Warning: Cannot modify header information - headers already sent by (output started at /home/hikayelerimizden/public_html/wp-config.php:1) in /home/hikayelerimizden/public_html/wp-includes/feed-rss2.php on line 8
Peri Kızı arşivleri - Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/tag/peri-kizi Hikaye Çeşitleri Tue, 27 Apr 2021 14:03:39 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hikayelerimizden.sirv.com/WP_hikayelerimizden.com/2020/06/c/r/n/cropped-hikayelerimizden.png?w=32&h=32&scale.option=fill&cw=32&ch=32&cx=center&cy=center Peri Kızı arşivleri - Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/tag/peri-kizi 32 32 Masal Okuma: “BALIKÇININ OĞLU” Masalı https://hikayelerimizden.com/masal-2/masal-okuma-balikcinin-oglu-masali.html https://hikayelerimizden.com/masal-2/masal-okuma-balikcinin-oglu-masali.html#respond Tue, 27 Apr 2021 14:03:39 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=7988 Masal Okuma: “BALIKÇININ OĞLU” Masalı Masal Okuma: Bir varmış, bir yokmuş, Allahın kulu pek çokmuş. İnebolu, Yanbolu; iki boş bir dolu, bende bilmece dam dolu. Evvel zamanların birinde, bir padişahın ülkesinde, fukara bir balıkçı vardı. Gün geldi balıkçı öldü, bir oğlu kaldı arkada. Babasının sanatını eline alarak, o da balık avcılığına başladı. Gecelerden bir gece, […]

The post Masal Okuma: “BALIKÇININ OĞLU” Masalı appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Masal Okuma: “BALIKÇININ OĞLU” Masalı

Masal Okuma: Bir varmış, bir yokmuş, Allahın kulu pek çokmuş. İnebolu, Yanbolu; iki boş bir dolu, bende bilmece dam dolu.

Evvel zamanların birinde, bir padişahın ülkesinde, fukara bir balıkçı vardı. Gün geldi balıkçı öldü, bir oğlu kaldı arkada. Babasının sanatını eline alarak, o da balık avcılığına başladı. Gecelerden bir gece, bir düş gördü. Diyordu ki, bir ses.

“Yarın tutacağın balıklar, tılsımlıdır. Sakın ha bunları satma”. 

Sabah olunca, balıkçının oğlu, her günkü gibi balığa gitti. Fakat ancak iki tane balık tutabildi. Biri yeşil, biri esmer. Bunları bir kabın içine koyup evine getirirken, sokağın başında, bir Yahudi’yi, kendini bekler buldu. Meğerse aynı gece Yahudi de bir düş görmüş, ona da bir ses söyle demişti.

“Balıkçının oğlunun bugün tutacağı balıklar, tılsımlıdır. Tanesine ne isterse istesin, verip al”.

Böylece Yahudi, balıkçının oğlunun gördüğü düşten habersiz, balıklara alıcı çıktı. Delikanlı önce satmam diye direndiyse de, Yahudi’nin tatlı dilinden ve teklif edilen paranın çekiciliğinden kendini kurtaramayacak esmer balığı sattı, yeşil balıkla evine geldi. Yahudi’ye satılan balık, her gün bir sarı altın kusuyordu. O altınları kusa dursun, biz gelelim balıkçının oğluna, gördüğü rüyayı pek önemsememişti. Ertesi gün, her zamanki işine giderken, kabın içindeki balığı unutmuştu bile. Akşam eve gelip içeri girdiğinde, gözleri değirmen taşı gibi açılmış, dili tutuluvermişti. Evi öylesine bir tertipli, düzenli ve silinip süpürülmüş buldu ki, buna bir türlü aklı yatmıyordu. Bir gün böyle, her gün böyle… Günlerden bir gün, bunda bir iş var diyerek, evinin bir yanına saklandı. Biraz sonra bir de ne görsün? Balık, kabından dışarı fırladı. Likabından sıyrıldı, ayın on dördü gibi güzel bir kız ortaya çıktı. Balıkçının oğlu tüm yuttu küçük dilini, Kızı uzun uzun seyre daldı. Sonra aklına ilk gelen şey, balığın likabına el koymak oldu. O anda kız dilenerek:

“Aman yiğidim, likabıma sakın zarar verme. Belki gün gelir bir sıkıntıya uğrarsın, ben seni kurtarabilirim o zaman,” dediyse de, balıkçının oğlu likabı ateşe atıp yaktı. Komşular, balıkçının oğlunun hallerinden şüpheye düşmüşlerdi. Bir gün evi gözetleyen biri, güzeller güzelini görünce, yemedi, içmedi, bunu gidip ülkenin padişahına yetiştirdi.

“Aman padişahım, balıkçı oğlunun evinde öylesine bir güzel var ki, ancak sizlere yaraşır,” deyince, padişah hemen vezirini yanına alıp, balıkçı oğlunun evine doğru yürüdü, güzeller güzelini gördü. İçi gitti ama işi yasasına uydurmak için, sarayına dönüp düşünmeye başladı. Sonrada balıkçının oğlunu huzuruna çağırıp:

“Dünya güzelini nereden getirdin?” diye sordu.

“Bir balığın içinde buldum,” dedi delikanlı.

“Çinihindi’de bir dünya güzeli var. Ben asker çıkardım, onun saçını bile göremedim.

Sen, ya yalancı, ya da sihirbazın birisin. Bu dünya güzelinin saçları tüm elmastır. Onun saçının bir peliğini bana getirdin, getirdin; getirmezsen, boynunu cellâda vurduracağım” der padişah.

Balıkçının oğlu saraydan ayrılıp, üzgün üzgün evine geldi. Bunu gören kız:

“Aman efendim, nedir tasan, böyle üzgünsün,” diye sordu.

“Ben üzgün olmayayım da kimler olsun. Padişah benden Çinihindi güzelinin bir peliğini istedi. Kendisi o kadar asker saldığı halde, onun yüzünü bile görememiş, ben nasıl getiririm. Getirmezsem beni cellâda verecek, onun için üzgünüm.”

“Benim likabımı yakmasaydın. Çinihindi güzelinin saçını getirmek, bir an işi olurdu. Ama şimdi biraz zor olacak. Zorluğunu da sen çekeceksin. Şimdi beni iyi dinle.” Çinhindide, sarp bir dağın tepesinde, bir saray vardır. Sarayı, iyi yetiştirilmiş filler bekler. Bahçe kapılarında aslanlar, kaplanlar nöbet tutar. Tam şu sırada aslanlarla kaplanlar beş gün için istirahatlıdırlar. Dünya güzeli de şu sırada uykudadır. Hemen ustura ile peliğinin birini keser, arkana bakmadan yürürsün. Arkana bakacak olursan, tılsım bozulur, o zaman devler seni paramparça ederler. “

Sözünü bitirince, hafifçe üfürdü, bir rüzgâr gelip balıkçı oğlunu aldı, göz açıp kapayıncaya kadar, sarp bir dağın üzerine bıraktı. Delikanlı, oyalanmadan saraya girdiğinde, Çinhindi güzelini gerçekten de uyur buldu. Peliklerinden birini kesip hemen gerisin geri döndü. Bir de Çinhindi güzeli uyandı ki, saçları kesilmiş. Hemen “aslanlarım, kaplanlarım, salman” diye bağırdıysa da, hayvanlar kuyruklarını bile kımıldatmadılar. Fillere koştu; filler dahi delikanlıyı yakalayamadılar. Bunları gören güzel:

“Eğlen biraz delikanlı Ben sihirli tarağımı alıp geleyim. Benim burada bulunmamın bir gerekçesi kalmadı artık. Ben de seninle geleceğim.”

Delikanlı, fillerin tehlikesinden kurtulunca, arkasına bakmadan, oturup kızı beklemeye koyuldu. Az sonra kız, zehirli tarağı elinde delikanlının yanına geldi.

“Yum gözlerini yiğidim,” dedi. Balıkçının oğlu gözlerini açtığında, kendini evinin kapısı önünde buldu. Ertesi gün kızın peliğini padişahın önüne bıraktı, dünya güzelini de birlikte getirdiğini söylemeden, evine döndü. Padişah baktı ki saçlar tüm elmastan, sevincinden yerinde duramaz oldu. Fakat balıkçı oğlunun işgüzar komşuları gene yemediler, içmediler, haberi saraya çabucak ilettiler.

“Bre kendini bilmez adam, diye kükredi padişah. Çinhindi güzelini kendine mi alıkoydun?”

“Fakat padişahım, siz benden saç istediniz, saç getirdim, dedi delikanlı. Kendisini istemediniz ki, size getireyim.”

Bunun üzerine padişah, bir an düşündü. “Ben bu balıkçı oğlundan, dünyada bulamayacak bir şey isteyim de, bulamasın. O zaman boynunu cellâda vurdururum, diye geçirdi içinden. Sonra delikanlıya dönerek:

“Bana üç tane cennet elması getirdin, getirdin. Getirmezsen, boynunu vurduracağım,” dedi.

Delikanlı saraydan ayrılıp, üzgün üzgün eve geldi. Bunu gören Çinhindi güzeli:

“Neden böyle üzgünsün yiğidim?” diye sordu.

“Padişah benden üç tane cennet elması istedi. Ben cennet elmasını nereden bulurum. Ben üzülmeyeyim de, kim üzülsün. Cennet elması dünyada bulunur mu?” dedi delikanlı.

“Getirmezsem boynumu cellâda vurduracak.”

“Tasa etme yiğidim,” dedi kız. “Ben sana yardım ederim.” Sonra her ikisi evden çıkıp, ıssız bir yere vardılar. Sihirli tarağı şöyle bi sıvazladı kız. Delikanlı kendini Kaf-ı Küf dağının cennet bahçesinde buldu. Bahçenin içinde iki havuz vardı. Biri altından, biri gümüşten. Türlü çiçekler bahçenin güzelliğini tamamlıyordu. Delikanlı, kızın dediklerini hatırlayarak, çiçeklerin arasına saklandı. Tam öğle üzeri, üç tane Zümrüdüanka kuşu gelip gümüş havuzun kenarına kondular. Sonra kuşlar esvaplarını çıkarıp birer huri kızı oldular, havuza girip yıkandılar. Durulanmak için altın havuza geçince, delikanlı, esvaplardan birini çiçeklerin arasına çekti. Durulanan huri kızları esvabını giyip uçtu. En son kalan esvapsız kaldı. O zaman delikanlı çiçeklerin arasından kendini gösterdi.

“Bana üç tane cennet elması getirirsen, esvaplarını veririm” dedi. Huri kızı, elmaları getireceğine söz verdikten sonra esvaplarını giydi, cennete varıp bir heybenin terkisini elma ile doldurdu, bütün huri kızları ile helâlaşıp delikanlının yanına döndü. Çünkü insanoğlunu gören huri kızlarına artık cennet haramdı.

“İşte yiğidim, dedi. Hem elmaları, hem kendimi getirdim. Ben artık senin eşin oldum. Delikanlı elinde tarağı sıvazladı, bir anda kendini evinin kapısı önünde buldu. Hiç oyalanmadan heybenin terkisinden üç tane elma alıp padişahın huzuruna çıktı. Padişah, burcu burcu kokan elmaları görünce, hemen bir tanesini kesip yedi. Cennet elmasının çekirdeği iki tane olurmuş. Çekirdeklerin ikisini de masanın üzerine koydu, bunlar iki elma oldu. Cennet yiyeceği tükenmez, çoğalır. Padişah bunu görünce:

“Aslanım, cennete nasıl vardın?” diye sordu.

“Allah diledi, vardım.” Bunun üzerine padişah yeniden düşünceye daldı. Bu halini gören veziri:

“Padişahım, ne düşünürsünüz öyle?” dedi.

“Şu balıkçı oğlunun kerametlerini düşünüyorum.” Balıkçının oğlu evine dönmüş, üç güzel kızın yanında oturuyordu. Bunu gören komşulardan biri, yemedi, içmedi, haberi çabucak saraya iletti.

“Aman padişahım, balıkçının oğlu bu sefer de bir huri kızı getirmiş. Böylesi ancak size yaraşır,” dedi.

Padişah hemen balıkçının oğlunu çağırttı ve:

“Üç gün içinde, denizin ortasına, altlı üstlü bir saray yaptınsa, yaptın. Yapamazsan boynunu cellâda vurduracağım, diye kükredi.”

Balıkçının oğlu evine gene üzgün dönmüştü. Bu sefer huri kızı:

“Neden böyle üzgünsün yiğidim?” diye sordu.

“Padişah benden, üç gün içinde, denizin ortasına, altlı üstlü bir saray yapmamı istedi. Yapamazsam boynumu cellâda vurduracak. Ben üzülmeyeyim de kimler üzülsün?”

“Tasa çekme yiğidim, dedi huri kızı. Ben sana yardım ederim.” Sonra kapıya çıkıp, ellerini birbirine vurunca, bütün huri kızları güvercin olup geldiler.

“Her biriniz bir taş getirip denizin ortasına altlı üstlü bir saray yapacaksınız.”

Güvercinlerden her biri bir yana dağılarak, az sonra birer taşla döndüler, göz açıp kapayıncaya kadar, denizin ortasına altlı üstlü bir saray yaptılar ki, dille anlatmak mümkün değil.

“Hadi şimdi git, o gözü doymaz padişaha, pek arzuladığı sarayının bittiğini söyle,” dedi huri kızı, balıkçının oğluna. Gelsin, gezip görsün içini.

Padişah vezirini alıp deniz kenarına geldi ki, gözleri bir anda sarayın güzelliği karşısında kamaşıverdi. Sonra kayıklara binip saraya girdiler. İşte ne olduysa, o zaman oldu. Huri kızının bir el çırpması ile binlerce güvercin, koyu bir bulut gibi üşüşüverdiler.

“Herkes, getirdiği taşını alıp, eski yerine götürsün,” dedi huri kızı. Bir anda, o göz kamaştırıcı saraydan ve o gözü doymaz gaddar padişah ile akıl hocası vezirinden en ufak bir iz bile kalmadı. Onları doyura doyura ancak engin denizin tuzlu suları doyurmuştu ama hayatları pahasına.

Balıkçının oğlu elli gün sazınan, altmış gün davulbazınan öylesine gösterişli bir düğün yaptırdı ki, konanlar göçtü, yiyenler içti, maşallah diyen geçti. Darısı öteki balıkçı oğullarının başına.

Derleyen: Veysel ARSEVEN – Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, 1966, sayı: 207

masal, öykü, hikaye, Anadolu masalları, Türk Masalları, masal oku, hikaye oku, masal okuma, hikaye okuma, çocuk masalları, peri kızı, huri kızı, huri, cennet elması, balıkçı, rüya, padişah, tılsım, büyü,  zehir, dünya güzeli, çok güzel masal,

The post Masal Okuma: “BALIKÇININ OĞLU” Masalı appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/masal-2/masal-okuma-balikcinin-oglu-masali.html/feed 0
Türk Masalları; “Peri Kızı” https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/turk-masallari-peri-kizi.html https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/turk-masallari-peri-kizi.html#respond Wed, 03 Oct 2018 12:48:55 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=1441 Türk Masalları; “Peri Kızı” Hikaye Oku; Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pireler berber iken develer tellal iken, ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken zamanın birinde bir köylü kadını varmış. Her gün bu kadının evinin önünden geçen bir delikanlı, kadının sokağa bir tas süt döktüğünü görür, merak edermiş. Delikanlı bir gün […]

The post Türk Masalları; “Peri Kızı” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Türk Masalları; “Peri Kızı”

Hikaye Oku;

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pireler berber iken develer tellal iken, ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken zamanın birinde bir köylü kadını varmış. Her gün bu kadının evinin önünden geçen bir delikanlı, kadının sokağa bir tas süt döktüğünü görür, merak edermiş.

Delikanlı bir gün gene oradan geçerken köylü kadının koca bir tas süt döktüğünü gürünce, dayanamamış seslenmiş:

<

p style=”text-align: justify;”>“Nedir o döktüğün?”
Kadın kapıdan içeri giriyormuş. Delikanlının yüzüne bakmadan cevap vermiş:

“Ne olacak, kızımın elinin kiri…”

Bu cevap karşısında hayrete düşen delikanlı, yere eğilip çukurda birikmiş olan sütleri iyice muayene etmiş. Bunun temiz sütten başka bir şey olmadığını görmüş. Kalkıp koşa koşa eve gitmiş. Annesine:

“Aman anne, demiş, şuracıkta bir köylü kadını oturuyor. Oradan her geçişimde taslarla süt dökerdi. Bugün merak edip sordum. «Kızımın elinin kiri» dedi. Baktım gayet temiz süt. Elinin kiri böyle olursa, kız kim bilir ne kadar güzeldir…”

Annesi demiş ki:

“Hiç böyle şey olur mu be oğlum?”

Delikanlı ısrar etmiş:

“Yalan söylemek âdetim değildir anne. Bunu sende bilirsin. Evet, gördüğüm şey hakikaten süttü.”

O vakit kadın:

“Peki, demiş, bundan bize ne?”

Oğlan hemen cevap vermiş:

“Ne var olur mu anneciğim? Sen bana geçenlerde, evlenme zamanın geldi, artık evlendirelim de yuvanı bil, çoluk çocuk sahibi olmak en büyük mutluluktur, dememiş miydin? İşte şimdi sırası. Bu kadının kızını bana iste!”

Meğer köylü kadını o zaman hiç evlenmediği için, kızı falan yokmuş. Şaka olsun diye delikanlıya öyle söylemişmiş.

Delikanlının annesi, kızı görmek için köylü kadının evine gitmiş. Köylü kadın hiç belli etmeden:

“Kızım hasta,” demiş, şimdi yatıyor. Onu görmenize ne lüzum var? Hem çok güzel, hem de hamarattır. Görmeden alırsanız alırsınız, yoksa kızımı göstermem!

Oğlanın annesi, kızın hastalığına inanmış, elinin kiri süt gibi beyaz olan kız elbette güzeldir, diye düşünerek kadınla sözü kesmişler. Evine dönmüş. Vakit geçirmeden düğün hazırlıklarına başlanmış. Hazırlık çabuk bitmiş. Düğün günü kızı almak üzere gelin arabasını köylü kadının evine göndermişler.

Köylü kadın gelin arabasını görünce, etekleri tutuşmuş. Şimdi ne yapacak? Gelin diye arabaya kimi bindirecek.

Böyle düşünüp dururken aklına bir çare gelmiş. Hemen mutfağa girerek bir kazana un doldurmuş. Unu su ile karıştırarak hamur yapmış. Hamuru insan şekline sokup kurusun diye bırakmış. Ellerini iyice temizledikten sonra hazırlanmak için yukarı çıkmış. Köylü kadın iyice hazırlanıp aşağıya indiği zaman hamurdan insanın da adamakıllı kuruduğunu görmüş. Onu alıp odanın birine götürmüş. Gelin elbisesini üzerine giydirip telleri başına takmış. Hamur gelinin, hakiki bir geline tamamen benzediğini görünce, onunla beraber, kapının önünde duran gelin arabasına binmiş. Araba hemen yola çıkmış. Araba gidiyor, köylü kadın da düşünüyormuş. Düğün evine varınca damadın koluna gelin diye kimi verecek? Çaresiz bu defa işin aslı meydana çıkacak, kendisi de herkese rezil olacak…

Köylü kadın kendi kendine böyle düşünürken araba da büyük bir gölün kenarından gidiyormuş. Gölün hem büyük, hem de derin olduğunu görünce, aklına bir çare gelmiş. Hamur gelinin üzerinden elbiseleri çıkarıp arabacıya belli etmeden onu göle atmış. Hemen arkasından da:

“Eyvahlar olsun, kızım göle düştü!” diye bağırmış.

Araba durmuş. Adamlar köylü kadının başına toplanmışlar. O durmadan ağlıyor, sızlıyormuş. «Gelin göle düştü» diye düğün evine haber göndermişler. Bu fena haber karşısında çok üzülen delikanlı, arkadaşlarıyla beraber gölün yanına gelmiş. Ağaçlardan bir tane sal yapmışlar. Balıkçıların ağlarını alıp göle açılarak ağları derinlere bırakmışlar.

O sırada gölün dibinde üç peri kızı top oynuyormuş. Yukarıdan doğru balık ağlarının indiğini görünce:

“Acaba dünya nasıl yer ki,” demişler. “Şu ağlara balık yerine biz takılsak, yukarı çıkar mıyız?”

Onlar böyle konuşurlarken, ağlar da bunlara doğru iyice yaklaşmış. Perilerin en küçüğü:

“Ben bu ağlardan birine tutunup dünyaya çıkacağım,” demiş. “Haydi hoşçakalın.” Küçük peri, en yakındaki balık ağını iyice yakalamış. Yukarıdakiler bir ağırlık hissederek ağları çekmişler. Suyun üstüne ayın on dördü gibi bir kız çıkınca, köylü kadın bağırmış.

“İşte kızım çıktı!”

Kızı alıp arabaya bindirmişler. Köylü kadın ona hemen gelin elbiselerini giydirmiş, tellerini, duvağını takmış. Gölden çıkan bu kızın, kendisini büyük bir felaketten kurtardığını düşünerek ferahlamış. Araba yeniden yoluna devam ederek düğün evine gelmiş. Gelini karşılamışlar. Kırk gün, kırk gece süren bir düğünden sonra peri kızı ile oğlan evlenmişler.

Delikanlı, eşine her gün «Köylü kızı» diye takılırmış. Onu adıyla değil, «Köylü kızı» diye çağırdığından, peri kızı kocasına gücenmiş. Delikanlı ne isterse yapmaya, fakat bir tek kelime bile konuşmamaya başlamış. Oğlan bakmış ki, olacak gibi değil, karısı hiç konuşmuyor. Ne yapsın da onu konuştursun?

Bir gün ona şakadan:

“Seni bir odaya kapatırım,” demiş.

Peri kızı o vakit konuşmuş:

“Kapatırsan kapat, demiş, başa gelen çekilir.”

Delikanlı kızmış; tutup karısını bir odaya kapatmış. O günden sonra evin işlerini delikanlının büyük ablası görmeye başlamış. Abla bir gün demiş ki:

“Köylü kızı acaba ne yapıyor? Gidip bakayım.”

<

p style=”text-align: justify;”>Gidip odanın anahtar deliğinden kızı gözetlemeye başlamış. Peri kızı o sırada bir yer minderine oturarak:
“Ateşim yan!” demiş.

Odanın içinde bir tıkırtı olmuş, nar gibi kömür dolu bir mangal kendi kendine gelerek peri kızının önünde durmuş.

Delikanlının ablası, içerde olanları hayretle seyrederken, peri kızı:

“Yağım gel!” diye seslenmiş.

Bu defa da içinde yağ bulunan bir tava kendi kendine gelip ateşin üzerine oturmuş. Biraz sonra yağ, ateşin üzerinde cızırdamaya başlamış. Peri kızı, iki elini birden tavanın içine sokarak:

“On parmağım, balık ol da piş,” diye seslenmiş.

Tavanın içinde on balık pişmeye başlamış. Balıklar piştikten sonra, peri kızı bunları bir tabağa koyarak öğle yemeğinde yemesi için kocasına göndermiş. Oğlanın ablası, peri kızının yaptıklarını kıskanmış. Kendi kendine, «onun yaptığını ben de yaparım», diyerek mutfağa gitmiş:

“Ateşim yan!” demiş.

Fakat ne gelen var, ne giden. Kalkıp ateşi yakmış. Mangalı önüne getirmiş. Bu iş bitince:

“Yağım gel!” diye seslenmiş.

Gene gelen giden yok. Yerinden kalkıp bir tavaya yağ koyarak almış, mangalın üzerine oturtmuş. Bu sefer:

“On parmağım balık, kardeşimin ağzına layık!” diyerek parmaklarını tavadaki kızgın yağa batırmış. Parmakları yanınca, bağıra bağıra mutfaktan dışarı fırlamış. Ev halkı bunun başına toplanmışlar. O da köylü kızının yaptıklarını aynen yapmak istediğini, fakat ellerinin yandığını anlatmış. Ablasının parmaklarının yanmasına çok üzülen delikanlı, bu sefer de ev işlerinin idaresini ortanca ablasına bırakmış.

Peri kızı, bir gün bahçedeki kuyudan su çekiyormuş. Oğlanın ablası da pencereden onu seyrediyormuş. Kız, elinden kovayı kaçırmış. Fakat hiç telaşlanmamış. Saçından bir tel kopararak kuyuya uzatmış. Saç uzamış, uzamış, kuyunun dibine inmiş. Sonra peri kızı çekmeye başlamış. Kova yukarıya çıkmış.

Oğlanın ortanca ablası, peri kızının yaptıklarını kıskanmış. Kendi kendine, «bunu ben de yaparım», diyerek bahçeye inmiş. Kuyunun başına giderek kovayı bırakmış. Sonra onu yukarıya çıkarmak için saçından bir tel koparıp kuyuya uzatmış. Fakat saçı uzamamış. Bu sefer başını kuyunun içine sokup saçlarını sarkıtmış. Kuyunun dibine değsin diye iyice uzanmış. Ayağı yerden kalkmış, kendini tutamayarak kuyuya yuvarlanmış, boğulmuş. Ortanca ablasının da başına bu felaket gelince, oğlan, karısının yanına giderek:

“Senin yüzünden büyük ablamın parmakları yandı,” demiş. “Bu sefer de ortanca ablam boğuldu. Nedir bu yaptığın? Konuşacaksan konuş, yoksa seni hiçbir yere çıkarmam!”

Peri kızı konuşmuş:

“Sen bilirsin!” demiş.

Delikanlı, karısının ağzından başka söz çıkmayınca, yanından ayrılmış. Fakat ona kızgınlığı da artıyormuş. Bu defa çaresiz olarak evin işleri delikanlının küçük ablasına kalmış. Bir gün evde ekmek bitmiş. Küçük abla kendi kendine:

“Ne yapsak, ekmeği nasıl yetiştirsek?” diye söylenerek dolaşıyormuş. Peri kızı evde ekmeğin bittiğini onun sözlerinden anlamış. Hemen kollarını sıvamış:

“Fırın, gel!” diye seslenmiş.

Bir patırtı, bir gürültüden sonra odanın ortasında kocaman bir fırın meydana çıkmış. Delikanlının küçük ablası gürültüyü duyunca, ne oluyor, diye merak edip peri kızını gözetlemeye başlamış.

Peri kızı, bu sefer:

“Ateşim yan!” demiş.

Çok geçmeden fırının gürül gürül yandığı görülmüş. Peri kızı ateşe şöyle bir baktıktan sonra:

“Hamur teknesi buraya gel!” diye seslenmiş.

<

p style=”text-align: justify;”>Bir tıkırtı olmuş. Koca bir hamur teknesi fırının yanına gelip durmuş. Peri kızı hemen soyunarak fırının içine girmiş. Saçlarını süpürge gibi yaparak külleri bir tarafa, ateşi bir tarafa çekip fırından çıkmış. Tekneden hamur alıp ekmek yaparak fırına koymuş. Böylece bir tekne
hamurdan pek çok ekmek yapmış. Ekmekleri olduğu gibi kocasına göndermiş.

Anahtar deliğinden peri kızının yaptıklarını gören küçük abla, onu çok kıskanmış. Kendi kendine demiş ki:

“Kardeşim bu ekmekleri şimdi bunun yaratıverdiğini öğrenirse, her şeyi unutur. Onunla barışır. Hâlbuki her şey kendiliğinden oldu. Ben de onun gibi yapabilirim…”

Doğru mutfağa koşarak:

“Fırınım yan, hamurum yuğrul!” diye seslenmiş.

Fakat ne fırın yanmış, ne de hamur yuğurulmuş. Gidip fırını yakmış. Tekneye su koyup hamur yuğurmuş. Sonra ateşle külü saçlarıyla süpürüp ayırmak için fırına girmiş. Girer girmez de yanmış, kömür olmuş. Küçük ablasını da kaybeden delikanlının kederi artmış. Onun da karısının yüzünden öldüğünü zanneden delikanlı, hemen peri kızının yanına giderek demiş ki:

“Sen benim ablalarımın ölümüne sebep oluyorsun, onlardan ne istiyorsun ki?”

Delikanlı, ablalarının kıskançlık yüzünden böyle felaketlere uğradıklarını bilmiyormuş. Peri kızının cevap vermediğini görünce, oradan ayrılmış, sokağa çıkmış.

Peri kızı, kocası gittikten sonra seslenmiş:

“Yağ küpü, bal küpü, buraya gelin!”

İki küçük küp, tıkır tıkır peri kızının önüne gelmişler. Kız demiş ki:

“Benim küçük küplerim, şimdi çarşıya gideceksiniz, yağcıdan yağ, balcıdan bal dolup kardeş kardeş geleceksiniz! haydi güle güle…”

İki küçük küp, tıkır tıkır odadan çıkmışlar. Açık olan sokak kapısından da çıkarak yola koyulmuşlar. Önden giden delikanlıya yetişip onun yanından geçmişler. Delikanlı, iki küçük küpün insan gibi yürüdüklerini görünce, şaşırmış, merak ederek peşlerine düşmüş. Küpler gitmiş, bu gitmiş, küpler gitmiş, bu gitmiş. Nihayet çarşıda bir dükkânın önünde durmuşlar. Yağcı, küplerden birine yağ koymuş. Bunlar diğer bir dükkâna, balcıya gitmişler. Bu işler bitince, küpler geriye dönüp yola koyulmuşlar. Delikanlı da arkalarından… Küpler tıkır tıkır yürüyerek eve gelmişler. Kapıdan içeri girerlerken, yağ küpü, bal küpüne çarparak onun ağzını kırmış. Buna canı sıkılan bal küpü, ağlamaya başlamış.

“Yaptığını beğendin mi, demiş, hanımıma söyleyeyim de o da senin ağzını kırsın…” Yağ küpü demiş ki:

“Kardeşim, bir kaza oldu. Hanım eline sopayı alırsa, ben ona «Ay baban, Güneş annen, Yıldız kardeşlerinin başı için vurma!» derim, o da bana dokunmaz.”

Gene tıkır tıkır yürüyerek kızın oturduğu odanın kapısının önüne gelmişler. Delikanlı da bunların peşinden yarılmıyormuş. Bal küpü içeriye girmiş, ağlayarak:

“Hanımım,” demiş, “bu benim dudağımı yardı.”

Peri kızı, oradan bir sopa bulup yağ küpünün üzerine yürümüş. Tam vuracağı sırada, yağ küpü yalvarmaya başlamış:

“Peri kızı, beni dövme! Ay baban, Güneş annen, Yıldız kardeşlerinin başı için dövme, bir kaza oldu…”

Peri kızı bu sözler karşısında sopayı elinden atmış. Delikanlı da o anda içeriye girerek:

“Ay baban, Güneş annen, Yıldız kardeşlerinin hatırı için konuş!” demiş.

O zaman peri kızının dili iyice açılmış. Kocasına cevap vermiş:

“Sen bana nerden geldiğimi, kim olduğumu sordun mu? «Köylü kızı» diye alay ettin. Köylü kızı bile olsam, alay mı etmen lazımdı? Sen bana hiçbir şey sormadığın için, ben de sana darıldım, konuşmadım.”

Delikanlı:

“Hakkın var, demiş, kabahatli olan her zaman cezasını çeker. Ben bugüne kadar cezamı çektim. Artık her şey düzeldi. Söyle bakalım şimdi, kimsin, nereden geldin?”

Peri kızı anlatmaya başlamış:

“Biz üç peri kardeşiz. Bir gün gölün dibinde top oynuyorduk. Yukardan doğru balık ağları inmeye başladı. Bu ağlara takılıp da yukarı çıksak, acaba dünya güzel midir, dedik. Ben ablalarımdan ayrılarak ağlara tutunup yukarıya çıktım. Bir kadın «İşte kızım çıktı» diye bağırdı. Beni alıp buraya getirdiniz. Düğün yapıp benimle evlendin. Sonra da «Köylü kızı» diye alay etmek istedin! Ben de sana gücendim, bir daha konuşmadım. Üstelik beni haksız yere odaya kapadın!

Karı koca barışmışlar. O günden sonra birlikte mutlu yaşamışlar. Onlar ermiş muradına, darısı sizin başınıza.

TEZEL, Naki; Türk Masalları I, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1990.

The post Türk Masalları; “Peri Kızı” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/turk-masallari-peri-kizi.html/feed 0