Warning: Cannot modify header information - headers already sent by (output started at /home/hikayelerimizden/public_html/wp-config.php:1) in /home/hikayelerimizden/public_html/wp-includes/feed-rss2.php on line 8
Hayat hikayeleri arşivleri - Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/tag/hayat-hikayeleri Hikaye Çeşitleri Tue, 25 Jan 2022 17:46:35 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hikayelerimizden.sirv.com/WP_hikayelerimizden.com/2020/06/c/r/n/cropped-hikayelerimizden.png?w=32&h=32&scale.option=fill&cw=32&ch=32&cx=center&cy=center Hayat hikayeleri arşivleri - Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/tag/hayat-hikayeleri 32 32 Hikaye “Aydan Gemi Yapanlar” https://hikayelerimizden.com/duygusal-hikayeler/hikaye-aydan-gemi-yapanlar.html https://hikayelerimizden.com/duygusal-hikayeler/hikaye-aydan-gemi-yapanlar.html#respond Tue, 25 Jan 2022 17:43:20 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8292 Hikaye “Aydan Gemi Yapanlar” Işıklar geniş pencereli evlere yürüdü önce… Ve camların önünde dolaştı, kapıların önünde dolaştı, caddelerin derinliklerine baktı, sarıdan bir boya çekti. Tamam! İyi ama şehir bir tek cadde, bir tek sokak da şehir değildi. Yeryüzünün büyük aydınlıklar, bereketler dağıtan lambası sonradan aşağılara, çok aydınlık, çok sıcak isteyen, küçük, yaşama yaşama beliren kahverengili, […]

The post Hikaye “Aydan Gemi Yapanlar” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Hikaye “Aydan Gemi Yapanlar”

Işıklar geniş pencereli evlere yürüdü önce… Ve camların önünde dolaştı, kapıların önünde dolaştı, caddelerin derinliklerine baktı, sarıdan bir boya çekti. Tamam! İyi ama şehir bir tek cadde, bir tek sokak da şehir değildi. Yeryüzünün büyük aydınlıklar, bereketler dağıtan lambası sonradan aşağılara, çok aydınlık, çok sıcak isteyen, küçük, yaşama yaşama beliren kahverengili, külrengili ev yığınlarına doğru yöneldi. Birinci yosunlu kiremitler. İkinci teneke damlar. Damlar. Küçük damlar. Yavaş yavaş okşadı hepsini. Işıklarını böldü. Kimini iyice sivriltti, kimine biçim falan vermeden birkaç avuç birden fırlattı…

Ve güneş; aydınlıklara sarmaşanların yürüdüklerini, kapılardan girdiklerini, kapılardan alanlara çıktıklarını, bitmez tükenmez koşulara katıldıklarını, yarışmaların çoklarını yitirdiklerini, hep aynı çevre içinde ve belli sürelerde bir altmış yetmiş yılı tükettiklerini, sonunda bu çabalarının bir hiçe varmak olduğunu anlamadıklarını, yeniden yeniden, yeni aptallıklarla doğduklarını gördü.

İşte şimdi, yukarılardaki yerine iyice yerleşen güneş hala bu gerçeği bulamayan insanlara kızmıyor, sıcak sıcak bakıyordu.

O bakadursun Hacer Hanım, oğlunun odasına girdi. Bir baktı pencereye. Aaa! Komşunun damından aşağıya doğru güneş odanın tek küçük penceresinden kolunu uzatıyor. Maviler, tozlar, beyazlar. Helezon bir lira büyüklüğünde dört yuvarlak yapıyordu yorganın üzerinde. Kızdı güneşe. Örttü hemen perdeyi. Bir oraya, bir buraya fırlatılmış ceket, pantolon, çorapları topladı, samanları çıkmış eski koltuğa koydu. Tabaktaki yemekten az yenmişti. Su bardağının içinde cigara söndürülmüştü… Çok içiyordu bugünlerde… Geceyarıları öksürüyordu. Bardaktaki zifirli, tütün rengi suyu, ıslak cigara kağıdını döktü… Uyandırmaya kıyamadı birden… Duvardaki resimlere baktı. Biri oğlunun, Şeyh Ahmet kılığında bir resmi. (Şeyh Ahmet: Ünlü bir filmin kahramanı.) Bir deniz manzarası. Bir kıvırcık saçlı delikanlı… Uzun uzun ve isteksiz bakıyordu kıvırcık saçlı delikanlı odaya. Kadın o resme uzandı, tozunu aldı.

“Allah rahmet eylesin!” dedi.

Komşu tarafındaki duvarda kadın resimleri. Hepsi gülüyordu. Gülen insan güzel insan.

“Bu dünya sizin kızlar. Gülün. Durmadan gülün kızlar.”

Esmer, büyük gözlüsünün yanağına bir çimdik attı.

“Resim olmasan, seni oğluma alırdık kal..k!” dedi. “Odayı süpürürsün, bulaşıkları yıkarsın, yemeği pişirirsin. Bir de torun yaparsın bana. Alırım kız. Vallahi alırım…” Önüne, sonra gene kıza, ama acılı baktı. “Ah kız… Ah kara kızım benim. Gelmezsin sen bu eve. Bu eve sıçanlar gelir. Örümcekler gelir. Kediler gelir. Kız sen hep orada duracaksın be. Hep güleceksin oğluma.”

Elinin ayasıyla, alnındaki terleri sildi oğlunun.

“Hakkı, hişt Hakkı!”

Hakkı hızla soluyor, alnını kırıştırıyor, burnunu titretiyordu… Ne oluyordu buna? Yoksa gerçekte her yandan kuşatmış olaylar düşlerinde de mi rahat bırakmıyorlardı onu? Gene kırıştırdı alnını. Elini birden uzattı yukarıya. Ağlamaya eğilimli bir durum aldı tıraşlı yüzü ve gözlerinin çevresi ıslandı.

“Hakkı. Hakkı ne oluyorsun?”

“Hııı…”

Yana döndü.

Tıpkı babasıydı… Babası da onbeş, yirmi kere çağırmadan uyanmazdı. Ağırdı uykusu… Babası… Çoktan çürümüştü… Hakkı’yı doğurduğu gün geldi gözlerinin önüne… Kocası heyecanla: Bu çocuk belki uğurlu gelir. Belki kurtuluruz bu sıkıntıdan, demişti. Bayram yapmışlardı o günlerde… Ama, adam ölüp gitmiş, hala kurtulamamışlardı. Oysa adam, oğlunun gelişiyle kurtulacaklarına inanıyordu…

Silkindi.

“Hakkın… Aaaa!”

“Hııı…”

“Kalk oğlum. Geç kalacaksın. Yedi düdüğü çoktan öttü.” (Ötmemişti oysa. Ama anada, ananın şurasında iğneli ve büyük bir tedirginlik vardı. Korku da denebilirdi buna. Geç kalmasını, ustalarından söz işitmesini istemiyordu. Hakkı, birden açtı gözlerini. Uzun uzun belirsiz bir yere baktı, sonra döndü, kollarını anasına uzattı. Ana oğlunun kollarına atıldı. Sarılıştılar.

“Saat kaç?”

“Yedi düdüğü öttü.”

İşte şimdi birden vapur, fabrika düdükleri bağırmaya durdular. Hakkı anasına baktı.

“Ne yapayım. Korkuyorum,” dedi kadın.

Oğlan anasını kucağına aldı, öteki odaya uçurdu.

“Erkek kuvveti ah ah.”

“Ne o?”

“Hiç, hiç. Hadi git yıkan.”

Oğlan dışarıya çıkarken ardından kaygıyla baktı.

“Tam evlenme, ev bark kurma zamanı.”

Oğlan yıkandı, tarandı, giyindi, geldi sokağa bakan pencerenin önündeki sedire oturdu. Dalgın dalgın sokağa baktı. Hiçbir sorumluluk taşımayan, olayların büyüklüklerine sırt çevirmiş bir rahatlık vardı içinde… Sokakta ayaklar. Sokakta ağızlar. Sokakta kelimeler. Geçiyorlar. Cigara dumanları, öksürükler. İnsanlar durmadan hep bir yerlerden kalkıp bir yerlere doğru gidiyorlardı. Bu gidişlerin kimisi koşu oluyordu. Bir uzaklığa varma koşusu çokça. Camı fiskeledi, sevinçlerin, öfkelerin, acıların canlılığını ince ince ama renksiz ışıklarla anlatan gözlerini odada dolaştırdı.

“Bir rüya gördüm,” dedi.

Anası, sefertasına yemek koyuyordu.

“Hayırdır inşallah!” dedi.

Gecenin ortasında bir yerde uyanmıştı. Dışarıdaydı. Sise benzer bir karanlık vardı. Bu karanlığın altında ne ev, ne insan, ne ağaç, ne kedi, ne de tencere vardı. Bir başınaydı karanlıklarda. Yarı göle, yarı denize benzeyen bir su birikintisinin kıyısında çıplak ayaklarla yürüyordu. Sular, ufak ağızlarla ayaklarını dişliyor, balıklar gülüyordu. Birden balıkların gülmesi çığlığa benzer bir durum aldı ve su birikintisinin ortasından yuvarlana yuvarlana gökyüzüne yükselen bir ay, ışıklarını ona çevirdi. Yalnız onu aydınlatacakmış ve onun için doğmuş… Şaşkın şaşkın aya bakıyordu. Elleri, ayakları ışık içindeydi. Işıktan bir adamdı. Işıklar şarkı söylemek istediğini mi uyarttı, yoksa şarkıya benzer bir şeyler mi oldu çevresinde, derken, dağların sivrilerinden aşan, köyleri, şehirleri, memleketleri dolaşan bir büyük sesle yürümeye başladı. Ses ufalır ufalmaz yukarlarda tepsi gibi duran ay birden yassılaştı, uzadı uzadı, teknesi, yelkenleri, yelken ipleri ışıklarla donanmış bir gemi oldu. Bir dünyaymış bu gemi. İplerinde, teknesinde, dümeninde memleketler, şehirler varmış. Bu şehirlerde, memleketlerde karanlık hiç yokmuş. Hep ışık. Hep ışık. Aydınlıklara doğru yürüdü ve uzaklarda bir gemi daha belirdi. Birincisinden küçüktü. Aralarında bir köprü vardı. Bu gemi, insanların duygularını taşıyormuş. Her duyguyu bir renk belirtiyormuş. Bir gemi daha… Daha, daha… Ve bütün aylar kıyıda deli deli dolaşıp duran, bir türlü suya giremeyen oğlana döndüler.

“Birbirlerinizi seviniz… Seviniz… Seviniz… Seviniz.”

Gemiler uzaklaşıyordu.

Oğlan ellerini uzatıyor, bağırıyordu ama, onlar hep:

“Sevin… Sevin… Sevin… Sevin!” diyorlardı. Sonra gemiler kayboldu.

Hakkı:

“Kayboldular ana,” dedi üzüntüyle.

Ana sevinçle boynuna sarıldı oğlunun.

“Çok büyük kısmet var sana,” dedi. “Ay murattır . Su kuvvettir. Işıklar, renkler. Ne güzel. İnşallah o aylar kapımıza doğar.”

“İnşallah!” dedi, kalktı, sefertasını aldı, ıslık çala çala sokağa çıktı.

Muzaffer Buyrukçu

Büyükler için Hikaye, Kısa hikaye, En kısa hikaye, Hikayeler, Etkileyici hikayeler, Aşk hikayeleri, Romantik aşk hikayeleri, Hayat hikayeleri, Kısa Dramatik hikayeler, Yaşanmış hayat hikayeleri oku, Hüzünlü hikayeler, Acıklı hikaye kısa, Acıklı hayat hikayeleri, Duygusal masallar kısa, Zor hayat hikayeleri,
Gerçek hikayeler, Muzaffer Buyrukçu hikayesi,

The post Hikaye “Aydan Gemi Yapanlar” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/duygusal-hikayeler/hikaye-aydan-gemi-yapanlar.html/feed 0
Hikaye “Hiçbir Şeyden Korkmayan Adam” https://hikayelerimizden.com/hikaye-2/hikaye-hicbir-seyden-korkmayan-adam.html https://hikayelerimizden.com/hikaye-2/hikaye-hicbir-seyden-korkmayan-adam.html#respond Mon, 24 Jan 2022 17:39:52 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8286 Hikaye “Hiçbir Şeyden Korkmayan Adam” Dört hayalet oturmuşlar, hayalet dumanı tüttürüp, çene çalmakta, hoşça vakit geçirmekteymişler, her ne kadar hayaletlerin hoşça vakit geçirmeleri olanaksız da olsa. İçlerinden biri, “Onu hiçbir şeyin korkutamadığı bir genç adam olduğunu duydum. Bizlerden bile korkmazmış,” demiş. İkinci hayalet, “Var mısınız, ben onu korkutacağım,” demiş. Üçüncüsü ise, “Onun aklını başından alıp, […]

The post Hikaye “Hiçbir Şeyden Korkmayan Adam” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Hikaye “Hiçbir Şeyden Korkmayan Adam”

Dört hayalet oturmuşlar, hayalet dumanı tüttürüp, çene çalmakta, hoşça vakit geçirmekteymişler, her ne kadar hayaletlerin hoşça vakit geçirmeleri olanaksız da olsa. İçlerinden biri, “Onu hiçbir şeyin korkutamadığı bir genç adam olduğunu duydum. Bizlerden bile korkmazmış,” demiş.

İkinci hayalet, “Var mısınız, ben onu korkutacağım,” demiş.

Üçüncüsü ise, “Onun aklını başından alıp, kaçıp saklanmasını sağlamalıyız,” demiş.

Dördüncü hayalet, “Hadi iddiaya girelim; ortaya bir şey koyalım,” demiş. “Onu korkutmayı başaran kazansın.” Ve böylece hayalet atları üzerine iddiaya tutuşmuşlar.

Derken bu hiçbir şeyden korkmayan genç adam bir gece tek başına dolaşmaktaymış. Ay gökte tabak gibi parlamaktaymış. Birden ilk hayalet yolu üzerine çıkıvermiş, ona bir iskelet şeklinde görünerek. Hayalet, “Huu, dostum,” demiş, dişlerini takırdatıp, tamtam sesleri çıkararak.

“Selam kardeşim,” demiş genç adam da, “ama yolumun üstündesin. Çekil şöyle kenara da, geçeyim.”

“Benimle çomak çember oyunu oynamadan olmaz. Kaybedecek olursan, seni de kendim gibi iskelet haline sokarım bak, ona göre!”

Genç adam basmış kahkahayı. İskeleti büküp kocaman bir çember haline getirip, otlarla bağlamış bir güzel. Bacak kemiklerinden birini çomak yerine eline almış ve başlamış yol boyunca çevirmeye, sayı üstüne sayı alarak,  adam, “Sanırım oyunu ben kazandım,” demiş. “Ya top oynamaya ne dersin”

İskeletin kafasını almış ve bacak kemiğiyle vura vura önüne katıp, top gibi yuvarlamaya başlamış.

Kurukafa, “Of, canımı yakıyor, başımı ağrıtıyorsun!” demiş.

“Ama bunu sen istemedin mi. Kim oyun oynayalım dedi, sen mi ben mi ?

“Sen sırılsıklam bir salaksın be!”

Genç adam bir tekmede kurukafayı yolun kenarına atarak, yoluna devanı etmiş.

Biraz daha ilerlediğinde, ikinci hayalet çıkmış karşısına, o da iskelet kılığında. Üzerine atlayıp kemikli elleriyle yakalamış onu. İskelet, “Haydi, dans edelim dostum,” demiş.

Genç adam, “Çok iyi bir fikir, iskelet kardeş,” demiş. “Peki tamtam ve sopası diye ne kullanacağız? Ha, buldum!” İskeletin uyluk kemiğiyle, kafasını eline alan genç adam, kemikle kafasına vura vura dans edip, şarkılar söylemeye başlamış.

Kurukafa, “Dur, dur be ya!” diye bağırmış. “Böyle de dans edilmez kı Canımı acıtıyor, başımı ağrıtıyorsun.”

Genç adam, “Yalan söylüyorsun hayalet efendi,” demiş. Hayaletlerin canı falan acımaz.”

Kafatası, “Valla hayaletleri bilmem ama benim canım fena halde yanıyor”

Genç adam, “Bir hayalet için canın biraz fazla tatlı,” demiş. “Gerçekten de, düş kırıklığına uğradım. Şöyle bir parça eğlenelim dedik, sızlanmalarınla içine ettin. Hadi defol git de başka bir yerlerde inilde.”

Genç adam kurukafayı bir tekmede kenara atmış, iskeleti darmadağın etmiş.

Hayalet, “Bak şimdi, yaptığını beğendin mi,” diye sızlanmış, “kemikleri toparlayıp, bir araya getirmek için saatlerce uğraşmam gerekecek. Ne kötü bir adamsın sen be!”

Genç adam, “Oflayıp, puflamaktan vazgeçsene sen,” demiş. Hiç olmazsa canın sıkılmaz.” Sonra yoluna devam etmiş. Çok geçmeden karşısına diğer hayalet çıkmış, gene iskelet şeklinde. Genç adam, “E, sıktınız ama artık,” demiş. “Öncekiyle aynı kişi misin sen? Biraz geride rastlamadım mı sana ben?”

Hayalet, “Yo, onlar benim kuzenlerimdi,” demiş. “Onlar pek koftur. Ben ise çetin cevizimdir. Hadi güreş edelim seninle. Ben kazanacak olursam, kendim gibi iskelete çeviririm seni de, ona göre!”

Genç adam, “Bak dostum,” demiş. “Seninle güreşmeye falan hiç niyetim yok. Erkeksen gel kızak kayalım seninle. Bunun için dağın tepesinde yeteri kadar kar var. Kaymak için bizon kaburgaları gerekir ama senin göğüs kafesinle idare ederim ben.”

Genç adam iskeletin göğüs kafesini alarak, onu kızak gibi kullanmış. Tepeden aşağıya hızla kayıp giderken, “Oh be, ne keyifli!” demiş.

Hayaletin kafatası, “Dur be yahu, dursana!” diye bağırmış. “Kaburgalarımı kıracaksın!”

Genç adam, “Dostum biliyor musun, kaburgaların yokken pek komik görünüyorsun. Cüce gibi duruyorsun. Al, işte!” demiş ve göğüs kafesini kaldırdığı gibi ırmağa atmış.

“Beğendin mi yaptığını! Göğüs kafesim olmadan ben ne halt ederim? Onlarsız yapamam ben.”

“Atla o zaman suya ve dalıp çıkar onları. İyi bir banyoya ihtiyacın var zaten senin, bana kalırsa. Karının pek hoşuna gider bu iş.”

Hayalet aşağılanmış bir halde, “Ne demek istiyorsun sen? Ben kendim kadınım zaten!” demiş.

“İskelet halindeyken pek belli olmuyor ki, şekerim,” demiş ve yoluna devam etmiş, genç adam.

Ve sonunda baş hayaletin karşısında bulmuş kendini. İskelet bir ata binmiş bir iskelet şeklindeymiş, reisleri. İskelet, “Seni öldürmeye geldim!” demiş.

Bunun üzerine genç adam hayalete çeşitli suratlar yapmaya başlamış. Gözlerini deviriyor, dişlerini gösteriyor, onları gıcırdatıyor ve garip sesler çıkarıyormuş. “Ben kendim bir hayaletim zaten, hem de senden bin kere daha berbat bir hayalet,” demiş.

İskeletin ödü kopmuş ve iskelet atını sürüp, kaçmaya çabalamış ama genç adam onu dizginlerinden yakalamış. “Ne kadar da bir atım olsun istiyordum,” demiş. “Yeteri kadar yürüdüm. İn aşağıya bakiim!” İskeleti eyerinden al aşağı ederek, paramparça etmiş. İskelet ne kadar ağlayıp sızlasa da, genç adam iskelet ata atladığı gibi, sürmüş köyüne doğru. Tam gün doğmak üzereymiş ve onu gören, su almaya ırmak kenarına gitmekte olan kadınlar basmışlar çığlığı. Onların çığlıklarına bütün köy uyanırken, korkudan titreyerek, kaçışmışlar. Çadırlarının kapılarını aralayıp bakan insanlar onu bir iskelet atın üstünde görünce pek korkmuşlar. Güneş doğar doğmaz iskelet at yok olmuş. Genç adam kahkahalara boğulmuş.

Onun bu iskelet ata binme hikayesi bütün köyde dilden dile dolaşır olmuş. Genç adam daha sonra bir gurup insanla bir araya geldiğinde, böbürlenerek hayaletleri nasıl arkalarına bakmadan kaçırdığını anlatmış. İnsanlar başlarını sallayarak, “Yahu, bu genç adam gerçekten de ne cesurmuş! Hiçbir şey korkutamıyor onu. Şimdiye kadar yaşamış en gözü pek insan o,” demişler.

Derken ufacık bir örümcek genç adamın gömlek kolundan içeri süzülüvermiş. Birisi onu uyarınca, “Öööö! Alın şu böceği üzerimden ne olur! Örümceklere hiç dayanamam! Ööööö!” diye basmış çığlığı. Titreyip, kıvranarak sızlanmayı sürdürmüş. Küçük bir kız gülerek eliyle alıvermiş minik örümceği onun üzerinden.

Kızılderili Öyküsü – (BRULE SIU KABİLESİ)

Büyükler için Hikaye, hikaye, korku hikayesl, komik hikaye, iskelet, kısa hikaye, Kısa hikaye, En kısa hikaye, Hikayeler, Etkileyici hikayeler, Aşk hikayeleri, Romantik aşk hikayeleri, Hayat hikayeleri, Hayalet Hikayeleri 2020, Hayalet hikayeleri oku, Hayalet Hikayeleri Türkçe Dublaj, Hayalet Hikayeleri TLC, En korkutucu hikayeler, hayalet, hayaletler, Hayalet Hikayeleri Kitap,

The post Hikaye “Hiçbir Şeyden Korkmayan Adam” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/hikaye-2/hikaye-hicbir-seyden-korkmayan-adam.html/feed 0