Warning: Cannot modify header information - headers already sent by (output started at /home/hikayelerimizden/public_html/wp-config.php:1) in /home/hikayelerimizden/public_html/wp-includes/feed-rss2.php on line 8
Hikaye Okumak arşivleri - Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/tag/hikaye-okumak Hikaye Çeşitleri Sun, 17 Mar 2024 23:00:48 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hikayelerimizden.sirv.com/WP_hikayelerimizden.com/2020/06/c/r/n/cropped-hikayelerimizden.png?w=32&h=32&scale.option=fill&cw=32&ch=32&cx=center&cy=center Hikaye Okumak arşivleri - Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/tag/hikaye-okumak 32 32 Hikaye Oku: “Bu Yollar Uzar” Hikayesi https://hikayelerimizden.com/hikaye-2/hikaye-oku-bu-yollar-uzar-hikayesi.html https://hikayelerimizden.com/hikaye-2/hikaye-oku-bu-yollar-uzar-hikayesi.html#respond Sun, 17 Mar 2024 23:00:48 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=9319 Hikaye Oku: “Bu Yollar Uzar” Hikayesi Postacı Hayri; 26 yaşında bir delikanlı. Belediye kâtibine bir kağıt götürmüştü, dönerken kasabın çırağına rasgeldi. Çırak onu görünce durdu: Hayri’ye: — Kuzu ciğer istemişsin, dedi, usta ayırdı. Eve götürdüm, kimse yoktu. İstersen şimdi al, istersen dükkândadır, eve giderken alırsın! “Evde kimse yoktu” sözü kulağını tırmaladı. — Kapıyı vurdun mu? […]

The post Hikaye Oku: “Bu Yollar Uzar” Hikayesi appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Hikaye Oku: “Bu Yollar Uzar” Hikayesi

Postacı Hayri; 26 yaşında bir delikanlı. Belediye kâtibine bir kağıt götürmüştü, dönerken kasabın çırağına rasgeldi. Çırak onu görünce durdu: Hayri’ye:

— Kuzu ciğer istemişsin, dedi, usta ayırdı. Eve götürdüm, kimse yoktu. İstersen şimdi al, istersen dükkândadır, eve giderken alırsın!

“Evde kimse yoktu” sözü kulağını tırmaladı.

— Kapıyı vurdun mu? Diye sordu.

— Vurdum. Evde adam olsaydı duyardı. Komşular duydular.

— Koy dükkana, ben uğrar alırım.

Yürüdü, postaneye gitti. Yüreğinde bir sıkıntı, bir ateş. Altı aylık evlidir. Karısını gözünden kıskanıyor. Adamın aklına en olmayacak şeyler gelir!…

Postanede duramadı, Arkadaşına:

— Recep, dedi, sen buradan ayrılma. Beni yukarıdan sorarlarsa, belediye ye gitti, de. Ben eve kadar bir gideyim. Şimdi gelirim.

Kasaptan ciğeri aldı, bir solukta eve.

Yukarı mahallede oturuyorlardı. Evinin kapısına varınca cebinde anahtarını aradı. Elleri titriyor “Elbet bir şey var ki, ellerim böyle titriyor.” diye düşünüyordu.

Kapıyı açtı. Hiç ses yok.

Kapının sağ yanında her gün oturdukları odaya baktı. Yok. Kapının arkasında, çiviye asılmış bir erkek ceketi ile pantolon var. Buz gibi oldu. “Bunlar kimin” diye düşündü. Kendisinin!… Kıskançlık gözlerini bürümüş, görüyor da tanımıyor.

Yattıkları odanın kapısını açarken içeride karısını bir yabancı ile görecekmiş gibi geliyordu. Orası da boş.

Nereye gitti? Komşulara gitmez. Hırsız korkusu ile evi boş bırakmaz. Bırakacak olsa bile haber verir. Onu nerede aramalı?

Ciğeri mutfakta bırakıp kaynatasının evine gidecekti. Ara kapıyı açıp bahçe üstüne, camekânlı sofaya çıktı. Kulağına kadın sesleri geldi. Bahçe büyük, ağaçlarda kapıyor, kimler olduğu görülmüyor. Eğildi, ağaçların altına baktı. Karşı duvarın dibinde birkaç kadın var. Kendi kız kardeşini tanıdı.

Elinde ciğerle bahçeye çıktı. Komşu kızları, hasım kızları toplanmışlar; çocuklukları akıllarına gelmiş olsa gerek, köşe kapmaca oynuyorlar. Bağrışıp gülüşüyorlar.

Biraz yaklaşınca karısı onu gördü. Koştu, ciğeri elinden aldı, mutfağa girdi, oradan da sabunla el havlusu getirdi.

Hayri; kızlara sataşıp alay etmek istiyor, karısı da:

—Hadi, ellerini yıka, ellerini yıka. Çabuk olsana, diye bağırıyor. Hayri’yi kuyu başına çekiyordu. Hayri sevindi. Karısının yüzüne bakıp güldü. Sonra ellerini yıkadı. Elinde havlu ile kızlara doğru yürüdü:

– Ulan şu ettiğiniz işe bakın be! İçinizde bu evli, bu da evli – kendi kız kardeşini göstererek – bu da sözüm yabana, nişanlı. Kalanınız da at gibi kızlar, bağırtınızdan deniz kıyısında durulmuyor!

Kızlar:

—Sen karışma, git işine, diye bağırdılar.

Hayri onlara bakıp gülüyordu.

Kız kardeşi:

—Yıkıl, git oradan, sen bize ne karışıyorsun diye bağırdı.

Hayri:

—Ulan, dedi seni alan herifte kaz kadar beyin var mı?

Karısı havluyu elinden alıp:

—Hadi git işine, diye kolundan çekiştirmeye başladı.

Kızlar da arkasından ittiler, Hayri’yi bahçeden aşırdılar. Karısı da arkasından geldi. Eve girince Hayri durdu. Karısını kucakladı. Bağrına bastı. Sanki kırk yıldır görmemiş gibi. Yüzünden, gözünden öptü. Doyamıyor, bitiremiyordu.

Karısı:

— Canım ne yapıyorsun? … Çocuk musun? … Kızlar bahçede diye, çırpınıyor!

Güçle elinden kurtuldu.

Hayri, evden çıktı. Elleri ceplerinde, ıslık çalarak, ayaklarını sürterek yokuşta aşağı iniyordu. Denizden karpuz kokuları geliyor. Uzakta gök kavşağında bir duman var. Bugün posta günü mü?

Yetim Mehmed’in evinin köşesinde Semerci Halil ustaya karşı geldi. Halil usta, yokuşu yavaş yavaş çıkıyor. Soluyarak:

— Ne o Hayri, dedi, evden mi geliyorsun? Geceler yetmiyor değil mi?

— Yok valla, dayı. Ciğer almıştım da eve bıraktım… İşte gidiyorum.

Halil usta, Hayri’nin arkasından söylendi:

— Git bakalım… Git ya! Ama bu işler e böyle sürer sanma! Benim de günde üç yol eve gidip dükkâna döndüğüm olurdu. Sonra yollar uzadı. Şimdi tövbeler olsun… İkindiyin dükkândan çıkıyorum, akşama eve zor yetişiyorum. Bir gün gelir bu yollar, sana da uzar anladın mı? Bu yokuşlar sana da domuzlaşır. Tıknefeste at gibi solur solur da çıkamazsın. Bak bana! Gidi gençlik…

Hayri, bu sözlerin hiç birini işitmedi.

Çoktan yokuşu inmiş, beklide postaneye de varmıştır.

Memduh Şevket ESENDAL 

Memduh Şevket Esendal – Biyografi

Memduh Şevket Esendal 29 Mart 1883 tarihinde Çorlu’da Rumeli göçmeni olan yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.

Çocukluğu savaş yıllarına rastladığından dolayı  maddi sıkıntılar nedeniyle düzenli bir eğitim görememiştir. Ancak kendi kendisini yetiştirmiş; Arapça, Farsça, Fransızca öğrenmiştir. Babasının ölümünden sonra çalışarak ailesinin sorumluluğunu üstüne aldı, 1900’de gümrük memurluğu yapmış,  İstanbul Teftiş kuruluna çağrıldı, parti müfettişi olarak görev yaptı. Tüm yurdu gezdi. Kurtuluş savaşında Atatürk ile birleşen İttihatçıların arasında yer aldı.

Büyük Millet Meclisi kurulduktan sonra, 1921’de orta elçi olarak Azerbaycan Bakü’ye gönderilmiştir. Dönüşünde “Meslek” adlı haftalık siyasi gazeteyi çıkarmış, çeşitli liselerde tarih ve coğrafya öğretmenliği yapmıştır. Tahran elçiliğine atandı. Elazığ’dan Milletvekili oldu. Kabil ve Moskova elçiliği yaptı. Bilecik’ten milletvekili oldu. Daha sonra CHP genel sekreteri olarak seçildi.

1945 yılından itibaren siyasi hayatına son vermiş ve sadece edebiyata yönelmiştir. Dergi ve gazetelerde yazıları yayımlanmış ve eserleriyle ödül almış olan sanatçı 16 Mayıs 1952’de Ankara’da yaşamını yitirmiştir.

Esendal’ın ilk yazıları İrtika (1902), Musavver Fen ve Edep (1900) gazete ve dergilerinde çıktı. Ama onun asıl hikayeleri ne zaman yazdığı bilinmiyor. Yayınılanan ilk hikayesinin 4 kanunu­evvel 1324 (17 aralık 1908) tarihli Tanin gazetesinde çıkan “Veysel Çavuş” olduğu Muzaffer Uyguner tarafından saptandı. İkinci olarak yayımlanan ise Çığır gazetesinin 1911 tarihli sayısında yer alan “İkisinin Arasında” adlı hikayesidir. Yine bu derginin 47. sayısındaki “Korku” adlı hikaye onundur. Ağustos 1912 tarihini taşıyan “El Malının Tasası” daha sonraları Meslek dergisinde “Vapur Davası” adıyla yayımlandı (31 mart 1925), son kez de “Temiz Sevgiler” adıyla işlenerek aynı adı taşıyan kitabına alındı. Toplanabilen hikayelerinin sayısı 69′ a ulaştı.

1934 yılında M.Ş.E. takma adıyla Ayaşlı ile Kiracıları romanını yayımladı. Bu roman CHP’nin düzenlediği roman yarışmasında derece aldı. Ülkü, Sanat ve Edebiyat Gazetesi, Seçilmiş Hikayeler Dergisi, Türk Dili, Ulus dergi ve gazetelerinde hikayeleri yayımlandı.

Politikadaki kişiliğini ayrı tutmak istediğinden çalışmalarını, sayıları 12’yi bulan takma adlarla yayımladı. M.Ş.E., Mustafa Yalınkat, Mustafa Memduh, M.Oğulcuk, İstemenoğlu en çok kullandığı takma adlarından oldu.

Esendal, Cumhuriyet dönemi öykücülüğünde kendine özgün bir yer edindi. Bu yer, gelişim çizgisindeki Türk öykücülüğü için önemli bir kilometre taşı sayıldı. O yıllarda birkaç usta öykücü kişiliğinde temsil edilen Türk öykücülüğü, Esendal’ın kaleminde apayrı bir nitelik gösterdi. Esendal, toplumumuzun büyük çoğunluğunu oluşturan vefalı, çalışkan; evine, işine, yurduna bağlı insanları severek anlatan bir usta öykücümüz oldu. Fethi Naci, “Telgraf yazar gibi yazıyor romanını” dedi.

Kısaca Edebi Kişiliği

  • Türk edebiyatında Çehov tarzı öykünün ilk temsilcisidir.
  • Kişilerin günlük yaşamda dikkat çekmeyen yönlerini anlattığı öyküleri ile tanınır.
  • Durum öyküsünün ilk temsilcisi olan yazarın son derece güçlü bir gözlem yeteneği vardır.
  • Kendi ifadesiyle “topluma ayna tutan” bir sanatçıdır. Toplumun aksayan yanlarını, insanların psikolojik sorunlarını ruhsal durumlarını ele almıştır.
  • Öyküyü gereksiz süslemelerden kurtarmıştır. Dili, konuşma dilidir.
  • Yapıtlarında sıradan insanların gündelik yaşamlarını anlatmıştır.
  • Hayatı ve olayları nesnel bir şekilde yansıtmıştır. Edebiyatsız edebiyat yapmaktan yanadır.
  • Kişilerini daha çok İstanbul Aksaray’daki orta tabakadan seçmiştir.

Memduh Şevket Esendal’ın Eserleri

Roman:

  • Ayaşlı ve Kiracıları (1934-1957)
  • Vassaf Bey (1983, ölümünden sonra)
  • Miras

Öykü

  • Bir Kucak Çiçek
  • Bizim Nesibe
  • Gödeli Mehmet
  • Güllüce Bağları Yolunda
  • Hava Parası
  • İhtiyar Çilingir
  • Kelepir
  • Mendil Altında
  • Otlakçı
  • Sahan Külbastısı
  • Veysel Çavuş
  • Gönül Kaçanı Kovalar
  • Mutlu Bir Son
  • Hikayeler 1. Kitap (1946, Otlakçı adıyla 1958)
  • Hikayeler 2. Kitap (1946 Mendil Altında adıyla 1958)
  • Temiz Sevgiler (iki cilt, ölümünden sonra 1983)
  • Veysel Çavuş (1984, ölümünden sonra)
  • Bir Küçük Çiçek (1984, ölümünden sonra)
  • İhtiyar Çilingir (1984, ölümünden sonra)
  • Bütün eserleri 9 cilt olarak 1983-1984’te yayınlandı

Hatıra

  • Tahran Anıları ve Düşsel Yazılar

Mektup

  • Kızıma Mektuplar
  • Oğullarıma Mektuplar

hikaye, hikaye oku, öykü, masal, biyografi, Memduh Şevket Esendal, düşündüren hikayeler, duygusal hikayeler, hikaye okumak, hikaye arşivi, hikaye örnekleri, Memduh Şevket Esendal hikayeleri,

The post Hikaye Oku: “Bu Yollar Uzar” Hikayesi appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/hikaye-2/hikaye-oku-bu-yollar-uzar-hikayesi.html/feed 0
 Hikaye “Bünyamin’in Düşüşü” https://hikayelerimizden.com/sizden-gelen-hikayeler/hikaye-bunyaminin-dususu.html https://hikayelerimizden.com/sizden-gelen-hikayeler/hikaye-bunyaminin-dususu.html#respond Tue, 05 Sep 2023 17:42:10 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=9157  Hikaye “Bünyamin’in Düşüşü” Televizyonun hipnotize edici ışığı an bean değiştirilen kanallar yüzünden göz kırpıp duruyordu, kumandanın efendisi, iki oda bir salon evin tek otoritesi, çekirdek ailesinden son kalan üye de öldüğünden beri tek başına yaşayan bir sessizlik düşkünü, otobüse yürüyerek yetişmeye çalışan, borç verenle göz göze geldiği an özenle kaçmaya başlayan, otuz beşine merdiven dayayan, […]

The post  Hikaye “Bünyamin’in Düşüşü” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
 Hikaye “Bünyamin’in Düşüşü”

Televizyonun hipnotize edici ışığı an bean değiştirilen kanallar yüzünden göz kırpıp duruyordu, kumandanın efendisi, iki oda bir salon evin tek otoritesi, çekirdek ailesinden son kalan üye de öldüğünden beri tek başına yaşayan bir sessizlik düşkünü, otobüse yürüyerek yetişmeye çalışan, borç verenle göz göze geldiği an özenle kaçmaya başlayan, otuz beşine merdiven dayayan, kara saçları her yıl daha da kırlaşan, her yıl daha da dökülen ve bu yüzden ara ara ağzından eksik etmediği ay çekirdeği kabuklarını televizyon ekranına tükürerek genlerine söven bir adam, lisede hafızasına ekilen otuz beş yaşlı malum şiir şu son yıl içinde olur olmadık durumlarda aklına gelmeye başlayan, şimdiye dek dünya ağacındaki yasak elmaları hamutuyla yiyen ve yemeye devam eden somurtkan bir âdemoğlu, canı istediğinde bağırır ve küfreder ve kahkahalar atar ve sarhoş olur ve olur olmadık eylemleri ardı ardına bağlar, kafa kâğıdında BÜNYAMİN TUFAN yazıyor, babası memurdu su işlerinde, annesi maaşsız-memurdu ev işlerinde, adı ise ünlü bir iş adamından geliyordu. Büyük adamdı, derdi babası, hiçbir büyüklüğünü göremedik be baba.

Adı anılmaya değmez bir devlet dairesinin en alt katında, üst kattakilerin politik doğruculuğu boş vermiş bir benzetmeyle, fare yuvası dedikleri arşive benzeyen bir yerde çalışıyordu. Tabii ki fare yuvası benzetmesini hiçbir zaman benimsememişti, evet, fareler vardı, karanlıktı, havasızdı, kâğıt kokuyordu, fare ölüsü kokuyordu, tavandan sarkan titrek ampullerin ara sıra çıkarttığı akım-gidip-geliyor sesiyle, farelerin insan kulağının vıc vıc diye
algıladığı dedikodu sesi mütemadiyen birbirine karışıyordu, ama benimsememişti işte, masasının üzerindeki tabelada Arş. Grv. Bünyamin Tufan yazıyordu, tatmin ediciydi, daha fazlasını istemiyordu da aslında, şartlar istemesini gerektirdi. Bünyamin şartların adamıydı, şartlar denizinde yüzmezdi o, sırt üstü uzanır ve o denizde sürüklenmeyi beklerdi, bu son sefer de yine çok acayip bir yöne sürüklenmiş, o bile şaşmıştı denize, halbuki hiç şaşırmayan bir adamdı, katil filmin yönetmeni bile çıksa şaşırmazdı, kitapların önce sonunu okurdu, paket yapılmış hediyeleri sevmezdi, sürprizlerden bilhassa nefret ederdi, kötü kokulardan nefret ederdi, hem mecazi hem gerçek anlamda, buzdolabından gelen bozuk kokusu, üst kattan gelen pis işlerin kokusu, üçüncü sütunda sondan beşinciyle altıncı kitaplığın arasında boylu boyunca uzanan cansız bedenin gün geçtikçe şiddeti artan çürük kokusu. Ne biçim de kokuyordu ceset.

Aslan bizonu kovaladı, bizon kaçtı arkasına bile bakmadan, Bünyamin heyecanla takip etti bu gösteriyi, kaçan da kovalayan da insan olsaydı yine aynı hissiz yüz ifadesini koruyabilir miydim acaba? diye merak etti kısa bir süre, sonra boş verdi, bizon dereleri aştı, çıplak tepeleri, güneşin alnında kovalamaca devam etti ve dış ses büyük bir iştahla yorumladı, Bünyamin yerinde huzursuzca kıpırdandı, önündeki kahve sehpasında duran kâğıt parçasına, Sonu belli kovalamacalar tedirgin ediyor, yazdı, ikiliklere adanmış bir defteri vardı kendisinin, adettendir ki, amacının dışında kullanılan 2001 yılı ajandasıydı, sayfaların solunda bir eylem, sağında da karşıt bir eylem başlığı bulunurdu, tedirgin edenler – rahatlatanlar, güldürenler – ağlatanlar, koşturanlar – yürütenler, susturanlar – bağırtanlar. Bizon muhtemelen birbirine benzeyen yirminci tepeciği tırmandı ve nihayet, nefes nefese, sürüsüne ulaştı, sürüsüne bereket. Aslan durakladı, bizon sürüsüne şöyle bir baktı, gerisin geri kaçarken Bünyamin de kâğıda, Avcıdan kurtulanlar rahatlatıyor, yazdı.

Buzdolabını açtı ve küçük dikdörtgene zar zor sığan cesede bir kez bile bakmayıp, dolap kapağındaki yumurtalığa koyduğu gofretlerden bir tane aldı ve kapağı kapatıp soğukkanlılıkla televizyonun başına döndü. Yüzünde ikircikli bir ifade vardı, ya gerçekten belgesele dalmıştı, ya da zihninde Buzdolabımda ceset var! diye bağıran diğer Bünyaminlerden birinin sesine kayıtsız kalmaya çalışıyordu. Diğer Bünyaminler tedirgin ediyor. Susmaları rahatlatıyor.

Yelkovan ve akrep zamanın peşinde, hızla döndüler, gece karardı ve açıldı, güneş göğe tırmandı ve Bünyamin Tufan adı anılmaya değmez devlet dairesinin döner kapısından girip, daha bu saatten meşgul insanların arasından geçerek, kindarca basılan klavye tuşu sesleri -kâğıt hışırtıları – bir baştan diğer başa bağırış çağırışlar – verilen selamlar alınan selamlar ve çay hüpletme sesleri eşliğinde, Birinci Kat’ın boş masalarından birine, cesetten boşalan masaya oturdu. Sandalyenin dönmüyor oluşu sinirini bozdu, aşağıdaki, yani arşivdeki, yani fare yuvasındaki sandalyesi dönenlerdendi, sıkılınca dönmenin rahatlığı bir başka oluyordu. Midesi bulanana dek.

Arşiv görevlisiyken, aşağı balya balya belge getiren Birinci Katta mevki sahibi kişilerle konuşurdu ara sıra, kadının biri gelmişti bir keresinde, elleriyle göğsüne bastırdığı belgelerle. Laf lafı açmış, abartısız ast-üst gülüşmeleriyle muhabbet olağandan bir yirmi saniye daha uzamış ve kadın alt katın mütereddit flüoresanlarından kaçarcasına merdivenlere koşarken, Buradan kurtulmak istiyorsan, ezeceksin birilerini, demiş ve ceketini düzelterek, merdivenlerin karanlığında kaybolmuştu. O an fark etmişti Süha, kadın erkeğe benziyordu, ya da adı anılmaya değmez devlet dairesinin kendisine.

Adamı öldüreceği günün sabahı televizyonun önündeki sürtünmeden dolayı rengi atmış kanepeye oturup, beş liracıdan aldığı duvara asılı matbaa çıktısı tabloya saplamıştı bakışlarını. Beyaz gömlekli kırmızı kravatlı kara paltolu melon şapkalı bir adam beline kadar gelen bir briket duvarın önünde öylece dikiliyordu, kollarını hazırolda dururcasına yapıştırmıştı vücuduna, briket duvarın ardında yağmur habercisi bir gökyüzü berrak bir denizle kesişmekteydi ve tepeden görünmez bir iple sarkıtılmış yeşil bir elma yüzünden adamın yüzünü seçemiyordunuz. Ben miyim bu adam? diye merak etmişti o an, yoksa ‘ezeceğim’ adam mı?

Adamı öldüreceği günün akşamı, topuk sesleriyle ve gökten düşen kamikaze damlalardan sakınmak için açılan şemsiyelerin şaklamalarıyla dolu iş çıkışında, Bünyamin elinde bir taşla, gözüne kestirdiği bir ensenin peşine düşmüştü, bir erkek ensesinin, boyu bir yetmiş civarı, kilosu doksan yüz. Adamı karanlıklarda takip etmiş, sokak lambasının ışığı altında elindeki taşı enseye indirmişti, enseye, kafanın arkasına, art arda, kafatasına çatlatırcasına, kafayı asfalta gömmeye çalışırcasına. Elbette her şey planlıydı, hiçbir şey rastgeleliğin eline bırakılmamıştı. Nasrettin’di adamın ismi, arşive inip çıkardı, kendini anlatıp dururdu, sadece kendini, çünkü kendinden başkası yoktu, yapayalnızdı, uyurken yalnız, kalktığında yalnız, kahvaltısını ederken yalnız, eve döndüğünde yine yalnızdı, aynı Bünyamin gibi. O kadar az insan varlığından haberdardı ki, öldüğünde kimse arayıp sormadı bile, Bünyamin Nasrettin oldu, ya da Nasrettin Bünyamin’di zaten, kimse ayırtına varmadı. Fakat bir ay geçti, eller meydana çıkardı foyayı.

Nasrettin Yılmaz olarak, masasının başında yaptığı iş önüne konan belgelerdeki rakamları toplamak ve bilgisayara geçmekten ibaretti, adı anılmaya değmez devlet dairesinin bu Birinci Katı sanki bir fabrikaydı ve kendisi de bürokrasi üretim bandının başında çalışan bir işçiydi, belge arşive gitmeden önce kim bilir kaç kişinin elinden, kim bilir kaç işlemden geçmişti, ona da kala kala saymanlık (kendi koymuştu yeni vazifesinin ismini) yapmak kalmıştı, özenle kendi evine taşıdığı ceset buzdolabının içinde iki büklüm halde, çürümekte, morarmakta, kendisiyse burada rakamları toplamakta, doğruluklarını kontrol etmekteydi, Ama günlerden bir gün, kesin olmak gerekirse, kendini terfi ettirdiği günün tam bir ay sonrası, kendisine ‘ezme’ öğüdü veren kadının İkinci Kata terfi ettirilişini alkışlarla kutlarlarken, bu birbirine çarpan avuç içlerinin, birleşen ve uzaklaşan bu parmakların ve kırışıklıkların kendine ait olmadığını fark etti, bu yaşlı eller kendi vücuduyla alakasızdılar, başkasınındılar, ne işi vardı onda bu ellerin?

Evine koştu, gerçekten koştu ama. Tabii bunun için mesai bitimini bekledi. Aynada yüzüne baktı, gözleri yeşil, avurtları çökük, alnı kırış kırıştı, şu var ki, bu yüz ona ait değildi, birisi sırtından ittire ittire altmışlı yaşlara götürmüştü sanki, dolaptaki cesedin yaşına, ve yüzüne. Ne zamandan beri aynaya bakmıyordu, çok olmuş muydu bu değişimi geçireli, yoksa koşarken mi değişmişti yüzü? Deri değiştiriyordu sanki, uyum sağlıyordu, kimliksizleşiyordu, Nasrettin Bünyamin’di, Nasrettin herkesti.

Yeni elleriyle karşıtlar ajandasını açtı ve yeni parmaklarıyla tükenen kalemini tutup aklına ilk gelen şeyi yazdı: kaya tuzu. Saçmaydı, sayman oldu olalı defterine bir şey yazamaz olmuştu, yazdıkları da bilinçaltındaki anlamlandırılmayı bekleyen kelimelerden ibaretti, anlamlandıramıyordu ama, yüzünü
asıyordu sadece. Hamamböceği yazdı kaya tuzunun karşısına, halıda gezinen kara noktadan ilham almıştı, kıfk kıfk sesi eşliğinde, ışıktan kaçmaya özen göstererek dolanıyordu, ışıkla karşılaştığında feleği şaşıyor, ne yapacağını bilemez hale geliyordu. Gölgeler vardı her yerde şimdi, bütün duvarlara karanlık sinmişti, televizyonun ışığı belli aralıklarla hâkimiyeti ele geçirmesine rağmen. Hamamböceğini avucuna aldı, önce-o konuşsun sessizliği, böceğin gözlerini Bünyamin’e olası dikişleri, İnsan evladının elindeki telefonla Hayvan evladına ışık tutuşu, yine kıfk kıfk adımlarla böceğin tüm rahatsız ediciliğiyle Bünyamin’in elinin tersine tırmanıp ışıktan kaçışı, kendini koruyuşu, Bünyamin’in elini silkeleyişi ve hamamböceğinin düşüşü. Benim düşüşüm nasıl olacak peki?

Yine işte geçen bir gün, yeni parmakları da eskimişti, Nasrettinli yüzüne çoktan alışmışlardı, herkes zaten birbirine benziyordu burada, temkinli yapılan şakalara temkinli gülücüklerle karşılık veriliyordu, nizami dizili dikdörtgen masalarda memurlar damgalıyorlar, imzalıyorlar, hesaplıyorlar, telefon görüşmeleri yapıyorlar, sorun çözüyorlar veya sorunu hasıraltı ediyorlar ya da sorunu başkasına, bir asta devrediyorlardı ve masaları kesen yatay ve dikey koridorlarda hızlı adımlarla yürüyorlardı, ama hiç koşmuyorlardı, imzaladığı belgeleri damgalatmaya götürüyordu bir memur, bir tane görevli aheste aheste bir araba ittiriyor koridorlar arasında, ‘işi biten’ belgeleri Arşive götürmek üzere topluyor, sonra, nasıl oluyorsa oluyor memurun tekinin
ayağı takılıyor hain halıflekse, elindeki belgeler, Birinci Katın duvarları kadar beyaz ve Bina’ya giren ve hemen kovalanan güvercinler kadar uçucu, Onuncu Kattan atlayan adam kadar hafif, uçuştular, saçıldılar ve belki de ilk defa, Nasrettin görünümlü Bünyamin bu kata geldiğinden beri ilk defa, düzen bozuldu, başlar kalktı, temkinli yüz ifadeleri takınmak bırakıldı, bir sürü göz adamın düşüşünü izledi ve bir sürü ağız şaşkınlıkla aralandı, işler aksadı, adam yere yapıştı, işler aksamaya devam etti, kâğıtlar uçuştu açık pencerelerden dışarısının gürültüsüne karıştılar masalara memurların üzerine halıflekse kondular, işler unutuldu gitti, yalnızca bir andan ibaretti sanki bütün bu olanlar, uzun soluklu planda yaşanan ve çabucak örtbas edilen bir aksaklıktı adamın düşüşü, adam hiçbir şey olmamış gibi yerden kalkıp etrafa düştüysem-ne-var-gülüşü atarken, kafasına dank etti o an, jeton düştü, ünlem işareti belirdi kafasının üzerinde. Ya Arşivden Birinci Kata çıkmamış da aslında düşmüşse? Binayı tepetaklak etti zihninde, Arşiv en üste, Onuncu Kat en aşağı geldi. Evet, düşmüştü, düşmeye devam edecekti, tâ ki.

Televizyonun karşısındaydı yine, aslan bu sefer bir ceylanı kovalıyordu, bambaşka bir gösteri vardı karşısında, aslanın yüzünde öfke mi vardı yoksa, geçen ki başarısızlığının hıncını almak ister gibiydi, ya da Bünyamin buna yoruyordu sadece. Bizon kararlılığına karşı ceylan tedirginliği, aslan öfkesine karşı zürafa ağırbaşlılığı, üst özgüvenine karşı ast boyun eğikliği, ceylan sekti sekti sekti, sürüsünü buldu, anasını mı arıyordu, aslan bu sefer geri adım atmadı, çünkü ceylanların tedirginliği gözlerinden okunuyordu, dağılacaklardı, her ceylan kendi bacağından asılır, sekişler doldurdu bozkırları, belki aynı ceylan, belki başka bir tanesi, yarıştan koptu, aslan arayı kapattı, ceylan tedirgince başını çevirdi geriye, aslanın dişleriyle ceylanın boynu çarpıştı, kazanan dişler oldu.

Bünyamin olan Nasrettin işe erkenden geldi. Bütün kat gözüne çok gerçek göründü, isimsiz bir harabenin tarihsel anlamından kopmuş bir odasındaydı sanki, ne için kullanıldığı belirsiz devasa bir odadaydı, masa benzeri şeyler vardı, nizami, ama mezar da olabilirdiler, kapılar vardı başka odalara açılan, belki mezar odalarına, öyle ya da böyle bu haliyle bir anlam ifade ediyordu Birinci Kat, ama masanın başına geçince ve bilgisayarı açınca, eline kalemi alınca ve işe gelenleri izlemeye koyulunca her şey saçmalaşıyordu, oturduğu döner sandalye bile bir anlam ifade etmemeye başlıyordu, sandalye dönse de sağında solunda önünde arkasında hep bir masa vardı, Masa İmparatorluğu’nun sorgulamadan yoksun bir kölesiydi.

Arşiv yazan tabelaya baktı, yazının altında aşağı inen basamakları gösteren bir çizim de vardı, Göstergelerden nefret ediyorum, dedi, eve gidince ajandasına ekleyecekti bu maddeyi. Binanın her yeri böyle göstergelerle doluydu, her şey işaret ediliyordu, edilmesi gerekiyordu belki de, çünkü her şey katman katmandı ve karışıktı ve sırasıylaydı. Sandalyesinden kalktı ve adı anılmaya değmez devlet dairesinin memuruna yakışır adımlarla Arşiv tabelasına doğru ilerledi, göstergeye kapıldı ve aşağı inen merdivenleri takip etti, burnuna değişik bir rutin kokusu gelmeye başlamıştı bile, Birinci Kat’ın kokusu yeşil ve avokado gibi kokuyordu, Arşiv’in kokusu renksiz ve tozluydu, pisti, genzi tıkıyordu. Aşağıda, eski masasının üzerindeki tabela hâlâ duruyordu, Arş. Grv. Bünyamin Tufan. Kafasındaki soru güleç yüzlü bir adamın aniden karanlıklar içinde cisimleşmesiyle cevaplanmış oldu. İlginç, dedi içinden, fakat duruma pek şaşırdığı söylenemezdi, ki şaşırmamış olması daha da şaşırtıcıydı. Adam yüzüyle ve her şeyiyle Bünyamin’di, Nasrettin değil Bünyamin. Erkenciliği bile Bünyamin’di, sırıtışı bile Bünyamin’di, ben Bünyamin deyişi, müstehzi bir sırıtışla tabelayı gösterişi bile aynı Bünyamin’di, Bünyamin değildi, başka biriydi, ya da kimin kim olduğunun önemi yoktu artık, kim sorusu bile işlevini yitirmişti. Ne.

Gökhan SARI

hikaye, hikaye oku, hikayelerimizden, seçme hikayeler, hikaye yazanlar, hikaye yazmak, hikayelerimiz, hikaye okumak,

The post  Hikaye “Bünyamin’in Düşüşü” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/sizden-gelen-hikayeler/hikaye-bunyaminin-dususu.html/feed 0
Çok Güzel Bir Hikaye “Kabuk Kırıcı” https://hikayelerimizden.com/kisa-hikayeler/cok-guzel-bir-hikaye-kabuk-kirici.html https://hikayelerimizden.com/kisa-hikayeler/cok-guzel-bir-hikaye-kabuk-kirici.html#respond Mon, 24 Jul 2023 14:20:29 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=9080 Çok Güzel Bir Hikaye “Kabuk Kırıcı” Kır artık kabuğunu, çık dışarı. Daha ne zamana kadar böyle edilgen ve havadaki nemden bile etkilenen olarak kalmaya devam edeceksin? Tamam okumayı çok seviyorsun, anladık. Ama artık yazmaya da başlamalısın. Ben de sadece okuyorum ama kendime aynı şeyi söyleyemiyorum, çünkü bende yazma yeteneği yok. Belki geliştirebilirim kendimi ama uzun […]

The post Çok Güzel Bir Hikaye “Kabuk Kırıcı” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Çok Güzel Bir Hikaye “Kabuk Kırıcı”

Kır artık kabuğunu, çık dışarı. Daha ne zamana kadar böyle edilgen ve havadaki nemden bile etkilenen olarak kalmaya devam edeceksin? Tamam okumayı çok seviyorsun, anladık. Ama artık yazmaya da başlamalısın. Ben de sadece okuyorum ama kendime aynı şeyi söyleyemiyorum, çünkü bende yazma yeteneği yok. Belki geliştirebilirim kendimi ama uzun bir süreç. Deveye hendek atlatayım daha iyi. Ama sen benim gibi değilsin. Yazmak senin bir nevi işin olmuş. Üstelik bence sen iyi bir yazarsın. Sadece yazmaktan korkuyorsun o kadar, belki bir başlayamıyorsun. Çünkü sende inanılmaz bir tını var kardeşim; sen uçlarda, kenarlarda yazabiliyorsun. Nasıl söyleyeyim, hani filmlerde yüzlerce metrelik kayalık ve uçurumun en kenarındaki taşa zar zor tutunmuş bir can pazarı sahnesi vardır ya, bilirsin. Hani o taşın yavaş yavaş kayması anı vardır ya, işte kardeşim sen tam da oralarda yaşayıp oraları anlatabiliyorsun, bu her adamın, her yazarın kârı değil.

Abartıyor muyum? Hiç de değil? Beni bilirsin, avcılığı severim ama abartmayı sevmem. Silkinip yataktan kalkma vaktin çoktan geldi dostum, bir saniye bile kaybedecek vaktin yok artık bence. İçindekini, dışındakini, etrafındakini, atmosferindekini gösterme zamanın çoktan geldi, geçiyor bile. Saklamak, gizlemek ve susmak daha ne kadar sürecek? Konuş artık be adam, daha olmadın mı? “Ölü utanır” sözü sana daha ne kadar yakışmaya devam edecek? Haydi artık konuş, boz şu suskunluk orucunu. Kaç yıl oldu ağzını bıçak açmadı. Hep okudun, okudun, okudun. Hep konuştu herkes, bir sen konuşmadın. Daha dolmadın mı? Tamam olmadın mı daha? Yetmez mi daha? Kefâret bitmemiş midir daha?

Konuşmak gümüşse, sükût altın” sözünün beyninin ve yüreğinin tüm kılcallarını istilâ etmesi daha ne kadar sürecek? “Önce söz vardı” fermânı senden başka herkes için arz-ı endâm ederken, neden ama neden susan hep sen oldun? Bir kere de sen konuşsan, haykırsan. Bir kez “ben de varım” desen. Yıllarca içine saklandığın yalçın kozaları, kaplumbağanın o sert kabuğunu kırıp da bir çıksan dışarı. Eminim o zaman her şey çok daha güzel olacak.

“Hiç başarılı olmadın mı hayatta?” Hoppala bu da nereden çıktı şimdi? Demek yazarsan başarısız olmaktan korkuyorsun. Yeni bir başarısızlık sende onulmaz yaraların tekrardan deşilmesine neden olacak diye edilgen kalmaya kararlısın yani, öyle mi? Bence sen hayatta hiç de başarısız biri değilsin. Baksana gül gibi bir ailen var, her biri kendi ayakları üstünde durabilecek yaşlara gelmiş çocukların var. Bunlar az bir başarı mı? Biraz önce kendin söyledin, anlattın çocuklarını, eşini. Otuz iki yıl evli kalabilmek bile başlı başına büyük bir başarı bence. Hem sonra başladığın bütün projeleri öyle ya da böyle tamamladın. Kariyerinin zirvesine alnının teriyle, öz çabanla yükseldin. Kıymetini bilmediler diye neden düşmanlarını sevindireceksin ki? Tamam yaptığın çalışmalarla Nobel’e filan aday gösterilmedin, kabul ediyorum. Ama ortalıkta binlerce yazar var zaten aday gösterilmeyen. Sen de iyi biliyorsun ki Nobel denen kurmaca tamamen küresel, politik ve çevresel bir tiyatro aslında. Çalışmanın içeriğinden veya kalitesinden daha çok kafalarındaki subjektif kriterlere göre aday göstertip ödül veriyorlar birilerine. Nobel de nereden çıktı şimdi, neyse hemen terkediyorum bu konuyu. Kısaca birader, kafanı taktığın şeye bak. Hem sonra nice ünlü yazar var ki yazdıkları başlangıçta defalarca reddedilmiş, yayınlanmamış. Ünlü Rus yazar Gogol’un Burun öyküsünü mesela hiçbir yayıncı yayınlamamak istememiş başta; hikayeyi oldukça bayağı buldukları için reddetmişler. Sonra bir kaç yıl sonra Puşkin’in eline geçmiş öykü, okumuş ve anında değerini takdir edip yayınlamış. Adam sarraf, malı bir bakışta anlıyor. Gogol’u reddettiler de ne oldu sanki? Gogol Gogol olmaktan aşağı mı düştü? Kıymeti bilinmiyor diye güneş güneş olmaktan çıkıp ışığı daha bize ulaşmamış kör kütük bir küçük yıldız mı oldu? Ya da altının değerini bilmiyorlar diye altın altınlıktan çıkıp tenekeye mi döndü sanki? Bence sen bırak bu çekingenliği. En kötü ihtimalle okumazlar. Çağının insanlarının okuması şart mı sanki? İsterlerse okumasınlar, kendileri bilirler. Sen zaten kendin için, var olduğun, mutlu olduğun için yazmayacak mısın? Kaldı ki yayınlanan her çalışmayı sanki aman aman binlerce kişi mi okuyor? Hele akademik çalışmaları bir kaç meraklı erbâbından başka kim okuyor Allah aşkına? Ya da hoca yayınını ders kitabı olarak belirlediyse ders geçme hatırına zoraki okumuyorlar mı öğrenciler? Ama ne bileyim yazdıkların belki mesela iki asır sonra okunacak. Birileri kütüphanelerden yazdıklarını arayıp bulacaklar, okuyacaklar ve yararlanacaklar. Belki böylece asırlar sonra arkandan Fâtiha okuyanlar, hayır dua edenler bile çıkabilir değil mi? Bunu bilemeyiz, olabilir. Neden olmasın? Geçenlerde sen söylemiştin ya konuşurken Hz. Muhammed’in şuna benzer bir sözünü:

“Ölen her kişinin sevap-günah defterleri öldükleri an kapanır. Ancak arkasında yararlı ve erdemli evlâtlar, faydalanılan bir bilgi veya okul, cami, köprü gibi hayır eserleri bırakanların amel defterleri kapanmaz, sürekli hesaplarına sevaplar gelir, iyilikler yazılır.”

Onun için muhakkak yazmalısın kardeşim. Rivâyet bu ya, sen daha iyi bilirsin, hani Sokrates öğrencilerine “Oğlum muhakkak evlenin. Karınız iyi çıkarsa mutlu, kötü çıkarsa filozof olursunuz” demiş ya. Sen de onun gibi mutlaka yazmalısın. Her iki durumda da sen kazançlı olursun kardeşim.

“Yazsam ne olacak ki? Neyi değiştirebileceğim mi?” dedin? Bak bence yine çok yanlış düşünüyorsun. Yeteneği olan bir kimse yazmalı, yazmalı, durmadan yazmalı. Olur ki kötü yazdığı yazılar atılır, geride kalan o dupduru metinler ışık olur, dünyayı aydınlatırlar. Biraz önce de söylediğim gibi şu an belki kıymetin bilinmeyebilir, çalışman reddedilebilir ama bunun ne sakıncası var. Gün gelir bir yayıncı takdir eder ve çalışmanı yayınlar. Hem sonra yazar kendisi için yazdıktan sonra yayınlanıp yayınlanmamasının da bir önemi var mı sence? Yazmak aslında iyi okumanın bir göstergesi, belki bir sonucu. Tamam kabul edeyim her okuyan insan da muhakkak yazacak diye bir şart da yok ortada. Ama şöyle bir ikileme de var öte yandan:

“Her yazar mutlaka okur; ama her okur mutlaka yazar olur denemez.”

Okumayan, çalışmayan bir insan ne yazacak zaten değil mi, nasıl yazacak? Yazamaz ki. Bir ara sen bahsetmemiş miydin? Alanınızın duayen bir hocası doksan küsür yaşında hala okuyor ve yazıyor, diye. Hatta hazır olduğu halde yayınlanmasını istemediği onlarca kitap dosyası varmış. Bir ayağı çukurda bir insanın yazdıklarının hala yayınlanmamasını istemesi, ama ha bire okuyup yazmaya devam etmesi, müthiş bir tutku. Hâlis muhlis bir aydın davranışı değil mi bu kardeşim? Bu hoca ya mutlu olduğu/olmak için yazıyor şu halde. Ya da yazdıklarının karşılığını tamamen âhirette görüp almayı ümitlenmiş samimi bir pîr-i fânî mü’min. Her iki seçenek de çok ulvî, değil mi? Demek ki yazma eylemi ben varım ve yaşıyorum mottosunun bayrağı. Sen kalk ve yaz kardeşim, kır şu kabuğunu artık. Anlaştık mı, yazacak mısın?

Tamam sana kolay gelsin, hadi ben kaçtım.

Mustafa Ünver

hikaye, hikaye oku, ders veren hikayeler, eğitici hikayeler, yol gösteren hikayeler, başarı hikayeleri, motivasyon, hikayelerimiz, hikaye okumak, gerçek hikayeler, Mustafa Ünver, Mustafa Ünver hikayeleri, bilgelik hikayeleri,

The post Çok Güzel Bir Hikaye “Kabuk Kırıcı” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/kisa-hikayeler/cok-guzel-bir-hikaye-kabuk-kirici.html/feed 0
Gerçek Bir Hikaye https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/gercek-bir-hikaye.html https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/gercek-bir-hikaye.html#respond Thu, 13 Apr 2023 15:42:51 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=9006 Gerçek Bir Hikaye “Bir İnsanın Anavatanı Çocukluğudur. “ Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı: – Hayrola, neden elimi öpmek istedin? – Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinize katıldım. […]

The post Gerçek Bir Hikaye appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Gerçek Bir Hikaye

“Bir İnsanın Anavatanı Çocukluğudur. “

Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:

– Hayrola, neden elimi öpmek istedin?

– Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinize katıldım. Hayatım değişti. O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.

– Ne oldu, nasıl oldu? hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler.

– Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, “Bir insanın anavatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin ve bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır.”

Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:

– Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, “Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşaması için gerekli olanaklar yaratmaktır.” Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşaması için uygun fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm. Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki
oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam? hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler,

– Hayır, neden? hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler,

– Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. “Oğlum bugün ödevini yaptın mı?” Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, “cık” sesini çıkarıyordu. Kızıyordum, söyleniyordum, “Niye yapmıyorsun ödevini!” diyordum. Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.

Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti:

– Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. “Ben ne biçim babayım,” diye kendime sordum. Seminer için geldiğim İstanbul’dan çalışma yerim olan Kayseri’ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.

– Radikal bir karar!  hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler,

– Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam. Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya, bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu. hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler,

– Eşiniz ne dedi? hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler,

– Hocam biliyor musun ne oldu? hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikaye

– Ne oldu?  hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler.

– Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, “Bu ne biçim seminermiş be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizimki çocukluğunu yaşayacakmış! Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz.”

– Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!

– Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim. Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.

– Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın? 

– İşte onun evet dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve “Hayır!” anlamına gelen “cıkk” dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım. Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, ‘Baba ya, ben seni çok seviyorum.’ Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar bana beni sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti. “Ne büyük tehlike!” diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım. hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler.

– Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizli, ama önemli bir tehlike!

– İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen-veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, “Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın,” demişti. O
nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim! Yok, dedi, ‘Sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim. ‘

– Eşiniz gelmek istemedi! hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler.

– Hayır istemedi. ‘Yaa, beraber gidelim’, diye ısrar ettim ‘Hayır hayır sen yalnız gideceksin’ dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye. Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler. Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, ‘Siz ne yaptınız bu çocuğa?’ dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. ‘Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa?’, dedi.

“Çok mu kötü hocam?” diye sordum. Gülümsedi, ‘Hayır, kötü değil’, dedi. “Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?”

– Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz? 

– Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım. İnanamıyordum kulağıma, içimden, ‘Vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar?’ duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. “O kadar mı kötü?” diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım. Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum. Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.

“Gel seni yeniden kucaklayayım!” dedim. Kucaklaştık.

“Çocuklar gülsün diye!” yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur. Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler. Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler. Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun! hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler.

Doğan CÜCELOĞLU hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler.

hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler, bilgelik hikayeleri, düşündüren öyküler, eğitici öyküler, hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler, bilgelik hikayeleri, düşündüren öyküler, eğitici öyküler, gerçek hikayeler, yaşanmış hikayeler, gerçek öyküler, yaşanmış öyküler, ders veren hikayeler, doğan cüceloğlu, doğan cüceloğlu hikayeleri, gerçek hikayeler, yaşanmış hikayeler, gerçek öyküler, yaşanmış öyküler, ders veren hikayeler, doğan cüceloğlu, doğan cüceloğlu hikayeleri, hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler, bilgelik hikayeleri, düşündüren öyküler, eğitici öyküler, gerçek hikayeler, yaşanmış hikayeler, gerçek öyküler, yaşanmış öyküler, ders veren hikayeler, doğan cüceloğlu, doğan cüceloğlu hikayeleri.

öykü, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler, bilgelik hikayeleri, düşündüren öyküler, eğitici öyküler, hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler, bilgelik hikayeleri, düşündüren öyküler, eğitici öyküler, gerçek hikayeler, yaşanmış hikayeler, gerçek öyküler, yaşanmış öyküler, ders veren hikayeler, doğan cüceloğlu, doğan cüceloğlu hikayeleri, gerçek hikayeler, yaşanmış hikayeler, gerçek öyküler, yaşanmış öyküler, ders veren hikayeler, doğan cüceloğlu, doğan cüceloğlu hikayeleri, hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler, bilgelik hikayeleri, düşündüren öyküler, eğitici öyküler, gerçek hikayeler, yaşanmış hikayeler, gerçek öyküler, yaşanmış öyküler, ders veren hikayeler, doğan cüceloğlu, doğan cüceloğlu hikayeleri. Hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler.

 

The post Gerçek Bir Hikaye appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/gercek-bir-hikaye.html/feed 0
Ağaçların Kralı Hikayesi https://hikayelerimizden.com/kisa-hikayeler/agaclarin-krali-hikayesi.html https://hikayelerimizden.com/kisa-hikayeler/agaclarin-krali-hikayesi.html#respond Wed, 05 Apr 2023 13:49:12 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8991 Ağaçların Kralı Hikayesi Kısa Hikaye Oku Bir gün ağaçlar “Bizim de bir kralımız olsun” demişler. Bunun için önce zeytin ağacına sormuşlar: – “Zeytin ağacı; bizim kralımız olur da bizi yönetir misin?” Zeytin ağacı kaşlarını çatmış: – “Benim şerbet gibi yağım var. Herkes beni çok sever. Neden ağaçların kralı olayım?” demiş. Ağaçlar düşünmüşler: – “İncir ağacına […]

The post Ağaçların Kralı Hikayesi appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Ağaçların Kralı Hikayesi

Kısa Hikaye Oku

Bir gün ağaçlar “Bizim de bir kralımız olsun” demişler. Bunun için önce zeytin ağacına sormuşlar:

– “Zeytin ağacı; bizim kralımız olur da bizi yönetir misin?” Zeytin ağacı kaşlarını çatmış:

– “Benim şerbet gibi yağım var. Herkes beni çok sever. Neden ağaçların kralı olayım?” demiş.

Ağaçlar düşünmüşler:

– “İncir ağacına gidelim. O büyüktür, heybetlidir. Krallığa yaraşır” demişler.

– İncir ağacı; bizim kralımız olur da bizi yönetir misin?” diye sormuşlar. İncir ağacı iri yapraklarını bir aşağı bir yukarı sallamış. Sonra,

– “Benim ne işime kral olmak? Bal gibi meyvemi bırakıp da sizi mi yöneteceğim?” diye kızmış.

Gide gide meşe ağacına varmışlar.

– Meşe ağacı; ne olur, sen kralımız olmayı kabul et! Meşe ağacı damla damla gözyaşı dökmüş. – Benim ömrüm çok kısadır. Çünkü insanlar beni keserler. Benden size kral olmaz” demiş.

Ağaçlar yorgun düşmüşler. Umutlarını da yitirmişler. “Her halde biz kendimize bir kral bulamayacağız” diye ağlamaya başlamışlar. O sırada önlerine bir kozalak düşmüş. Meğer çam ağacının tam altında duruyorlarmış. Hepsi birden “Çam ağacı; sen ağaçların en güzelisin. Bizim kralımız ol” demişler. Çam ağacı onların bu isteğini kıramamış; kralları olmuş. O gün bu gündür, tüm ağaçların kralı çam olmuş.

hikaye, hikaye oku, hikaye yaz, hikaye okumak, öykü, öykü yaz, masal, masal oku, kısa hikaye, kısa çocuk hikayeleri,masal, kısa masallar, kısa öykü, kısa öyküler, çam ağacının masalı, kral çam hikayesi, orman, orman hikayesi, 

The post Ağaçların Kralı Hikayesi appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/kisa-hikayeler/agaclarin-krali-hikayesi.html/feed 0
GURBET HiKAYELERİ “YARA” https://hikayelerimizden.com/secme-hikayeler/gurbet-hikayeleri-yara.html https://hikayelerimizden.com/secme-hikayeler/gurbet-hikayeleri-yara.html#respond Wed, 22 Feb 2023 14:18:02 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8971 GURBET HiKAYELERİ “YARA” Refik Halid Karay Güneş çoktan batmıştı; fakat çiftlik gene, sabah oluyormuş gibi, şevkini kaybetmeyen bir aydınlık içinde, kuş cıvıltılarıyla dolu, gölgesiz, hüzünsüzdü. Sıcak iklimlerin akşamlarında, zaten, bizim sabahlarımızda duyulan neşe daha doğrusu, bir hayata, rahata giriş keyfi vardır. Gözlerinizin çiğ ışıktan ve göğsünüzün nefes darlığından kurtulacağını düşünerek bir şeyler yapmak, bir zevke […]

The post GURBET HiKAYELERİ “YARA” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
GURBET HiKAYELERİ “YARA”

Refik Halid Karay

Güneş çoktan batmıştı; fakat çiftlik gene, sabah oluyormuş gibi, şevkini kaybetmeyen bir aydınlık içinde, kuş cıvıltılarıyla dolu, gölgesiz, hüzünsüzdü.

Sıcak iklimlerin akşamlarında, zaten, bizim sabahlarımızda duyulan neşe daha doğrusu, bir hayata, rahata giriş keyfi vardır. Gözlerinizin çiğ ışıktan ve göğsünüzün nefes darlığından kurtulacağını düşünerek bir şeyler yapmak, bir zevke hazırlanmak istersiniz. Ben de emirerine dam üstünde nargilemi hazırlatmıştım, kahvemi bekliyordum; birden avluya dört atlı girdi, dört silahlı Bedevi …

Bu dediğim tarihte Sultan Hamit’in Suriye’ deki çöl çiftliklerinden birinde müdürdüm. O zamanlar böyle yerlere subaylardan kahya, askerlerden korucu gönderilirdi; aşiret Araplarının akınlarına karşı koymak için …

Gelenlerin en yaşlısı, kısrağından inip karşıma dikildi.

Sordum:

“Hayrola, ya Şeyh?”

Mesele her zaman olan işlerden: İki aşiret, bir gazve (savaş, cenk) esnasında çarpışmışlar, bu dört kişi güç bela baskından kurtulup bana sığınmış, geceyi geçirmek istiyorlar.

Dördü de silahlarını bırakıp etrafıma, damın toprak zeminine çömeldiler. Yaşlısı maşlahlıydı; öbürleri sadece birer entari giymişlerdi; abonoz saçları upuzun, örülü ve cıvık yağlıydı; kulaklarından demir halkalar sarkıyordu. Bunlar konuşmuyorlardı; dişleri bembeyaz ve gözleri simsiyah parlayarak bizi dikkatle dinliyorlardı.

Ne konuşacaktık? Şammar aşiretinin kaç çadırı, Hadidilerin kaç koyunu vardı? …

Bir aralık karşımdaki gencin birisi hafifçe inledi. Şeyh sordu:

“Hasta mısın?”

“Hayır.”

“Yaralı mısın?”

“Galiba!

Ve omzunu işaret etti,

Ere seslenip feneri getirttim. Oralarda fener ve lamba ancak böyle işlerde, mühim sebepler oldukça kullanılır. Ay olmasa da yıldızlar yakından pırıldaşır; yıldızlar bile örtülse gene gökte ışık yerine geçen bir cila parlar. Bedevi’nin sırtına baktık. Sol tarafından bir kurşun yemiş. Kan, içine sızmış olacak ki entarisi boyanmamış. Yalnız yaranın ağzında kurumuş kahve telvesini andıran pıhtılar birikmiş; güneşten
kerpiç kesmiş olan kan pıhtıları …

“Kurşun içeride kalmış!” dedim.

Şeyh başıyla tasdik etti. Sonra hiçbir şey demeden erin elinden feneri aldı, avluya indi. Yere eğilmiş, uzun uzun, bir şeyler aradığını yukarıdan görüyorduk.

Neden sonra geldi: Bir çürük değnek parçası ve mundar bir paçavra ile …

Yoğurt süzdüğümüz eski, çürük torbadan atılmış bir parça …

Bu paçavrayı değneğe iyice; sıkıca sardı; dişleriyle bir de düğüm yaptı.

“Zeytinyağı bulunur mu?”

“Olacak. .. “

Gençlerden birine döndü, bir şeyler söyledi. O, aşağı indikten biraz sonra burnuma mutfaktan yana, tavada yakılan bir zeytinyağı kokusu geliyordu.

Anladım ki bir ameliyata hazırlanıyoruz.

Yaralının sırtından entarisini çektiler. Şeyh benden çakımı istedi ve uzun ağzını açıp birden yaranın içine daldırdı.

Bir kavunun bereli, acı yerini oyup nasıl atarsak öyle yaptı. Fakat bu parçanın elyafı bedenden tamamen ayrılmamıştı ki çektiği zaman çıkmadı; altından lastik bağlara takılı imiş gibi çakının ucundan kayıp tekrar yaradaki yerine girdi. Çekip koparmak lazım gelmişti; hem de epeyce asılarak …

Yaralı “Off” bile demedi; sadece, omzunu, şöyle, bir sinek konmuş gibi oynatmıştı. Şeyh buna bile kızdı:
“Ayıp!” dedi. Genç taş kesildi.

Şimdi Şeyh ‘in iki parmağı – kirli, kara tırnaklı kadit parmakları – yaranın içine paslı bir kıskaç, bir kerpeten gibi sokulmuştu. Kurşunu bulmuş, yakalamış olacaktı ki yerinden oynatmak için tıpkı çekiçsiz ve kesersiz nasıl bir tahtadan çivi çıkarmaya uğraşırsak, öyle, iki tarafa sallamaya, ırgalamaya başladı. Sonra büktü … Sağa büktü, sola büktü. Her büküşünde yaradan koyu, kalın bir kan tabakası kabarıyordu.

Sönük petrol ışığının altında katran gibi görünen ve sıcaklığı duyulan bir kan tabakası … Sade sıcaklığı değil, öğürtücü kokusunu da duyuyordum. Çocukluğumun Kurban Bayramı kokusu!

Şeyh, yere, ayaklarımızın altına bıraktığı deminki tıkacı eline aldı; ben gözlerimi istemeyerek kapadım. Açtığım zaman bu tıkaç yaranın içinde idi; belli ki biraz güçlükle girmişti, zor işliyordu. İşliyordu diyorum; zira Şeyh’in merhametsiz eli bunu taş ocaklarında barut deliği açanların küsküsü gibi sert, granit sırtına bir tarafına daldırıp daldırıp çıkarıyor ve her çıkarışında etrafa kan, pıhtı zifosu serpiştiriyordu. Bir aralık kan fazlalaştı. Tıkanmış bir musluk yalağına nasıl bir tel veya değnek soktuğunuz zaman, aşağıdan yer bulamayan su taşarsa, öyle mecrasız bir kan kabartısı …

Bu kan yavaş yavaş azaldı, duruldu, kesildi.

O zaman Şeyh yaralıya ilk defa, şefkatle hitap etti:

“Sabret evlat!”

Bedevi genci cevap vermedi, “Gık!” demedi, hatta kımıldamadı, bir adalesi bile titremedi. Anladım ki müthiş bir şey olacak! Bu iş de oldu: İsli tavasıyla kaynar zeytinyağını getirmişlerdi; yağ pek ustalıklı bir şekilde, bir damlası etrafa sıçratılmadan, dar ağızlı bir şişeye hunisiz mayi aktarılır gibi, yaraya ağır ağır boşaltıldı.

Zavallı Bedevi buna da dayanmaya çalıştı. Fakat sonunda bir:

“Ya Allah!” dedi, diz üstü çöktü.

Ben, bozuk Arapçamla, ora dilini takliden; “öldü” manasına:

“Mut!” diye haykırdım.

Şeyh cevap verdi:

“Halas!”(kurtuluş, kurtulma)

Ertesi sabah uyandığım vakit dört at ve dört Bedevi duruyordu. Gazveciler veda ve teşekkür için beni bekliyorlar.

Yaralı belki solgundu, süzüktü, ateş içindeydi. Fakat bu Bedevilerin rengini, halini sezmek o kadar güçtür ki… Elimi öptü; yalnız şunu söyledi:

“Şu bindiğim kısrağım gebedir; yavrusu senindir!”

Kısrağına atlarken ona kimse yardım etmedi. Arkalarından baktım. Dördü de dik, dinç görünüyorlardı; dördü de keyifli gibi idiler. Ben kızıl kanlı, yaraya dökülünce yanık et kokusu veren kaynar zeytinyağını düşünüyor, dişlerimi sıkıyordum.

***

Siz o tayı görmeliydiniz … Ha, evet söylemeyi unuttum:

Vakadan (olay) üç sene sonra, ben çiftlikte yokken bir Bedevi gelip bir tay bırakmış, “Paşaya vaat etmiştim, kendisi bilir!” demiş, gitmiş.

Paşa dediği benim … Daha o zaman teğmendim. Fakat Bedevi’nin gözünde bir Türk subayı daima paşadır.

Şişli, 1 938 – Refik Halid Karay

çocuk masalları, gurbet hikayeleri, hikaye, hikaye arşivleri, hikaye oku, hikaye okuma, Hikaye Okumak, hikaye siteleri, hikaye yaz, hikayeler oku, hikayelerimiz, Kısa Hikayeler, kısa masallar, masal, Masal Oku, masal okuma, masallar oku, Öykü, öykü oku, Refik Halit Karay, story, yara,

The post GURBET HiKAYELERİ “YARA” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/secme-hikayeler/gurbet-hikayeleri-yara.html/feed 0
Duygusal Hikayeler “Martılar” https://hikayelerimizden.com/masal-2/duygusal-hikayeler-martilar.html https://hikayelerimizden.com/masal-2/duygusal-hikayeler-martilar.html#respond Thu, 22 Dec 2022 15:09:41 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8715 Duygusal Hikayeler “Martılar” Bundan yüzyıllar önce deniz aşırı, çok güzel bir ülke varmış. Tabi her masalda olduğu gibi bu masalda da o ülkenin bir kralı ve tabii ki bir de prensesi varmış. Prenses dünyalar güzeli bir kızmış. Kral ona bakılmasını yasaklamış, her gün dolaşmak için saray muhafızları ile sarayın dışına çıkacağı ilan edildiğinde halk eğilir […]

The post Duygusal Hikayeler “Martılar” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Duygusal Hikayeler “Martılar”

Bundan yüzyıllar önce deniz aşırı, çok güzel bir ülke varmış. Tabi her masalda olduğu gibi bu masalda da o ülkenin bir kralı ve tabii ki bir de prensesi varmış. Prenses dünyalar güzeli bir kızmış.

Kral ona bakılmasını yasaklamış, her gün dolaşmak için saray muhafızları ile sarayın dışına çıkacağı ilan edildiğinde halk eğilir ve gözlerini kapatır ya da evlerine kaçışırmış. Onu görmenin bedeli ölümle cezalanmakmış.

Günlerden bir gün yine prenses dolaşmak için çıktığında; fakir bir köylü delikanlı her şeyi göze alarak başını kaldırmış ve prensesle göz göze gelmişler… O an fakir delikanlı prensese inanılmaz bir aşkla tutulmuş.

Prensesin derin bakışlarının da boş olmadığını düşünmüş ve günlerce uyuyamamış. Fakir delikanlı ölümü bile göze almak pahasına, prensesi bir kere daha görmek için uğraşmış durmuş. Bu arada güzel prenses de ona tutulmuş onun zarar görmemesi için günlerce kendini saraya kapatmış.

Sonunda dayanamayan fakir delikanlı her şeyi göze alarak gizlice sarayın bahçe duvarına tırmanmış ve prenses ile bir kere daha göz göze gelmişler.

Fakir delikanlı hemen duvardan atlamış ve prensesle konuşacağı anda saray muhafızlarına yakalanmış. Kralın karşısına çıkarılan delikanlı ölümle cezalandırılacağını bildiğinden krala prensese duyduğu aşkını anlatmış.

Kral ölüm emrini vereceği anda prensesin yalvarışlarına dayanamayarak delikanlıya başka bir ceza vermeyi kabullenmiş.

Hemen bir gemi hazırlattıran kral, gidilebilecek en uzaktaki adaya bir fener yaptırmış ve fakir delikanlıyı da o adada yalnız yaşamaya mahkum etmiş…

Aradan bir kaç ay geçmesine rağmen prensesi unutamayan delikanlı prensese olan aşkını kağıtlara dökmüş ve martılara anlatmaya başlamış…

Artık bütün martılar fakir delikanlının prensese olan aşkını anlamış ve yazdığı mektupları prensese götürmeye başlamışlar… Zamanla prensesin de yazmış olduğu mektupları fakir delikanlıya götüren martılar aracılığı ile iki gencin arasındaki aşk iyice büyümüş. Ta ki… Bir sabah sarayın bahçesinde kahvaltı yaparken prensesin odasının penceresine ağzında bir mektupla konan martıyı kralın görmesine dek. Tabii korkulduğu gibi olmamış… Martıların bile aracı olduğu iki gencin arasındaki büyük aşkı anlayamadığı için kendisinden utanmış ve ağlayarak kızına sarılan kral, hemen bir gemi göndertip fakir delikanlıyı getirtip kendisi ile evlendireceğini söylemiş.

Buna duyunca çok mutlu olan prenses hemen delikanlıya bir mektup yazmış ve olanları anlatmış. Bu arada mektubu götürmek için bekleyen martıya da tüm martıların düğünlerine davetli olduğunu söylemiş.

Buna çok sevinen martı mektubu bir an önce ıssız adaya götürmek için yola çıkmış. Tam yolu yarılamışken yanından geçen bir kaç martı arkadaşına haber verip hepsinin düğüne davetli olduğunu söylemek için gagasını açtığında mektubu düşürmüş. Tüm martılar hep birlikte mektubu aramaya başlamışlar. Fakat bir türlü bulamamışlar…

Bu arada prensesten mektup alamayan aşık delikanlı, yazmış olduğu mektupları göndermek için bir tek martı bile bulamamış… Biraz ilerisinde uçuyorlar fakat yanına gitmiyorlar ve mektubu arıyorlarmış…

Prensesin kendisini artık unuttuğunu, istemediğini, martıların da onun için yanına gelmediğini sanan delikanlı üzüntüsünden sonunda kendisini fenerden kayaların üzerine atarak intihar etmiş. Olanlardan habersiz kralın gemisi adaya vardığında fakir delikanlının soğuk bedeni ile karşılaşmışlar…

İşte o gün bugündür, martılar o mektubu ararlar. Mektubu bulup,o inanılmaz sevgiyi geri getirebileceklerine, her şeyi düzelteceklerine, inanarak hep denizler üzerinde uçuşup dururlar.

hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye okumak, hikayeler, seçme hikayeler, aşk hikayeleri, dram hikayeleri, dramatik hikayeler, masallar, aşk masalları, öykü, martı, martıların hikayesi,

 

The post Duygusal Hikayeler “Martılar” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/masal-2/duygusal-hikayeler-martilar.html/feed 0
Eğitici Hikaye, Ders Veren Hikaye, “KÖPRÜ” https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/egitici-hikaye-ders-veren-hikaye-kopru.html https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/egitici-hikaye-ders-veren-hikaye-kopru.html#respond Mon, 07 Nov 2022 16:58:50 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8667 Eğitici Hikaye, Ders Veren Hikaye, “KÖPRÜ” Bir zamanlar, birbirine bitişik iki çiftlikte yasayan iki erkek kardeş vardı. Günlerden bir gün bu iki kardeş arasında bir anlaşmazlık baş gösterdi. İki kardeş arasında o zamana değin ilk kez görülen anlaşmazlık, giderek büyüdü ve kardeşler arasında ayrılığa neden oldu. İki kardeş, birbirlerine yalnızca küsmekle kalmadılar, yıllardır ortaklasa kullandıkları […]

The post Eğitici Hikaye, Ders Veren Hikaye, “KÖPRÜ” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Eğitici Hikaye, Ders Veren Hikaye, “KÖPRÜ”

Bir zamanlar, birbirine bitişik iki çiftlikte yasayan iki erkek kardeş vardı. Günlerden bir gün bu iki kardeş arasında bir anlaşmazlık baş gösterdi. İki kardeş arasında o zamana değin ilk kez görülen anlaşmazlık, giderek büyüdü ve kardeşler arasında ayrılığa neden oldu. İki kardeş, birbirlerine yalnızca küsmekle kalmadılar, yıllardır ortaklasa kullandıkları tarım makinelerine değin sahip oldukları tüm araç gereçlerini ve mal varlıklarını da ayırdılar. Küçük bir yanlış anlam sonucu başlayan anlaşmazlığı izleyen ayrılık, giderek büyüyen bir uçuruma dönüştü ve en sonunda yerini, karşılıklı kullanılan hoş olmayan sözlere bıraktı. Bunun arkasından da beklenenler oldu ve kardeşler arasında önce şiddetli bir kavga, sonra da ürkütücü bir sessizlik yaşanmaya başladı. Bir sabah, bu iki kardeşten büyüğünün kapısına bir usta geldi. Elinde büyük bir marangoz çantası vardı. Ev sahibinden geçici bir iş istedi: Eğitici hikaye, ders veren hikaye, 

– Yapılacak ufak tefek bir isiniz varsa, size yardımcı olmak isterim, dedi.

– Elimden hemen her iş gelir. Birkaç gün çalışırım, işi bitiririm. Büyük kardeşin aklına o an bir “iş” geldi.

– Evet, sana göre bir işim var` dedi ve küçük kardeşinin çiftliğini işaret etti. Eğitici hikaye, ders veren hikaye,

– Şu derenin karşısındaki çiftlik, komşumundur. Daha doğrusu, benim küçük kardeşime aittir o çiftlik. Geçen haftaya dek benim çiftliğimle onun çiftliği arasında bir otlak vardı. Sonra o, buldozeriyle oraya ırmak bendi yaptı ve şimdi aramızda, otlak yerine, çiftliklerimizi birbirinden ayıran bir dere var. İş isteyen adam, büyük kardeşin söylediklerini dikkatle dinledikten sonra sordu:

– Benden ne yapmamı istiyorsunuz? dedi. Büyük kardeş önce kuşkusunu, sonra da kararını açıkladı: İbretlik Hikaye

– Kardeşim bunu, bana acı vermek için yapmış olabilir,dedi. Fakat şimdi ben, onun yaptığından daha büyük bir şey yapacağım. Bunları söyledikten sonra adamı aldı, ahırların olduğu yere götürdü ve duvarın dibinde yığılı duran kütükleri gösterdi:

– Senden, bu kütükleri kullanarak, iki çiftlik arasında üç metre yükseklikte bir çit yapmanı istiyorum, dedi.

– Kaç gün çalışırsan çalış, nasıl yaparsan yap ama bana öyle bir çit yap ki, gözlerim kardeşimin çiftliğini artık görmek zorunda kalmasın. İş arayan usta, başını salladı:

– Sanırım durumu anladım, efendim, dedi.Şimdi bana çivilerin, kazma küreğin yerini gösterin ki hemen isime başlayayım. Büyük kardeş ustaya kazma, küreğin ve çivilerin olduğu yeri gösterdikten sonra, alışveriş yapmak için kasabaya gitti. Usta ise, tüm gün boyunca ölçerek, keserek, çivileyerek sıkı bir biçimde çalışmaya koyuldu. Akşam güneş batarken o isini bitirmiş, çiftlik sahibi büyük kardeş ise alışverişini tamamlamış, kasabadan dönüyordu. Çiftliğe gelir gelmez ustanın yaptıklarına baktı ve şaşkınlıktan gözleri, yuvalarından fırlayacakmış gibi açıldı. Karsısında, yapılmasını istediği çit yoktu ama, derenin bir yakasından öteki yakasına uzanan görkemli bir köprü vardı. Biri kendi çiftliğinin toprağına, öteki küçük kardeşinin çiftliğinin toprağına oturtulmuş sağlam iki ayak üzerinde, yanlarındaki korkuluklarına varıncaya dek tüm ayrıntılarıyla yapılmış ve tam anlamıyla “usta işi” denilecek kusursuzlukta bir köprü uzanıyordu. Büyük kardeş, hâlâ geçmeyen şaşkınlığıyla bu köprüyü seyrederken, karşıdan birinin geldiğini gördü. Dikkatle baktığında gelen kişinin, komşusu, yani küçük kardeşi olduğunu anladı.Kardeşi, kollarını iki yana açmış olarak köprünün karşı ucundan kendisine doğru yürüyordu.

– Benim sana karşı yaptığım bunca haksızlığa ve söylediğim bunca kötü sözlere karşın sen, bu köprüyü yaptırarak ne denli iyi ve ne denli büyük bir insan olduğunu gösterdin, dedi ağabeyine.

– Şimdi bir büyüklük daha yap ve sen de kollarını açarak bana gel… Köprünün iki ucundan ortaya doğru yürüyen kardeşler, köprünün ortasında bir araya geldiler ve özlemle kucaklaştılar. Büyük kardeş bir ara arkasına baktığında, çantasını toplayıp, oradan ayrılmakta olan ustayı gördü.

– Gitme, dur, bekle, diye seslendi ona.

– Sana yaptıracağım birkaç iş daha var, çiftliğimde…

Usta gülümsedi;

– Ben buradaki işimi tamamladım, gitmem gerek, dedi ve ekledi:

– Yapmam gereken daha çok köprü var. Köprüleri kurabilecek gücünüz hiç eksik olmasın, Köprüleri kurduktan sonra da, yıkılmaması için sık sık bakımını yapın, yani sevdiklerinize zaman ayırın, o köprü yoluyla sık sık gönüllerini ziyaret edin.”

5-6 yaş eğitici hikayeler6 yaş eğitici Hikayeler6 yaş eğitici hikayeler dinle6-7 yaş eğitici hikayelerçocuk hikayesiçocuk masallarıçocuk öyküleriçocuklar için eğitici hikayeçocuklar için hikayeçocuklar için kısa hikayeçocuklar için kısa hikayelerçocuklar için kısa masalders veren hikayeDüşündüren hikayelereğitici hikayeeğitici öykülerEğitici uyku masallarıEğitici uyku masalları dinlehikayehikaye okumaHikaye Okumakhikaye okuibretlik hikayeibretlik öykülerkısa çocuk hikayeleriKısa HikayeKısa Hikayelerkısa Zeka geliştirici masallar okuköprüÖykü, Eğitici hikaye, ders veren hikaye, ibretlik hikaye, hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye okumak, çocuk hikayesi, çocuklar için eğitici hikaye, çocuklar için hikaye, kısa hikaye, çocuklar için kısa hikayeler, kısa hikaye, kısa hikayeler, kısa çocuk hikayeleri, çocuk masalları, kısa Zeka geliştirici masallar oku, 5-6 yaş eğitici hikayeler, 6 yaş eğitici Hikayeler Dinle, Eğitici Uyku Masalları, 6 yaş eğitici Hikayeler, Eğitici uyku masalları dinle, 6-7 yaş eğitici hikayeler, öykü, eğitici öyküler, düşündüren hikayeler, ibretlik öyküler, çocuk masalları, çocuk öyküleri, çocuklar için kısa masal, çocuklar için kısa hikaye, köprü, ibretlik hikayeler, ibretlik, secmehikayeler.com, degarado.com, hikayelerimizden.com, 

The post Eğitici Hikaye, Ders Veren Hikaye, “KÖPRÜ” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/egitici-hikaye-ders-veren-hikaye-kopru.html/feed 0
Hikaye “BÜYÜK SORUNLARIN KÜÇÜK ÇÖZÜMLERİ” https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/hikaye-buyuk-sorunlarin-kucuk-cozumleri.html https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/hikaye-buyuk-sorunlarin-kucuk-cozumleri.html#respond Thu, 21 Oct 2021 14:03:56 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8220 Hikayeye göre Uşak’ın ileri gelenlerinden olan Osman Efendi bir sabah uykusundan müthiş bir baş ağrısıyla uyanır. İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder. Doktor çağrılır. Doktor muayene eder, ağrı kesiciler verir, gider. Ancak Osman Efendinin baş ağrısı artarak devam eder. Üstüne üstlük baş ağrısı yanı sıra gözleri de yaşarmaya başlar. Başka doktorlar […]

The post Hikaye “BÜYÜK SORUNLARIN KÜÇÜK ÇÖZÜMLERİ” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Hikayeye göre Uşak’ın ileri gelenlerinden olan Osman Efendi bir sabah uykusundan müthiş bir baş ağrısıyla uyanır. İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder. Doktor çağrılır. Doktor muayene eder, ağrı kesiciler verir, gider. Ancak Osman Efendinin baş ağrısı artarak devam eder. Üstüne üstlük baş ağrısı yanı sıra gözleri de yaşarmaya başlar. Başka doktorlar çağrılır… Osman Efendi ağrıyı kesene servet vaat eder.

Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de bulamaz. Ev halkı birbirine karışır, baş ağrısından geceleri uyuyamayan Osman Efendiyi İstanbul’a götürmeye karar verirler. İstanbul’da en iyi doktorlar seferber olur. Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, testler yapılır…

Görünüşe bakılırsa Osman Efendi turp gibidir. Oysa dayanması gittikçe zorlaşan baş ağrısı ve gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir. Ağrı kesici iğnelerle zor ayakta duran Osman Efendi bu defa da apar topar yurtdışına götürülür. O devirde Amerika değil İsviçre moda, Zurih’e gidilir. Haftalarca hastanede kalınır, onlarca profesör konsültasyon yapar, testler tekrarlanır.

Osman Efendiye orda da  teşhis konulamaz. Artık yerinden kalkamayan Osman Efendiye ağrı kesici iğneler verilir, ülkesine dönüp “dinlenmesi”, daha doğrusu son günlerini -evinde- geçirmesi tavsiye edilir. Osman Efendi bitkin, aile perişan. “Kader” denilir, Uşak’a dönülür. Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar.

Bir gün, hastanın keyfi gelsin diye, Osman Efendinin eski berberi Berber Mehmet çağrılır. Berber yataktan kalkamayan Osman Efendiyi tıraş  ederken, adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler. Berber Mehmet bir an düşünür. “Beyim?” der, “Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın” Bir bakar, “Hah işte der. “Kıl dönmüş.” Osman Efendinin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker. Ev halkı Osman Efendinin köyü ayağa kaldıran çığlığıyla odaya koşar. Berber Mehmet, Osman Efendinin elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla kapı dışarı edilir. Osman Efendinin kanayan burnuna pansumanlar yapılır, kolonyalar koklatılır ve yaşlı adam tekrar yatağına yatırılır.

Ertesi sabah Osman Efendi aylardır ilk defa rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir. Baş ağrısından ise eser kalmamıştır. Dönen kılın sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz ıstıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder. Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir. Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet’i çağırtır ve ona bir servet bağışlar. Bazen büyük sorunların çok basit çözümleri olur.

hikaye, hikaye okuma, hikaye okumak, düşündüren hikayeler, kısa hikayeler, eğitici hikayeler, ibretlik hikayeler, hikaye örnekleri, hikaaye arşivleri, ders veren hikayeler, yaşanmış hikayeler, gerçek hikayeler,

The post Hikaye “BÜYÜK SORUNLARIN KÜÇÜK ÇÖZÜMLERİ” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/hikaye-buyuk-sorunlarin-kucuk-cozumleri.html/feed 0
Kısa Bir Hikaye “AKIL HASTANESİ” https://hikayelerimizden.com/kisa-hikayeler/kisa-bir-hikaye-akil-hastanesi.html https://hikayelerimizden.com/kisa-hikayeler/kisa-bir-hikaye-akil-hastanesi.html#respond Wed, 06 Oct 2021 13:31:19 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8196 Kısa bir hikaye; Günün birinde akıl hastanesine gelen bir müfettiş başhekime hastaları neye göre tesbit ettiklerini sormuş. Başhekim bu soru üzerine müfettişi hastaların test edildiği odaya götürmüş, “burada test ediyoruz efendim,” demiş. Odanın ortasında bir küvet, yanında bir fincan, bir kaşık ve bir kova, bulunmaktaymış. Kısa bir hikaye Başhekim, müfettişe “bu küvetteki suyu boşaltmasını istiyoruz,” […]

The post Kısa Bir Hikaye “AKIL HASTANESİ” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Kısa bir hikaye; Günün birinde akıl hastanesine gelen bir müfettiş başhekime hastaları neye göre tesbit ettiklerini sormuş. Başhekim bu soru üzerine müfettişi hastaların test edildiği odaya götürmüş, “burada test ediyoruz efendim,” demiş.

Odanın ortasında bir küvet, yanında bir fincan, bir kaşık ve bir kova, bulunmaktaymış. Kısa bir hikaye

Başhekim, müfettişe “bu küvetteki suyu boşaltmasını istiyoruz,” demiş. Müfettiş hemen atılıp, “kovayla boşaltanı akıllı diye salıyor. diğerlerini tedaviye alıyorsunuz değilmi,” demiş. Başhekim gülümseyerek hafifçe eğilip  elini suya sokup küvetin sifonunu cekmiş ve “bunu yapanı bırakıyoruz efendim,” demiş.

hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye okumak, kısa hikaye, kısa hikayeler, kısa hikaye okumak, manalı kısa hikayeler, türkçe kısa hikayeler, eğlenceli kısa hikayeler,

The post Kısa Bir Hikaye “AKIL HASTANESİ” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/kisa-hikayeler/kisa-bir-hikaye-akil-hastanesi.html/feed 0