Warning: Cannot modify header information - headers already sent by (output started at /home/hikayelerimizden/public_html/wp-config.php:1) in /home/hikayelerimizden/public_html/wp-includes/feed-rss2.php on line 8
iskelet arşivleri - Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/tag/iskelet Hikaye Çeşitleri Mon, 24 Jan 2022 17:39:52 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hikayelerimizden.sirv.com/WP_hikayelerimizden.com/2020/06/c/r/n/cropped-hikayelerimizden.png?w=32&h=32&scale.option=fill&cw=32&ch=32&cx=center&cy=center iskelet arşivleri - Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/tag/iskelet 32 32 Hikaye “Hiçbir Şeyden Korkmayan Adam” https://hikayelerimizden.com/hikaye-2/hikaye-hicbir-seyden-korkmayan-adam.html https://hikayelerimizden.com/hikaye-2/hikaye-hicbir-seyden-korkmayan-adam.html#respond Mon, 24 Jan 2022 17:39:52 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8286 Hikaye “Hiçbir Şeyden Korkmayan Adam” Dört hayalet oturmuşlar, hayalet dumanı tüttürüp, çene çalmakta, hoşça vakit geçirmekteymişler, her ne kadar hayaletlerin hoşça vakit geçirmeleri olanaksız da olsa. İçlerinden biri, “Onu hiçbir şeyin korkutamadığı bir genç adam olduğunu duydum. Bizlerden bile korkmazmış,” demiş. İkinci hayalet, “Var mısınız, ben onu korkutacağım,” demiş. Üçüncüsü ise, “Onun aklını başından alıp, […]

The post Hikaye “Hiçbir Şeyden Korkmayan Adam” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Hikaye “Hiçbir Şeyden Korkmayan Adam”

Dört hayalet oturmuşlar, hayalet dumanı tüttürüp, çene çalmakta, hoşça vakit geçirmekteymişler, her ne kadar hayaletlerin hoşça vakit geçirmeleri olanaksız da olsa. İçlerinden biri, “Onu hiçbir şeyin korkutamadığı bir genç adam olduğunu duydum. Bizlerden bile korkmazmış,” demiş.

İkinci hayalet, “Var mısınız, ben onu korkutacağım,” demiş.

Üçüncüsü ise, “Onun aklını başından alıp, kaçıp saklanmasını sağlamalıyız,” demiş.

Dördüncü hayalet, “Hadi iddiaya girelim; ortaya bir şey koyalım,” demiş. “Onu korkutmayı başaran kazansın.” Ve böylece hayalet atları üzerine iddiaya tutuşmuşlar.

Derken bu hiçbir şeyden korkmayan genç adam bir gece tek başına dolaşmaktaymış. Ay gökte tabak gibi parlamaktaymış. Birden ilk hayalet yolu üzerine çıkıvermiş, ona bir iskelet şeklinde görünerek. Hayalet, “Huu, dostum,” demiş, dişlerini takırdatıp, tamtam sesleri çıkararak.

“Selam kardeşim,” demiş genç adam da, “ama yolumun üstündesin. Çekil şöyle kenara da, geçeyim.”

“Benimle çomak çember oyunu oynamadan olmaz. Kaybedecek olursan, seni de kendim gibi iskelet haline sokarım bak, ona göre!”

Genç adam basmış kahkahayı. İskeleti büküp kocaman bir çember haline getirip, otlarla bağlamış bir güzel. Bacak kemiklerinden birini çomak yerine eline almış ve başlamış yol boyunca çevirmeye, sayı üstüne sayı alarak,  adam, “Sanırım oyunu ben kazandım,” demiş. “Ya top oynamaya ne dersin”

İskeletin kafasını almış ve bacak kemiğiyle vura vura önüne katıp, top gibi yuvarlamaya başlamış.

Kurukafa, “Of, canımı yakıyor, başımı ağrıtıyorsun!” demiş.

“Ama bunu sen istemedin mi. Kim oyun oynayalım dedi, sen mi ben mi ?

“Sen sırılsıklam bir salaksın be!”

Genç adam bir tekmede kurukafayı yolun kenarına atarak, yoluna devanı etmiş.

Biraz daha ilerlediğinde, ikinci hayalet çıkmış karşısına, o da iskelet kılığında. Üzerine atlayıp kemikli elleriyle yakalamış onu. İskelet, “Haydi, dans edelim dostum,” demiş.

Genç adam, “Çok iyi bir fikir, iskelet kardeş,” demiş. “Peki tamtam ve sopası diye ne kullanacağız? Ha, buldum!” İskeletin uyluk kemiğiyle, kafasını eline alan genç adam, kemikle kafasına vura vura dans edip, şarkılar söylemeye başlamış.

Kurukafa, “Dur, dur be ya!” diye bağırmış. “Böyle de dans edilmez kı Canımı acıtıyor, başımı ağrıtıyorsun.”

Genç adam, “Yalan söylüyorsun hayalet efendi,” demiş. Hayaletlerin canı falan acımaz.”

Kafatası, “Valla hayaletleri bilmem ama benim canım fena halde yanıyor”

Genç adam, “Bir hayalet için canın biraz fazla tatlı,” demiş. “Gerçekten de, düş kırıklığına uğradım. Şöyle bir parça eğlenelim dedik, sızlanmalarınla içine ettin. Hadi defol git de başka bir yerlerde inilde.”

Genç adam kurukafayı bir tekmede kenara atmış, iskeleti darmadağın etmiş.

Hayalet, “Bak şimdi, yaptığını beğendin mi,” diye sızlanmış, “kemikleri toparlayıp, bir araya getirmek için saatlerce uğraşmam gerekecek. Ne kötü bir adamsın sen be!”

Genç adam, “Oflayıp, puflamaktan vazgeçsene sen,” demiş. Hiç olmazsa canın sıkılmaz.” Sonra yoluna devam etmiş. Çok geçmeden karşısına diğer hayalet çıkmış, gene iskelet şeklinde. Genç adam, “E, sıktınız ama artık,” demiş. “Öncekiyle aynı kişi misin sen? Biraz geride rastlamadım mı sana ben?”

Hayalet, “Yo, onlar benim kuzenlerimdi,” demiş. “Onlar pek koftur. Ben ise çetin cevizimdir. Hadi güreş edelim seninle. Ben kazanacak olursam, kendim gibi iskelete çeviririm seni de, ona göre!”

Genç adam, “Bak dostum,” demiş. “Seninle güreşmeye falan hiç niyetim yok. Erkeksen gel kızak kayalım seninle. Bunun için dağın tepesinde yeteri kadar kar var. Kaymak için bizon kaburgaları gerekir ama senin göğüs kafesinle idare ederim ben.”

Genç adam iskeletin göğüs kafesini alarak, onu kızak gibi kullanmış. Tepeden aşağıya hızla kayıp giderken, “Oh be, ne keyifli!” demiş.

Hayaletin kafatası, “Dur be yahu, dursana!” diye bağırmış. “Kaburgalarımı kıracaksın!”

Genç adam, “Dostum biliyor musun, kaburgaların yokken pek komik görünüyorsun. Cüce gibi duruyorsun. Al, işte!” demiş ve göğüs kafesini kaldırdığı gibi ırmağa atmış.

“Beğendin mi yaptığını! Göğüs kafesim olmadan ben ne halt ederim? Onlarsız yapamam ben.”

“Atla o zaman suya ve dalıp çıkar onları. İyi bir banyoya ihtiyacın var zaten senin, bana kalırsa. Karının pek hoşuna gider bu iş.”

Hayalet aşağılanmış bir halde, “Ne demek istiyorsun sen? Ben kendim kadınım zaten!” demiş.

“İskelet halindeyken pek belli olmuyor ki, şekerim,” demiş ve yoluna devam etmiş, genç adam.

Ve sonunda baş hayaletin karşısında bulmuş kendini. İskelet bir ata binmiş bir iskelet şeklindeymiş, reisleri. İskelet, “Seni öldürmeye geldim!” demiş.

Bunun üzerine genç adam hayalete çeşitli suratlar yapmaya başlamış. Gözlerini deviriyor, dişlerini gösteriyor, onları gıcırdatıyor ve garip sesler çıkarıyormuş. “Ben kendim bir hayaletim zaten, hem de senden bin kere daha berbat bir hayalet,” demiş.

İskeletin ödü kopmuş ve iskelet atını sürüp, kaçmaya çabalamış ama genç adam onu dizginlerinden yakalamış. “Ne kadar da bir atım olsun istiyordum,” demiş. “Yeteri kadar yürüdüm. İn aşağıya bakiim!” İskeleti eyerinden al aşağı ederek, paramparça etmiş. İskelet ne kadar ağlayıp sızlasa da, genç adam iskelet ata atladığı gibi, sürmüş köyüne doğru. Tam gün doğmak üzereymiş ve onu gören, su almaya ırmak kenarına gitmekte olan kadınlar basmışlar çığlığı. Onların çığlıklarına bütün köy uyanırken, korkudan titreyerek, kaçışmışlar. Çadırlarının kapılarını aralayıp bakan insanlar onu bir iskelet atın üstünde görünce pek korkmuşlar. Güneş doğar doğmaz iskelet at yok olmuş. Genç adam kahkahalara boğulmuş.

Onun bu iskelet ata binme hikayesi bütün köyde dilden dile dolaşır olmuş. Genç adam daha sonra bir gurup insanla bir araya geldiğinde, böbürlenerek hayaletleri nasıl arkalarına bakmadan kaçırdığını anlatmış. İnsanlar başlarını sallayarak, “Yahu, bu genç adam gerçekten de ne cesurmuş! Hiçbir şey korkutamıyor onu. Şimdiye kadar yaşamış en gözü pek insan o,” demişler.

Derken ufacık bir örümcek genç adamın gömlek kolundan içeri süzülüvermiş. Birisi onu uyarınca, “Öööö! Alın şu böceği üzerimden ne olur! Örümceklere hiç dayanamam! Ööööö!” diye basmış çığlığı. Titreyip, kıvranarak sızlanmayı sürdürmüş. Küçük bir kız gülerek eliyle alıvermiş minik örümceği onun üzerinden.

Kızılderili Öyküsü – (BRULE SIU KABİLESİ)

Büyükler için Hikaye, hikaye, korku hikayesl, komik hikaye, iskelet, kısa hikaye, Kısa hikaye, En kısa hikaye, Hikayeler, Etkileyici hikayeler, Aşk hikayeleri, Romantik aşk hikayeleri, Hayat hikayeleri, Hayalet Hikayeleri 2020, Hayalet hikayeleri oku, Hayalet Hikayeleri Türkçe Dublaj, Hayalet Hikayeleri TLC, En korkutucu hikayeler, hayalet, hayaletler, Hayalet Hikayeleri Kitap,

The post Hikaye “Hiçbir Şeyden Korkmayan Adam” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/hikaye-2/hikaye-hicbir-seyden-korkmayan-adam.html/feed 0
Guy de Maupassant Hikayeleri; “Ölüler Ne Diyor?” https://hikayelerimizden.com/guy-de-maupassant-hikayeleri/guy-de-maupassant-hikayeleri-oluler-ne-diyor.html https://hikayelerimizden.com/guy-de-maupassant-hikayeleri/guy-de-maupassant-hikayeleri-oluler-ne-diyor.html#respond Mon, 13 Jan 2020 19:03:08 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=5213 Guy de Maupassant Hikayeleri; “Ölüler Ne Diyor?” Onu çılgınca sevmiştim! İnsan neden sever? Dünyada sadece bir varlıktan başkasını görmemek, kafasında sadece bir düşünce olmak, yüreğinde sadece bir arzuyu hissetmek ya da dudaklarında sadece bir adın tekrarlanması tuhaf mı acaba? Bir pınarın sularının yeryüzüne çıkmasına benzer şekilde ruhun derinliklerinden dudaklara kadar yükselen, hep söylenen, tekrar söylenen, […]

The post Guy de Maupassant Hikayeleri; “Ölüler Ne Diyor?” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Guy de Maupassant Hikayeleri; “Ölüler Ne Diyor?”

Onu çılgınca sevmiştim! İnsan neden sever? Dünyada sadece bir varlıktan başkasını görmemek, kafasında sadece bir düşünce olmak, yüreğinde sadece bir arzuyu hissetmek ya da dudaklarında sadece bir adın tekrarlanması tuhaf mı acaba? Bir pınarın sularının yeryüzüne çıkmasına benzer şekilde ruhun derinliklerinden dudaklara kadar yükselen, hep söylenen, tekrar söylenen, bir dua gibi her yerde hep fısıldanan bir ad.

Hikâyemizi anlatmayacağım. Aşkın sadece bir hikayesi vardır ve o zaten hep aynıdır. Tanışmış ve birbirimizi sevmiştik. İşte hepsi bu. Bir yıl boyunca, onun kollarında, onun şefkatiyle, sevgisiyle, giysilerinde, sözlerinde, bakışlarında, ondan gelen her şeye tutkun, ona bağlanmış ve hapsolmuş şekilde yaşamıştım. Her şey o kadar eşsizdi ki, gece miydi gündüz müydü, ölü müydüm, diri miydim, neredeydim, farkında değildim.

Ve işte öldü. Nasıl? Bilmiyorum, hiç bilmiyorum.

Yağmurlu bir gecede eve sırılsıklam döndü. Ertesi gün öksürüyordu. Yaklaşık bir hafta boyunca öksürdü ve yatağa düştü.

Ne olmuştu? Hiç bilmiyorum.

Doktorlar geliyor, yazıp çiziyor ve gidiyordu. İlaç getiriyorlar, hastabakıcı bir kadın da ilaçları ona içiriyordu. Elleri sıcaktı, alnı nemli ve yanıyordu, bakışları parlak ama hüzün doluydu. Onunla konuşuyordum, o da bana cevap veriyordu. Birbirimize neler anlatmıştık? Bilmiyorum. Her şeyi, evet her şeyi, her şeyi unuttum. Ölüp gitti; o son, o zayıf iç çekmesini çok iyi hatırlıyorum.

“Ah!” dedi hastabakıcı kadın. O an anladım! Artık hiçbir şey bilmiyordum. Hiçbir şey… “Metresiniz” diye konuşan bir papazı gördüm. Ona hakaret ediyor gibi geldi bana. Mademki ölmüştü o, artık bunu kimsenin söyleme hakkı yoktu. Papazı kovdum. Bir başka papaz geldi; iyi ve hoştu. Bana ondan söz edince ağladım.

Toprağa verme konusunda bir sürü soru sordular bana. Hiç hatırlamıyorum.

Bununla birlikte, tabutunu, onu içine koyup tabutun çivileri çakılırken duyulan çekiç darbelerinin sesini çok iyi hatırlıyorum. Ah Tanrım!

Gömüldü. Artık bu çukurun içindeydi! Birkaç kişi, birkaç arkadaş gelmişti mezarlığa. Kaçtım oradan, koştum.

Sokaklarda uzun süre yürüdüm. Sonra eve döndüm. Ertesi gün seyahate çıktım.

Dün Paris’e döndüm.

Odamı, odamızı, yatağımızı, eşyalarımızı, ölümünden sonra ondan geriye kalan her şeyin bulunduğu bu evi yeniden görünce, içimi öyle büyük bir üzüntü kapladı ki, az daha pencereyi açıp kendimi sokağa atacaktım. Ondan kalan her şeyi sarıp sarmalayan, onun bedeninden, soluğundan kalan her şeyi, binlerce zerreyi barındıran bu eşyalar, duvarlar arasında kalamazdım. Dışarı çıkmak için şapkamı aldım. Kapıya varmadan önce, onun hole koydurduğu büyük aynanın önünden geçtim. Dışarı çıkmadan önce bu aynada tepeden tırnağa kendisine bakar, giysilerinin kendisine yakışıp yakışmadığını, giydiklerinin, saçlarının güzel olup olmadığını incelerdi.

Sık sık onun görüntüsünü yansıtan bu aynanın karşısında kalakaldım. Ayna onu o kadar sık yansıtmıştı ki, onun görüntüsünü de muhafaza ediyor olmalıydı.

Orada, gözlerimi cama dikmiş, düz, derin, boş aynanın önünde titreyerek duruyordum. Benim bakışlarım kadar sevdalı, benim kadar ona vurgun olan o ayna yine de tümüyle onu içinde saklıyor olmalıydı. O aynayı sevdiğimi anladım. Ona dokundum; soğuktu! Oh! Anılar, anılar! Bütün acıları çektiren o korkunç, o yaşayan, o ölü, o acı veren, yakan ayna! Bir aynada yansımaların kayması ve yok olması gibi sakladığı, gördüğü, önünden geçen her şeyi, sevgisine ve aşkına sığındığı her şeyi unutan yüreğe sahip insanlara ne mutlu! Ne çok acı çekiyorum. Sokağa çıktım, farkında olmadan, istemeye istemeye mezarlığa gittim.

Mezarını buldum. Üzerinde birkaç kelimenin yazılı olduğu ve mermerden bir haçın bulunduğu basit bir mezar. Üzerinde şöyle yazılıydı: “Sevdi, sevildi ve öldü”.

Oradaydı, o çukurun içinde çürümüştü! Bu ne korku! Alnım toprağın üzerinde, hıçkırıklara boğuluyordum.

Orada epey kaldım. Sonra akşam olduğunu fark ettim. O anda, acayip ve delice bir arzu, umutsuz bir sevgilinin arzusu kapladı içimi. Geceyi, mezarında ağlayarak onun yanında geçirmek istiyordum. Ama beni görürlerse, mezarlıktan dışarı çıkarırlardı. Nasıl yapmalı?

Doğruldum ve bu ölüler diyarında başıboş dolaşmaya koyuldum. Yürüdüm, yürüdüm. Burası, yaşayanların diyarının yanında ne kadar da küçüktü! Bununla birlikte, ölülerin sayısı yaşayanlarınkine göre ne de çoktu. Bağların şarabını, pınarların suyunu içen, ovaların ekmeğini yiyen bize daha büyük binalar, sokaklar, daha çok yer gerekiyor.

Oysa bütün ölüler için, bize kadar ulaşan bütün ölüler için küçük bir toprak parçasından başka hemen hemen hiçbir şey gerekmiyor. Toprak onları alıyor, unutulmuşluk onları siliyor ve elveda!…

İçinde dolaştığım mezarlığın sonunda terkedilmişlerin, yani çok önceden ölenlerin, toprağa karışmayı tamamlamış, artık haçları bile çürümüş olanların mezarlarına, yarın yeni ölenlerin gömüleceği mezarların bulunduğu bölüme geldiğimi farkettim. Burası, güllerle, uzun ve kara servi ağaçlarıyla dolu, kederli ve insan etiyle beslenen büyük bir bahçeydi.

Yalnız, yapayalnızdım. Bir ağaçta büzülüp kaldım. Karanlık ve kalın yapraklı dallar arasında tamamen gizlendim.

Ve alabora olmuş bir geminin enkazına tutunan bir kazazede gibi ağacın gövdesine sarılarak bekledim.

Gece iyice çöküp ortalık zifiri karanlık olunca, gizlendiğim yerden ayrıldım ve ölülerle dolu toprağın üzerinde yavaş ve sessiz adımlarla yürümeye koyuldum.

Uzun zaman aylak aylak dolaştım. Onun mezarını bulamıyordum. Kollarımı öne uzatmış, gözlerim iyice açık, ellerimi, ayaklarımı, dizlerimi, göğsümü hattâ başımı mezarlara çarpa çarpa yürüyor ama onu bulamıyordum. Dokunuyor, yolunu arayan bir kör gibi taşları, haçları, demir parmaklıları, solgun çiçeklerin bulunduğu çelenkleri ellerimle yokluyordum. Parmaklarımı harfler üzerinde gezdirerek isimleri okuyordum. Ne geceydi, ne geceydi o! Mezarı bulamıyordum!

Ay ışığı yoktu. Her yer karanlıktı. Korkuyordum; iki mezar dizisi arasında bulunan küçük yollarda içime berbat bir korku yayılıyordu. Mezarlar, mezarlar, mezarlar. Her yer mezarlarla doluydu. Sağda, solda, önümde, arkamda her yerde mezarlar vardı. Dizlerim tutmuyor, artık yürüyemiyordum. Mezarlardan birinin üzerine oturdum.

Kalbimin çarpıntısını işitiyordum! Başka şeyler de duyuyordum. Neydi bu? Adı koyulamayan karmakarışık bir gürültü! Nereden geliyordu? Sersem sepet olmuş kafamdan mı, karanlık geceden mi yoksa gizemli, insan cesetleriyle dolu toprağın altından mı? Çevreme bakıyordum!

Orada ne kadar kaldım, bilmiyorum. Korkudan kıpırdayamaz hale gelmiş, kendimden geçmiştim; bağırıp çağırmaya ve ölmeye hazırdım.

Birden, üzerinde oturduğum mermerden kapak taşı hareket ediyormuş gibi geldi bana. Evet, sanki biri onu kaldırıyormuş gibi kapak taşı yerinden oynuyordu. Bir sıçrayışta yandaki mezarın üzerine attım kendimi. Az önce üzerinde oturduğum taşın doğrulduğunu gördüm. Birdenbire ölü göründü, çıplak bir iskelet, kamburlaşmış sırtıyla kapak taşını atıverdi. Görüyordum, gece ne denli karanlık olursa olsun, onu çok iyi görüyordum. Haçın üzerinde şöyle yazıyordu: “51 yaşında ölen Jacques Olivant burada yatıyor. Ailesini, arkadaşlarını çok severdi, dürüst ve namusluydu, Hakkın rahmetine kavuştu”.

Ölü de, mezar taşının üzerindeki yazıları okuyordu. Sonra yoldaki bir taşı, keskin küçük bir taşı aldı ve yazıları özenle kazımaya koyuldu. Yazılanları yavaş yavaş tümüyle sildi, az önce kazıdığı yere boş gözlerle baktı ve bir zamanlar işaret parmağı olan kemiğin ucuyla parlak harflerle yazdı:

“51 yaşında ölen Jacques Olivant burada yatıyor. Acı sözleriyle, mirasına konmak istediği babasının ölümünü çabuklaştırdı, karısına işkence yaptı, çoluk çocuğuna eziyet etti, komşularını aldattı, fırsat buldukça çalmaktan geri kalmadı ve sefilce öldü”.

Ölü, yazmayı bitirince, hiç kıpırdamadan eserini hayranlıkla seyretti. Geriye dönüp bakınca, bütün mezarların açılmış olduğunu, bütün cesetlerin mezarlarından çıktığını, hepsinin, gerçeği kazımak için, aileleri tarafından mezar taşlarına yazılan yalanları sildiğini gördüm.

Ve hepsinin, bu iyi babaların, bu sadık kadınların, fedakâr oğulların, tertemiz lekesiz genç kızların, bu dürüst tüccarların, bu kusursuz olduğu söylenen erkeklerin ve kadınların aslında kendi yakınlarına işkence ettiklerini, kinci, namussuz, iki yüzlü, yalancı, dalavereci, iftiracı ve kıskanç olduklarını, çalıp çırptıklarını, aldattıklarını, utanç verici ve iğrenç her türlü işe karıştıklarını görüyordum.

Hepsi, sonsuz barınaklarının girişine, hayattayken hiç kimsenin bilmediği ya da bilmez göründüğü korkunç, zalim ve kutsal gerçeği aynı anda yazıyordu.

Sevgilimin de, kendi mezar taşına yazmış olduğunu düşündüm.

Artık korkmadan, yarı açık tabutların, cesetlerin ve iskeletlerin arasından onun mezarına koşmaya başladım; onu hemen bulacağımdan emindim.

Kefene sarılı yüzünü görmesem de, uzaktan tanıdım onu.

Biraz önce mermerden haçın üzerinde, “Sevdi, sevildi ve öldü” yazıyordu.

Şimdi okunanlar ise şöyleydi: “Bir gün, sevgilisini aldatmak için dışarı çıktı, yağmura yakalandı, soğuk aldı ve öldü”.

Gün doğarken beni bir mezarın yanından yarı cansız kaldırmışlar.

Guy de Maupassant

The post Guy de Maupassant Hikayeleri; “Ölüler Ne Diyor?” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/guy-de-maupassant-hikayeleri/guy-de-maupassant-hikayeleri-oluler-ne-diyor.html/feed 0