Sönük petrol ışığının altında katran gibi görünen ve sıcaklığı duyulan bir kan tabakası … Sade sıcaklığı değil, öğürtücü kokusunu da duyuyordum. Çocukluğumun Kurban Bayramı kokusu!

Şeyh, yere, ayaklarımızın altına bıraktığı deminki tıkacı eline aldı; ben gözlerimi istemeyerek kapadım. Açtığım zaman bu tıkaç yaranın içinde idi; belli ki biraz güçlükle girmişti, zor işliyordu. İşliyordu diyorum; zira Şeyh’in merhametsiz eli bunu taş ocaklarında barut deliği açanların küsküsü gibi sert, granit sırtına bir tarafına daldırıp daldırıp çıkarıyor ve her çıkarışında etrafa kan, pıhtı zifosu serpiştiriyordu. Bir aralık kan fazlalaştı. Tıkanmış bir musluk yalağına nasıl bir tel veya değnek soktuğunuz zaman, aşağıdan yer bulamayan su taşarsa, öyle mecrasız bir kan kabartısı …

Bu kan yavaş yavaş azaldı, duruldu, kesildi.

O zaman Şeyh yaralıya ilk defa, şefkatle hitap etti:

“Sabret evlat!”

Bedevi genci cevap vermedi, “Gık!” demedi, hatta kımıldamadı, bir adalesi bile titremedi. Anladım ki müthiş bir şey olacak! Bu iş de oldu: İsli tavasıyla kaynar zeytinyağını getirmişlerdi; yağ pek ustalıklı bir şekilde, bir damlası etrafa sıçratılmadan, dar ağızlı bir şişeye hunisiz mayi aktarılır gibi, yaraya ağır ağır boşaltıldı.

Zavallı Bedevi buna da dayanmaya çalıştı. Fakat sonunda bir:

“Ya Allah!” dedi, diz üstü çöktü.

Ben, bozuk Arapçamla, ora dilini takliden; “öldü” manasına:

“Mut!” diye haykırdım.

Şeyh cevap verdi:

“Halas!”(kurtuluş, kurtulma)

Ertesi sabah uyandığım vakit dört at ve dört Bedevi duruyordu. Gazveciler veda ve teşekkür için beni bekliyorlar.

Yaralı belki solgundu, süzüktü, ateş içindeydi. Fakat bu Bedevilerin rengini, halini sezmek o kadar güçtür ki… Elimi öptü; yalnız şunu söyledi:

“Şu bindiğim kısrağım gebedir; yavrusu senindir!”

Kısrağına atlarken ona kimse yardım etmedi. Arkalarından baktım. Dördü de dik, dinç görünüyorlardı; dördü de keyifli gibi idiler. Ben kızıl kanlı, yaraya dökülünce yanık et kokusu veren kaynar zeytinyağını düşünüyor, dişlerimi sıkıyordum.

***

Siz o tayı görmeliydiniz … Ha, evet söylemeyi unuttum:

Vakadan (olay) üç sene sonra, ben çiftlikte yokken bir Bedevi gelip bir tay bırakmış, “Paşaya vaat etmiştim, kendisi bilir!” demiş, gitmiş.

Paşa dediği benim … Daha o zaman teğmendim. Fakat Bedevi’nin gözünde bir Türk subayı daima paşadır.

Şişli, 1 938 – Refik Halid Karay

çocuk masalları, gurbet hikayeleri, hikaye, hikaye arşivleri, hikaye oku, hikaye okuma, Hikaye Okumak, hikaye siteleri, hikaye yaz, hikayeler oku, hikayelerimiz, Kısa Hikayeler, kısa masallar, masal, Masal Oku, masal okuma, masallar oku, Öykü, öykü oku, Refik Halit Karay, story, yara,

The post GURBET HiKAYELERİ “YARA” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/secme-hikayeler/gurbet-hikayeleri-yara.html/feed 0
Parmak Kız Masalı https://hikayelerimizden.com/masal-2/parmak-kiz-masali.html https://hikayelerimizden.com/masal-2/parmak-kiz-masali.html#respond Fri, 30 Dec 2022 17:12:39 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8723 Parmak Kız Masalı Bir zamanlar, çocuklara çok düşkün bir kadın varmış. Çocukları bu kadar çok sevdiği halde, bir türlü çocuğu olmuyormuş. Bir gün ihtiyar bir büyücüye gidip, ona bir çocuk sahibi olup olamayacağını sormuş. Büyücü; ‘Buna üzülme, çaresi var. Al sana bir arpa tanesi. Bu arpayı, ne köylü tarlasına eker, ne de tavuklar yer. Verdiğim […]

The post Parmak Kız Masalı appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Parmak Kız Masalı

Bir zamanlar, çocuklara çok düşkün bir kadın varmış. Çocukları bu kadar çok sevdiği halde, bir türlü çocuğu olmuyormuş. Bir gün ihtiyar bir büyücüye gidip, ona bir çocuk sahibi olup olamayacağını sormuş. Büyücü;

‘Buna üzülme, çaresi var. Al sana bir arpa tanesi. Bu arpayı, ne köylü tarlasına eker, ne de tavuklar yer. Verdiğim arpayı evinde bir saksıya ek, sonra da bekle, ne olacağını görürsün.’ demiş. Kadın teşekkür ederek, büyücünün bu iyiliği karşısında, ona biraz para vermiş. Sonra, doğruca evine giderek, arpa tanesini saksıya ekmiş. Sabırla saksının başında beklemeye başlamış. Çok geçmeden saksıda, laleye benzeyen, iri bir çiçek açmış. Lalenin taç yaprakları, sanki olgunlaşmamış gibi sımsıkı kapalı duruyormuş. Saksıdaki bu çiçeği, hayran hayran seyreden kadın, dayanamayıp öpüp koklamaya başlamış. O an içinden, ne güzel çiçek diye düşünmüş. Kadın böyle düşünür düşünmez, aniden çiçeğin yaprakları açılıvermiş. Bu, kadının hayatında gördüğü en güzel ve büyük laleymiş. Lalenin çanağının bir köşesine büzülüp oturmuş parmak boyunda bir çocuk varmış. Çocuğu görür görmez, kadın hemen adını “Parmak Kız” koymuş. Kadın, Parmak Kız’ın beşiğini cilalı ceviz kabuğundan, yatağını menekşe yaprağından, yorganını da gül yaprağından yapmış. Parmak Kız, yeni hayatına kolayca alışmış. Geceleri kendisi için yapılan yatakta uyur, gündüzleri masanın üstünde oynarmış. Kadın masanın üzerine içi su dolu, etrafında çiçek süsleri olan tabağını koyarmış. Parmak Kız da suya bir lale yaprağı atarak üstüne oturur, iki beyaz at kılını, kürek gibi kullanıp tabağın bir başından bir başına geçermiş. Onun bu hali, göze o kadar hoş görünürmüş ki, seyrine doyum olmazmış. Üstelik Parmak Kız o kadar içten, o kadar güzel şarkı söylermiş ki, böylesi bugüne kadar ne duyulmuş, ne de işitilmiş…

Bir gece, Parmak Kız beşiğinde mışıl mışıl uyurken, pencerenin kırığından içeriye çirkin bir kurbağa girmiş. Bu patlak gözlü çirkin hayvan, küçük kızın uyuduğu masaya sıçramış. Küçük kızın yorganın altında mışıl mışıl uyuduğunu görünce;

– Ne kadar güzel bir kız, oğluma çok güzel bir eş olur, diyerek, Parmak Kız’ın uyuduğu ceviz kabuğundan beşiği kaptığı gibi, girdiği yerden bahçeye çıkmış.

Evin yakınında, bataklık bir arsanın yanında geniş bir dere akmaktaymış. Çirkin kurbağa ile oğlunun evleri, bu bataklıktaymış. Çirkin kurbağanın oğlu da kendisi gibi pis ve çirkinmiş. Babasının getirdiği ceviz kabuğundaki küçük güzel kızı görünce;

“Viraaaak… Viraaaak….” diye bir çığlık atmış. Baba kurbağa;

– Çok yüksek sesle konuşuyorsun, şimdi uyandıracaksın. Kuğu tüyü gibi hafif, uyanırsa korkudan uçup gidiverir sonra, demiş.

Baba ile oğul kurbağa, Parmak Kız’a kalacak bir yer yapmaya karar vermişler. Bu arada baba kurbağanın aklına çok güzel bir fikir gelmiş; ‘Derede yetişen nilüfer yapraklarından birisinin içine oturtalım. Orada bir adadaymış gibi olur ve kaçamaz. Biz de bu arada, bataklığın dibindeki büyük odayı güzelce derler, toplarız. Sizin yatak odanız olur.’ demiş.

Derenin ortasında gerçekten de, suyun üstünde açılmış nilüferler ile yeşil yassı yaprakların yüzdüğü görülmekteymiş. Uzaklarda çok iri bir yaprak varmış. Baba kurbağa, Parmak Kız’ı alarak o yaprağa doğru gitmiş. Parmak Kız’ı, ceviz kabuğundan beşiği ile birlikte oraya bırakmış. Sabah, güneşin ilk ışıklarıyla birlikte Parmak Kız da uyanmış. Önce nerede olduğunu anlayamamış. Zavallı Parmak Kız bir an sonra nerede, nasıl bir yerde olduğunu görmüş. Üstünde durduğu koca yaprağın etrafının su ile çevrili olduğunu anlayıp, yere inemeyeceğini düşününce ağlamaya başlamış. O anda ihtiyar kurbağa da, bataklığın dibindeki odayı oğlu ile Parmak Kız’a hazırlamak için uğraşıyor, renkleri sararmış su bitkilerinin yapraklarıyla süpürüyormuş. Amacı, güzel geline layık bir oda hazırlamakmış. İşini bitirdikten sonra çirkin oğluyla beraber küçük kızın yatağını alıp, gelin odasını hazırlamak için işe koyulmuşlar. Baba kurbağa ve oğlu, Parmak Kız’ı almak için yanına gittiklerinde, suya dalıp çıkmışlar. Baba kurbağa;

‘Güzel kız, işte kocan olacak oğlum bu. Bataklığın dibinde size eşsiz bir ev hazırlıyorum.’ demiş.

Çirkin oğlanın ağzından, “Vıraaak, vıraaak” diye sürekli aynı ses çıkıyormuş. Baba ile oğul, kızın yattığı ceviz kabuğundan, zarif yatağı almış, kızın yatağın üzerinde yalnız bırakıp, yüzerek evlerine dönmüşler. Parmak Kız, baba kurbağa kadar çirkin bir yaratığın yanında oturacağını, bir de onun oğluna eş olacağını düşündükçe, gözünden seller gibi yaşlar akıyormuş. O sırada derede yüzen kırmızı balıklar, ihtiyar kurbağanın söylediklerini duymuş, Parmak Kızı görür görmez o kadar güzel bulmuşlar ki, çirkin bir bataklık kurbağasının bu kadar güzel bir kızı alıp, onu üzmesine gönülleri razı olmamış. Hep beraber, kızı kurtarmak için çalışmaya başlamışlar. Önce, kızın üzerinde oturduğu yaprağın etrafına toplanıp, iyice dişleyerek yaprağı koparmışlar. Böylece serbest kalan yaprak, akıntıya kapılarak çirkin baba oğul kurbağalarının yetişemeyecekleri kadar uzaklara sürüklenmiş. Parmak Kız, bu şekilde yeşil yaprağın üzerinde yol alırken, onu gören kuşlar;

‘Oh! Ne kadar güzel ve nazlı kız!’ diye öterek, hayranlıklarını gizleyemiyorlarmış. Akıntı ile durmadan yol alan Parmak Kız, çok geçmeden ülkesinin sınırlarını geçmiş. Bu yolculuk esnasında, Parmak Kız’a güzel bir beyaz kelebek arkadaşlık etmiş. O da yaprağın üzerine konmuş, yanındaki beyaz kelebekle birlikte üstelik kurbağaların kendisine yetişemeyeceklerinden dolayı Parmak Kız çok mutluymuş. Sular güneşin gönderdiği ışınlarla saf altınlar gibi parıldıyor, Parmak Kız bu güzellikleri seyretmeye doyamıyormuş. Daha hızlı yol alabilmek için, kemerinin bir ucunu kelebeğe, bir ucunu da yaprağa bağlamış. Kelebeğin gücüyle şimdi daha hızlı yol alıyorlarmış. Onlar, bu şekilde son hızla yol alırken, oradan geçmekte olan büyükçe bir mayıs böceği, Parmak Kız’ı görmüş.

Küçük vücudunu ayakları ile sararak, birlikte uçup bir ağaca konmuş. Yeşil yapraklar ise, kelebekle birlikte akıntıya kapılıp gitmiş. Bir anda kendisini küçük bir ağacın üzerinde bulan Parmak Kız, büyük bir korkuya kapılmış. Fakat onu en fazla üzen, beyaz kelebek olmuş. Çünkü küçük, beyaz kelebeği, kemeri ile yaprağa bağlamıştı. Kelebek bu yüzden, açlıktan ölebilir, sulara boğulabilirdi. Mayıs böceği ise Parmak Kız’ın derdini sormak şöyle dursun, onu ağacın en iri yaprağına oturttuktan sonra, ağaçtaki çiçek suları ile karnını doyurup başının çaresine bakmasını söylemiş. Sonra da Parmak Kız’ın gönlünü almak için;

‘Her ne kadar mayıs böcekleri gibi güzel değilsen de, pek çirkin de sayılmazsın.’ demiş.

O ağaçta oturan diğer mayıs böcekleri biraz sonra, Parmak Kız’ı görmek için misafirliğe gelmişler. Dişi mayıs böcekleri, Parmak Kız’a yüksekten bakıp küçümseyen bir sesle;

‘Ne kadar gülünç bir yaratık, yalnızca iki bacağı var.’ diyerek gülmeye başlamışlar.

Diğer mayıs böcekleri konuşmayı sürdürmüşler; ‘Ne kadar da cılız öyle, kanatları bile yok.’

Daha başkaları; ‘Ay, ne kadar çirkin, yüzüne bakılır gibi değil.’ demişler.

Hepimiz biliyoruz ki, Parmak Kız, onların söyledikleri gibi çirkin değil, aksine seyrine doyum olacak kadar güzelmiş. Onu kaçıran ve ilk bakışta güzel bulan mayıs böceği de diğerlerinin söylediklerine inanmaya başlamış. Bu nedenle Parmak Kız’ı daha fazla yanında alıkoymak istememiş. Parmak Kız’a, gönlünün dilediği yere girmekte serbest olduğunu söylemiş. Mayıs böcekleri, onu alıp bir papatyaya oturtmuşlar. Çok güzel olduğu halde, kendisini çirkin bulan mayıs böceklerine içerleyen Parmak Kız, ağlamaya başlamış. Parmak Kız, o yaz tek başına yaşamış. Açlığını ve susuzluğunun çiçeklerin öz sularını içerek gidermeye çalışmış.

Parmak Kız, yaz ve sonbahar mevsimlerini böyle geçirmiş. Kış olunca, ona şarkıları eşlik eden kuşlar bile bir bir gitmeye, ağaçlar yapraklarını dökmeye başlamış. Altında barındığı yapraklar bile sararıp kurumuşlar. Parmak Kız’ın giysileri de zamanla eskiyip lime lime olduğundan, soğuktan etkileniyormuş. Kış mevsimi iyice bastırınca, lapa lapa kar yağmaya başlamış. Her kar tanesi onun ufacık vücudunu bir kürek toprak gibi örtüyormuş. Üşümemek için kuru yapraklara sarınmış ama yapraklar onu battaniye gibi ısıtamadığından tir tir titriyormuş. Parmak Kız’ın sığındığı ormanın yakınında sürülmüş, büyükçe bir tarla varmış. Tarlanın üzeri samanla örtülüymüş. Parmak Kız oraya gidebilmek için, ormanı bir baştan bir başa kat etmek zorundaymış. Tüm gücünü sarf etmiş ve son bir gayretle tarlaya ulaşmış. Samanların altında bir tarla faresinin yuvasını bulmayı başarmış. Tarla faresinin yuvası tıka basa yiyeceklerle dolu, dayalı döşeli yatak odası, mutfağı ve kileri ile çok rahat bir yuvaymış. Farenin de keyfi pek yerindeymiş. Açlıktan ve soğuktan ölmek üzere olan Parmak Kız, bir lokma yiyecek bulma ümidiyle, evin kapısını bir dilenci gibi çalıp, bir arpa tanesi rica etmiş. Bu yuvada yaşayan dişi tarla faresi, aslında çok iyi yürekliymiş. Dilenci olmadığını anladığından, Parmak Kız’a; ‘İçeriye gir bakalım, sıcacık bir odam ve pek çok yiyeceğim var. Benimle birlikte karnını doyurursun.’ diyerek onu yuvasına davet etmiş. Parmak Kız’ı çok beğendiği için ona, kendisine her gün bir masal anlatması şartı ile kışı birlikte geçirmeyi teklif etmiş. Parmak Kız, bu teklifi ve şartları memnuniyetle kabul etmiş. Aradan birkaç gün geçtikten sonra tarla faresi, Parmak Kız’a şunları söylemiş;

– Bugün konuğumuz gelecek. Komşum, haftada bir defa gelmeyi adet edinmiştir. Onun hali vakti benden daha iyidir. Evi çok geniş ve salonu mobilyalıdır. Üstelik sırtında siyah kadife kürkü var. Eğer onun yanına gidebilsen çok rahat edersin ama o burnunun ucunu bile göremez. Bildiğin en güzel masalları anlatıp, onu ömür boyu oyalaman gerekecek. Tarla faresinin komşum dediği köstebekten başkası değilmiş. Parmak Kız, böyle birisinin yanında yaşamaya hiç de niyetli değilmiş. Biraz sonra, sırtında kadife kürkü ile köstebek gelmiş. Tarla faresinin anlattığına bakılırsa, çok zenginmiş. Evi, tarla faresinin yirmi katı kadarmış. Köstebek çiçekleri ve güneşi hiç görmemiş ama yine de seviyormuş. Parmak Kız, evlerine gelen konuğu ağırlamak için şarkı söylemeye başlamış. . Parmak Kızın söylediği şarkılar “Uç böceğim uç” ile “Papaz tarlaya gelince” imiş. Parmak Kız’ın sesini ve şarkılarını çok beğenen köstebek, şefkatle kızın üzerine doğru atılmış fakat Parmak Kız çok sessiz olduğundan ağzını açıp bir şey söylememiş. Köstebek, biraz önce kendi evi ile fareninki arasında bir yeraltı koridoru yaparak buraya geldiğini anlatmış. Komşusu fareye ve yabancı kıza isterlerse orada gezinebileceklerini söylemiş ve “Tabii geçitteki bir kuş ölüsüne aldırmazsanız.” diye de eklemiş. Koridordaki kuş öleli aslında çok olmamış. Buraya da, köstebek koridoru kazdığı sıralarda düşmüş gibi duruyormuş. Köstebek, dişlerinin arasına, karanlıkta parlayan ve etrafa ışık saçarak aydınlatan bir çöp almış ve koridor boyunca hanımlara yol göstermiş. Koridora ölü kuşun yanına yaklaştığında, toprağı burnuyla eşeleyerek ışığın aydınlatabileceği bir delik açmış. İşte o zaman, yerde yatan bir kırlangıç görmüşler. Kanatları yanına düşmüş, başı ve ayakları tüylerinin arasına sokulmuş, zavallıcık herhalde soğuktan ölmüş. Ormanda etrafında uçuşup cıvıl cıvıl ötüşen kuşlara karşı, gönlünde sonsuz bir sevgi bulunan parmak Kız, gördüğü bu manzara karşısında çok üzülmüş. Fakat köstebek, kırlangıcı ayağı ile iterek; ‘Artık ötmüyor. Dünyada kuş doğmak gibi bir felaket var mı? Allah’a çok şükür çocuklarımdan hiçbirinin başına böyle bir dert gelmedi. Varı yoğu ötüşünden ibaret bir kuş tez zamanda yoksulluğa düşer, kış gelince de ölür.’ demiş.

Tarla faresi; ‘Evet, komşucuğum, pek akıllıca konuştunuz.

“Kiviit” diye ötmek neye yarar? Ancak yoksulluk içinde ölmek için birebirdir. Gene de öttükleri için tavus kuşu gibi kurulanlar bile var.’ demiş. Parmak Kız, bu konuşmalara katılmamış. Ama sırtları kuşa doğru döndüğünde, kırlangıcın başındaki tüyleri kaldırıp bir öpücük kondurmuş. İçinden de; ‘Belki bu da, yaz aylarında benim için neşeli neşeli ötenlerden biridir. Şayet öyleyse ona ne sevinçler, ne mutluluklar borçluyum.’ demiş.

Köstebek, ışığın girmesi için açtığı deliği tıkadıktan sonra, hanımları evlerine kadar uğurlamış fakat gece Parmak Kız uyuyamamış. Kalkmış, saman çöplerinden bir hasır örmüş ve koridora gidip kırlangıcın üzerine örtmüş. Toprağın soğuğundan koruyabilmek için de ayrıca, farenin evinde bulduğu pamuklarla iyice sarmış; ‘Allah’a ısmarladık, şirin küçük kuşcağız. Ağaçlar yaprakla örtülüyken, güneş bizi ısıtırken, yaz boyunca neşeli şarkılarını dinledim.’ demiş. Sonra da başını kuşun göğsüne dayamış fakat korku ile doğrulması bir olmuş. Çok heyecanlanan Parmak Kız, önce ürkmüş. Kendisi, bir başparmak büyüklüğünde olduğundan, kuş yanında dev gibi duruyormuş.

Yine de gayretle kırlangıcın iki yanındaki pamukları iyice sarmış, yorgan olarak kullandığı nane yaprağını da getirip kırlangıcın başına koymuş. Ertesi gece, Parmak Kız sürünerek kırlangıca bakmaya gitmiş ve onu hayatta bulmuş. Zavallı kırlangıç çok bitkin ve hasta olduğundan, küçük kıza bakmak için gözlerini zorlukla aralayabilmiş. Koridor çok karanlık olduğu için Parmak Kız, elinde ışıltılı bir çöp tutmaktaymış. Hasta kırlangıç; ‘Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum, küçüğüm. Beni öyle ısıttın ki, yakında hiçbir şeyim kalmayacak. Tamamen iyileştiğim zaman ben de güneşi çok olan ülkelere gideceğim.’ demiş.

Parmak Kız, kırlangıcın başını okşamış ve ‘Dışarısı çok soğuk. O kadar çok kar var ki, her taraf buz tutmuş. Sıcacık yatağında yatıp bir an önce iyileşmelisin. Senin için elimden geleni yapacağım, demiş.

Parmak Kız bunları söyledikten sonra, çiçek yaprağıyla su getirip kırlangıca içirmiş. Sonra da onun kanadını bir çalıya çarparak nasıl yaralandığını dinlemiş. Bu nedenle kırlangıç, arkadaşları kadar hızlı uçamamış. Sıcak ülkelere doğru zaman kaybetmeden yollarına devam ederlerken o, daha fazla dayanamamış, yorgunluktan ve halsizlikten yere düşmüş.

Kendinden geçmiş. Nasıl olup da buralara geldiğini hatırlayamıyormuş. Zavallı kırlangıç, bütün kış mevsimini orada geçirmiş. Parmak Kız, tarla faresi ile köstebeğe sezdirmeden kırlangıca yardım ediyormuş. Çünkü onların, birtakım nedenlerle bu yardımları engellemelerinden korkuyormuş.

Yavaş yavaş güneş toprağı ısıtmaya, ilkbahar tüm güzelliğiyle kendini göstermeye başlamış. Kırlangıç, artık Parmak Kız’a veda etme zamanın geldiğini biliyormuş. Ondan, köstebeğin açıp kapattığı deliği yeniden açmasını istemiş. Sırtına binip, yakındaki ormana gelip gelmeyeceğini sormuş. Oradan ayrılmasının arkadaşı tarla faresini çok üzeceğini bilen Parmak Kız; ‘Seninle gelebilmeyi çok isterdim, fakat olmaz.’ diye cevap vermiş. Kırlangıç, güneşli yerlere doğru uçarken; ‘O halde, hoşça kal benim nazlı, küçük çocuğum. Senin yaptıklarını asla unutmayacağım. Allaha ısmarladık!’ demiş. Parmak Kız, gözleri yaşlarla dolu, kırlangıcın gidişini izliyormuş. Bu ayrılığa nasıl dayanacağını düşünmeye başlamış çünkü kırlangıca yürekten bağlanmış. Kırlangıç son bir defa; “Kiviit! Kiviiit!” diye öterek gözden kaybolmuş.

Parmak Kız’ın derdi, yaz mevsimin gelmesiyle birlikte artmaya başlamış. Güneşe çıkıp ısınması imkânsızlaşmış. Tarla faresinin evinin üzerindeki buğdaylar büyümüş, parmak boyundaki bir kız için, geçilmesi zor bir orman haline gelmiş. Tarla faresi;

– Artık yaz geldi. O can sıkıcı, kadife kürklü köstebek, mutlaka seninle evlenmek istediğine göre, çeyizini hazırlamalısın. Sonra en güzel çeyizler gerek.

Köstebek karısının hemen hemen hiç eksiği olmamalı. Tarla faresi, bu amaçla dört çıkrık kiralamış. Parmak Kız iplik eğiriyor, gece gündüz demeden çalışıyormuş. Durmaksızın kumaş dokusunlar diye gündelikle dört tane örümcek tutmuş.

Köstebek, hemen her akşam misafirliğe geldikçe, toprağı ısıtıp, dayanılmaz hale getiren güneşi kötülemekteymiş. Bu yüzden düğün mevsim sonuna kalmış. Düğün günü yaklaştıkça, Parmak Kız her gün, güneşin doğuşu ve batışında kapıya çıkıp, rüzgârda sallanan buğday başaklarının arasından, gökyüzünün mavisini, doğanın güzelliklerini seyredip, sevgili kırlangıcını düşünüyormuş. Fakat kırlangıç, uzaklara gittiğinden belki hiç dönmeyeceğini düşünerek üzülüyormuş. Sonbahar yaklaşırken, Parmak Kız’ın çeyizi tamamlanmış.

İhtiyar fare; ‘Dört hafta sonra düğün yapılacak.’ Demiş fakat Parmak Kız ağlayarak, çirkin köstebekle evlenmek istemediğini söylemiş. Fare; ‘Yoo… Yoo… İnatçılık yok, rica ediyorum senden. Yoksa beyaz dişlerimin tadını tadarsın haa… Üstelik böyle yakışıklı bir erkekle evlendiğin için ne mutlu sana. Kürkün böylesi krallarda bile yoktur, mutfağının kileri tıklım tıklım dolu. Karşına böyle kısmet çıktığı için sevinmelisin.’ demiş. Düğün günü gelip çatmış.

Köstebek, . Parmak Kız’ı toprağın çok derinliklerindeki evine götürmek üzere gelmiş. Köstebek güneşi sevmediği için, artık o da bir daha güneşin parlak ışıklarının görmeyeceğini düşünüyormuş. Tarla faresinin evinde hiç olmazsa, gidip kapıdan dışarıya bakabiliyormuş. Parmak Kız, küçük kollarını kaldırarak; ‘Allah’a ısmarladık güneş! Allah’a ısmarladık. Senin ışıklarının girmediği bu iç karartıcı yerde yaşamaya mahkûmum artık ben.’ diye seslenmiş. Tarladaki buğdaylar biçilmiş, yerde yalnızca samanlar kalmış. Bu nedenle, Parmak Kız farenin evinin önünde birkaç adım ilerlemiş. Kırmızı bir çiçeği elini değdirmiş.

Ona dönerek: – Allah’a ısmarladık. Eğer, benim kırlangıç dostumu görürsen, selamımı söyle, demiş. .

Tam içeriye gireceği anda, başının üzerinde, “ Kiviiit!… Kiviiit!” diye bir ses duymuş. Başını kaldırıp da baktığında, çok sevdiği kırlangıcını görmüş. Kırlangıç da kızı gördüğü için çok sevinçliymiş. Parmak Kız, kırlangıca, köstebekle zorla evlendirileceğini, güneş girmeyen bir yeraltı evinde oturmaya mahkûm olacağını anlatmış. Bunları anlatırken de gözlerinden yağmur gibi yaşlar dökülüyormuş. Tüm bunları dinleyen kırlangıç:

Artık kış yaklaşıyor, sıcak ülkelere gitmeye hazırlanıyoruz. Birlikte gelmek ister misin? Seni bir kuşakla sırtıma iyice bağlarım. Birbirimizden hiç ayrılmayız. Uzaklara, çirkin köstebekle güneş girmeyen karanlık evinden çok uzaklara kaçarız. Böylece güneşin her gün görüldüğü, göz kamaştırıcı çiçeklerin açtığı sıcak ülkelere varmak için birlikte dağlar aşarız, gel, ne olursun. Seni bu halde bırakamam. Ben yerde yarı donmuş, baygın yatarken beni ölümden kurtardın, sevgili küçük, benimle gel.

Parmak Kız: – Seninle elbette gelirim, demiş: En sağlam tüylerden birine kuşağına bağlamış. Böylece kırlangıçla Parmak Kız ormanların, denizlerin, karla örtülü dağların üzerinden uçup gitmişler. Böyle rüzgâra ve soğuğa alışkın olmayan Parmak Kız, kırlangıcın tüyleri arasına iyice büzülmüş. Yalnızca aşağıdaki seyrine doyum olmaz güzellikleri seyredebilmek amacıyla başını çıkartıyormuş. Sonra iki dost, sıcak ülkelere gelmişler. Buralar öyle güzel yerlermiş ki, sanki güneşi daha parlak, gökyüzü pırıl pırılmış. Bahçelerde, bağ ve kayalıklarda sarılı, kırmızı güzel asmalar kendiliğinden yetişiyor, ormandaki ağaçlardan limonlar, elmalar sarkıyormuş. Belki de dünyanın en güzel çocukları yollarda, kırlarda bin bir renkli kelebeklerle oynuyorlarmış. Kırlangıç yol aldıkça, gördüğü bu güzelliklere, yeni güzellikler ekleniyormuş. Etrafı yemyeşil ağaçlarla çevrili, mavi bir gölün ortasında, bembeyaz mermerden bir saray görünmüş. Bu sarayın uzun sütunlarına asmalar sarılmış. İşte bu sütunların tepesinde birçok kırlangıç yuvası varmış. Tabii Parmak Kız’ı taşıyan kırlangıcındaki de oradaymış. Kırlangıç:

– İşte evime geldik. Ama birlikte kalmamız yakışık almaz. Zaten seni ağırlamak durumunda değilim. Sen en güzel çiçeklerden birini seç. Seni orada rahat ettirebilmek için elimden geleni yapmaya çalışacağım, demiş. Parmak Kız ellerini çırparak:

– Çok güzel ne mutlu bana! diye cevap vermiş. Aşağıda, büyük bir mermer sütun üçe bölünmüş halde, yere uzanıyormuş. Aralarında çok güzel çiçekler varmış. Kırlangıç, Parmak Kız’ı yaprakların birisinin üzerine oturtmuş. Bu güzellikler içinde Parmak Kız çok mutluymuş. Yaprağında oturduğu çiçeğin içine baktığında, birden hayretler içinde kalakalmış. Çiçeğin içinde cam gibi pırıl pırıl, bembeyaz ve küçük bir adam oturuyormuş. Adamın boyu bir parmak kadarmış. Omuzlarında parlak kanatları, başında ise altın tacı varmış. Bu görkemli adam, o çiçeğin perisiymiş. Oradaki her çiçek, bir küçük erkekle kadına saray olmuş. Kendisi de tüm bu ulusa hükmediyormuş. Parmak Kız, kırlangıcın kulağına eğilerek; ‘Aman, ne güzel.’ demiş.

Koskoca, dev gibi kırlangıcı görünce, çiçekler kralı biraz korkmuş. Fakat yanındaki kıza gözü ilişince, hem korkudan sıyrılmış, hem de çok sevinmiş. Hayatında bu kadar güzel bir kıza ilk kez rastlıyormuş. Önce ismini sormuş. Sonra da başındaki tacı çıkararak, Parmak Kız’ın başına koymuş. Ardından da kendisiyle evlenmek istediğini söylemiş. Razı olursa, tüm çiçeklerin kraliçesi olacağını da sözlerine eklemeyi ihmal etmemiş. Karşısına çıkan bu şansın, ne kurbağanın oğluna, ne de siyah kadife kürklü köstebeğe benzediğini düşünen Parmak Kız, “Evet!” demekte, tereddüt etmemiş. Kral ve kraliçeye armağanlar vermek üzere, her çiçekten erkekli kadınlı seçkin bir kalabalık ortaya çıkmış. Verilen armağanların içinde, omzuna iliştirilen ve çiçekten uçmasına yarayan bir çift kanat kadar hoşuna giden olmamış ve o günden sonra Parmak Kız ve Prens sonsuza kadar mutlu yaşamışlar.

masal, masal oku, çocuk masalları, parmak kız, parmak kız masalı, masallar, 

The post Parmak Kız Masalı appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/masal-2/parmak-kiz-masali.html/feed 0
Eğitici Hikaye, Ders Veren Hikaye, “KÖPRÜ” https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/egitici-hikaye-ders-veren-hikaye-kopru.html https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/egitici-hikaye-ders-veren-hikaye-kopru.html#respond Mon, 07 Nov 2022 16:58:50 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8667 Eğitici Hikaye, Ders Veren Hikaye, “KÖPRÜ” Bir zamanlar, birbirine bitişik iki çiftlikte yasayan iki erkek kardeş vardı. Günlerden bir gün bu iki kardeş arasında bir anlaşmazlık baş gösterdi. İki kardeş arasında o zamana değin ilk kez görülen anlaşmazlık, giderek büyüdü ve kardeşler arasında ayrılığa neden oldu. İki kardeş, birbirlerine yalnızca küsmekle kalmadılar, yıllardır ortaklasa kullandıkları […]

The post Eğitici Hikaye, Ders Veren Hikaye, “KÖPRÜ” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Eğitici Hikaye, Ders Veren Hikaye, “KÖPRÜ”

Bir zamanlar, birbirine bitişik iki çiftlikte yasayan iki erkek kardeş vardı. Günlerden bir gün bu iki kardeş arasında bir anlaşmazlık baş gösterdi. İki kardeş arasında o zamana değin ilk kez görülen anlaşmazlık, giderek büyüdü ve kardeşler arasında ayrılığa neden oldu. İki kardeş, birbirlerine yalnızca küsmekle kalmadılar, yıllardır ortaklasa kullandıkları tarım makinelerine değin sahip oldukları tüm araç gereçlerini ve mal varlıklarını da ayırdılar. Küçük bir yanlış anlam sonucu başlayan anlaşmazlığı izleyen ayrılık, giderek büyüyen bir uçuruma dönüştü ve en sonunda yerini, karşılıklı kullanılan hoş olmayan sözlere bıraktı. Bunun arkasından da beklenenler oldu ve kardeşler arasında önce şiddetli bir kavga, sonra da ürkütücü bir sessizlik yaşanmaya başladı. Bir sabah, bu iki kardeşten büyüğünün kapısına bir usta geldi. Elinde büyük bir marangoz çantası vardı. Ev sahibinden geçici bir iş istedi: Eğitici hikaye, ders veren hikaye, 

– Yapılacak ufak tefek bir isiniz varsa, size yardımcı olmak isterim, dedi.

– Elimden hemen her iş gelir. Birkaç gün çalışırım, işi bitiririm. Büyük kardeşin aklına o an bir “iş” geldi.

– Evet, sana göre bir işim var` dedi ve küçük kardeşinin çiftliğini işaret etti. Eğitici hikaye, ders veren hikaye,

– Şu derenin karşısındaki çiftlik, komşumundur. Daha doğrusu, benim küçük kardeşime aittir o çiftlik. Geçen haftaya dek benim çiftliğimle onun çiftliği arasında bir otlak vardı. Sonra o, buldozeriyle oraya ırmak bendi yaptı ve şimdi aramızda, otlak yerine, çiftliklerimizi birbirinden ayıran bir dere var. İş isteyen adam, büyük kardeşin söylediklerini dikkatle dinledikten sonra sordu:

– Benden ne yapmamı istiyorsunuz? dedi. Büyük kardeş önce kuşkusunu, sonra da kararını açıkladı: İbretlik Hikaye

– Kardeşim bunu, bana acı vermek için yapmış olabilir,dedi. Fakat şimdi ben, onun yaptığından daha büyük bir şey yapacağım. Bunları söyledikten sonra adamı aldı, ahırların olduğu yere götürdü ve duvarın dibinde yığılı duran kütükleri gösterdi:

– Senden, bu kütükleri kullanarak, iki çiftlik arasında üç metre yükseklikte bir çit yapmanı istiyorum, dedi.

– Kaç gün çalışırsan çalış, nasıl yaparsan yap ama bana öyle bir çit yap ki, gözlerim kardeşimin çiftliğini artık görmek zorunda kalmasın. İş arayan usta, başını salladı:

– Sanırım durumu anladım, efendim, dedi.Şimdi bana çivilerin, kazma küreğin yerini gösterin ki hemen isime başlayayım. Büyük kardeş ustaya kazma, küreğin ve çivilerin olduğu yeri gösterdikten sonra, alışveriş yapmak için kasabaya gitti. Usta ise, tüm gün boyunca ölçerek, keserek, çivileyerek sıkı bir biçimde çalışmaya koyuldu. Akşam güneş batarken o isini bitirmiş, çiftlik sahibi büyük kardeş ise alışverişini tamamlamış, kasabadan dönüyordu. Çiftliğe gelir gelmez ustanın yaptıklarına baktı ve şaşkınlıktan gözleri, yuvalarından fırlayacakmış gibi açıldı. Karsısında, yapılmasını istediği çit yoktu ama, derenin bir yakasından öteki yakasına uzanan görkemli bir köprü vardı. Biri kendi çiftliğinin toprağına, öteki küçük kardeşinin çiftliğinin toprağına oturtulmuş sağlam iki ayak üzerinde, yanlarındaki korkuluklarına varıncaya dek tüm ayrıntılarıyla yapılmış ve tam anlamıyla “usta işi” denilecek kusursuzlukta bir köprü uzanıyordu. Büyük kardeş, hâlâ geçmeyen şaşkınlığıyla bu köprüyü seyrederken, karşıdan birinin geldiğini gördü. Dikkatle baktığında gelen kişinin, komşusu, yani küçük kardeşi olduğunu anladı.Kardeşi, kollarını iki yana açmış olarak köprünün karşı ucundan kendisine doğru yürüyordu.

– Benim sana karşı yaptığım bunca haksızlığa ve söylediğim bunca kötü sözlere karşın sen, bu köprüyü yaptırarak ne denli iyi ve ne denli büyük bir insan olduğunu gösterdin, dedi ağabeyine.

– Şimdi bir büyüklük daha yap ve sen de kollarını açarak bana gel… Köprünün iki ucundan ortaya doğru yürüyen kardeşler, köprünün ortasında bir araya geldiler ve özlemle kucaklaştılar. Büyük kardeş bir ara arkasına baktığında, çantasını toplayıp, oradan ayrılmakta olan ustayı gördü.

– Gitme, dur, bekle, diye seslendi ona.

– Sana yaptıracağım birkaç iş daha var, çiftliğimde…

Usta gülümsedi;

– Ben buradaki işimi tamamladım, gitmem gerek, dedi ve ekledi:

– Yapmam gereken daha çok köprü var. Köprüleri kurabilecek gücünüz hiç eksik olmasın, Köprüleri kurduktan sonra da, yıkılmaması için sık sık bakımını yapın, yani sevdiklerinize zaman ayırın, o köprü yoluyla sık sık gönüllerini ziyaret edin.”

5-6 yaş eğitici hikayeler6 yaş eğitici Hikayeler6 yaş eğitici hikayeler dinle6-7 yaş eğitici hikayelerçocuk hikayesiçocuk masallarıçocuk öyküleriçocuklar için eğitici hikayeçocuklar için hikayeçocuklar için kısa hikayeçocuklar için kısa hikayelerçocuklar için kısa masalders veren hikayeDüşündüren hikayelereğitici hikayeeğitici öykülerEğitici uyku masallarıEğitici uyku masalları dinlehikayehikaye okumaHikaye Okumakhikaye okuibretlik hikayeibretlik öykülerkısa çocuk hikayeleriKısa HikayeKısa Hikayelerkısa Zeka geliştirici masallar okuköprüÖykü, Eğitici hikaye, ders veren hikaye, ibretlik hikaye, hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye okumak, çocuk hikayesi, çocuklar için eğitici hikaye, çocuklar için hikaye, kısa hikaye, çocuklar için kısa hikayeler, kısa hikaye, kısa hikayeler, kısa çocuk hikayeleri, çocuk masalları, kısa Zeka geliştirici masallar oku, 5-6 yaş eğitici hikayeler, 6 yaş eğitici Hikayeler Dinle, Eğitici Uyku Masalları, 6 yaş eğitici Hikayeler, Eğitici uyku masalları dinle, 6-7 yaş eğitici hikayeler, öykü, eğitici öyküler, düşündüren hikayeler, ibretlik öyküler, çocuk masalları, çocuk öyküleri, çocuklar için kısa masal, çocuklar için kısa hikaye, köprü, ibretlik hikayeler, ibretlik, secmehikayeler.com, degarado.com, hikayelerimizden.com, 

The post Eğitici Hikaye, Ders Veren Hikaye, “KÖPRÜ” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/egitici-hikaye-ders-veren-hikaye-kopru.html/feed 0
Fabl Hikaye Örnekleri https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/fabl-hikaye-ornekleri.html https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/fabl-hikaye-ornekleri.html#respond Wed, 09 Mar 2022 14:20:17 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8490 Fabl Hikaye Örnekleri Çocuk İle KurtYüksek bir kayanın üstünde duran çocuğun biri, aşağıdan bir kurdun geçmekte olduğunu görmüş. Başlamış onu aşağılamaya, onunla alay etmeye. Kurt durup şöyle bir bakmış. “Korkak!” demiş. “Beni kızdıracağını mı sanıyorsun? Beni aşağılayan sen değilsin, üstünde durduğun o yüksek kaya!” Çocuk İle AkrepÇocuğun biri, bir duvardaki çekirgeleri teker teker yakalıyormuş. Bir […]

The post Fabl Hikaye Örnekleri appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Fabl Hikaye Örnekleri

Çocuk İle Kurt
Yüksek bir kayanın üstünde duran çocuğun biri, aşağıdan bir kurdun geçmekte olduğunu görmüş. Başlamış onu aşağılamaya, onunla alay etmeye. Kurt durup şöyle bir bakmış. “Korkak!” demiş. “Beni kızdıracağını mı sanıyorsun? Beni aşağılayan sen değilsin, üstünde durduğun o yüksek kaya!”

Çocuk İle Akrep
Çocuğun biri, bir duvardaki çekirgeleri teker teker yakalıyormuş. Bir sürü çekirge yakalamış. Derken, bir akrep görmüş. Onu da çekirge sanarak elini uzatmış. Akrep kuyruğunu kaldırmış hemen.

“Hadi bakalım,” demiş. “Beni de yakalamaya kalk da gör gününü. Sadece beni değil, elindeki avucundaki bütün çekirgeleri de yitirirsin.”

İhtiyar Tazı
Tazının biri, sahibine uzun yıllar hizmet ettikten sonra ihtiyarlamış, gücünü yitirmiş, dertlerine dert eklenir olmuş. Bir gün sahibiyle birlikte avlanırken bir yaban domuzuyla karşılaşmış. Kulağına yapışmış domuzun; ama ihtiyarlık bu, dişleri tutmamış, domuz kaçmış. Sahibi oraya seğirtmiş hemen, domuzu kaçırdığı için tazıyı azarlamaya, dövmeye başlamış. Zavallı köpek başını kaldırıp,

“İhtiyar hizmetkârınıza acıyın, efendimiz,” demiş. “Biliyorsunuz, cesaretim de, içimdeki tutku da yerli yerinde; uçup gidenler, gücüm ve dişlerim. Onları da sizin hizmetinizde yitirdim.”

At İle Seyis
Hırsız seyisin biri, baktığı atın yemini çalıp çalıp satıyormuş. Ama bir yandan da atı boyuna tımar ediyor, onun güzel görünmesini sağlamaya çalışıyormuş. Tabii, atın hoşuna gitmiyormuş bu. Sonunda dayanamamış.

“Güzel görünmemi sağlamak istiyorsan,” demiş seyise, “beni daha az tımar et de, daha çok doyur.”

Doğuran Dağ
Yıllar önce, doğuracağı söylenen bir dağın içinden gürültüler gelmeye başlamış. Binlerce insan oraya akın edip dağın ne doğuracağını görmek için beklemeye koyulmuş. Uzun uzun beklemişler. Sonunda, dağ doğura doğura bir fare doğurmuş!

Görkemli başlangıçlar çoğu kere cılız sonuçlar getirir.

Sinekler İle Bal Kavanozu
Mutfakta bir bal kavanozu devrilip kırılmış. Balın tatlı kokusunu alan sinekler, oraya üşüşmüşler hemen. Balı yemeye başlamışlar. Yedikçe yemişler, yedikçe yemişler, balın tek damlasını bırakmamışlar. Ama ayakları yapış yapış olmuş, ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar, uçup gidememişler.

“Ne açgözlü, ne aptal yaratıklarız biz,” diye bağırmışlar. “Bir anlık keyif için canlarımızı tehlikeye attık.”

İki Torba
Eskilere bakılırsa, insan dünyaya, boynunda iki torbayla gelirmiş. Biri önünden sarkarmış torbaların, biri de arkasından. İkisi de yanlışlarla dolu olurmuş. Önünden sarkan torbada komşunun yanlışları, arkasından sarkan torbada da kendisinin yanlışları bulunurmuş. İşte bu yüzden, insan kendi yanlışlarını görmez, komşunun yanlışlarını ise hiç gözden kaçırmazmış.

Kadın ile Şişman Tavuk
Bir kadının her sabah yumurta yumurtlayan bir tavuğu varmış. Tavuğun yumurtaları iri iri olduğu için pazarda iyi para ediyormuş. Kadın, “Eğer tavuğumun yemini iki katına çıkarırsam günde iki kere yumurtlar,” diye düşünmüş. Başlamış tavuğa bol bol yem vermeye. Tavuk da yedikçe semirmiş, yedikçe şişmanlamış. Halinden öylesine memnunmuş ki, sonunda yumurtlamayı bütün bütüne bırakmış.
İnce hesaplar bazen umulanın tersine sonuçlar doğurur.

Yavru Geyik İle Annesi
Günün birinde bir yavru geyik,annesine, “Köpekten hem daha büyük, hem daha güçlüsün,” demiş. “Üstelik kendini koruyacak boynuzların da var. Öyleyse neden köpeklerden korkuyorsun, anne?”

Annesi, gülümseyerek, “Bütün bunları biliyorum, yavrum,” demiş. “Biliyorum bilmesine de, ne zaman bir köpek havlaması duysam ödüm kopuyor, başlıyorum kaçmaya.”

Açıklamalar, ne kadar mantıklı olursa olsun, bir korkağa cesaret veremez.

Karıncalar İle Çekirge
Soğuk bir kış günü, karıncalar, yazın topladıkları buğday taneciklerini serip kurutmaya koyulmuşlar. Açlıktan yarı ölü bir çekirge çıkagelmiş, biraz buğday istemiş onlardan.

“Yazın ne yaptın?” diye sormuş karıncalar.

“Ne mi yaptım?” demiş çekirge. “Gece gündüz şarkı söyledim.”

Karıncalar, “Şarkı söyledin demek!” diye gülmüşler. “Yazın şarkı söyledinse kışın da dans edersin, olur biter.”

Tembellik, yoksulluk getirir.

Kurt İle Turna
Kurdun biri, avına öyle saldırmış, onu öylesine hırsla yemiş yutmuş ki, boğazına bir kemik takılmış. Uluya uluya ormanı dört dönmeye başlamış;

Kimi görse yardım istiyormuş. Kemiği çıkarana ödül vereceğini bile söylemiş. Bir turna kuşu, hem ödülün çekiciliğinden, hem de kurda acıdığından, uzun gagasını kurdun boğazına sokup kemiği çıkarmış. Sonra da ödülü istemiş. Kurt sivri dişlerini göstererek gülümsemiş.

“Seni nankör yaratık!” diye bağırmış. “Canını bağışlıyorum ya, daha ne ödülü istiyorsun? Başka bir turna kafasını bir kurdun dişleri arasına soksa sağ kurtulur muydu sanıyorsun? Seni yemediğime şükret.”

Kötülere yardım etmeye kalkarsanız, ödül beklemeyin sakın; sağ salim kurtulursanız halinize şükredin.

Okçu İle Aslan
Ok atmada ustalığı dillere destan olan biri, dağlarda avlanmaya çıkmış. Onu gören ne kadar hayvan varsa hepsi korkuyla kaçışmış. Sadece bir aslan okçunun karşısına dikilmiş. Adam yayını gerip okunu fırlatmış. Fırlatırken de, “Bu benim habercim, sana diyecekleri var!” diye bağırmış.

Yaralı aslan acıyla kaçıp çalıların arasına saklanmış. Onun kaçtığını gören bir tilki, aslanın yanına gidip, dönmesini, düşmanına karşı koymasını söylemiş.

“Olmaz,” demiş aslan. “Dünya yıkılsa onunla savaşmam ben. Baksana, habercisi bile beni yaraladı. O haberciyi yollayan adam neler yapmaz!”

Bir şeyin aslını astarını bilmeden akıl vermek ne kolaydır. İnsanın böyle dostları olacağına, olmasın daha iyi.

Kartal İle Tilki
Bir kartalla bir tilki, yıllardır yan yana komşu olarak güzelce yaşayıp gidiyorlarmış. Kartalın yuvası yüksek bir ağacın tepesinde, tilkinin ini de ağacın dibindeymiş. Günün birinde kartal yavrularına yedirecek bir yem bulamamış. Tilki de ininde değilmiş. Kartal hemen ine dalıp tilkinin yavrularından birini kaptığı gibi yuvasına dönmüş. Tilkinin o kadar yükseğe çıkabileceğini hiç sanmıyormuş. Tam o sırada tilki belirmiş. Çocuğunu öldürmemesi için kartala yalvaryakar olmuş. Kartal aldırmamış bile. Tilki de hemen yakındaki tarlaya koşmuş, oradan bir meşale kaptığı gibi dönüp ağacı tutuşturmuş. Kartal bakmış ki, hem kendisi, hem de yavruları alevlerden, dumandan ölecek, minik tilkiyi annesine geri vermiş.

Gün gelir, zalim, ezdiği kişilerin elinden kurtulamaz

Tilki İle Keçi
Tilkinin biri, bir kuyuya düşmüş, bir türlü oradan çıkamıyormuş. Derken, susamış bir keçi gelmiş kuyu başına; aşağıda tilkiyi görünce suyun nasıl olduğunu sormuş. Tilki, sanki oraya düşmemiş, canı tehlikede değilmiş gibi, olağan bir sesle,

“Gel aşağı, dostum,” demiş. “Su öyle güzel, öyle bol ki, hepsini içemiyorum. Bitip tükenecek gibi değil.”

Keçi bunu duyar duymaz kendini kuyuya atmış hemen. Susuzluğunu giderince, tilki oradan nasıl kurtulabileceklerini söylemiş.

“Bak,” demiş, “ön ayaklarını duvara dayar, kafanı ileri uzatırsın. Ben sırtından tırmanarak çıkarım. Sonra da seni kurtarırım.”

Keçi, tilkinin dediğini yapmış. Tilki, keçinin boynuzlarından tutup sırtından tırmanarak kuyudan çıkmış. Çıkar çıkmaz da tabanları yağlayıp oradan kaçmış. Keçi tilkinin arkasından uzun uzun bağırmış, sözünü tutmadığı için ona lanetler yağdırmış.

Tilki bir süre sonra kuyu başına dönüp zavallı keçiye şunları söylemiş:

“Sakalının yarısı kadar beynin olsaydı, çıkışını sağlama almadan aşağı inmezdin. Burada uzun uzun kalıp başında bekleyemem. Yapılacak dünya kadar işim var.”
Atacağın adımı sağlama al.

fabl, fabl hikaye, fabl hikayeler, fabl hikaye örnekleri, hikaye, kısa hikaye, kısa hikayeler, kısa çocuk hikayeleri, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler, eğitici kısa hikayeler, eğitici çocuk hikayeleri, ezop masalları, masal kısa masal, masal oku, çocuk masalları, çocuk hikayeleri, kısa çocuk hikayeleri,

The post Fabl Hikaye Örnekleri appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/fabl-hikaye-ornekleri.html/feed 0
Masal Oku: “Bülbül İle Hükümdar Masalı” https://hikayelerimizden.com/masal-2/masal-oku-bulbul-ile-hukumdar-masali.html https://hikayelerimizden.com/masal-2/masal-oku-bulbul-ile-hukumdar-masali.html#respond Mon, 17 Jan 2022 14:04:44 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8279 Masal Oku: “Bülbül İle Hükümdar Masalı” Bir zamanlar dünyanın en güzel sarayına sahip bir hükümdar varmış. Fakat, sahip olduğu güzelliğin farkına varmayan talihsiz biriymiş bu hükümdar. Sarayının aynı güzellikte bir de bahçesi varmış ki, ucu bucağı görünmezmiş. En güzel çiçekler ekiliymiş orda. Halkın arasında konuşulanlara bakılırsa bahçeden daha güzel olan şey, o bahçenin içinde yaşayan […]

The post Masal Oku: “Bülbül İle Hükümdar Masalı” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Masal Oku: “Bülbül İle Hükümdar Masalı”

Bir zamanlar dünyanın en güzel sarayına sahip bir hükümdar varmış. Fakat, sahip olduğu güzelliğin farkına varmayan talihsiz biriymiş bu hükümdar. Sarayının aynı güzellikte bir de bahçesi varmış ki, ucu bucağı görünmezmiş. En güzel çiçekler ekiliymiş orda. Halkın arasında konuşulanlara bakılırsa bahçeden daha güzel olan şey, o bahçenin içinde yaşayan bir bülbülmüş. Öyle güzel bir ötüşü varmış ki bülbülün, şöhretini duyanlar uzak ülkelerden bile onu görmek için oraya gelmek istermiş.

Bu bülbülün ünü hükümdarın kulağına kadar gelmiş. İşin garip yanı ise, hükümdarın bu bülbülden haberinin olmamasıymış. Bu yüzden, çok sinirlenmiş hükümdar. Vezirini çağırıp; “Bu ne demek oluyor şimdi?” demiş, “Benim sarayımın bahçesindeki bülbülden benim niye haberim yok?”

Vezir cevap verememiş. Çünkü bülbülden onun da haberi yokmuş. Hemen bahçıvanı çağırtıp; “Söyle bakalım” demiş, “sarayda bütün dünyanın duyduğu bir bülbül varmış. Neden benim haberim yok? Bahçıvan; “Bağışlayın efendim!”

Vezir: “Çabuk onu bulun bana!” diye bağırmış.

Bahçıvan, her yeri aramış taramış, herkese sormuş ama bülbülü bulamamış.

Vezir çare olarak, hükümdara “Bu birilerinin uydurduğu bir şey olsa gerek” demiş.

Hükümdar daha da hiddetlenmiş ve “Hayır, bu olamaz! Bunu bana güvendiğim birisi söyledi. Hemen bülbülü bulun, yoksa hepinizi cezalandırırım” demiş. Sarayın mutfağında çalışan bir kız bahçıvana gelip; “Aradığınızı burada bulamazsın!” demiş “ama isterseniz ben sizi onun yanına götürürüm.”

Buna çok sevinen saray görevlileri hemen bülbülün yaşadığı ormanını yolunu tutmuşlar.

Bülbülün yaşadığı yere gelince; “Küçük bülbül!” diye bağırmış kız. Bülbül bir ağacın dalında görününce, “Hükümdar, seni görmek ve sesini duymak istiyor. Bizimle gelmezsen hepimizi cezalandıracak” demiş.

Bülbül bunu kabul edince, yolda onun sesinden şarkılar dinleyerek birlikte saraya dönmüşler.

Hükümdarın huzuruna çıkarılan bülbül, güzel sesiyle şakıya başlamış. Öyle yanık ötmüş ki, hükümdar hem duygulanıp gözlerinden yaşlar akıtmış, hem de çok mutlu olmuş. Bülbüle “dile benden ne dilersen!” demiş. Bülbül “en güzel hediye, sizi mutlu görmek” diye cevaplamış onu.

Bütün herkesin sevgisini kazanan bülbül, saraydakilerin baş tacı olmuş. Bundan sonra sarayın bahçesinde yaşamaya, zaman zaman da güzel sesiyle hükümdara şarkılar söylemeye başlamış. Bütün ülke halkı, bülbülün şarkılarını dinlemek için sarayın çevresine toplanırlarmış arada bir.

Günlerden bir gün hükümdara bir hediye sandığı gelmiş. Açtıklarında içinden mücevherler ile değerli taşlarla süslenmiş oyuncak bir bülbül çıkmış ortaya. Bir kurma kolu varmış bu camdan yapılmış oyuncak bülbülün üstünde. Bunu ayarladığınızda gerçek bir bülbül gibi ötmeye başlıyormuş. Bir zaman sonra, gerçek bülbül hükümdarın bu oyuncak bülbül geleli kendisiyle ilgilenmediğini görünce üzülmüş ve bir fırsatını bulup saraydan kaçmış.

Her gün güzel sesiyle ötmeye devam eden oyuncak bülbül ise, günün birinde bozuluvermiş. Hükümdar bülbülün sesini öylesine alışmış ki, o zaman gerçek bülbülün eksikliğini farketmiş ve ona haksızlık ettiğini anlamış. Üzüntüsünden hasta olup yataklara düşmüş. Hükümdar günden güne daha da kötüleşmiş ve halk onun durumuna çok üzülmüş. Onu yatağında çaresiz şekilde görünce, artık iyileşmeyeceğini düşünüp yeni bir hükümdar seçmek istemişler hemen.

Hükümdarın hastalığı ve yeni hükümdar seçileceği haberleri saraydan kaçan bülbüle kadar ulaşmış. Hükümdarın sevgisini ve pişmanlığını öğrenen bülbül, ona yardımcı olmaya karar vermiş. Hemen gelip hükümdarın yattığı odanın penceresine konmuş ve güzel sesiyle tekrar tekrar şarkılar söylemeye başlamış.

Hasta yatağında bülbülün sesini duyan hükümdar, kendine gelmeye başlamış. Nihayet sabaha yakın, hükümdar iyileşip ayağa kalkmış. Kendisini iyileştirenin bülbülün sesini duymak olduğunu biliyormuş. Hükümdar bundan sonra onu hep seveceğine; bülbül de ona, arada bir gelip şarkı söyleyeceğine söz vermiş.

Sabah saraydaki herkes hükümdarı ayakta görünce hem çok şaşırmış, hem de sevinmiş.

Hükümdar sonraki hayatını sarayın bahçesindeki güzellikleri doya doya yaşayarak ve bülbülün tatlı nağmelerini dinleyerek geçirmiş.

masal, masal oku, masal okuma,  Uyku getiren masallar, Kısa masal, Zeka geliştirici masallar oku, Türk masal oku, Uzun masal oku, Uzun masallar, Romantik masallar, Sallama masallar, kısa masallar, Uyku getiren Masallar Oku,  Uzun masal oku, Zeka geliştirici masallar oku, 5-6 yaş masalları oku, 3-4 yaş masal oku, 6 yaş masal oku, Eğitici uyku masalları oku, Uyku getiren Masallar Oku, Zeka geliştirici masallar oku, 5-6 yaş masalları oku, Uyku getiren masallar kısa, Uzun masal oku, Kısa Masal oku, 6 yaş masal oku, Türk masal oku, Zeka geliştirici masallar oku, Eğitici uyku masalları oku, Kısa masal, Uyku Masalları, 6 yaş masal oku, Masal Oku Kısa, Masal oku uzun, Zeka geliştirici masallar oku, Eğitici uyku masalları, 5-6 yaş masalları oku, En güzel Masallar, Uyku Masalları, Uzun masallar, Kitap Masalları, çocuk masalları.

The post Masal Oku: “Bülbül İle Hükümdar Masalı” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/masal-2/masal-oku-bulbul-ile-hukumdar-masali.html/feed 0
Türk Masalları; “Güneş Kızı” https://hikayelerimizden.com/masal-2/turk-masallari-gunes-kizi.html https://hikayelerimizden.com/masal-2/turk-masallari-gunes-kizi.html#respond Thu, 23 Dec 2021 13:49:02 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8269 Türk Masalları; “Güneş Kızı” Bir varmış bir yokmuş. Vakti zamanında çok zengin bir adamın üç oğlu varmış. Adam büyük oğlunu bir vezirin kızıyla evlendirmiş. İkinci oğlu ise fakir bir kız almış. En küçük oğlu, ağabeylerine demiş ki : Babama söyleyin, ben evlenmek istemiyorum! O şehirde de bir ailenin üç kızı varmış. Bunlar bir gün su […]

The post Türk Masalları; “Güneş Kızı” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Türk Masalları; “Güneş Kızı”

Bir varmış bir yokmuş. Vakti zamanında çok zengin bir adamın üç oğlu varmış. Adam büyük oğlunu bir vezirin kızıyla evlendirmiş. İkinci oğlu ise fakir bir kız almış. En küçük oğlu, ağabeylerine demiş ki :

Babama söyleyin, ben evlenmek istemiyorum! O şehirde de bir ailenin üç kızı varmış. Bunlar bir gün su bakraçlarıyla çeşmeden su alıyorlarmış. Küçük oğlan da o sırada atını sulamak için çeşmeye gelmiş. Üç kız kardeş, oğlana aldırmadan aralarında konuşurlarken, en büyükleri demiş ki:

Ben zengin bir adama varsam da şöyle bir rahat hayat yaşasam, uşaklar etrafımda dolaşsalar, ne iyi olur…

Ablasının bu sözü üzerine, ortanca kız :

Ben de zengin bir adamla evlenmek isterim doğrusu, demiş. Aşçılara her gün güzel yemekler yaptırıp can beslerdim…

En küçük kız :

Evleneceğim adamda zenginlik aramam, demiş. Bir kız, bir de oğlan anası olsam, yavrularımın saçları ipek, dişleri inci olsa, benim için en büyük mutluluk bu olurdu.

Konuşulanları dinleyen oğlan, atına atlayıp evine dönmüş. Hemen anasının yanına çıkarak :

Anacığım, demiş, senden bir dileğim ver. Kardeşlerim evlendiler. Beni de evlendirmek istemiştiniz de o zaman razı olmamıştım. Şimdi kararım değişti. Şuracıkta bir çoban oturuyor. Onun üç kızı var. Küçük kızıyla evlenmek istiyorum.

O zaman annesi :

Oğlum, demiş, zaten senin de evlenme zamanın geldi, geçiyor. Mademki kararını değiştirdin, hemen babanla konuşur, sana cevap veririm.

Kadın, küçük oğlunun dileğini babasına anlatmış. Oğullarının bu dileğini baba da uygun karşılamış. Çobanın evine giderek küçük kızı oğluna istemiş. Her iki aile de gençlerin evlenmelerini uygun gördüklerinden kısa zamanda düğün yapılması kararlaştırılmış. Söz kesilmiş, nişan yapılmış. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra da sıra düğüne gelmiş.

Kız, nişanlısına demiş ki :

Sizden bir dileğim var : Biz fakir bir aileyiz. Babamın kazancı bizi geçindirmiyor. Eğer kabul ederseniz ablalarım da bizimle birlikte otursunlar. Hem ev işlerine yardım ederler, hem de ben yalnız kalmamış olurum…

Nişanlısı bu teklife razı olmuş. Nikâh ve düğünden sonra küçük kız ablalarını da yanına alarak beraber yaşamaya başlamışlar.

Haftalar, aylar geçmiş. Delikanlı bir gün eşine demiş ki :

Hani senin bir sözün vardı, hatırladın mı? Çeşmenin başında kardeşlerinle su doldururken, benim için en büyük mutluluk biri kız, biri oğlan iki evlat anası olmaktır, demiştin… Sözünde durmadın. Karısı cevap olarak :

Vakitsiz gül açıldığını nerede gördün ki, demiş, ben de zamanı gelmeden çocuk anası olayım?

Eşinin cevabını haklı bulan delikanlı, anlamış ki, o da her kadın gibi çocuk sahibi olmayı çok istiyor. Ama, zamanını bekliyor…

Aradan uzunca bir zaman geçtikten sonra, genç kadın, günün birinde, biri kız, biri oğlan iki çocuk doğurmuş. Bu sevimli yavruların dişleri inciden, saçları da ipektenmiş. Lakin, ne yazık ki, evde bu genç kadını kıskananlar varmış. Hem de kendi kardeşleri… Ablaları kardeşlerinin mutluluğunu, iki de çocuk sahibi olmasını bir türlü çekemiyorlarmış. Hemen ebenin eline birkaç altın vererek çocukları henüz kimse görmeden yok etmesini istemişler.

Ebe hemen dışarı çıkmış. Yeni doğmuş iki köpek yavrusu bularak eve dönmüş. Köpekleri sarıp sarmalayarak genç kadının yanına getirmiş, o uyurken çocukları yanından almış, bir sandığa koyarak dereye atmış.

Bu işleri bitirdikten sonra, ebe delikanlının yanına giderek, karısının aylarca bekledikten sonra iki köpek yavrusu doğurduğunu söylemiş. Hiç beklemediği, pek fena bir haberle karşılaşan delikanlı, önce bir duraklamış. Kendi kendine şöyle düşünmüş: İnsan köpek doğurabilir mi? doğurmaz ama, Allah’ın işine de karışılmaz ya…

Tam o sırada bir sepetin içinde köpek yavrularını önüne getirmişler. Delikanlı ebenin sözlerine inanmak zorunda kalmış. Gördüğü manzara karşısında büyük bir üzüntüye kapılmış. Uşakları çağırarak:

Alın o kadını, demiş, yedi yol ağzına götürüp beline kadar toprağa gömün! Gelen geçen köpek yavrusu doğuran bu kadının yüzüne tükürsün!

Adamlar, kadını yatağından alıp yedi yol ağzına götürmüşler. Kadının ağlamasına, sızlamasına, yalvarmasına aldırmadan onu yarı beline kadar toprağa gömmüşler. Bir tahtanın üzerine de “bu kadın köpek doğurdu” diyerek yazarak yanında bir yere sırıkla dikmişler. Gelip geçen, yazıyı okudukça kadının yüzüne tükürmeye başlamış.

O memlekette ihtiyar bir karı kocanın bir koyunu varmış. Kadın koyunun sütünü satar, onunla geçinirlermiş. Son günlerde koyun otlatmaya gittiği yerden sütsüz gelmeye başlamış. O zaman kadın, çobana demiş ki :

Sen benim koyunumun sütünü niçin sağıyorsun? Biz süt satarak geçiniyoruz, bilmiyor musun?

Çoban, kadının bu sözlerine şaşmış. Çünkü, o, hiçbir koyunun sütüne dokunmuyormuş:

Abla, demiş, inan ki ben otlattığım koyunlardan hiç birinin sütüne elimi sürmem. Kimsenin malında gözüm yoktur. Bu işe başka bir el karışmış olabilir. Bugün senin koyuna dikkat edeceğim…

Kadıncağız inanmış. Akşam beklemeye başlamış. Çoban da sürüsünü alıp her zamanki gibi çayıra gitmiş. Hayvanlar otlarken bir aralık görmüş ki, o kadıncağızın koyunu sürüden ayrılıp dere kenarına doğru gidiyor. Koyun gitmiş, çoban gitmiş, koyun gitmiş, çoban gitmiş… Nihayet, koyun, derenin kuytu bir yerine girerek orada durmuş. Çobanda arkasından yavaşça yaklaşarak bakmış. Bir de ne görsün? Derede yüzerken çalılara takılıp orada kalan bir sandığı içinde iki tane yeni doğmuş çocuk var. Hem dişleri inciden, saçları ipekten…

Koyun bunları emziriyor.

Çoban hemen sandıktaki çocukları kucağına alıp koyunun ipinden çekerek sürüsü ile birlikte şehre dönmüş. İhtiyar kadına koyunu ile beraber çocukları götürüp:

İşte abla, demiş, senin koyunun sütünü bu çocuklar emiyormuş. Bunları dere kenarından bir sandık içinde buldum.

Kadın, çocukları görünce, hem şaşırmış, hem de sevinmiş. Koyunun sütünü unutuvermiş. Akşam olup kocası eve gelince, çocukları ona göstermiş. Kendi kendine gelen bu çocuklara ihtiyar adam da pek sevinmiş. Bize uğur getirmişlerdir, diye onları bağrına basmış.

Günler, haftalar geçiyor, çocuklar da büyüyorlarmış. Aradan yıllar geçmiş. İhtiyar kadınla kocası, bunlara öz evlatları gibi baktıkları için, çocuklar da bu iki ihtiyarı ana baba biliyorlarmış.

Fakat, kendi geçimini güç halde sağlayabilen adam, yıllar geçip çocuklar büyüdükçe evi idarede güçlük çekmeye başlamış. Artık iyice büyümüş olan çocuklar da evde analarına, dışarıda da babalarına yardımcı olmaya başlamışlar.

Bir gün kız, anasına demiş ki:

Anacığım, bari pazardan bez alsam da ben peşkir yapıp üzerine iş işlesem, babam da satsa. Ekmek parasına yardımcı olur.

Kadın kalkıp pazara gitmiş. Birkaç arşın bez alıp gelmiş, kızına vermiş. Kız bu bezden güzel peşkirler yapmış, üzerlerine iş işlemiş. Babaları da kızın yaptığı bu güzel peşkirleri pazara götürmüş. Halk bunları o kadar beğenmiş ki, ihtiyar adam peşkirleri bir anda satmış. Sevinerek eve dönmüş. Böylece ailenin idaresi de düzelmeye başlamış.

Günlerden bir gün, kızın kardeşi çarşıya gitmiş. Meydanda birkaç kişinin toplanıp bir şeyler yaptıklarını görmüş. Merakla yanlarına yaklaşarak bakmış ki, bunlar, ellerindeki okları atarak karşıdaki kavak ağacının tepesinden aşırmaya çalışıyorlar. Fakat hiç biri de okunu kavaktan aşıramıyormuş.

Oğlan bunlardan birinin yanına yanaşarak:

Arkadaş demiş, şu okunu ver de şansımı bir de ben deneyeyim. Oku vermişler. Oğlan ilk atışta oku kavaktan aşırmış. O zaman adamlardan biri:

Yazık bize be, demiş, şu piç kadar olamadık.

Bu söze canı fena sıkılan oğlan demiş ki:

Arkadaş sözünü geri al! Ben piç değilim. Benim anam da var, babam da.

O vakit adam gülmüş:

Seni kardeşinle beraber bir çoban derede bir sandıkta buldu, demiş. Siz dere kenarında, babanız sandığınız o adamın koyunundan süt emmişsiniz. Çoban sizi alıp koyunun sahibine teslim etmiş. Onlar da sizi büyütmüşler. Anamız, babanız bunlar değil, şimdi anladın mı?

Bunları öğrenince, çocuk çok üzülmüş. Düşüne düşüne eve gelip kardeşine:

Kardeşim, demiş, bunlar bizim öz anamız babamız değilmiş. Gel biz buradan gidelim!

Oğlan kalkıp hazırlanmış. Okunu almış. Kardeşiyle beraber adamla kadının yanına gelerek:

Bugün öğrendiğimize göre, demişler, siz bizim öz anamız, babamız değilmişsiniz. Halbuki bizi bugüne kadar siz yetiştirdiniz. Bize yaptığınız iyilik çok büyük, bunu biliyoruz. Hiçbir zaman da unutmayacağız. Eğer izin verirseniz, sizi daha fazla rahatsız etmeden yola düşüp anamızı, babamızı arayalım! Belki bir gün tekrar görüşürüz…

Sözleri bittikten sonra, iki kardeş, gözleri yaşlı adamla kadının ellerini öpüp oradan ayrılmışlar. Yola koyulup az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler… Konarak, göçerek lale sümbül biçerek, tam bir güz gitmişler. Bir dağ başında küçük bir kulübenin önünde durmuşlar. Kulübenin açık kapısından içeri girmişler. Ortalarda kimseleri görememişler. Bu duruma çok sevinen oğlan, kardeşine:

İşte kardeşim, demiş hazır bir ev. Bizim yuvamız bundan sonra burası. Haydi sen ortalığa bir çekidüzen ver. Ben de ava çıkayım, yiyecek bir şeyler bulmaya çalışayım…

Oğlan kulübeden uzaklaşmış. Çok geçmeden okla vurduğu koca bir geyiği sırtlanarak kulübeye dönmüş. Kolları sıvayıp bir güzel karınlarını doyurmuşlar.

Ertesi gün oğlan tekrar ava çıkmış. Ormanda dolaşırken uzaklarda birçok avcının bir geyiği avlamaya çalıştıklarını, fakat onu ellerinden kaçırdıklarını görmüş. Hemen bir ağacı siper alarak okunu atmış, avcıların kaçırdığı geyiği yere sermiş. Bir atışta geyiği seren bu yaman avcıyı görmek için diğer avcılar oğlanın yanına gelmişler. Avcıların başı, oğlanın inci dişlerine, ipek saçlarına hayran olmuş.

Bu sırada da geyiği kesen oğlan, hayvanın başını yanında alıkoyup gövdesini avcılara uzatarak:

Buyurun, demiş, bu da sizin olsun! evinize boş dönmeyin…

Avcılar geyiğin gövdesini alıp gitmişler.

Meğer avcıbaşı bu iki kardeşin özbabaları değil miymiş?

Adam evine döndüğü zaman, geyiği vermiş. Güzel yemekler yaptırmış. Sofrada yemek yerlerken:

Bu geyiği bana bir delikanlı verdi, demiş. O kadar güzeldi ki hayran oldum. Dişleri inciden, saçları ipektendi. Ah onu bir daha görebilsem, kanım çok ısındı ona…

Bu sözler üzerine adamın karısı telaşlanmış. Kardeşine yavaşça:

Aman kardeşim, demiş bu çocuklar yaşıyor galiba… Ne yapsak da onları yok etsek?

Adam ilk karısını köpek yavruları doğurdu diye yarı beline kadar yedi yolun ağzında toprağa gömdürdükten sonra, kadının küçük ablası, yani çocukların teyzesi ile evlenmişmiş.

İki kız kardeş hemen bir kocakarı bulmuşlar. Ona birçok para vererek çocukları ele geçirip yok etmesini söylemişler.

Kocakarı sihirli küpüne binmiş. Gökyüzünde dolaşarak çocukları aramaya başlamış. Nihayet bunların oturdukları kulübeyi görmüş. Hemen aşağıya inerek sihirli küpünü çalılar arasına saklamış. Kulübenin kapısından içeriye girmiş. Kız içerde yalnızmış. Kardeşi avda imiş. Kocakarı kıza yaklaşınca:

Güzel yavrum, cici evladım, demiş, sana yazık değil mi? Böyle yalnız dağ başında korkmuyor musun?

Kız:

Neden korkayım, diye cevap vermiş, yalnız değilim ki… Erkek kardeşimle beraber oturuyoruz burada. O ava çıktı. Şimdi nerede ise gelir.

Kızı kandırmaya çalışan kocakarı, bu sefer :

Mademki kardeşin gündüzleri hep ava çıkıyor, demiş, senin evde yalnız canın sıkılır. Halbuki gençsin, güzelsin. Gönlünce eğlenmen lâzım…

Kız:

İyi ama, demiş, ne yapabilirim ki?

Bunun üzerine, kocakarı demiş ki:

Kafdağında hint yaprakları vardır. Bu yapraklardan birkaç tanesi getirilir de odanın tavanına asılırsa, kendi kendine çalgılar çalar, türlü sesler çıkarır, sen de oyalarsın!

Kocakarı oradan uzaklaşıp kaybolmuş.

Akşamüzeri kardeşi avdan döndüğü zaman, kız ona:

Kardeşim, demiş, sen ava çıktığın zaman benim evde yalnız başıma canım sıkılıyor. Gönlümü eğlendirmem lâzım. Kafdağının ardında hint yaprakları varmış. Bana onlardan birkaç tane getirirsen, tavana asar, çıkardığı çalgı sesleriyle hoşça vakit geçiririm.

Kız kardeşinin isteğini her ne pahasına olursa olsun yerine getirmek isteyen oğlan hemen hazırlanıp yola çıkmış. Gide gide yorulmuş, oturmuş. Biraz dinlendikten sonra tekrar yola koyulmuş. Bir çeşmeye rastlamış. Çeşmenin yalağında sahipsiz bir at su içiyormuş. O da çeşmeye yanaşarak kana kana su içmiş. Sonra bir taşın üzerine oturarak atın güzelliğini seyre dalmış. Biraz kendi kendine:

Ne kadar da yorulmuşum, demiş. Ah benim de şöyle yağız bir atım olsaydı, çoktan Kafdağının ardına varır, hint yapraklarından alarak kulübemize dönerdim…

Kendisinden bahsedildiğini hisseden yağız at, başını kaldırıp oğlana bakmış. Dile gelip insan gibi konuşmaya başlamış:

İnsanoğlu, demiş, madem ki beni çok sevdin, ben de sana acıdım. Seninle arkadaş olalım. İstediğin yere seni gözünü kapayıp açıncaya kadar götürürüm. Haydi atla sırtıma!

Sevincinden uçacak gibi oğlan, hemen ata binmiş. At rüzgâr gibi koşmaya başlamış. Bir anda Kafdağının ardına varmışlar.

At, oğlana demiş ki:

Hint yaprakları şu gördüğün bahçedeki en küçük ağaçtadır. Bahçeye girip ağacın yanına vardığın zaman gözlerini kapar, yapraklarını koparırsın. Sonra onları torbaya koyup arkana hiç bakmadan gelirsin, geri döneriz.

Oğlan, atın sözlerini tutarak yaprakları koparmış, geri gelmiş. Ata atladığı gibi rüzgâr hızıyla yola koyulmuşlar.

Kız, kardeşini kapıda sevinçle karşılamış. Yaprakları odanın tavanına asmışlar. Ertesi sabah ava çıkan oğlan, gene avcılara rastlamış. Vurduğu kuşların en güzelini avcı başıya hediye etmiş. Avcı başı, bilmeyerek oğlundan aldığı bu kuşu da akşam evde pişirtmiş. Sonra da hep beraber yemek yerlerken:

Bu kuşu a bana gene o güzel delikanlı verdi, demiş. Görseniz inciden dişleri, ipekten saçları var…

Adamın karışı gene telaşlanmış. Bu sefer de çocukların ölmediklerini anlayınca, ablası ile beraber hemen kocakarıya başvuracak bu işe artık bir çare bulmasını istemişler.

O gün oğlan kulübeye döndüğü zaman hint yapraklarını bahçeye atılmış görünce, kardeşine sormuş:

Yaprakları neden dışarıya attın?

Kız:

Aman kardeşim, demiş bunlar beni az daha boğacaklardı. Ben de hemen oradan koparıp attım da ellerinden kurtuldum…

Oğlan, kardeşine iyi yaptığını söyleyerek yemek yedikten sonra atına atlayıp ava gitmiş.

Kocakarı küpüne binip tekrar kulübeye gelmiş. Kız, karşısında ihtiyarı görünce, hint yapraklarının çalgı çalmadıklarını, tersine, kendisini boğmak istediklerini, onun için bunları koparıp dışarıya attığını söylemiş.

Kocakarı, kızın hemen sözünü kesip:

Kardeşin yanlış koparmış, demiş. Esas hint yaprakları bunlar değil ki… Ama sen hiç üzülme. Kardeşine söyle, gidip Hint memleketinde Güneş Kızı’nı getirsin. Sana arkadaş olur. Onunla çok güzel vakit geçirirsin!

Halbuki, Hint memleketindeki Güneş Kızı’nı almak için oraya kim gittiyse taş olur, kızı alamadan orada kalırmış.

Kocakarı sihirli küpüne binip memleketine döndükten sonra, kızın kardeşi avdan gelmiş. Yemek yedikten sonra, kız:

Kardeşim, demiş, san ava gittiğin vakit benim evde canım sıkılıyor. Buna bir çare bulamadım. Bari Hint memleketindeki Güneş Kızı’nı alıp buraya getir de, bana arkadaşlık etsin!

Bir tanecik kardeşi, can yoldaşını çok seven oğlan, onun dileğini her ne suretle olursa olsun yerine getirmek için kulübeden çıkmış, atına bindiği gibi oralardan rüzgâr hızıyla uzaklaşmış.

Günlerce yol aldıktan sonra dağ başında bir konağa misafir olmuş. Meğer orası dev konağı imiş. Devin kızı, oğlanın yanına gelerek:

İnsanoğlu, demiş, sen buraya nereden geldin? Bu konağın bir dev konağı olduğunu sana söylemediler mi? Anam nerede ise gelir. Seni görürse sağ kalmazsın. Haydi gel, ben senin karnını doyurup şu dolaba saklayayım…

Devin kızı, karnını doyurup oğlanı dolaba saklamış. Çok geçmeden dev anası konağa dönmüş. Etrafı koklaya koklaya içeriye girdikten sonra, kızına:

Burada insan eti kokuyor; demiş. Kim varsa çabuk onu göreyim!

Kız, hiçbir şey olmadığı söylemişse de, anasını inandıramamış.

Dev anası bu sefer:

Getir çabuk nerede ise şu insanoğlunu, demiş. Sana söz veriyorum. Ona bir şey yapmayacağım.

Kız kalkıp dolabın kapağını açmış. Oğlan koşarak dev anasının ellerine sarılıp öpmüş. Oğlanın gösterdiği bu saygıya pek memnun kalan dev anası:

İnsanoğlu, demiş, sen buralarda ne arıyorsun?

Oğlan, Güneş Kızı’nı almak için Hint memleketine gittiğini söyleyince, dev anası:

Seni gönderenin gözü kör olsun, demiş. Oraya giden taş olur kalır. Sana fenalık yapmışlar.

Dev anasının bu sözlerine rağmen oğlan kararından caymamış. Dev anası oğlanın ısrarını görünce:

Madem ki gitmek istiyorsun, demiş, ben sana yardım edeyim. Al şu yüzüğü, parmağına tak! Güneş Kızı’nın bekçisi benim büyük ablamdır. Oraya varınca yüzüğü gösterirsin, benim oğlum olduğunu söylersin. O sana yardım eder. Haydi yolun açık olsun!

Oğlan, dev konağından ayrıldıktan sonra gene günlerce yol alıp Hint memleketine varmış. Güneş Kızı’nın konağının önünde durmuş. Konağın bekçisi devi bulup yüzüğü göstermiş. Pek sevinen dev:

Gel bakalım sevgili yeğenim, demiş. Seni buralara kim gönderdi?

Oğlan, dev anasının elini öptükten sonra:

Güneş Kızı’nı almaya geldim teyzeciğim, demiş.

Dev anası, bu işin hem çok güçlü, hem de tehlikeli olduğunu söyledikten sonra:

Yarın sabah erkenden bahçedeki havuzun kenarında bir siper kazıp içine saklanırsın, demiş. Biraz sonra otuz dokuz güvercin kanat çırparak oraya gelir. Bunlar silkinip elbiselerini havuz başına bırakarak ayın on dördü gibi güzel birer kız olurlar. Birer birer havuza girerler. Çok geçmeden başka bir güvercin daha gelir. O da ötekiler gibi elbiselerini bırakıp havuza girer. İşte o zaman birdenbire siperden çıkıp onun elbiselerini alarak bahçe duvarından atlarsan kurtulursun, yoksa oracıkta taş kesilirsin. Duvardan aşınca, Güneş Kızı elbiselerini senden üç defa ister. Üçüncüsünde elbiseleri verir, yanıma dönersin. Haydi talihin açık olsun!

Oğlan, ertesi sabah erkenden kalkıp bahçeye girmiş, havuzun kenarında bir siper kazıp içine saklanmış. Birkaç dakika sonra otuz dokuz güvercin gelip elbiselerini soyunarak suya girmişler. Biraz sonra arkalarından bir güvercin daha gelmiş. O da elbiselerini soyunmuş, ayın o beşi gibi bir kız olmuş. Elbisesini ayrı bir yere koyup suya atlamış.

İlk gelen otuz dokuz kızın, sonra da Güneş Kızı’nın güzelliğine hayran kalan oğlan, siperden fırladığı gibi elbiseyi kapmış. Fakat bahçeden dışarıya atlayamadan, Güneş Kızı ona bir değnek vurarak taş haline getirmiş.

Yeğeninin taş olmasına çok üzülen dev anası, hemen gelip Güneş Kızı’nın ayaklarına kapanmış:

Sen bunun kusuruna bakma sultanım, demiş. O delidir… Kardeşimin oğludur. Onu bana bağışla, yazıktır!

Güneş Kızı, emektar bekçisini çok sevdiğinden onu kıramamış. Dileğini kabul ederek değnekle taşa vurmuş. Oğlan hemen canlanmış. Teyzesinin yanına koşmuş.

Ertesi sabah gene sipere saklanan oğlan, Güneş Kızı’nı her ne pahasına olursa olsun elde etmek için çok dikkatle etrafı gözlüyormuş. Evvela otuz dokuz güvercin gelip soyunarak suya girmişler. Arkalarından öteki güvercin gelmiş. Soyunup suya girdiği sırada, oğlan onun elbisesini kaptığı gibi bahçe duvarından atlamış. Öteki güvercinler sudan çıkıp hemen giyinerek uçmuşlar.

Güneş Kızı yalvarmaya başlamış. Oğlan, üçüncü isteğinde elbiselerini Güneş Kızı’na vermiş. Kız gene güvercin olup uçmuş. Oğlan da teyzesinin yanına dönmüş, yaptıklarını ona anlatmış.

Dev anası oğlana bu sefer şu aklı vermiş:

Yarın sabah bahçe kapısının önündeki taşa oturursun. Otuz dokuz tane kız karşına dizilerek, sana “bizi alır mısın” diyecekler. Hiç birini isteme! En son ihtiyar bir kadın gelir. O da sana “beni alır mısın” diye soracak. Ona “seni alırım” dersin. Ondan sonrasını sen düşün artık…

O gece gözlerine uyku girmeyen oğlan, sabahı dar etmiş. Erkenden kalkıp bahçe kapısının taşına oturmuş. Oğlanın karşısına dizilmişler. Sıra ile oğlana “beni alır mısın” diye sormuşlar. Oğlan hepsine de “seni beğenmedim” diye cevap vermiş. Otuz dokuz kız da çekilip gitmişler. Arkalarından değneğine dayana dayana ihtiyar bir kadın gelip, oğlana “beni alır mısın” diye sorunca, oğlan “seni alırım” diye cevap vermiş.

Bu sözler üzerine, ihtiyar kadın, elinden tutarak oğlanı bir köşke götürmüş. İçeri girdikten sonra, ihtiyar kadın elbiselerini üzerinden çıkarmış. Oğlan, birden karşısında Güneş Kızı’nı görünce, sevinçten uçacak gibi olmuş. O zaman Güneş Kızı, oğlana demiş ki:

Sen, köşkümde taşınabilecek, değerli ne bulursan al! Ben gidip değneği kızlardan birine vereyim. Havuzun etrafında gördüğün taşların her biri insandır. Onları canlandırıp evlerine göndersinler.

Güneş Kızı köşkten çıkıp arkadaşlarının yanına gitmiş. Değneğini onlara bırakmış. Hepsi ile vedalaşıp ağlayarak oradan ayrılmış, köşke dönmüş. Bazı değerli şeyleri beraberlerine alıp biraz sonra oğlanla birlikte köşkten ayrılmışlar. Dev anasının yanına gelmişler. Eline öpüp veda etmişler. Dev anası gözyaşları içinde bunları kapıya kadar geçirmiş. Oğlanla Güneş Kızı kapıda bekleyen yağız ata binerek rüzgâr gibi gitmeye başlamışlar.

Az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler. Akşam olmadan oğlanın kulübesine varmışlar. Oğlanın kardeşi bunları güler yüzle karşılamış. Misafiri içeri almış.

Artık üç kişi olmuşlar. Güneş Kızı, ben sizden küçüğüm diyerek kulübenin işlerini görmeye başlamış.

Bir gün gene ava çıkan oğlan, her zamanki avcılara rastlamış. Onları eve kahve içmeye çağırmış. Hep beraber kulübeye gelmişler. Avcı başı, dişleri inciden, saçları ipekten delikanlının bir de kız kardeşi olduğunu görünce, bunlara hayran kalmış. Kahveler içildikten sonra avcılar daha fazla kalmadan gitmişler.

Dişleri inciden, saçları ipekten çocukların öz babaları olan avcı başı, akşam yemeğini yedikten sonra, evdekilere:

Bugün avda yine o dişleri inci, saçları ipek delikanlıya rastladım, demiş. Bizi kulübesine götürerek kahve ikram etti. Meğer onun bir de kendisi gibi kız kardeşi varmış. Doğrusu bu iki kardeşin güzelliğine hayran oldum. Onlara kanım çok ısındı. Böyle güzel iki çocuk babası olamadığıma çok üzgünüm…

Bu haberi alan kadınlar, çocukların hâlâ yaşamakta olmasına kızmışlar.

Gene koşup kocakarıyı bulmuşlar. Kocakarı bunlara:

Güzel yemekler yapın, demiş, bir tarafına zehir atın! Oğlanı yemeğe çağırır, yemekleri zehirli tarafını onun önüne koyarsınız. O zehirli yemekleri yer yemez ölür, siz de kurtulursunuz. Başka çare kalmadı.

Gene bir gün, av yaptıkları sırada oğlanla avcılar ormanda karşılaşmışlar. Avcı başı oğlanı yemeğe davet etmiş. Akşama geleceğine söz vererek kulübesine dönen oğlan, yemeğe davet edildiğini kardeşi ile Güneş Kızı’na söylemiş.

Güneş Kızı, O zaman:

Şu su dolu altın ibriği al demiş. Şu gümüş tası da heybene koy. Şu torbadaki leblebiyi de cebinde sakla!

Avcı başı seni karşılayıp köşküne götürürken yediyol ağzında beline kadar toprağa gömülmüş, yıllardan beri orada inleyen bir kadın göreceksin. Adam sana “şunun yüzüne tükür” diyecek. Sözünü duymazlıktan gel. Atından inip altın ibrikten gümüş tasa su koyarak o kadının yüzünü yıka. Leblebiyi de torbası ile yanına bırak. Çünkü o kadın senin öz anandır. O adam da öz babam. Teyzelerin siz doğduğunuz vakit bir sandıkta ikinizi de dereye attılar. Ananızı da köpek yavrusu doğurdu diye yarı beline kadar toprağa gömdüler. Şimdi de teyzelerin seninle kardeşini ortadan kaldırmak istiyorlar. Yemeklere zehir koydular. Sakın o yemeklerden yeme! Köşkte bir kedi yavrusu var. Önce yemeklerden ona ver. O yiyince ölecek. İşte o zaman babana bütün bu anlattıklarımı söylersin. Haydi yolun, izin aydın olsun! Oğlan hemen yola çıkmış. Ormanda giderken babası ile karşılaşmış. Hiç belli etmeden, konuşa konuşa yola devam etmişler. Yedi yol ağzında anasına toprağa gömülü görünce, içi sızlamış, yüreği parça parça olmuş. Ama hiç belli etmemiş. Hemen atından inerek anasının yanına doğru giderken, babası:

Bana bak delikanlı, demiş, o kadına hiçbir şey verme! Onun yüzüne tükür! Çünkü o benim eşimdi; sizin gibi dişleri inciden, saçları ipekten çocuklar doğuracağını söylediği halde, iki köpek yavrusu doğurdu. Ben de ona ceza olsun diye yıllarca önce buraya gömdürdüm. Gelen geçen herkes onun yüzüne tükürür. Haydi sen de tükür de gidelim. Yemek zamanı geldi.

Oğlan bu sözleri duymamış gibi yaparak anasının yanına çömelmiş. Gözyaşlarını göstermeden altın ibrikten gümüş taşa su koyup onun yüzünü gözünü iyice yıkamış. Biraz da su içirerek leblebi torbasını yanına bırakmış. Sonra kalkıp atına binmiş. Yola devam etmişler.

Köşke vardıkları zaman oğlanı türlü yemeklerle donatılmış bir sofraya oturtmuşlar. Teyzeleri belli etmeden hep buna bakıyorlarmış. O ise bir lokma yemek alıp yer gibi yaparak yanına gelen kedi yavrusuna vermiş. Kedi lokmayı yer yemez ölünce, oğlan başka lokma almamış.

Misafirinin yemek yemediğini gören adam, sormuş :

Yavrum, niçin yemek yemiyorsun?

Oğlan artık dayanamamış. Ölü kediyi göstererek :

Nasıl yiyeyim, demiş, önüme konan yemeklerde hep zehir var. İlk lokmayı kediye verdim. Yer yemez öldü.

Oğlanın bu sözlerine fena halde kızan adam !

Yemekte hiç zehir olur mu demiş.

Oğlan da :

Bir kadın köpek yavrusu doğurursa, yemekte de zehir olur elbet, demiş. İlk eşin sana dişleri inciden, saçları ipekten biri kız, diğeri oğlan iki çocuk doğuracağını söylemişti. Onları doğurdu. Oğlan benim. Kız da bizim kulübede gördüğün kardeşim. Sen de babamızsın. Fakat teyzelerim annemi kıskanarak, bizi doğar doğmaz, sana bile göstermeden bir sandıkla dereye attılar. İki köpek yavrusu buldurup onları anamın yanına koyarak, işte bunları doğurdu, diye seni aldattılar. Sen de inandın. Anamı yedi yol ağzında toprağa gömdürdün. Yıllardan beri onu haksız yere inletiyorsun. Vicdanın nasıl razı oldu bu büyük kötülüğü yapmaya?

Oğlunun sözleri karşısında şaşkına dönen adam, hem sevinmiş, hem de çok kızmış. Hemen oğluna sarılarak yanaklarından öptükten sonra, adamlarını çağırarak :

Atın bu kadınları çabuk zindana! diye bağırmış.

Sonra oğlu ile beraber arabaya atlayıp doğruca yedi yol ağzına gitmişler. Toprağı elleriyle açıp zavallı kadıncağızı oradan kurtarmışlar. İyice temizlenip kendine gelmesi için köşkün hamamına göndermişler.

Daha sonra üç katır buldurmuşlar. Adam, ikinci karısı ile kardeşine birer katırın kuyruğuna bağlatmış. Sonra koca karıyı getirtmiş. Onu da diğer katırın kuyruğuna bağlatıp üçünü birden dağlara sürdürmüş. Onlar yaptıkları kötülüklerin cezasını çeke dursunlar, kadın hamamda iyice temizlenip dinlendikten, kendine geldikten sonra hamamdan çıkmış. Adam, dağ başındaki kulübede oturan kızı ile güneş Kızı’’ı da köşküne getirtmiş. Kırk gün kırk gece düğün yapıp oğlu ile güneş Kızı’nı evlendirmiş. Hepsi birlikte mutlu bir hayat yaşamaya başlamışlar. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine…

Gökten üç elma düştü. İkisi sizin, birisi benim başıma…

etiketler

Kısa masal, uzun masal, masallar, masallarımız, çocuk masalları, kısa masallar, uzun masallar,  Uyku getiren masallar, Zeka geliştirici masallar oku, Türk masal oku, Romantik masallar, Eğitici uyku masalları, 6 yaş masal oku, Türk kültürüne ait masallar, Türk Masalları PDF, Eski Türk masalları, Anadolu Türk Masalları, En Güzel Türk Masalları, Türk Masalları kısa, Türk masalları oku, Masal Oku, Uyku getiren masallar, Zeka geliştirici masallar oku, Aşk masallar, Eğitici masallar, Eğitici uyku masalları, 5-6 yaş masalları oku, Uzun masallar, Sallama masallar, Türk kültürüne ait masallar, Türk masalları oku, En Güzel Türk Masalları, Ninelerimizin anlattığı eski Masallar kısa, Türk Masalları, Türk kültürüne ait masallar kısa, Masal Oku, En kısa Masallar, 

The post Türk Masalları; “Güneş Kızı” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/masal-2/turk-masallari-gunes-kizi.html/feed 0
Grimm Kardeşler’den Masallar “Yıldız Yağmuru” https://hikayelerimizden.com/masal-2/grimm-kardeslerden-masallar.html https://hikayelerimizden.com/masal-2/grimm-kardeslerden-masallar.html#respond Mon, 20 Dec 2021 13:42:53 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=7330 Grimm Kardeşler’den Masallar “Yıldız Yağmuru” Kış, beyaz ağaçlar yaratır topraktan; bazı insanlarda umutsuzluk yaratır, ama bir sevgi iliştirir bu umutsuzluğa, dünyanın en garip çiçeğini yaratır. Annesi babası ölmüştü kızın, başında bir kukuletası sırtında yırtık bir elbisesi ve tüyleri yağmur yemiş bir paltosu vardı. Böyle bir kızın cebinde olsa olsa bir dilim ekmeği olur ancak, avucunda […]

The post Grimm Kardeşler’den Masallar “Yıldız Yağmuru” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Grimm Kardeşler’den Masallar “Yıldız Yağmuru”

Kış, beyaz ağaçlar yaratır topraktan; bazı insanlarda umutsuzluk yaratır, ama bir sevgi iliştirir bu umutsuzluğa, dünyanın en garip çiçeğini yaratır.

Annesi babası ölmüştü kızın, başında bir kukuletası sırtında yırtık bir elbisesi ve tüyleri yağmur yemiş bir paltosu vardı. Böyle bir kızın cebinde olsa olsa bir dilim ekmeği olur ancak, avucunda sıkı sıkı tuttuğu birazcık bozuk parası olur. Ama kış güveni nedense kaybolmamıştır. Kuşlara bakarak ısınmaya çalışır.

Titrerken düşünüyordu kız.

– Bahar gelecek günün birinde kar taneleri yerine tomurcuk yağacak gökten sincaplar ılıklığı yukarı taşıyacak. Kış baharın habercisidir, meleklere mektup yazar, gönderilmesini ister baharın bu arada yeryüzünü oyalar.

Bunları düşünürken yaşlı bir adam çıktı karşısına.

– Param yok, karnım aç, dedi bana para ver biraz, sen küçük bir çocuksun nasılsa doyururlar seni.
Hiç düşünmedi bile kız bütün parasını ihtiyara uzattı. Sanki beyaz bir aslan girmişti şehre, alev yerine kar soluyordu şemsiyesi olanların şemsiyesini, düşleri olanların düşlerini parçalıyordu. Ama umutsuzluğa kapılmadı kız, sokakta bir başına yürüdü.

Bir kadın belirdi yanı başına.

– Güzel çocuk, dedi yiyecek bir şey var mı cebinde? Ağzıma üç gündür lokma koymadım kime başvurduysam geri çevirdi beni…

Bir dilim ekmeği vardı ya, onu yesin zavallı kadın, kendisi bir şey yemeyeli iki gün olmuştu daha.

– Al teyze, dedi, benim karnım tok, daha demin yemek yedim. İnan bana, daha olsaydı daha verirdim.

Sonra küçük bir çocuğa giydirdi paltosunu, gömleğini kendi boyunda bir kıza armağan etti, hava kararmıştı nasıl olsa, kimseler göremezdi kendisini.

Ama o bir kedi yavrusunu gördü; soğuktan sesi bile donmuştu kedinin, bıyıklarında buz tutmuştu miyavlaması.gazeteciler görseydi, kış resmi olarak dağların değil onun resmini koyarlardı dergi kapaklarına. Başından çıkardığı kukuletaya sardı kediyi.

Kış, adımlarını yönetir insanların; kürklü olanları tiyatroya götürür, paltolu olanları sinemaya götürür, ceketli olanları evlerine götürür, çıplak olanları korulara götürür.

Derken, kendini bir koruda buldu kız, saçlarının arasına sokup ellerini gökyüzüne baktı. O anda tipi dindi, bulutlar açıldı ve ansızın beliren samanyolundan bir yıldız kaydı, sonra bir yıldız, bir yıldız daha, bütün samanyolu, büyük ayı, küçük ayı, hepsi ayaklarının dibine düştü kızın, sonra çoban yıldızı düştü.

Yeryüzü inanılmaz sevinçler yaratır. Eğilip baktı kız, toprağa değdikçe altın oluyordu yıldızlar.

Artık gelmemek üzere gidiyordu kış yoksulların, kedilerin yanından; güzel yemekler, kalın kumaşlar alınırdı bu altınlarla.

Göğü seven denizcilerin tanıdığı bütün yıldızlar birer birer düştü yere onları gören ay bile çekinmedi havada parçalandı ve dallarına altın birer yaprak olarak kondu ağaçların. Alışverişi seven sincaplar için işte bir sürü altın.

Grimm Kardeşler’den Masallar
Yazan: Ülkü Tamer

Hikaye etiketleri

kısa hikaye, masal, öykü, çocuk masalları, çocuk hikayeleri, dünya çocuk klasikleri, Kısa masal, Uyku getiren masallar, Zeka geliştirici masallar oku, Türk masal oku, Romantik masallar, eğitici uyku masalları, 6 yaş masal oku, Grimm Masalları, Grimm masalları ekşi, grimm masalları (2 cilt), Grimm Masalları orjinal, Grimm masallarının özellikleri, Grimm Masalları kitapyurdu, Grimm Kardeşler, Grimm Kardeşler Masalları pdf, Kardeşler Masalı, Grimm Masalları orjinal, Grimm Masalları Oku, Bilinmedik masallar, Grimm Masalları YKY, grimm masalları (2 cilt), Grimm Masalları kaç Sayfa,

The post Grimm Kardeşler’den Masallar “Yıldız Yağmuru” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/masal-2/grimm-kardeslerden-masallar.html/feed 0
Eğitici Çocuk Masalları “Kibirli Kel Horoz” https://hikayelerimizden.com/masal-2/egitici-cocuk-masallari-kibirli-kel-horoz.html https://hikayelerimizden.com/masal-2/egitici-cocuk-masallari-kibirli-kel-horoz.html#respond Sun, 24 Oct 2021 11:04:15 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8157 Sitemizin Düşündüren Eğiten Hikayeler kategorisinde, Özellikle  çocuklarımız ve gençlerimiz için ve bu masal ve hikayeleri okuyan herkes için, okuduğunda merak uyandırıp düşünmeye sevk eden masal ve hikayeler bulunmaktadır. Düşündüren masal ve hikayeler çocuk gelişiminde oldukça etkilidir. Bu masal ve hikayeler düşündürüken eğitirler. Düşündüren hikayeleri, yol gösteren hikayeleri, eğitici hikayeleri, öğretici hikayeleri ve bilgelik hikayelerini Düşündüren […]

The post Eğitici Çocuk Masalları “Kibirli Kel Horoz” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Sitemizin Düşündüren Eğiten Hikayeler kategorisinde, Özellikle  çocuklarımız ve gençlerimiz için ve bu masal ve hikayeleri okuyan herkes için, okuduğunda merak uyandırıp düşünmeye sevk eden masal ve hikayeler bulunmaktadır. Düşündüren masal ve hikayeler çocuk gelişiminde oldukça etkilidir. Bu masal ve hikayeler düşündürüken eğitirler. Düşündüren hikayeleri, yol gösteren hikayeleri, eğitici hikayeleri, öğretici hikayeleri ve bilgelik hikayelerini Düşündüren Eğiten Hikayeler kategorisinden okuyabilirsiniz.

Eğitici Çocuk Masalları “Kibirli Kel Horoz”

Bir varmış bir yokmuş, bundan uzun yıllar önce büyük bir çiftlik varmış, bu çiftliğin bir de kralı varmış.  Çiftlikteki bütün hayvanların kralıymış kibirli horoz. Uzun uzun, parlak parlak tüyleri varmış, pek beğenirmiş kendini. Ondan dolayı çok övünür kibirli kibirli gezermiş diğer hayvanların arasında. Çok dalga geçermiş diğer horoz ve çiftliğin hayvancıklarıyla. 

Çiftliğin bir tarafında dev bir ağaç varmış. Çiftliğin sahibi horoza demişki:

“Şu ağaçtan uzak dur, sakın yaklaşma, yoksa onun yapışkan maddesi sana yapışır ve bir kafeste hapsedilirsin, ona göre”

Bu horuzun kibirli huylarına çok kızan ve onu kıskanan bir arkadaşı varmış, bir gün ona demişki:

“Ben o ağacın arkasına gittim, öyle güzel şeyler gördüm ki gözlerime inanamadım”

Bizim kibirli horoz bu duyduklarına çok şaşırmış, çok meraklanmış ve kara bir gecede ağacın arkasına  gitmiş. Gitmiş ama gittiğine de bin pişman olmuş.  Onun başındaki parlak tüyleri ağaca yapışıvermiş. Başlamış bizim horoz bağırmaya. Çiftlik sahibi hemen koşmuş gelmiş horozcuğun yanına. Horozu kurtarmak için çekmiş başını yapışkan maddeden. Horozun parlak tüyleri hep kopmuş. Kel kalmış kafası. Dediği gibi çirtlik sahibi koymuş bizim horozu kafese.

Sabah olunca zavallı kel horozu gören civcivler ve diğer hayvanlar başlamışlar onla dalga geçmeye. Horoz çok pişman olmuş ve anlamış ki, kibirli olmanın ve nasihat verene isyan etmenin sonucu böyle olur.

Eğitici Çocuk Masalları, Okurken öğreten masallar, düşündüren eğiten ve ders veren çocuk masalları. 

Masal, hikaye, masallar, hikayeler, çocuk hikayeleri, çocuk masalları, hikaye oku, hikaye okuma, masal oku, masal okuma, Eğitici Çocuk Masalları, öğretici masallar, Okurken öğreten masallar, düşündüren eğiten masallar, ders veren çocuk masalları, ZEKA geliştirici masallar oku, 4-5 yaş eğitici hikayeler, Eğitici masallar okul öncesi, Eğitici uyku masalları, 9 Yaş eğitici Masallar,

The post Eğitici Çocuk Masalları “Kibirli Kel Horoz” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/masal-2/egitici-cocuk-masallari-kibirli-kel-horoz.html/feed 0
Anadolu Masalları “İNCİLİ ÇADIR” https://hikayelerimizden.com/masal-2/anadolu-masallari-incili-cadir.html https://hikayelerimizden.com/masal-2/anadolu-masallari-incili-cadir.html#respond Mon, 28 Jun 2021 15:49:05 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8135 Anadolu Masalları “İNCİLİ ÇADIR” Anadolu Masalları, Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, Allahın kulu çok, çok demesi pek günahmış. Bir padişahla karısının büyük bir derdi varmış. Günlerden bir gün padişah odasına oturmuş derin düşüncelere dalmıştı. Sultan yanına gelerek: “Ne yapalım” der; derdini veren, dermanını da verir. Sen hele bir yolculuğa çık. […]

The post Anadolu Masalları “İNCİLİ ÇADIR” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Anadolu Masalları “İNCİLİ ÇADIR”

Anadolu Masalları

Anadolu Masalları, Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, Allahın kulu çok, çok demesi pek günahmış. Bir padişahla karısının büyük bir derdi varmış. Günlerden bir gün padişah odasına oturmuş derin düşüncelere dalmıştı. Sultan yanına gelerek:

“Ne yapalım” der; derdini veren, dermanını da verir. Sen hele bir yolculuğa çık.

Bunun üzerine padişah vezirlerini alarak atlara binip yola düşşler. Saatleri günler, günleri haftalar, haftaları aylar kovalar. Bir de arkalarına bakarlar ki bir çuvaldız boyu yol yürümüşler. Oturup dinlenmek için bir yerde konaklamışlar. Bir de bakmışlar ki karşı tepeden garip bir şey uçup geliyor. Beklemişler, beklemişler bir de görmüşler ki yaklaşan ateş topacı, nur yüzlü ak sakaklı bir ihtiyar. Yanlarına yaklaşınca: “Merhaba padişahım” der. Padişah hemen ayağa kalkar ve:

“Mademki benim padişah olduğumu bildin,” derdimin de ne olduğunu bilirsin, diye sorar.

“Evet, senin derdini biliyorum.”

Sonra cebinden bir elma çıkarır: yarısını sen, yarısını da sultan yesin. Dualarınızı da eksik etmeyin, der, ortadan kaybolur.

Dokuz ay, dokuz gün sonra nur gibi bir kız bebekleri dünyaya gelir. Çocuk iki üç yaşına gelince, vezirler ilk olarak görmeye gelirler. İçlerinden en yaşlısı, padişahın kulağına eğilerek:

“Bu kız çok güzel, büyüyünce başınıza dert açabilir,” der. Bunun üzerine padişah, yeraltında bir saray yaptırır. Dışarı ile bağlantısı olmayan, dışarıdan içeriye ışık sızmayan bu saraya küçük kız ile nedimesi yerleşir. Nedime ona okuma yazma ve daha birçok faydalışeyler öğretir ama doğadan söz açmaktan bilhassa kaçınır.

Aradan uzun yıllar geçmiş, kız on beş yaşında bir dünya güzeli olmuştur. Bir gün et yemeği yerlerken nedime:

“Aman” der; sakın kemiği boğazına kaçırma. Bu söz üzerine kız, tutar kemiği pencereden fırlatır, cam kırılır, pencereden içeriye ışık girer. Işığın ne olduğunu unutmuş olan genç kız, onu yakalamak için saatlerce uğraşır. Kan ter içinde kalır. Akşam olur, yatarlar ama kızı bir türlü uyku tutmaz. Işığın geldiği yerleri merak eder. Ertesi gece dadısı uykuya yatınca, bir yolunu bulup yeraltı sarayından kaçar, dışarı çıkar. Bir de ne görsün, saraya yakın tepelerin eteğinde yumak yumak ışıklar. Koşa koşa oraya gider, bakar ki bir sürü çadır. Kapısında iki nöbetçinin uyuya kaldığı, her tarafı inci ile donatılmış en süslü çadırın içine girer. Yatakta, çok güzel bir delikanlı yatmaktadır. Bir tarafında dürülü bir gömlek, başucunda altın, ayakucunda gümüşşamdan yanmakta, sofrada bir kişilik yemek ve bir bardak su durmaktadır.

Kız, tül gömleğin dürüsünü bozar, şamdanların yerini değiştirir, yemeklerden yer yarım bardak ta su içer ve eve döner. Bakar ki dadı horul horul uyuyor, o da yatar uyur.

Delikanlı sabahleyin kalkınca, bakar ki yemeklerden yenmiş, gömlek bozulmuş, su içilmiş, nöbetçilere bağırıp çağırır. Akşam dağdan bir torba kar getirtip başının üzerine asar. Kar eridikçe, torbadan akan soğuk su damlaları yüzüne düşer, uyumasına engel olur. Kız gene gelir, bir önceki gece yaptıklarının aynını yapar, fakat tam gideceği sırada delikanlı kolundan tutar.

“Sen kimsin is misin cis misin?” diye sorar. Kız da:

“Ne isim ne de cis, seni yaratan Allahın bir kuluyum” der. Geceyi incili çadırda geçirir. Sabahleyin uyanır ki güneş doğmuş, etrafta da ne incili çadır ne de bir kimse var. Meğerse bir başka ülkenin padişahının oğlu evlenecekmiş. Adet olduğu üzere güveyi ile arkadaşları kırk gün kırk gece dağa çıkar eğlenirlermiş. Bugün de kırkıncı gün olduğu için, çadırlar toplanılmış, incili çadırda yatan padişahın oğlu da arkadaşlarını alıp memleketine dönmüş. Kız başlar ağlamaya. Neden sonra, oradan geçen bir çobandan, çadırların bulunduğu yerin, “Şehvaneli” olduğunu öğrenir. Bunun üzerine kız, çobana:

“Ne olur çoban, üzerimdeki altınların hepsi senin olsun, bana arkandaki elbiseyle, bir koyun karnı ver,” der. Çoban kızın isteklerini yerine getirir. Partal elbiseleri sırtına, koyun karnını da başına geçirince, olur bir keloğlan bizim kaçar kız, düşer yola. Padişahın oğlu da gider, bir arkasına bakar, iç çekermiş. Keloğlan yanına yaklaşınca, adın nedir diye sormuş. Keloğlan da “Abdal” demiş.

“Nereden gelirsin?”

Şehvanilinden.”

“Orada ne gördün?”

İncili çadır kurulu gördüm. Tül gömleği dürülü gördüm, gümüşşamdan döner gördüm, içinde bir güzel ah edip ağlar gördüm,” deyince delikanlı:

“Ne deyip ağlıyordu?” diye sorar. Abdal da:

“Uyudum, nittim,

Ben bana ettim,

Gülünen nerkis, Yârimi nittin,”  deyince abdalın, çadırına gelen genç ve güzel kız olduğunu anlar, bir birlerine sarılıp muratlarına ererler.

Derleyen: Veysel ARSEVEN

Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, 1967, sayı: 221

https://hikayelerimizden.com/ sitemizin Masal kategorisinde çocuk gelişiminde olumlu etkisi olan, birbirinden güzel eğitici, öğretici, yol gösteren, ders veren, okuyanı mutlu eden Masalları bulabilirsiniz. Sadece çocuklar için değil her yaştan kişinin okuyup seveceği masal arşivlerine bu kategoriden ulaşabilirsiniz. Örneğin, Keloğlan Masalları, Anadolu masalları, Halk Masalları, Türk Masalları, Çocuk Masalları gibi masal türleri ve çeşitleri.

masal, hikaye, öykü, Anadolu Masalları,hikaye oku, masal oku, çadır, incili çadır, masal örnekleri, çocuk masalları, çocuklar için masal, 

The post Anadolu Masalları “İNCİLİ ÇADIR” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/masal-2/anadolu-masallari-incili-cadir.html/feed 0