Warning: Cannot modify header information - headers already sent by (output started at /home/hikayelerimizden/public_html/wp-config.php:1) in /home/hikayelerimizden/public_html/wp-includes/feed-rss2.php on line 8
Memduh Şevket  Esendal arşivleri - Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/tag/memduh-sevket-esendal Hikaye Çeşitleri Sun, 17 Mar 2024 23:00:48 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hikayelerimizden.sirv.com/WP_hikayelerimizden.com/2020/06/c/r/n/cropped-hikayelerimizden.png?w=32&h=32&scale.option=fill&cw=32&ch=32&cx=center&cy=center Memduh Şevket  Esendal arşivleri - Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/tag/memduh-sevket-esendal 32 32 Hikaye Oku: “Bu Yollar Uzar” Hikayesi https://hikayelerimizden.com/hikaye-2/hikaye-oku-bu-yollar-uzar-hikayesi.html https://hikayelerimizden.com/hikaye-2/hikaye-oku-bu-yollar-uzar-hikayesi.html#respond Sun, 17 Mar 2024 23:00:48 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=9319 Hikaye Oku: “Bu Yollar Uzar” Hikayesi Postacı Hayri; 26 yaşında bir delikanlı. Belediye kâtibine bir kağıt götürmüştü, dönerken kasabın çırağına rasgeldi. Çırak onu görünce durdu: Hayri’ye: — Kuzu ciğer istemişsin, dedi, usta ayırdı. Eve götürdüm, kimse yoktu. İstersen şimdi al, istersen dükkândadır, eve giderken alırsın! “Evde kimse yoktu” sözü kulağını tırmaladı. — Kapıyı vurdun mu? […]

The post Hikaye Oku: “Bu Yollar Uzar” Hikayesi appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Hikaye Oku: “Bu Yollar Uzar” Hikayesi

Postacı Hayri; 26 yaşında bir delikanlı. Belediye kâtibine bir kağıt götürmüştü, dönerken kasabın çırağına rasgeldi. Çırak onu görünce durdu: Hayri’ye:

— Kuzu ciğer istemişsin, dedi, usta ayırdı. Eve götürdüm, kimse yoktu. İstersen şimdi al, istersen dükkândadır, eve giderken alırsın!

“Evde kimse yoktu” sözü kulağını tırmaladı.

— Kapıyı vurdun mu? Diye sordu.

— Vurdum. Evde adam olsaydı duyardı. Komşular duydular.

— Koy dükkana, ben uğrar alırım.

Yürüdü, postaneye gitti. Yüreğinde bir sıkıntı, bir ateş. Altı aylık evlidir. Karısını gözünden kıskanıyor. Adamın aklına en olmayacak şeyler gelir!…

Postanede duramadı, Arkadaşına:

— Recep, dedi, sen buradan ayrılma. Beni yukarıdan sorarlarsa, belediye ye gitti, de. Ben eve kadar bir gideyim. Şimdi gelirim.

Kasaptan ciğeri aldı, bir solukta eve.

Yukarı mahallede oturuyorlardı. Evinin kapısına varınca cebinde anahtarını aradı. Elleri titriyor “Elbet bir şey var ki, ellerim böyle titriyor.” diye düşünüyordu.

Kapıyı açtı. Hiç ses yok.

Kapının sağ yanında her gün oturdukları odaya baktı. Yok. Kapının arkasında, çiviye asılmış bir erkek ceketi ile pantolon var. Buz gibi oldu. “Bunlar kimin” diye düşündü. Kendisinin!… Kıskançlık gözlerini bürümüş, görüyor da tanımıyor.

Yattıkları odanın kapısını açarken içeride karısını bir yabancı ile görecekmiş gibi geliyordu. Orası da boş.

Nereye gitti? Komşulara gitmez. Hırsız korkusu ile evi boş bırakmaz. Bırakacak olsa bile haber verir. Onu nerede aramalı?

Ciğeri mutfakta bırakıp kaynatasının evine gidecekti. Ara kapıyı açıp bahçe üstüne, camekânlı sofaya çıktı. Kulağına kadın sesleri geldi. Bahçe büyük, ağaçlarda kapıyor, kimler olduğu görülmüyor. Eğildi, ağaçların altına baktı. Karşı duvarın dibinde birkaç kadın var. Kendi kız kardeşini tanıdı.

Elinde ciğerle bahçeye çıktı. Komşu kızları, hasım kızları toplanmışlar; çocuklukları akıllarına gelmiş olsa gerek, köşe kapmaca oynuyorlar. Bağrışıp gülüşüyorlar.

Biraz yaklaşınca karısı onu gördü. Koştu, ciğeri elinden aldı, mutfağa girdi, oradan da sabunla el havlusu getirdi.

Hayri; kızlara sataşıp alay etmek istiyor, karısı da:

—Hadi, ellerini yıka, ellerini yıka. Çabuk olsana, diye bağırıyor. Hayri’yi kuyu başına çekiyordu. Hayri sevindi. Karısının yüzüne bakıp güldü. Sonra ellerini yıkadı. Elinde havlu ile kızlara doğru yürüdü:

– Ulan şu ettiğiniz işe bakın be! İçinizde bu evli, bu da evli – kendi kız kardeşini göstererek – bu da sözüm yabana, nişanlı. Kalanınız da at gibi kızlar, bağırtınızdan deniz kıyısında durulmuyor!

Kızlar:

—Sen karışma, git işine, diye bağırdılar.

Hayri onlara bakıp gülüyordu.

Kız kardeşi:

—Yıkıl, git oradan, sen bize ne karışıyorsun diye bağırdı.

Hayri:

—Ulan, dedi seni alan herifte kaz kadar beyin var mı?

Karısı havluyu elinden alıp:

—Hadi git işine, diye kolundan çekiştirmeye başladı.

Kızlar da arkasından ittiler, Hayri’yi bahçeden aşırdılar. Karısı da arkasından geldi. Eve girince Hayri durdu. Karısını kucakladı. Bağrına bastı. Sanki kırk yıldır görmemiş gibi. Yüzünden, gözünden öptü. Doyamıyor, bitiremiyordu.

Karısı:

— Canım ne yapıyorsun? … Çocuk musun? … Kızlar bahçede diye, çırpınıyor!

Güçle elinden kurtuldu.

Hayri, evden çıktı. Elleri ceplerinde, ıslık çalarak, ayaklarını sürterek yokuşta aşağı iniyordu. Denizden karpuz kokuları geliyor. Uzakta gök kavşağında bir duman var. Bugün posta günü mü?

Yetim Mehmed’in evinin köşesinde Semerci Halil ustaya karşı geldi. Halil usta, yokuşu yavaş yavaş çıkıyor. Soluyarak:

— Ne o Hayri, dedi, evden mi geliyorsun? Geceler yetmiyor değil mi?

— Yok valla, dayı. Ciğer almıştım da eve bıraktım… İşte gidiyorum.

Halil usta, Hayri’nin arkasından söylendi:

— Git bakalım… Git ya! Ama bu işler e böyle sürer sanma! Benim de günde üç yol eve gidip dükkâna döndüğüm olurdu. Sonra yollar uzadı. Şimdi tövbeler olsun… İkindiyin dükkândan çıkıyorum, akşama eve zor yetişiyorum. Bir gün gelir bu yollar, sana da uzar anladın mı? Bu yokuşlar sana da domuzlaşır. Tıknefeste at gibi solur solur da çıkamazsın. Bak bana! Gidi gençlik…

Hayri, bu sözlerin hiç birini işitmedi.

Çoktan yokuşu inmiş, beklide postaneye de varmıştır.

Memduh Şevket ESENDAL 

Memduh Şevket Esendal – Biyografi

Memduh Şevket Esendal 29 Mart 1883 tarihinde Çorlu’da Rumeli göçmeni olan yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.

Çocukluğu savaş yıllarına rastladığından dolayı  maddi sıkıntılar nedeniyle düzenli bir eğitim görememiştir. Ancak kendi kendisini yetiştirmiş; Arapça, Farsça, Fransızca öğrenmiştir. Babasının ölümünden sonra çalışarak ailesinin sorumluluğunu üstüne aldı, 1900’de gümrük memurluğu yapmış,  İstanbul Teftiş kuruluna çağrıldı, parti müfettişi olarak görev yaptı. Tüm yurdu gezdi. Kurtuluş savaşında Atatürk ile birleşen İttihatçıların arasında yer aldı.

Büyük Millet Meclisi kurulduktan sonra, 1921’de orta elçi olarak Azerbaycan Bakü’ye gönderilmiştir. Dönüşünde “Meslek” adlı haftalık siyasi gazeteyi çıkarmış, çeşitli liselerde tarih ve coğrafya öğretmenliği yapmıştır. Tahran elçiliğine atandı. Elazığ’dan Milletvekili oldu. Kabil ve Moskova elçiliği yaptı. Bilecik’ten milletvekili oldu. Daha sonra CHP genel sekreteri olarak seçildi.

1945 yılından itibaren siyasi hayatına son vermiş ve sadece edebiyata yönelmiştir. Dergi ve gazetelerde yazıları yayımlanmış ve eserleriyle ödül almış olan sanatçı 16 Mayıs 1952’de Ankara’da yaşamını yitirmiştir.

Esendal’ın ilk yazıları İrtika (1902), Musavver Fen ve Edep (1900) gazete ve dergilerinde çıktı. Ama onun asıl hikayeleri ne zaman yazdığı bilinmiyor. Yayınılanan ilk hikayesinin 4 kanunu­evvel 1324 (17 aralık 1908) tarihli Tanin gazetesinde çıkan “Veysel Çavuş” olduğu Muzaffer Uyguner tarafından saptandı. İkinci olarak yayımlanan ise Çığır gazetesinin 1911 tarihli sayısında yer alan “İkisinin Arasında” adlı hikayesidir. Yine bu derginin 47. sayısındaki “Korku” adlı hikaye onundur. Ağustos 1912 tarihini taşıyan “El Malının Tasası” daha sonraları Meslek dergisinde “Vapur Davası” adıyla yayımlandı (31 mart 1925), son kez de “Temiz Sevgiler” adıyla işlenerek aynı adı taşıyan kitabına alındı. Toplanabilen hikayelerinin sayısı 69′ a ulaştı.

1934 yılında M.Ş.E. takma adıyla Ayaşlı ile Kiracıları romanını yayımladı. Bu roman CHP’nin düzenlediği roman yarışmasında derece aldı. Ülkü, Sanat ve Edebiyat Gazetesi, Seçilmiş Hikayeler Dergisi, Türk Dili, Ulus dergi ve gazetelerinde hikayeleri yayımlandı.

Politikadaki kişiliğini ayrı tutmak istediğinden çalışmalarını, sayıları 12’yi bulan takma adlarla yayımladı. M.Ş.E., Mustafa Yalınkat, Mustafa Memduh, M.Oğulcuk, İstemenoğlu en çok kullandığı takma adlarından oldu.

Esendal, Cumhuriyet dönemi öykücülüğünde kendine özgün bir yer edindi. Bu yer, gelişim çizgisindeki Türk öykücülüğü için önemli bir kilometre taşı sayıldı. O yıllarda birkaç usta öykücü kişiliğinde temsil edilen Türk öykücülüğü, Esendal’ın kaleminde apayrı bir nitelik gösterdi. Esendal, toplumumuzun büyük çoğunluğunu oluşturan vefalı, çalışkan; evine, işine, yurduna bağlı insanları severek anlatan bir usta öykücümüz oldu. Fethi Naci, “Telgraf yazar gibi yazıyor romanını” dedi.

Kısaca Edebi Kişiliği

  • Türk edebiyatında Çehov tarzı öykünün ilk temsilcisidir.
  • Kişilerin günlük yaşamda dikkat çekmeyen yönlerini anlattığı öyküleri ile tanınır.
  • Durum öyküsünün ilk temsilcisi olan yazarın son derece güçlü bir gözlem yeteneği vardır.
  • Kendi ifadesiyle “topluma ayna tutan” bir sanatçıdır. Toplumun aksayan yanlarını, insanların psikolojik sorunlarını ruhsal durumlarını ele almıştır.
  • Öyküyü gereksiz süslemelerden kurtarmıştır. Dili, konuşma dilidir.
  • Yapıtlarında sıradan insanların gündelik yaşamlarını anlatmıştır.
  • Hayatı ve olayları nesnel bir şekilde yansıtmıştır. Edebiyatsız edebiyat yapmaktan yanadır.
  • Kişilerini daha çok İstanbul Aksaray’daki orta tabakadan seçmiştir.

Memduh Şevket Esendal’ın Eserleri

Roman:

  • Ayaşlı ve Kiracıları (1934-1957)
  • Vassaf Bey (1983, ölümünden sonra)
  • Miras

Öykü

  • Bir Kucak Çiçek
  • Bizim Nesibe
  • Gödeli Mehmet
  • Güllüce Bağları Yolunda
  • Hava Parası
  • İhtiyar Çilingir
  • Kelepir
  • Mendil Altında
  • Otlakçı
  • Sahan Külbastısı
  • Veysel Çavuş
  • Gönül Kaçanı Kovalar
  • Mutlu Bir Son
  • Hikayeler 1. Kitap (1946, Otlakçı adıyla 1958)
  • Hikayeler 2. Kitap (1946 Mendil Altında adıyla 1958)
  • Temiz Sevgiler (iki cilt, ölümünden sonra 1983)
  • Veysel Çavuş (1984, ölümünden sonra)
  • Bir Küçük Çiçek (1984, ölümünden sonra)
  • İhtiyar Çilingir (1984, ölümünden sonra)
  • Bütün eserleri 9 cilt olarak 1983-1984’te yayınlandı

Hatıra

  • Tahran Anıları ve Düşsel Yazılar

Mektup

  • Kızıma Mektuplar
  • Oğullarıma Mektuplar

hikaye, hikaye oku, öykü, masal, biyografi, Memduh Şevket Esendal, düşündüren hikayeler, duygusal hikayeler, hikaye okumak, hikaye arşivi, hikaye örnekleri, Memduh Şevket Esendal hikayeleri,

The post Hikaye Oku: “Bu Yollar Uzar” Hikayesi appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/hikaye-2/hikaye-oku-bu-yollar-uzar-hikayesi.html/feed 0
“Pazarlık” Hikayesi https://hikayelerimizden.com/hikaye-2/pazarlik-hikayesi.html https://hikayelerimizden.com/hikaye-2/pazarlik-hikayesi.html#respond Fri, 26 Feb 2021 15:32:54 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=7814 “Pazarlık” Hikayesi Memduh Şevket Esendal Memduh Şevket Esendal, Türk hikâyeciliğinde çığır açan, Modern Türk öykücülüğünün mihenk taşlarından biri olan sanatçımızdır. Her zaman umutlu olan sanatçının roman ve hikâye türlerinde pek çok eserleri vardır. Topluma ayna tutan, Türk edebiyatında Çehov tarzı öykünün ilk temsilcisidir. Okuyacağınız  “Pazarlık” adlı hikâyesinde, günlük yaşam içinde bir kişinin tanık olduğu olayı […]

The post “Pazarlık” Hikayesi appeared first on Hikaye Oku.

]]>

Pazarlık” Hikayesi

Memduh Şevket Esendal

Memduh Şevket Esendal, Türk hikâyeciliğinde çığır açan, Modern Türk öykücülüğünün mihenk taşlarından biri olan sanatçımızdır. Her zaman umutlu olan sanatçının roman ve hikâye türlerinde pek çok eserleri vardır. Topluma ayna tutan, Türk edebiyatında Çehov tarzı öykünün ilk temsilcisidir. Okuyacağınız  “Pazarlık” adlı hikâyesinde, günlük yaşam içinde bir kişinin tanık olduğu olayı abartarak anlatmasını ve etraftaki diğer kişilerle bu olay üzerine ilginç bir pazarlığa girmesini konu edinmiştir. Yazar diyaloglara sıklıkla yer verdiği bu hikâyede günlük konuşma dilinin özelliklerini ustalıkla yansıtmıştır.

 

Pazarlık”

Sıcak yaz gecesi. Mahalle kahvesinin önündeki setin üstü sanki ufak bir bahçecikti.  Ortada küçük bir havuz, içinde gazoz şişeleri, etrafında biraz çimen, kına çiçekleri. Kahve pencerelerine sicimler gerilmiş, gece sefaları, telgraf çiçekleri, kireçle sıvanmış yarım tenekeler içinde sardunyalar sıralanmış.

Kapının sağ tarafında bazısı giyimli, birtakımı da gecelik entarileri, şam hırkaları ile dört beş kişi, İstanbul’un son büyük zelzelesinden konuşuyorlardı. Gümrük aracılarından Faik Efendi, kırk beş yaşlarında, uzun kara bıyıklı, esmer bir adam. Ayağının birini altına alarak, kaşlarını yukarı aşağı oynatarak anlatıyor: Hikaye

“Ben” diyor, “hareket olurken Eminönü’ndeydim. Feyzi Bey, Allah sizi inandırsın, o Yenicami minareleri yok mu birbirine dokunuyor ayrılıyor, dokunuyor ayrılıyor, o kaldırım taşları sanki su içinde fasulye kaynar gibi böyle kaynıyordu.

Tramvay beygirlerine baktım, ayaklarını açmışlar oldukları yerde duruyorlar. O mavnalarda ne kadar yemiş varsa hepsi dansa kalkmış. Herkes köprüye koştu, ben de koştum. Köprünün üstüne gelen yığıldı, hilafsız beş yüz bin kişi vardı.”

Muhatabı şam hırkalı, zayıf, uzun boylu, kalın sesli Harbiye Nezareti Mektubi Kalemi müsevvitlerinden Feyzi Bey:Hikaye

“Yok hacım” dedi, “bu biraz hilaflı oldu.”Hikaye

Faik Efendi bozulmuş, sordu: “Neden?” dedi.

“Neden olacak elmasım, köprünün üstü beş yüz bin kişi alır mı?”Hikaye

Faik Efendi kaşlarını kaldırıp, düşündü. Dinleyenler gülümsediler. İmamın oğlu Rıza dedi ki:

“Faik Ağabey, ağzın kızdı da ölçüyü kaçırdın.”

“Yok” dedi Faik Efendi, “Valla latife değil, o zaman biz de buna şaştık.”

“Neye, şaştınız?”Hikaye

“Köprünün bu kadar adam aldığına…” “Canım, o kargaşalıkta saydınız mı?”

“Saymadık ama, herhalde vardı… Artık, siz de bu kadar olmaz. İnsanda göz var, izan var…Hikaye

Canım köprünün üstünde kaç kişi var, insan bunu görmez mi? Bu meydanda bir şey…”

Feyzi Bey gülerek: “Canım hacım” dedi, “düşünsene! Köprünün üstü beş yüz bin kişi alır mı? Alsa da yarım milyon adam buraya nasıl toplanır? Demek aşağı yukarı İstanbul halkının yarısı!”

“İstanbul halkının yarısı?.. Vardı ya, ne zannediyorsunuz? Yarım milyon dediğin nedir!”

Etraftakiler çokça gülüştüler, Faik Efendi de biraz gevşer gibi oldu:Hikaye

“Adam” dedi, “beş yüz bin olmasın da dört yüz bin olsun!”

“Dört yüz bin de olmaz.”

“Neden?”

“E, hesap meydanda. Diyelim köprünün boyu olsun dört yüz metre, öyle mi?” “Ne bileyim, ölçmedim ya!”

“Canım, şimdi beş yüz bin kişiyi gözle hesap ediyordun, köprüyü neden hesap edemiyorsun?”

“Ne bileyim ben, sizin sözünüze karşı söylüyorum!”

“O halde, ben ölçtüm. Dört yüz metre. Eni de olsun on iki metre, dört yüz kere on ikimiz ne eder? Efendim… On kere dört yüz, dört bin, dört bin sekiz yüz metre murabbaı, her metre murabbaında da dört kişi dursa, dört kere sekiz otuz iki, dört kere dördümüz de on altı, on dokuz, bu da etti on dokuz bin iki yüz. Dört yüz bine varmaya? Efendim… tamam üç yüz seksen küsür bin kişi kalır açıkta.”

Feyzi Bey hesap yaparken, Faik Efendi ona bakıyordu. Biraz düşünür gibi oldu. Kaşlarını oynatarak:

“Ben hesap mesap bilmem” dedi, “dört yüz bin yoksa, iki yüz bin kişi ferah ferah vardı. İsterseniz başkalarına da sorun.”

Biraz durdu. Sonra işe az daha tav vermiş olmak için:

“Feyzi Bey, Feyzi Bey” dedi, “bu, kahvede durup hesap halletmek değil, can pazarı kardeşim, herkes kendi başının derdine düşmüş. Denize düşen yılana  sarılır.”

Feyzi Bey gülümsedi:

“Yok hacım” dedi, “elbet dediğin doğrudur. Sen yalan söyleyecek değilsin ya! Ben latife ettim.”

Dinleyenlerden biri: “Öyledir, öyle” dedi, “Faik’in hakkı var.”

Sustular. Faik Efendi biraz bozulmuş (…):

“Rüstem, bir ateş” diye kahveci çırağına bağırdıktan sonra lakırdıyı olduğu yerde bırakmak isteyerek;

“Ben” dedi, “yalan söyleyecek değilim ya, gözümle gördüm. Ana-baba günü, mahalakallah… diyelim, hadi ben yanılıyorum, beş yüz bin olmasın, iki yüz bin de olmasın; yüz bin kişi vardı ya… Yüz bin kişi az mı?”

Dinleyenler, gene sustular.

Faik Efendi, sonra fena halde saracaklarını ve bu işin bitip tükenmeyeceğini bildiğinden, işi kabul ettirmeye çalışıyordu. Salkım ağacının kütüğüne dayanmış askeri eczacı Remzi Efendi hiç gülmeyen yüzüyle yavaş sesle sordu:

“Köprü bu kadar adamı nasıl kaldırır” dedi, “hikmet!”

Faik Efendi yeniden söze başlandığına sevinerek: “Şey” dedi, “ya… O zaman biz de şaşmıştık. Sonra oturduğumuz bostanda bir tersaneli vardı, ben ona sordum, o dedi ki, dubaların zincirleri paslanmış, bel kalınlığında midye tutmuştur. Direk gibi. Dubalar delinse de suyun üstünde durur.”

Dinleyenler, gülüştüler. Faik Efendi işin biraz fazla kaçtığını anlar gibi oldu, kaşlarını oynattı. Oturanların yüzlerine baktı:

“Ya!..” dedi. “Böyle şeye inanmak olur mu? Biz de o zaman inanmamıştık. Ancak Remzi Efendi’nin buyurduğu gibi bir hikmet var ki, duruyor.”

Remzi Efendi derin derin içini çekerek: “Ya, hikmet” dedi… Ondan sonra iki kişi de içlerini çekerek, acıklı acıklı:

“Dünya bu… “ dediler.

Yeniden susuldu. Faik Efendi biliyor ki saracaklar hem de fena saracaklar. Biraz durduktan sonra, dayanamayarak:

“Yok, ama” dedi, “valla saracaksınız… Olmaz ki… İnsanı lakırdı ettiğine de pişman edersiniz. Feyzi Bey, canım, valla sen yapıyorsun.”

“Benim bir şey dediğim var mı?”

“Ben bilirim” dedi,  “Sen yüz  bin  kişiye  razı oluyor musun?”

Feyzi Bey başı ile “olmam” diye işaret etti. Faik Efendi “yetmiş bine” diye sordu. Feyzi Bey gene razı olmadı.

“Peki, elli bin kişiye diyeceğiniz yok ya!” Feyzi Bey gülerek:

“Hacım” dedi, “namuslu bir iş yapalım. Bir kere, on bin de, sonra görüşelim.”

“Ne? Dünyada olmaz. En aşağıdan, en aşağıdan yirmi bin kişi vardı.”

İmamın oğlu dedi ki: “Faik Ağabey, oldu olacak gel şu şeytanın ayağını kır. Bu oldu artık.”

“On bin desem, Feyzi Bey kabul edecek mi?” Feyzi Bey:

“Yok! dedi. “On bin dersen alt  yanını görüşeceğiz. Belki benim de sözüm var!” “Öyle ise ben de demem.

“İmamın oğlu dedi ki:

“Demezsin ama, sonra sarakadan kurtulamazsın. Biliyorsun ya! Hem iş yalnız bu kadar değil, kaldırım taşlarını kaynattın, minareleri oynattın; bunların hepsi hesaba çekilecek. Bak, sen bilirsin!”

Faik Efendi, yeniden Feyzi Beye:

“Ama canım” dedi, “bu kadar da olmaz. Artık siz de büsbütün budala hesabına koydunuz. Ben bu kadar şeyi kestiremez miyim? Ne sanki, on bin kişi de yok muydu?”

Feyzi Bey gülerek dedi ki: “Hacım, gel beş binde uyuşalım. Ben biraz fedakârlık etmiş olurum ya! Neyse zarar etmez, sen yabancı değilsin. Dört bin sekiz yüz metre yerde beş bin adam, az şey değildir.”

Faik Efendi hepsinin yüzüne ayrı ayrı baktıktan sonra dedi ki: “Razı olurum ama, bir şartla… Sarmayacaksınız.”

“Sarmayız”  dediler. “

Öyle ise, beş bin olsun.”

“Pekâlâ, razı olduk. Minarelerin oynadıklarını, kaldırımların kaynadıklarını sana bağışladık.”

Faik Efendi gitmeye hazırlanarak:

“Bırakmıyorsunuz ki, insan tatlı tatlı anlatsın, hemen pazarlığa girişiyorsunuz. Haydi, artık vakittir. Ben daha gidip çocukları komşudan alacağım. Anahtar bendedir. Onlar sonra kapıda kalırlar” dedi.

Memduh Şevket Esendal

The post “Pazarlık” Hikayesi appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/hikaye-2/pazarlik-hikayesi.html/feed 0