Warning: Cannot modify header information - headers already sent by (output started at /home/hikayelerimizden/public_html/wp-config.php:1) in /home/hikayelerimizden/public_html/wp-includes/feed-rss2.php on line 8
story arşivleri - Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/tag/story Hikaye Çeşitleri Wed, 22 Feb 2023 14:18:02 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hikayelerimizden.sirv.com/WP_hikayelerimizden.com/2020/06/c/r/n/cropped-hikayelerimizden.png?w=32&h=32&scale.option=fill&cw=32&ch=32&cx=center&cy=center story arşivleri - Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/tag/story 32 32 GURBET HiKAYELERİ “YARA” https://hikayelerimizden.com/secme-hikayeler/gurbet-hikayeleri-yara.html https://hikayelerimizden.com/secme-hikayeler/gurbet-hikayeleri-yara.html#respond Wed, 22 Feb 2023 14:18:02 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8971 GURBET HiKAYELERİ “YARA” Refik Halid Karay Güneş çoktan batmıştı; fakat çiftlik gene, sabah oluyormuş gibi, şevkini kaybetmeyen bir aydınlık içinde, kuş cıvıltılarıyla dolu, gölgesiz, hüzünsüzdü. Sıcak iklimlerin akşamlarında, zaten, bizim sabahlarımızda duyulan neşe daha doğrusu, bir hayata, rahata giriş keyfi vardır. Gözlerinizin çiğ ışıktan ve göğsünüzün nefes darlığından kurtulacağını düşünerek bir şeyler yapmak, bir zevke […]

The post GURBET HiKAYELERİ “YARA” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
GURBET HiKAYELERİ “YARA”

Refik Halid Karay

Güneş çoktan batmıştı; fakat çiftlik gene, sabah oluyormuş gibi, şevkini kaybetmeyen bir aydınlık içinde, kuş cıvıltılarıyla dolu, gölgesiz, hüzünsüzdü.

Sıcak iklimlerin akşamlarında, zaten, bizim sabahlarımızda duyulan neşe daha doğrusu, bir hayata, rahata giriş keyfi vardır. Gözlerinizin çiğ ışıktan ve göğsünüzün nefes darlığından kurtulacağını düşünerek bir şeyler yapmak, bir zevke hazırlanmak istersiniz. Ben de emirerine dam üstünde nargilemi hazırlatmıştım, kahvemi bekliyordum; birden avluya dört atlı girdi, dört silahlı Bedevi …

Bu dediğim tarihte Sultan Hamit’in Suriye’ deki çöl çiftliklerinden birinde müdürdüm. O zamanlar böyle yerlere subaylardan kahya, askerlerden korucu gönderilirdi; aşiret Araplarının akınlarına karşı koymak için …

Gelenlerin en yaşlısı, kısrağından inip karşıma dikildi.

Sordum:

“Hayrola, ya Şeyh?”

Mesele her zaman olan işlerden: İki aşiret, bir gazve (savaş, cenk) esnasında çarpışmışlar, bu dört kişi güç bela baskından kurtulup bana sığınmış, geceyi geçirmek istiyorlar.

Dördü de silahlarını bırakıp etrafıma, damın toprak zeminine çömeldiler. Yaşlısı maşlahlıydı; öbürleri sadece birer entari giymişlerdi; abonoz saçları upuzun, örülü ve cıvık yağlıydı; kulaklarından demir halkalar sarkıyordu. Bunlar konuşmuyorlardı; dişleri bembeyaz ve gözleri simsiyah parlayarak bizi dikkatle dinliyorlardı.

Ne konuşacaktık? Şammar aşiretinin kaç çadırı, Hadidilerin kaç koyunu vardı? …

Bir aralık karşımdaki gencin birisi hafifçe inledi. Şeyh sordu:

“Hasta mısın?”

“Hayır.”

“Yaralı mısın?”

“Galiba!

Ve omzunu işaret etti,

Ere seslenip feneri getirttim. Oralarda fener ve lamba ancak böyle işlerde, mühim sebepler oldukça kullanılır. Ay olmasa da yıldızlar yakından pırıldaşır; yıldızlar bile örtülse gene gökte ışık yerine geçen bir cila parlar. Bedevi’nin sırtına baktık. Sol tarafından bir kurşun yemiş. Kan, içine sızmış olacak ki entarisi boyanmamış. Yalnız yaranın ağzında kurumuş kahve telvesini andıran pıhtılar birikmiş; güneşten
kerpiç kesmiş olan kan pıhtıları …

“Kurşun içeride kalmış!” dedim.

Şeyh başıyla tasdik etti. Sonra hiçbir şey demeden erin elinden feneri aldı, avluya indi. Yere eğilmiş, uzun uzun, bir şeyler aradığını yukarıdan görüyorduk.

Neden sonra geldi: Bir çürük değnek parçası ve mundar bir paçavra ile …

Yoğurt süzdüğümüz eski, çürük torbadan atılmış bir parça …

Bu paçavrayı değneğe iyice; sıkıca sardı; dişleriyle bir de düğüm yaptı.

“Zeytinyağı bulunur mu?”

“Olacak. .. “

Gençlerden birine döndü, bir şeyler söyledi. O, aşağı indikten biraz sonra burnuma mutfaktan yana, tavada yakılan bir zeytinyağı kokusu geliyordu.

Anladım ki bir ameliyata hazırlanıyoruz.

Yaralının sırtından entarisini çektiler. Şeyh benden çakımı istedi ve uzun ağzını açıp birden yaranın içine daldırdı.

Bir kavunun bereli, acı yerini oyup nasıl atarsak öyle yaptı. Fakat bu parçanın elyafı bedenden tamamen ayrılmamıştı ki çektiği zaman çıkmadı; altından lastik bağlara takılı imiş gibi çakının ucundan kayıp tekrar yaradaki yerine girdi. Çekip koparmak lazım gelmişti; hem de epeyce asılarak …

Yaralı “Off” bile demedi; sadece, omzunu, şöyle, bir sinek konmuş gibi oynatmıştı. Şeyh buna bile kızdı:
“Ayıp!” dedi. Genç taş kesildi.

Şimdi Şeyh ‘in iki parmağı – kirli, kara tırnaklı kadit parmakları – yaranın içine paslı bir kıskaç, bir kerpeten gibi sokulmuştu. Kurşunu bulmuş, yakalamış olacaktı ki yerinden oynatmak için tıpkı çekiçsiz ve kesersiz nasıl bir tahtadan çivi çıkarmaya uğraşırsak, öyle, iki tarafa sallamaya, ırgalamaya başladı. Sonra büktü … Sağa büktü, sola büktü. Her büküşünde yaradan koyu, kalın bir kan tabakası kabarıyordu.

Sönük petrol ışığının altında katran gibi görünen ve sıcaklığı duyulan bir kan tabakası … Sade sıcaklığı değil, öğürtücü kokusunu da duyuyordum. Çocukluğumun Kurban Bayramı kokusu!

Şeyh, yere, ayaklarımızın altına bıraktığı deminki tıkacı eline aldı; ben gözlerimi istemeyerek kapadım. Açtığım zaman bu tıkaç yaranın içinde idi; belli ki biraz güçlükle girmişti, zor işliyordu. İşliyordu diyorum; zira Şeyh’in merhametsiz eli bunu taş ocaklarında barut deliği açanların küsküsü gibi sert, granit sırtına bir tarafına daldırıp daldırıp çıkarıyor ve her çıkarışında etrafa kan, pıhtı zifosu serpiştiriyordu. Bir aralık kan fazlalaştı. Tıkanmış bir musluk yalağına nasıl bir tel veya değnek soktuğunuz zaman, aşağıdan yer bulamayan su taşarsa, öyle mecrasız bir kan kabartısı …

Bu kan yavaş yavaş azaldı, duruldu, kesildi.

O zaman Şeyh yaralıya ilk defa, şefkatle hitap etti:

“Sabret evlat!”

Bedevi genci cevap vermedi, “Gık!” demedi, hatta kımıldamadı, bir adalesi bile titremedi. Anladım ki müthiş bir şey olacak! Bu iş de oldu: İsli tavasıyla kaynar zeytinyağını getirmişlerdi; yağ pek ustalıklı bir şekilde, bir damlası etrafa sıçratılmadan, dar ağızlı bir şişeye hunisiz mayi aktarılır gibi, yaraya ağır ağır boşaltıldı.

Zavallı Bedevi buna da dayanmaya çalıştı. Fakat sonunda bir:

“Ya Allah!” dedi, diz üstü çöktü.

Ben, bozuk Arapçamla, ora dilini takliden; “öldü” manasına:

“Mut!” diye haykırdım.

Şeyh cevap verdi:

“Halas!”(kurtuluş, kurtulma)

Ertesi sabah uyandığım vakit dört at ve dört Bedevi duruyordu. Gazveciler veda ve teşekkür için beni bekliyorlar.

Yaralı belki solgundu, süzüktü, ateş içindeydi. Fakat bu Bedevilerin rengini, halini sezmek o kadar güçtür ki… Elimi öptü; yalnız şunu söyledi:

“Şu bindiğim kısrağım gebedir; yavrusu senindir!”

Kısrağına atlarken ona kimse yardım etmedi. Arkalarından baktım. Dördü de dik, dinç görünüyorlardı; dördü de keyifli gibi idiler. Ben kızıl kanlı, yaraya dökülünce yanık et kokusu veren kaynar zeytinyağını düşünüyor, dişlerimi sıkıyordum.

***

Siz o tayı görmeliydiniz … Ha, evet söylemeyi unuttum:

Vakadan (olay) üç sene sonra, ben çiftlikte yokken bir Bedevi gelip bir tay bırakmış, “Paşaya vaat etmiştim, kendisi bilir!” demiş, gitmiş.

Paşa dediği benim … Daha o zaman teğmendim. Fakat Bedevi’nin gözünde bir Türk subayı daima paşadır.

Şişli, 1 938 – Refik Halid Karay

çocuk masalları, gurbet hikayeleri, hikaye, hikaye arşivleri, hikaye oku, hikaye okuma, Hikaye Okumak, hikaye siteleri, hikaye yaz, hikayeler oku, hikayelerimiz, Kısa Hikayeler, kısa masallar, masal, Masal Oku, masal okuma, masallar oku, Öykü, öykü oku, Refik Halit Karay, story, yara,

The post GURBET HiKAYELERİ “YARA” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/secme-hikayeler/gurbet-hikayeleri-yara.html/feed 0
Halk Hikayeleri; “DÖRT ÖĞÜT” https://hikayelerimizden.com/hikaye/halk-hikayeleri-dort-ogut.html https://hikayelerimizden.com/hikaye/halk-hikayeleri-dort-ogut.html#respond Tue, 04 May 2021 09:07:24 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8036 Halk Hikayeleri; “DÖRT ÖĞÜT” Halk Hikayeleri: Bir varmış, bir yokmuş. Vaktin birliğinde, yohsul bir adam varmış. Gün olmuş evlenmek istemiş. Güzel bir gız almış. Evini geçindirecek parası yohmuş. Gurbete çıhmış. Güney illerine gitmiş. Bir ırgat gapısına durmuş. Günlüğüm gaça dememiş, heç sormamış, tam yirmi yıl çalışmış. Nihayet ayrılmaya garar vermiş. Ağanın yanına çıhmış: “Ağam, tam […]

The post Halk Hikayeleri; “DÖRT ÖĞÜT” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Halk Hikayeleri; “DÖRT ÖĞÜT”

Dört Öğüt

Halk Hikayeleri: Bir varmış, bir yokmuş. Vaktin birliğinde, yohsul bir adam varmış. Gün olmuş evlenmek istemiş. Güzel bir gız almış. Evini geçindirecek parası yohmuş. Gurbete çıhmış. Güney illerine gitmiş. Bir ırgat gapısına durmuş. Günlüğüm gaça dememiş, heç sormamış, tam yirmi yıl çalışmış. Nihayet ayrılmaya garar vermiş. Ağanın yanına çıhmış:

“Ağam, tam boğön yirmi yıldır gapında çalışıyam. Hakkım neyse ver. Sılama gidecem. Anamı avradımı özledim gayri,” demiş.

Ağa da çıharmış çalışmasının garşılığı ona üç lira vermiş. Adam almış cebine goymuş. O sıra orada bulunan Ağa’nın garısı adama acımış. Adama:

“Dur da sana bir çörek yapayım,” demiş.

Gadın getmiş, çöreği yapmış. Çöreğin birinin içine de beş altın lire goymuş. Adama vermiş.

“Bu çöreği sakın yolda yeme, garına benden hediye olsun,” demiş.

Adam çöreği heybesine goymuş, helâlaşıp yola düşmüş. Yola düşmeden bir daha ağanın yanına varmış.

“Ağam, epey eyilik ettin. Hakkını helal et,” diye söylemiş. Ağa da:

“Oğlum dur sana diyeceklerim var, hele bi yol otur,” diye karşılık vermiş.

“Hayırdır inşallah.”

“Bana bir lira ver sana bir öğüt vereyim”. Adam çıkarıp bir lira vermiş.

“İyi dinliyon mu? Sakın geceleyin yola çıhma.”

-…
– Bana bir lira ver bir öğüt söyleyim. Adam çıharmış, bir lira daha vermiş.

– Sakın dibi görülmedik sudan geçme. Anadın mı?

-…
“Bir lira daha ver bir öğüt daha vereyim.” Adam cebindeki son lirayı da vermiş.

“Aslını bilmediğin işte söz sahibi olma.” Adam tam gideceği sırada. Ağa:

“Dur bi de sana bedava bir öğüt vereyim,” demiş.

Adam durmuş.

“Aslını bilmediğin işe burnunu sohma.”

Adam sağol demiş, goyulmuş yola. Yolda bir kervana rastlamış. Kervancıbaşına:

“Nereye gidiyonuz?”diye sormuş.

Kervancı:

“Yozgat’a.” diye cevap vermiş.

“Ben de Yozgat’a gidiyom. Beni de alın Kervana.”

Kervancı başı kabul etmiş. Adam kafileye katılmış. Epey yol gitmişler. Nihayet gece olmuş. Adam:

“Ben artık gitmiyeceğim,” diyince, Kervancı:

“Neden?” diye sormuş.

“Gidemem.”

“Biz bu kadar değerli şeyler götürüyok da gorkmıyok. Sen niye gorhıyon?”

“Ben gidemem, siz gidin.”

Adam böyle cevap verince kervancıbaşı fazla üstelememiş. Devam etmişler yollarına.

Adam sabahleyin gün ağarınca yola revan olmuş. Bir de bahmış ki yolda kervancıların hepiciği ölmüş yatıyo. Kiminin kellesi bir yanda kimininki bir yanda. O zaman kendi kendine:

“Liranın birini bulduk” demiş.

Yine giderken yolda bir atlıya rastlamış. Birlikte yola düşmüşler. Yollarını yalçın bir ırmak kesmiş. Adam bakmış ki suyun dibi görünmüyo. Gorkmuş.

Atlı:

“Hadi terkime bin de garşıya geçelim.” demiş.

“Yoh, gardaş ben binemem.”

“Hadi canm ne gorkuyon. Bin geçek garşıya.”

“Yeminim var, geçemem,” diye cevap vermiş adam.

Atlı dibi görünmedik suya girmiş. Girdiği o an olmuş. Bir batmış, bir daha çıhamamış.

Adam kendi kendine: “Liranın birini daha bulduk” diye sevinmiş.

Suyun başında galan adam, sağa bahmış, sola bahmış sonunda bir yol bulup garşıya geçmiş. Akşamüzeri bir koye gelmiş. Koy odasına gonuh olmuş. Bahmış ki bir hatun boğazına bir ip bağlanmış duvarda asılı duruyo. Bir köpek de yatak üzerine yatmış, uyuyo. Yemek getiyolar. Önce it yiyo, artığını da hatuna veriyolar. Adam heç aldırış etmemiş. Yemeğini yemiş yatmış. Sabah kalkmış yola düşmüş. Arkasından ağanın adamları gelmişler. Adamı ağanın yanına götürmüşler.

Adam gorha gorha:

“Ağam benim suçum ne ki, palas pandıras getirdiniz,” diye sormuş.

“Bak burada köpek yatıyo. Orada bir hatun bağlı duruyo. İtin artığını hatun yiyo. Be hey adam, senin ağzıyın içinde dilin yoh mu? Niye bir defa nedendir bu cefa diye sormuyon?”

“Benim ağam bana bir öğüt verdi. Aslını bilmediğin işte söz zahabı olma” dedi.

Ağa adamın bu sözünü çoh beğenmiş. Arhasından:

“Hele bi yol sorsaydın senin de kellen bu keller arasına garışacaktı, diyerek bir gapı açmış ve içinde yatan kelleleri göstermiş.”

Adam: “Eh liranın birini daha bulduk” diye sevinmiş. Ağa adama bir heybe gözü altın vermiş. Adamlarını tembihlemiş. “Bu adamı köyüne kadar götürün” demiş.

Adam köyüne gelmiş. Evinin penceresinden bir de bahmış ki ne görsün? İçerde genç bir adam garısıyla doğuşuyo, çağırıp bağırıyo. Adam dayanamamış, tüfeği doğrultmuş, tam tetiği çekeceği sırada ahlına ağanın öğüdü gelmiş. “Aslını bilmediğin işe burnunu sohma” Bunun üzerine gapıyı çalmış. Garısına:

“Beni tanıdın mı? Ben senin kocanım,” demiş.

Gadın bir bahmış iki bahmış. Sonunda gocasını tanımış. Sarılmış boynuna. Adam bi yandan yan gözle yabancı adama bakıyormuş. Bunu fark eden garısı:

“O kim biliyon mu?” demiş.
-…
“Yirmi sene evvel sılaya gittiğin sırada garnımda bıraktığın oğlun.”

Garısı böyle diyince adam sevinçten ağlamış. O zaman ağasının kendisine paradan da değerli öğütler verdiğini anlamış. Böylece muratlarına ermişler.

Derleyen: Muhsin KÖKTÜRK

efsane, halk hikayeleri, Halk Hikayelerinden, hikaye,hikaye arşivleri, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye siteleri, hikaye yaz, HİKAYELER, hikayelerimiz, masal, Masal Oku, masal okuma, Öykü, öykü oku, story, çocuk masalları, büyüklere masallar, öğüt, eğitici hikayeler,  ders veren masallar, düşündüren hikayeler,

The post Halk Hikayeleri; “DÖRT ÖĞÜT” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/hikaye/halk-hikayeleri-dort-ogut.html/feed 0
 “Derviş” Hikayesi https://hikayelerimizden.com/masal-2/dervis-hikayesi.html https://hikayelerimizden.com/masal-2/dervis-hikayesi.html#respond Tue, 04 May 2021 06:46:09 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8032  “Derviş” Hikayesi “Derviş” Hikayesi; Evveli bir varmış bir yokmuş bir derviş ile bir kocakarı varmış. Derviş her gün kocakarının evine gelir: “Koca nine! Herkes eder, kendi kendine eder, yine kendi kendine eder” der dururmuş. Kocakarı bu dervişten bıkmış usanmış. “Usandım şu dervişten! Bir kurtulsam!.” dermiş. Günlerden bir gün bir katmer yapmış. İçine ağu koymuş: “Şunu şu […]

The post  “Derviş” Hikayesi appeared first on Hikaye Oku.

]]>
 “Derviş” Hikayesi

hikaye derviş

“Derviş” Hikayesi; Evveli bir varmış bir yokmuş bir derviş ile bir kocakarı varmış. Derviş her gün kocakarının evine gelir: “Koca nine! Herkes eder, kendi kendine eder, yine kendi kendine eder” der dururmuş. Kocakarı bu dervişten bıkmış usanmış. “Usandım şu dervişten! Bir kurtulsam!.” dermiş. Günlerden bir gün bir katmer yapmış. İçine ağu koymuş:

“Şunu şu derviş müsveddesine yedireyim de görsün böyle tak tak ötmesini.” demiş. O gün derviş yine gelmiş: “Ben geldim koca nine. Herkes eder kendine eder, yine kendine eder.” demiş. Kocakarı ağulu katmeri dervişe vermiş. Derviş yine:

“Koca nine herkes eder, kendine eder, yine kendine eder.” demiş ve çıkıp gitmiş. Gide gide bir yere varmış. Orası askerlerin geldiği yer imiş. Oysaki kocakarının askerde bir oğlu varmış. Tezkere ile geliyormuş. O kadar acıkmış ki, açlığından karnı zil çalıyormuş. Karşısına eli çıkınlı gelen dervişe:

“Ne olur derviş amca?” çok açım, elindeki ekmeği ver.” diye yalvarmış. Derviş de ağulu katmeri vermiş. Oğlan ekmeği yedikten sonra vücuduna bir fenalık gelmiş. Kendisini eve zor atmış. Eve gelince “sırı dikme” gitmiş. Anası “Ne oldu oğlum, sana ne oldu?” diye dövünmeye başlamış. Oğlan:

“Çok acıkmıştım. Karşıma bir derviş geldi. Elindeki katmeri istedim. O da verdi. Katmeri yedim. Oysaki katmer zehirli imiş. Ölüyorum.” cevabını vermiş Anası:

“Ah benim yavrucuğum! O katmeri ben yaptıydım, dervişi zehirleyem diye. Şimdi ne oldu” diye çırpınmaya başlamış. Oğlan ölmüş. Kocakarı dizlerini dövmeye, saçını başını yolmaya başlamış. Fakat elden ne gelir? Olan olmuş bir kere Dervişin dediği doğru değil mi imiş? Derviş ona: “Koca nine!” Herkes eder, kendine eder, yine kendine eder.” Dememiş mi? Koca nine kendi kendine etmiş. Ebu cehil kazdığı kuyuya kendi düşer derler. Koca nine de kendi kazdığı kuyuya kendisi düşmüş.

Derleyen: Hüsnü YILDIZ

Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, 1961, sayı:138

Derviş, efsane, halk hikayeleri, Halk Hikayelerinden, Derviş,  hikaye,hikaye arşivleri, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye siteleri, hikaye yaz, HİKAYELER, hikayelerimiz, masal, Masal Oku, masal okuma, Öykü, öykü oku, story, çocuk masalları, büyüklere masallar,

The post  “Derviş” Hikayesi appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/masal-2/dervis-hikayesi.html/feed 0
Masallarımız Değirmenci ile Tilki Masalı https://hikayelerimizden.com/masal-2/masallarimiz-degirmenci-ile-tilki-masali.html https://hikayelerimizden.com/masal-2/masallarimiz-degirmenci-ile-tilki-masali.html#respond Mon, 03 May 2021 15:20:38 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8029 Masallarımız Değirmenci ile Tilki Masalı Masallarımız; Vakti zamanında bir değirmenci varmış. Bu değirmencinin de pek çok tavuğu varmış. Günün birinde tilkinin biri bu tavuklara müptelâ olmuş. Bir gün değirmenciye şöyle demiş: “ Ey değirmenci, eğer bana bir tavuk verirsen sana ömrünce unutamayacağın bir iyilik yapacağım.” “Yahu sen benim tavuklarımdan ne istersin, bırak benim yakamı. Seni vurup […]

The post Masallarımız Değirmenci ile Tilki Masalı appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Masallarımız Değirmenci ile Tilki Masalı

Masallarımız

Masallarımız; Vakti zamanında bir değirmenci varmış. Bu değirmencinin de pek çok tavuğu varmış. Günün birinde tilkinin biri bu tavuklara müptelâ olmuş. Bir gün değirmenciye şöyle demiş:

“ Ey değirmenci, eğer bana bir tavuk verirsen sana ömrünce unutamayacağın bir iyilik yapacağım.”

“Yahu sen benim tavuklarımdan ne istersin, bırak benim yakamı. Seni vurup öldürürüm, eceline mi susadın?

Değirmenci bu tilkiden kurtulamayacağını anlayınca tilkiye bir tavuk vermiş. Tavuğu yiyen tilki yola koyulmuş. Az gitmiş, uz gitmiş, doğruca bir padişahın yanına gitmiş.

“Tilki kardeşlik, tilkiler tekin değildir, sen ne işle geldin?”

“Padişahım sorma, sana büyük bir haber getirdim.”

“Neyin nesi?”

“Bir ‘çak çak padişahı’ var, bütün askerini topladı, geliyor. Seni berhava edecek.”

“Yahu, ben ona ne yaptım da beni berhava edecek?”

“Ya kızını ona vereceksin, ya da kökünü kesecek senin.”

Padişah hemen vezirleri toplar, bu işi konuşmaya başlar.

“Gelin bakalım arkadaşlar, bu ‘padişah ama ‘Çak çak’ı ne oluyor acaba? Kimse bilemez. Sonunda kızı vermeye razı olurlar.

“Peki, tilki kardeşlik, bir kere damadımızı görelim, sonra kızımızı vereceğiz. Tilki oradan doğruca değirmencinin yanına gelir;

“değirmenci, değirmenci!”

“Ne var tilki kardeşlik, niye geldin?”

“Arkadaş, tavuğunu yedim ama sana büyük bir insanlık yaptım.

”Ne yaptın?”

“Seni ‘padişah’ diye filancı padişaha duyurttum, şimdi seni oraya götüreceğim. Kızını sana alacağız.”

“Olur mu yahu, kızını bana verir mi? Üstüm başım unlu, saç sakal birbirine karışmış, bırak yakamı benim.”

“Yahu senin neyine gerek, haydi.”

Tilki değirmenciyi kandırıp yola çıkarlar. Padişahın sarayına yaklaşınca tilki değirmenciye derki:

“Sen burada dur, ben gidip padişahtan sana bir kat elbise alıp geleyim.” Tilki saraydan içeri girer, padişahla karşılaşırlar:

“Tilki kardeşlik, hani bizim damat, neye gelmedi?”

“Efendim gelirken harıktan atlarken ayağı kayıp düştü. Eee… Ne de olsa bu da padişah, üstü başı perişan. Öyle gelemez ya, ona bir kat elbise.”

Tilkiye çok güzel bir kat elbise verirler. Tilki bu elbiseyi değirmenciye giydirir, bunu süsleyip püsleyip alıp gider. Yolda da tembihlerde bulunur.

“Sen böyle elbise giymemişsindir. Sakın elbiselere bakma; yoksa değirmenci olduğunu söylerim.”

Sarayda yerler, içerler, konuşurlar, değirmenci boyuna elbiselere bakar, zavallı o güne kadar öyle elbise giymemiş de görmemiş de. Padişah gizlice tilkiyi dışarıya çağırır:

“Yahu, bizim damat neyin nesi, boyuna elbiselere bakıyor.”

“Efendim, onun elbiseleri çok kıyak idi, bunları beğenmedi de onun için bakıyor. Siz ona kötü elbise verdiniz.”

Tekrar bir kat elbise getirmeye giderler. Tilki de değirmencinin yanına gidip bir daha tembih eder:

“Bu sefer de elbiselere öyle bakarsan senin değirmenci olduğunu söyleyeceğim.”

Yeni elbiseleri giyen değirmenci bir daha elbiselere bakmaz. Korku cana fayda vermez. Padişah kızını veremezse harp var geride. Kendisinin de fazla askeri yok, muhakkak başına bir belâ çıkaracak. Kızını buna verir. Yanlarına biraz asker verip bunları yolcu eder. Tilki daima önden gider, yolda rastladığı davar sürüsünün çobanına der ki:

“Çoban kardeşlik, sürüyü yolun kıyısına indireceksin, padişah geliyor, o gelince :

“Ey padişahım, sen sağol, malın davarın sağolsun.” diye bağıracaksın.”

Tilki bu işleri böyle yapa yapa bir büyük saraya yaklaşır. O sarayda da yedi tane dev kalıyormuş. Devler tilkiyi görünce sorarlar:

“Niye geldin tilki?”

“Size bir haber getirdim.”

“Ne haberi getirdin?”

“Çak çak padişah geliyor, bütün ordusunu topladı, sizin kökünüzü kesecek.”

“Tilki kardeşlik, ne edelim?”

“Sizin ot mereğiniz yok mu?”

“Var, ne olacak?”

“Siz otların içerisine sokuluverin, ben padişaha sizin kaçıp gittiğinizi söylerim.”

Devler ot mereğine girerler, tilki bunların üzerinden kapıyı kilitler. Dama çıkıp üç dört teneke gaz döker. O mereğinde devleri cayır cayır yakar. Padişah gelir, saraylara girerler. Kızın babasında ne öyle halı var, ne öyle eşya var. Asker orada bir hafta kaldıktan sonra geri döner. Değirmenci padişahın kızı ve tilki orada kalırlar. Tilki bir gün değirmenciye der ki:

“Ey ağa sana ne işler yaptım. Gidip şu değirmende kalan tavukların diğerlerini de yiyip geleyim mi? Müsaaden var mı?”

“Git ye bakalım!”

Tilki tavukları yer gelir. Bir gün değirmenciye der ki:

“Ağa, ben sana bu kadar insanlık yaptım, ölürsem beni ne yaparsın?”

Bir gün tilki yalandan ölür. Değirmenci de avdaymış. Gelince karısını ağlar bulur, sorar:

“Ne oldu, niye ağlıyorsun?”

“Bu tilki ile gönlümü eğliyordum, o da öldü.”

“Adam sen de, ben de bir şey var zannettim.” diye değirmenci tilkiyi pencereden aşağı atar.

Tilki kurnaz, yere düşer mi, ayakları üzerine düşer? “Ya, boşuna ‘İnsanoğlunun başı kılıdır.’ dememişler, ettiğin iyiliği bilmez ki. Şimdi söyleyeyim mi senin aslını, neslini?”

“Tilki kardeşlik, ben seni sınamak için attım.” Tilkiyi zorla inandırır. Birkaç yıl sonra tilki hakikaten ölür. Bunu zembile koyup tavandan asarlar. Bir müddet sonra tilki kokmaya başlayınca tilkinin hakikaten öldüğünü anlarlar. Ölüsünü kaldırıp kapı dışarı atarlar. Onlar da yeyip içip muratlarına ererler.

Sakaoğlu, Saim; Gümüşhane Bayburt Masalları. Ankara: Akçağ Yayınevi, 2002.

The post Masallarımız Değirmenci ile Tilki Masalı appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/masal-2/masallarimiz-degirmenci-ile-tilki-masali.html/feed 0
Masal Oku “Çobanla Köpeği” Masalı https://hikayelerimizden.com/masal-2/masal-oku-cobanla-kopegi-masali.html https://hikayelerimizden.com/masal-2/masal-oku-cobanla-kopegi-masali.html#respond Mon, 03 May 2021 14:54:30 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8026 Masal Oku “Çobanla Köpeği” Masalı Masal Oku: Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içinde. Vay neler varmış vay neler varmış. Yeller eser, sular çağlarmış. Aptallar top oynar, akıllılar ağlarmış. Allah’ın kulu da çokmuş. Kimisi akıllı imiş, başlarında kavak yeleri esermiş, kimisi akılsızmış, genç kızlara türkü söylermiş. […]

The post Masal Oku “Çobanla Köpeği” Masalı appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Masal Oku “Çobanla Köpeği” Masalı

Masal Oku

Masal Oku: Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içinde. Vay neler varmış vay neler varmış. Yeller eser, sular çağlarmış. Aptallar top oynar, akıllılar ağlarmış. Allah’ın kulu da çokmuş. Kimisi akıllı imiş, başlarında kavak yeleri esermiş, kimisi akılsızmış, genç kızlara türkü söylermiş. Böyle zamanlardan birinde, bir varmış, bir yokmuş, taaaa… Alnı kırışık, yüzü buruşuk, yüreği ak, gönlü pak, saçlarına karlar yağmış ak saçlı bir kocakarının bir oğlu varmış… İşi yokmuş, bir aşağı, bir yukarı dolaşır da yolları ölçermiş. Oğlan büyümüş, büyüdükçe gelişip serpilmiş. Can bu demiş, sıkıldı gayrı, bir kesere sap olmak istemiş, hele bir boş gezenin kalfası olmaktan kurtulayım diye, anasına seslenmiş. Sonunda iki koyun, bir keçi almış, kırlara gütmeye gitmiş. Bu tarla benim, şu tarla senin demiş de sonunda bir çobana rast gelmiş. Bir de bakmış çoban, tek değilmiş, iki arkadaşı ile birlikte değil miymiş? Üç çoban tutmuşlar köpeği, durmadan döverlermiş.

Yufka yürekliymiş, dayanamamış, kalbi bir iyicene yanmış. İleri atılıp, “bre çobanlar niçin döversiniz köpeği” demiş? Ekmeğimizi yedi, diye karşılık vermişler. Delikanlı şaşırmış, bir ekmek için de köpek dövülür mü diye dert yanmış… Canı var, dili yok cancağızın, ekmek vereyim de dövmeyin, diye yalvarmış… Çobanlar razı olmuş, dövme durmuş, köpek delikanlıya bakmış kurtuluş sevincini, parlayan gözleri ile anlatmış. O gün öyle geçmiş, ertesi gün gelmiş. Delikanlı yine aynı yere gitmiş. Bu sefer de çobanlar, bir kedi dövermiş… Delikanlı yine dayanamamış, içi yanmış, neden dövdüklerini sormuş. Aynı karşılığı almış. Kediye acımış, ekmek verip, kediyi kurtarmış. O da parlayan gözleriyle delikanlıya bakmış, sevincini bakışları ile anlatmış.

Gün böylece bitmiş, delikanlı eve gelmiş. Ertesi gün gelmiş, delikanlı yine aynı yere gitmiş. Çobanlar bu sefer bir yılan dövermiş. Sormuş, Soğuk hayvandır, hem de koyunlarımızı emdi, karşılığını almış. Ne de olsa yürek bu, taş olsa erir. Delikanlının yüreği yine erimiş, içinden bir acıma gelmiş. Koyun vereyim, bırakın dövmeyi demiş. Çobanlar razı olmuşlar, koyunları almakla dövmeyi bırakmışlar. Delikanlı rahatlık duymuş, evine doğru dönüp yola koyulmuş.

Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, bir de bakmış arkasında ki yılan süzüle süzüle gelirmiş. Delikanlı şaşırmış, olduğu yerde duraklamış. Yılan dile gelmiş, babasının evine davet etmiş. Delikanlı kabul etmiş, yola düzülmüşler, süzüm süzüm süzülmüşler. Az gitmişler, uz gitmişler, giderken biraz dertleşelim demişler. Delikanlı yılana, babasının evinde ne yapacaklarını sormuş, yılan; iyiliğin karşılığını vermek gerek, dilekte bulunacaksın demiş. İlle de bir yüzük dilemesini salık vermiş. Delikanlı kabul etmiş, derken efendime söyliyeyim varmışlar Hindistan’a, dolaşıp gelmişler evin kapsına… Kapı birden açılmış, muhafız yılanlar şaşırmış. Açmışlar ağızlarını, koşmuşlar delikanlıya. Şaşkınlık sırası delikanlıya gelmiş. Kaçsam mı kaçmasam mı diye düşünmüş! Yandım öldüm demeye zaman kalmamış, diğer yılan öne fırlamış. Başından geçenleri anlatmış bir bir, beni ölümden o kurtardı, demiş. Çekilmişler muhafız yılanlar kenara, döşenmiş yerlere halılar, durmuş muhafızlar, buyur etmişler içeri delikanlıyı.

Baba yılan divana kurulmuş, oturmuş, keyif edermiş. Delikanlıyı görünce, dile benden ne dilersen, demiş. Delikanlı yüzük dilemiş. Baba yılan yüzüğü vermiş, delikanlı teşekkür edip oradan ayrılmış. Az gitmiş, uz gitmiş, gelmiş kendi evine. Bak ne getirdim sana demiş, anasına da gönlündeki söylemiş. Meğer gönlündeki, padişahın kızı imiş. Muradım, padişahın kızıdır, var git iste demiş.

Ak saçlı anacığı, oğlum biz kimiz ki bize padişah kız verecek, herkes dengini aramalı, diye seslenmiş. Ama gönül bu, ferman dinler mi? Oğlan yanmış bir kere ahına, Ana ana; ak pülçekli canım ana, beni anlasana, yandım kızın ahına, demiş.

Ana bu, ak pülçekli, ak yürekli ana dayanamamış, kalkmış, padişaha gitmiş. Önünde diz çökmüş, Allah’ın izni, Peygamberin kavli ile sizin kızı, bizim oğlana istemeye geldim, demiş. Padişah şöyle bir bakış, kızında gözlerinde şimşek çakmış, kızmış, hızını alamamış, kadıncağızı merdivenden aşağı atmış. Kara yazgılı ana ağlamış, kanlı yaşlar gözlerini dağlamış, boynu bükük eve gelmiş, olanları bir bir oğluna anlatmış. Beni elin maskarası ettin, diye de biraz dert yanmış. Oğlan iç geçirmiş, bire padişah, ben sana gösteririm demiş. Yüzüğü cebinden çıkarıp yalamış. Hemencecik iki Arap çıkagelmiş. Boylu poslu, vurduklarını çökertecek cinstenmiş Araplar. Oğlan emretmiş, anneme ceviz kabuğu içinde elbise getireceksiniz, demiş. Elbiseleri Araplar getirmiş, anacağı oğlanın giymiş, olmuş bir hanım. Oğlan geçmiş anasının karşısına, şimdi seni beğenir demiş korkma. Anacığı boynunu bükmüş, padişahın sarayına kalkıp gitmiş. Buyur etmişler içeri, izzet-i ikramda bulunmuşlar, dert yanıp derman dilemişler de sözü evliliğe getirmişler. Öyle ya ağlamayana meme vermezler derler, doğru söze ne denilir? Aklı başında olan ana da, bunu böyle bilir. Ağlamasını bilmek de bir hünerdir. Ana ağlamış, dert yanıp dermanını aramış. Allah’ın izni ile sizin kızı, bizim oğlana istemeye geldim diye sözü bağlamış. Padişah razı olmuş, yalnız şart koşmuş. Bahçemde saray kurulacak, evinizden saraya altından yol döşenecek. Olursa bunlar veririm, olmazsa sizi ters yüz ederim, anladınız mı bilmem, demiş. Razı olmuş ana, selâm durmuş padişaha. Sevinçle gelmiş eve, anlatmış olanları oğluna. Oğlan sevinmiş, dünya benim oldu demiş de yine yüzüğü yalamış. İki Arap çıkagelmiş, emriniz şehzadem demişler… Delikanlı, şehzade değilim ama padişah damadı olmaktır muradım demiş. Şu andan tezi yok, varın padişahın bahçesine, kurun sarayı, döşeyin yola altınları diye buyurmuş…

Gece bitmiş, gün doğmuş. Şafakla birlikte padişahın hatunu kalkmış. Pencereye gidip açmış gözleri kamaşmış. Güneş gökten indi sanmış! Şaşkınlık içinde padişaha koşmuş, durumu anlatmış. Padişah meraklanmış da kalkıp bakmış. Hatun hatun, oğlan sarayı yaptırmış, saray hem de altındanmış. Yolu da döşenmiş, güneş gibi parlarmış. Şimdi ne yapacağız, kız gitti elden, can koptu yürekten, ama hatunun bir bildiği varmış, çatlarcasına kahkahayı basmış. Derken kapı çalınmış, gelenler içeri alınmış. İstediğiniz tamam, kız hazır demişler. Düğün dernek kurmuşlar, oğlanı baş göz etmeye koyulmuşlar. Davullar çalmış, sofralar kurulmuş. İçkiler su gibi akmış ta ortalık sarhoş olmuş. Başına geleceklerden habersiz delikanlı, murada erdim diye sevinmiş, gönlü dolu dolu zifaf odasına girmiş.

Kız, saray ile yolu, oğlanın nasıl yaptırdığını merak etmiş, sormadan edememiş. A tatlım, karıcığın değil miyim? Söyle, ben de bileyim demiş. Oğlan gülmüş, be hatun, karının fendi erkeği yendi, derler ama haydi söyliyeyim demiş. Yüzüğü gösterip hikayesini anlatmış. Olan olmuş. Vakti saati gelmiş, uyku zamanıdır denmiş. Yatmışlar yatağa, dalmışlar uykuya Ama kız uyumamış, almış yüzüğü, yalamış, dili ile… Gelmiş Araplar, demiş onlara, “götürün beni sevgilime”. Meğer sevgilisi varmış, ona kavuşmak muradıymış. Araplar emredileni yapmışlar, saray ile kızı denizin ortasına götürmüşler, sevgilisini de oraya getirmişler…

Ne var ki yerin kulağı vardır, derler. Sarayın da karşıya, denizin ortasına geçirilişini köpek gömüş, kediyi bulmuş ona durumu anlatmış. Kediye seni denizden karşıya geçireceğim, o kızın evine gideceksin demiş. Sonra da orada bir sıçan tut, gövdesini ye, ama kuyruğunu yeme, o kızın burnuna sok, diye tembih etmiş. Köpek kediyi karşıya geçirmiş, kedi sözünü tutmuş. Sıçanı yakalamış, gövdesini yiyip, kuyruğunu kızın burnuna sokmuş. Kız pışkırmış, biraz da aksırıp öksürmüş. Yüzük ağzından yere düşmüş. Kedi yüzüğü kapıp dörtnala koşmuş, köpeğin yanına gelmiş yüzüğü aldım demiş. Bu sefer köpek zorluk çıkarmış, yüzüğü bana vermezsen, seni karşıya geçirmem demiş. Kedi yüzüğü vermiş, köpek kediyi sırtına alıp denize girmiş. Karşı kıyıya geçmek için yüzmeye koyulmuş. Aksili olunca olur, bu defa yine öyle olmuş, bir balık köpeğe hücum etmiş. Köpek kendimi koruyayım derken, yüzüğü denize düşürmüş. Balık yüzüğü yutmuş, köpek ile kedi kedere bürünmüş. Keder içinde çıkmışlar kıyıya, başlamışlar sayıklamaya. Başlamışlar bir aşağı, bir yukarı denizin kıyısında dolaşmaya. Derken bir balıkçı sergisi başına dikilmişler, balıkçının balık kestiğini görmüşler. Kedi miyav diye bağırmış, köpek hav hav diye havlamış, balıkçı da bir balığı kesip kedi ile köpeğe atmış, kedi şöyle bir koklamış, gözleri parlamış. Meğer yüzük o balık parçasının içindeymiş. Kedi köpeğe bakmış, dostum arama, gel ben buldum demiş.

Köpek sevinmiş, kedinin yanına gelmiş. Koyulmuşlar yola, koşmuşlar dörtnala. Varmışlar Hindistan’a. Hindistan derler var olan ülke uzakmış, ortalık sıcakmış, güller de açarmış. Oturmuşlar bir söğüt gölgesine, almışlar derin bir nefes. Sonra başlamışlar konuşmaya. Hindistan nere, bizim memleket nere diye. Tekrar kalkmışlar, yola düzülmüşler… Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, altı ayla bir güz gitmişler de gelmişler oğlanın evine.

Bakmışlar ki, ak pülçekli yufka yürekli anacığı başına kara yazmalar bağlamış, kara kara düşünürmüş.

Oğlan köşede oturmuş, hüngür hüngür ağlarmış. Kız gitti gideli hiç yemez, dili söylemezmiş. Ana oğluna döner, a benim kara bahtlı yavrum ağlama, başımıza gelen bu haller bir gün düzelir diye söylenirmiş ama oğlan anacığına; ana ana, beni anlasana, ben onun nârına yandım, muradımı almadım, ona yanarım diye dert yanarmış. Bu öylesine bir olaymış ki; Leyla’nın aşkı bile bunun yanında hiç kalırmış. Bu acıya bütün tabiat da katılmış. Açan güller açmaz, akan pınarlar akmaz, öten kuşlar ötmez olmuş. Esen rüzgârlar da esmez olmuş. Kedi atılmış ileri, hey dertlim, melek yüzlüm ağlama gayrı ananın kara gününü ak yap, gayrı diye seslenmiş. Köpek de köşede oğlan ile anacığını süzermiş. Oğlan başını kaldırmış, ana kaşının altından bakmış. Gördükleri bir kedi ile köpekmiş ama oğlan, “aaa… siz benim çobanın dayağından kurtardıklarım, burada ne arıyorsunuz” demiş? Karşılık vermemiş “kedi ile köpek, çünkü ağlarmış o anda sevinçten iç çekerek. Çıkarmış kedi yüzüğü uzatmış oğlana. Oğlan şaşırmış. Yüzüğü sevinçle almış. Gülmüş de gülen yanaklarında güller açılmış. Oğlan yüzüğü yakalamış, çıkagelmiş Araplar… Ferman buyurmuş, denizin ortasında saray tekrar padişahın bahçesinde kurulmuş. Çocuk padişaha gitmiş, kızı şikâyet etmiş. Padişah kızı aramış, sevgilisi ile kendisinin canını öbür dünyaya yolcu etmiş. İkisine de kırk satır vurmuş. Razı olursan büyük kızımı vereyim demiş. Oğlan razı olmuş, düğün dernek kurulmuş. Kırk gün, kırk gece düğün yapmışlar, kırk sofra kaldırıp kırk sofra kondurmuşlar. Kırk davul da çaldırmışlar. Kedi ile köpeği yanlarına almışlar. Ana sevinmiş, oğlan murada emiş. Gökten üç elma düştü, onlar erdi muradına. Biz çıkalım kerevetine.

Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, sayı: 205

Derleyen: Numan KARTAL

The post Masal Oku “Çobanla Köpeği” Masalı appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/masal-2/masal-oku-cobanla-kopegi-masali.html/feed 0
Masallarımız;  “Cihan Şah’a Söylenmeyen Sır” Masalı  https://hikayelerimizden.com/masal-2/masallarimiz-cihan-saha-soylenmeyen-sir-masali.html https://hikayelerimizden.com/masal-2/masallarimiz-cihan-saha-soylenmeyen-sir-masali.html#respond Mon, 03 May 2021 14:34:04 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8023 Masallarımız;  “Cihan Şah’a Söylenmeyen Sır” Masalı  Masallarımız;  “Cihan Şah’a Söylenmeyen Sır” Masalı : Vakti zamanın birinde büyük bir diyarın padişahı vardı. Padişahın Cihanşah adında yüzü nurlu, içi sürurlu, dal gövdeli, güler yüzlü, neşeli bir oğlu vardı. Cihanşah, boş zamanlarında babasının vezirinin oğlu Ahmetşah ile buluşur, konuşurdu. İki arkadaş birbirilerine pek ısınmışlardı. Ava beraber giderlerdi. Beraber cirit oynarlar, ok atarlar, […]

The post Masallarımız;  “Cihan Şah’a Söylenmeyen Sır” Masalı  appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Masallarımız;  “Cihan Şah’a Söylenmeyen Sır” Masalı 

Masallarımız

Masallarımız;  “Cihan Şah’a Söylenmeyen Sır” Masalı : Vakti zamanın birinde büyük bir diyarın padişahı vardı. Padişahın Cihanşah adında yüzü nurlu, içi sürurlu, dal gövdeli, güler yüzlü, neşeli bir oğlu vardı. Cihanşah, boş zamanlarında babasının vezirinin oğlu Ahmetşah ile buluşur, konuşurdu. İki arkadaş birbirilerine pek ısınmışlardı. Ava beraber giderlerdi. Beraber cirit oynarlar, ok atarlar, keyiflerini ağır pahaya satarlardı.

İki arkadaş bir bahar günü atlarına binip, uzak ülkelere doğru gezmeye çıktılar. Vara vara indiler bir hana. Han da nasıl han, duvarlarına bakınca heybet verirdi insana… O gece yattılar, sabahleyin kalktıkları zaman gözlerini ovuşturan Cihanşah başını kaldırıp duvara baktı. Duvarda bir nevcivanın resmi vardı ki gören yiğidin gözünü ondan ayırması naçardı. Gözleri ceylân, dudağı mercan, görünüşü gılman amma yaradan yaratmış o suretle bir insan… Cihanşah resme iyice baktıktan sonra hancıyı çağırdı ve bu kızın kimin neyi olduğunu sual eyledi. Hancı içini bir çekip, Aman oğlum, bu kız Anlaş padişahının kızıdır. Ona göz koyayım deme, onun yüzünden nice canlar kurban, nice kanlar revan olmuştur. Cihanşah hancının sözlerine aldırmadı. Ahmetşah ile atladığı gibi atına, düştü yolun katına.

Vara vara Anlaş Padişahı’nın oturduğu şehre vardılar. O şehirde bir kocakarı buldular, ondan birer kat kız elbisesi tedarik edip Anlaş padişahının sarayına çıktılar. Cariyelere padişahın kızını görmek istediklerini söylediler. Onlar da Cihanşah’ı alıp Anlaş’ın kızının yanına götürdüler. Cihanşah, kız ile uzun müddet konuştu, sonra söz arasında: Sultanım “siz hiç evlenmek, saadete konmak istemez misiniz?” diye sordu, kız içini kavuran bir ah çekti ve “ben çok kötü bir rüya gördüm. Rüyada, sözde evlenmişim, iki oğlum olmuştu. Çay kenarında oynarlarken su onları alıp götürdü. Ben de peşlerinden gözlerim giryan, yüreğim kızıl kan bakakaldım. Onun için bir daha bu rüyadan sonra evlenmemeye karar verdim.” Cihanşah, “vah vah. Sana sabır versin ulu Allah, haydi eyvallah.” deyip oradan kocakarının yanına geldi. Tekrar erkek elbiselerini giydi, saraya bir haber ve haberciye padişahın kızına “çok meşhur bir nakkaş gelmiş.” diye müjdelemesini söyledi. Kız derhal o meşhur nakkaşı yanında görmek istediğini cariyelere söyledi. Bir müddet sonra Cihanşah, saraya vardı. Padişaha dedi ki “ben yalnız selamlık tarafına resim yapacağım.” Padişah bu teklifi kabul eyledi. Selamlık tarafının nakışlanması bitince padişahın kızı topal cariyeyle haber gönderdi ki gelip haremlik kısmını da nakışlasın… Cihanşah kızın karşısına gidip gül cemaline baktığında aklı fikri tarumar olup cesedini taşıyamaz hale geldi, kuvvetli tükenip kendisini yerde buldu. Cariyeler, keklik gibi koşuştular ve Cihanşah’ı ayılttılar. Cihanşah, gözlerini açınca baş ucunda sevdiğini gördü, ay doğmuş zannetti, gözleri kamaştı. Bir yudum suyu altın kâseden içtikten sonra padişahın kızı dedi ki “nakkaş efendi senin gizli bir derdin olsa gerektir. Hele söyle, bizi meraktan ırağeyle.” Cihanşah dedi ki, “ben bir gece rüyamda evlendiğimi gördüm, iki çocuğum olmuş. Çay kenarında oynarlarken suda bir elma gördüler, elmayı almak için seğirdince akıntı onları alıp götürdü. Sizi görünce aklıma o hatıra geldi, ondan perişan oldum.” diyen de kız dedi ki “aynı rüyayı ben de görmüştüm. Demek ki ikimizin mukadderatı birmiş, babama söyleyeyim bizi evlendirsin.”

Cihanşah kızdan bu haberi alınca sevincinden melek olup uçmak istedi, hemen nişanlandılar. Sonra üç gün üç gece büyük bir düğün yapıldı. Gerdeğe girecekleri gece Ahmedşah Cihanşah’a haber etti ki “sana bir ejder sihir yaptı. Ejderha, kıza âşık olduğundan seni öldürmek istiyor.” Cihanşah bu habere aldırış etmedi. Güveyi odasına girdi. O sırada bir hışırdı duydu, sevgilisinin yüzüne bakanda mercimek kadar bir kan lekesi gördü. Şüphelendi ve etrafı araştırdı. Bir de baktı ki arkadaşı Ahmedşah, karyolanın altında. Ahmetşahı oradan çıkardı ve zindancılara vererek hapsetmelerini emiretti. Haddi zatında, Ahmedşah, padişahın kızına âşık olup onu öldürmek isteyen ejderhayı öldürdüğünü söyleseydi o anda taş kesilecekti. Çünkü ejderha sihir yapmıştı.

Ertesi gün hâdise padişahın kulağına gitti. Ahmedşah’ı padişahın huzuruna çıkardılar. Dedi ki: Padişahım, kafesteki kuşu bana emanet veriniz, ona bir söyleyip bırakacağım. Üç gün müsaade ediniz, o kuş dönsün, sonra beni astırın. Padişah bu teklifi kabul etti. Ahmedşah ya Allah deyüp kuşu eline aldı, kulağına bir şeyler söyleyip bıraktı. Üç gün sonra kuş ağzında üç elma çekirdeği olduğu halde saray avdet etti. Ahmedşah dedi ki:

Bu elma çekirdeklerini bahçeye dikiniz, üç yıl sabrediniz, elmalar bar verince o elmaları her hangi ihtiyar yerse kudreti ilahı sayesinde gençleşip, dinçleşecek. Cenabı Allah, Zülcelâl onun ömrünü uzun, bahtını açık, muradını lâyık eyleyecek. Padişah, Ahmedşah’ ın dediğini yaptı, elma çekirdeklerini bahçıvanlara verdi, bahçeye ektirdi. Üç yıl sonra hikmetli ilâhi elmalar bar verdi. Bahçıvan iki elmayı altın tabağa koyup kapıcıya verdi. Kapıcı elmaların birine zehir katmıştı. Padişah elmalardan birini önce vezirine yedirtti, vezir vefat etti. Elmanın ötekini bahçıvanın karısı ve kendisi yeyince, iki ihtiyar damarlarında yirmi yaşındaki delikanlının kanı varmış gibi gençleştiler, yüzlerinden nur akmaya başladı. Bunu gören padişah bu işte bir hile olacağını düşündü. Cihanşah, padişaha: Sultanım, bir elma da siz yeyin, gençleşeceksiniz. Yalnız  Ahmedşah’ın hayatını bana bağışlayın, diye yalvardı. Ahmedşah bunu reddetti ve günahsız olduğunu söyledi: Benim ricam şudur ki “Cihanşah’ ın kızının kanını benim üzerime akıtırsanız ben tekrar hayata kavuşacak, dirileceğim.” Ahmedşah’ ın “gidip güveyi odasındaki karyolanın altına bakın.. Hikmeti ilâhiyi görün.” demesiyle taş kesilmesi bir oldu. Cariyeler gidip güveyi odasını açtılar ki içerisi cehennem kokusuna bürünmüş… Karyolanın altına bakanıca, büyük bir canavarın leşini gördüler… Hepsi hayret ve dehşet içinde kalıp kör sıçan gibi kaçacak delik aramaya koyuldular.

Padişaha haber verdiler ki Ahmedşah, Cihanşah’ ın güveyi girdiği gece büyük bir canavar öldürmüş. Ahmedşah’ın günahsız olduğunu bu canavarın leşi gösteriyor.

Kader böyle imiş… Aradan bir sene daha geçti, elma ağaçları yeniden bar verdi. Bir de Cihanşah’ın nur topu gibi evlâdı oldu. Bütün saray halkının gözü, göynü bu kızdaydı. Ama ne yazık ki Ahmedşah’ a vaad etmişlerdi. Bu kız ona kurban edilmeliydi ki dirilsin. Kader ne denir, gelir başa, bulaşır işe… Cihanşah’ ın yeni doğmuş kızını, Ahmedşah’ın taş bedeni taze kana kavuşunca Allah’ın lütfuyla damarlarına, dizlerine derman geldi, yerinden doğruldu. Bundan sonra padişah Ahmedşah’ı da vezir yaptı. Hepsi mesut ve bahtiyar günlere kavuştular.

 Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, 1954, sayı: 62

Derleyen: Mehmet GÖKALP

 

Büyü Cihan Şah’a Söylenmeyen Sır, efsane, hikaye ,hikaye arşivleri, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye siteleri,hikaye yaz, HİKAYELER, hikayelerimiz, masal ,Masal Oku, masal okuma, Öykü, öykü oku, sihir, story,Anadolu Masalları, Anadolu Hikayeleri,Seçme Hikayeler, Hikayelerimizden Seçmeler,

The post Masallarımız;  “Cihan Şah’a Söylenmeyen Sır” Masalı  appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/masal-2/masallarimiz-cihan-saha-soylenmeyen-sir-masali.html/feed 0
Masal “Cücelerin Armağanları” https://hikayelerimizden.com/masal-2/masal-cucelerin-armaganlari.html https://hikayelerimizden.com/masal-2/masal-cucelerin-armaganlari.html#respond Sat, 06 Mar 2021 18:48:00 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=7852 Masal “Cücelerin Armağanları” Masal Oku; Bir terziyle bir kuyumcu birlikte yolculuk yapıyorlarmış. Bir akşam, güneş dağların ardına çekilince, uzaktan yabancı bir mızıka sesi işitmişler. Bu ses gittikçe güçleniyormuş. Kulakları böyle bir şarkıya alışık olmadığı halde bu müzik o kadar hoşmuş ki, bütün yorgunluklarını unutmuşlar; hızlı hızlı yürümeyi sürdürmüşler. Masal Bir tepeye vardıkları sırada ay da […]

The post Masal “Cücelerin Armağanları” appeared first on Hikaye Oku.

]]>

Masal “Cücelerin Armağanları”

Masal Oku; Bir terziyle bir kuyumcu birlikte yolculuk yapıyorlarmış. Bir akşam, güneş dağların ardına çekilince, uzaktan yabancı bir mızıka sesi işitmişler. Bu ses gittikçe güçleniyormuş. Kulakları böyle bir şarkıya alışık olmadığı halde bu müzik o kadar hoşmuş ki, bütün yorgunluklarını unutmuşlar; hızlı hızlı yürümeyi sürdürmüşler. Masal

Bir tepeye vardıkları sırada ay da doğmuşmuş. Bu tepede mini mini birçok kadın erkek görmüşler. Bunlar el ele tutuşmuş, büyük bir neşe içinde dönüp duruyorlarmış. Oynarken de çok hoş bir şarkı söylüyorlarmış. Meğer duydukları müzik buymuş. Dönenlerin ortasında, ötekilerden az büyükçe bir yaşlı adam oturuyormuş. Üzerinde alacalı bulacalı bir ceket varmış. Kar gibi ak sakalı göbeğine kadar uzanıyormuş. İki yolcu şaşırarak oldukları yerde kalmışlar, dansı seyrediyorlarmış. Masal

Yaşlı cüce, onları çağırmış. oynayan cüceler de ayrılarak yol vermişlermiş. Sırtında bir çıkıntısı olan kuyumcu, (kambur gibi) oldukça gözüpek bir adammış. Hemen onlara yaklaşmış. Fakat terzi çekingenlik göstermiş, geride durmuş, ama bakmış ki herkes keyfinde, eğlencesinde… Ona da cesaret gelmiş, o da araya karışmış. Cüceler yine halka olmuşlar, şarkılar söyleyerek çılgın gibi hoplaya zıplaya oynamaya başlamışlar. Bu sırada yaşlı adam, kemerindeki geniş ağızlı bir bıçağı çıkarmış, bilemiş, iyice keskin olduğunu anladıktan sonra bu yabancılara bakmaya başlamış. Adamlar korkmuşlar, ama uzun boylu düşünmeye vakit bulamamışlar. Yaşlı cüce kuyumcuyu yakalamış. Büyük bir el çabukluğuyla saçını sakalını cascavlak tıraş etmiş. Aynı şey terzinin de başına gelmiş. Bu iş bittikten sonra yaşlı adam, güler yüzle ikisinin de sırtlarını okşamış. Sanki demek istiyormuş ki, karşı koymaksızın bu işi rahatça yaptırdıklarına iyi etmişler. Bunun üzerine adamların korkusu geçmiş. Masal

O zaman yaşlı adam, kıyıda duran bir kömür yığınını parmağıyla göstermiş; ceplerini bunlarla doldurmalarını işaretle anlatmış. İkisi de bunların ne işe yarayacağını bilmedikleri halde; yaşlının dediğini yapmışlar. Sonra geceyi geçirecek bir yer aramak üzere yola çıkmışlar. Bir dere içine geldikleri zaman komşu manastırın saati gecenin on ikisini çalıyormuş.

Birdenbire şarkı sesleri kesilmiş. Hepsi ortadan kaybolmuşlar. Tepe, ay ışığı içinde sessiz, ıssız kalıvermiş.  

İki yolcu barınacak bir yer bulmuşlar. Kuru otların üzerine uzanarak paltolarını üstlerine örtmüşler. O kadar yorgunmuşlar ki, önce ceplerindeki kömürleri boşaltmayı bile unutmuşlar. Vücutlarında duydukları bir ağırlık yüzünden erkence uyanmışlar. Ellerini ceplerine soktukları zaman gözlerine inanamamışlar: Çünkü cepleri kömür yerine saf altınla doluymuş. Saçları, sakalları da bir gün önceki gibi çıkmış, büyümüşmüş. Artık zengin birer insan olmuşlar. Kuyumcu gözü doymaz bir adammış. Bunun için ceplerine daha çok kömür doldurmuşmuş. Bu yüzden onun altınları terzininkilerden bir kat fazlaymış. Açgözlü adama ne verilse daha fazlasını ister. Bunun için kuyumcu terziye bir öneride bulunmuş:

– Buralarda bir gün daha kalalım. Akşam olunca tepeye gidelim. Yaşlı adamın yanından bu kez daha çok altınla dönelim! demiş. Hikaye

Terzi buna razı olmamış. Bu kadarı bana yeter. Ben hoşnutum. Nişanlımla evleneceğim. Mutlu bir insan olacağım! demiş. Fakat arkadaşının hatırı için bir gün daha orada kalmaya razı olmuş. Akşamleyin kuyumcu omzuna birkaç torba daha asmış. Tepeye giden yola koyulmuş. Geçen geceki gibi cüceleri şarkı söyleyerek dans ederken bulmuş. Yaşlı adam, önceki gibi, onun saçını sakalını tıraş etmiş, kömürlerden almasını işaretle anlatmış. Fakat o, yalnızca ceplerini doldurmakla kalmamış. Sevine sevine dönmüş. Üzerine paltosunu örtüp yatmış. “Altınlar ne kadar ağır bastırırsa bastırsın dayanacağım!” demiş. Sabahleyin gayet zengin bir adam olarak uyanmak düşlemiyle uykuya dalmış. Gözlerini açar açmaz, ceplerini yoklamak için, yerinden fırlamış. Bir de ne görsün? Ceplerinde kömürden başka bir şey yok! “Ne yapalım,” demiş “dünkü altınlar duruyor ya, ona da şükür!” Fakat bunların da yeniden kömür olduklarını görünce kuyumcunun aklı başından gitmiş. kömürleri karıştıra karıştıra kapkara olan ellerini alnına götürünce ne saçının, ne de sakalının yerinde olmadıklarını da görmesin mi? İş bununla da kalmamış:

Sırtındaki kambur da iki katlı olmuş, büyümüş. O zaman açgözlülüğünün cezasını gördüğünü anlamış; hüngür hüngür ağlamaya başlamış. Bu gürültüden uyanan iyi yürekli terzi, talihsiz arkadaşını tatlı sözlerle, elinden geldiği kadar, yatıştırmış: Hikaye

– Sen bu yolculukta bana arkadaşlık ettin demiş, benimle birlikte kal. Bu parayı birlikte harcarız! demiş. Hikaye

Terzi sözünde durmuş. Fakat zavallı kuyumcu ömrü oldukça çifte kamburunu sırtında taşımış. Çıplak kafasından kasketi çıkaramamış.

Dünya Çocuk Klasikleri

ALTIN, ÇOCUK HİKAYELERİ, CÜCE, DÜNYA ÇOCUK KLASİKLERİ, HİKAYE, HİKAYE ARŞİVLERİ, HİKAYE OKU, HİKAYE OKUMA, HİKAYE SİTELERİ, HİKAYE YAZ, HİKAYELER, HİKAYELERİMİZ, MASAL, MASAL FAYDALI MI, MASAL NEDİR, MASAL OKU, MASAL OKUMA, MASALIN ETKİLERİ, MASALIN ÖZELLİKLERİ, MUTLU BİR İNSAN, ÖYKÜ, ÖYKÜ OKU, STORY

 

The post Masal “Cücelerin Armağanları” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/masal-2/masal-cucelerin-armaganlari.html/feed 0
Anadolu Efsaneleri “Görmeli Köprüsü” Efsanesi https://hikayelerimizden.com/efsaneler/anadolu-efsaneleri-gormeli-koprusu-efsanesi.html https://hikayelerimizden.com/efsaneler/anadolu-efsaneleri-gormeli-koprusu-efsanesi.html#respond Mon, 15 Feb 2021 16:26:01 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=7777 Anadolu Efsaneleri “Görmeli Köprüsü” Efsanesi Efsaneye göre; bir usta ile kalfası, Mersin’in Mut ilçesi yakınlarında çoşkun bir ırmak üzerinde köprü yaparlar. Bu köprü bugün Gezmeli Köprüsü diye bilinir. Bu köprünün yapılmasına büyük emek veren kalfa Süleyman ustasına bir sebepten dolayı darılır, yanından ayrılır. Süleyman, aynı ırmağın başka bir çoşkun yerine gidip köprü yapmaya karar verir. […]

The post Anadolu Efsaneleri “Görmeli Köprüsü” Efsanesi appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Anadolu Efsaneleri “Görmeli Köprüsü” Efsanesi

Efsaneye göre; bir usta ile kalfası, Mersin’in Mut ilçesi yakınlarında çoşkun bir ırmak üzerinde köprü yaparlar. Bu köprü bugün Gezmeli Köprüsü diye bilinir. Bu köprünün yapılmasına büyük emek veren kalfa Süleyman ustasına bir sebepten dolayı darılır, yanından ayrılır.

Süleyman, aynı ırmağın başka bir çoşkun yerine gidip köprü yapmaya karar verir. Başlar köprüyü yapmaya. Gel zaman, git zaman kalfanın köprüsü de biter. Süleyman, eserini görmesi için ustasına haberciler gönderir. Hakikî bir usta olan diğeri, ne kalfasının kendisini çağırmasına, ne de yanından ayrılmasına kızmayarak yeni köprüyü görmeye ge­lir. Kalfasının eserini gördükten sonra beğendiğini
belirtir, herkesin de bu köprüyü görmesini İster.

Kalfasına der ki:

«Güzel yapmışsın, eline sağlık- Bu köprüyü, güzelliğini herkes görmeli. Bunun adı Görmeli Köprüsü olsun.»

Bu görüşmeden sonra köprüye o ad verilir.

Efsane,  Anadolu Efsanesi, Efsaneler, Efsanelerimiz, Söylence, Efsane Söylenceleri, Efsane Hikayeleri, hikaye, hikâye, hikaye arşivleri, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye okumak, hikaye siteleri, hikaye yaz, hikayelerimiz, masal, masal oku, masal okuma, öykü, öykü oku, story, kısa hikayeler, çocuk masalları, kısa masallar, kısa hikayeler, masallar oku, hikayeler oku, güzel hikayeler,

The post Anadolu Efsaneleri “Görmeli Köprüsü” Efsanesi appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/efsaneler/anadolu-efsaneleri-gormeli-koprusu-efsanesi.html/feed 0
+18 Duygusal Hikayeler; “Çiğ Yumurtalar” https://hikayelerimizden.com/duygusal-hikayeler/18-dehsetli-ve-duygusal-hikayeler-cig-yumurtalar.html https://hikayelerimizden.com/duygusal-hikayeler/18-dehsetli-ve-duygusal-hikayeler-cig-yumurtalar.html#respond Wed, 23 Dec 2020 10:18:19 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=7673 +18 Dehşetli Ve Duygusal Hikayeler; “Çiğ Yumurtalar” Hep eli yüreğinde, o günün gelip çatmasından korkardı anam. Biri ablasının, öteki kaynının oğlu olunca baş eğmek, susmak ve ağlamak kalıyordu ona. İlk karşılaştıklarında, vuruşturulan çiğ yumurtalar gibi en az birinin kırılıp yere saçılacağını, ötekinin de iflah olmayıp hapis damlarında çürüyeceğini söylerdi. Uykudan uyanır uyanmaz, amcamların mayıs kokan […]

The post +18 Duygusal Hikayeler; “Çiğ Yumurtalar” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
+18 Dehşetli Ve Duygusal Hikayeler; “Çiğ Yumurtalar”

Hep eli yüreğinde, o günün gelip çatmasından korkardı anam.

Biri ablasının, öteki kaynının oğlu olunca baş eğmek, susmak ve ağlamak kalıyordu ona. İlk karşılaştıklarında, vuruşturulan çiğ yumurtalar gibi en az birinin kırılıp yere saçılacağını, ötekinin de iflah olmayıp hapis damlarında çürüyeceğini söylerdi.

Uykudan uyanır uyanmaz, amcamların mayıs kokan sıcacık ahırında alırdım soluğu. Salman Ağam, babamdan bile çok severdi beni. Ahırına girdiğimde, karanlığa alışana değin hiçbir şey göremez, bir yere çarpmamak için kollarımı uzatır onu beklerdim. O, karanlıkta da görürdü. Kör gibi ayakta dikilirken, kendimi birden kucağında bulurdum. Aylarca görmediği yavrusuna kavuşmuş gibi sarılır, sıka sıka canımı çıkarırdı. Geniş omuzları, kalın kolları, kütük gibi sağlam sıcak gövdesiyle Salman Ağam, anlatmakla bitiremediği masal kahramanlarının en güçlüsüydü. Onunla ilgili aklımın almadığı durumlar vardı. Sorup öğrenmek isterdim ama oyuna öyle dalardık ki hep unuturdum.

Neden hep ahırda hayvanlarla birlikte yaşıyordu? Yaşıtları, kış boyunca sabahtan akşama dam üstlerinde, aşık, ceviz, yumurta, el sende, saklambaç oyunları oynarken o bir çeşit hapis hayatındaydı. Hüzünlü ve acı içinde kıvrandığını görüyordum.

Yarı karanlık ahırda, inek, öküz, manda demez hepsinin üstüne oturtur geri çekilir, korkumla alay ederdi. Ona göre, erkek adam ne düşer ne ağlar ne de korkardı.

Boynuzlu ve boynuyla yük taşıyan hayvanlar, sırtlarında bir yabancıya hiç mi hiç katlanamazlardı. Huysuzlanır, arkalarını bir o yana bir bu yana çevirirlerdi. O halleri, ağlamakla gülmek arasında gidip gelmeme neden olurdu. En çok kır eşeğin üstünde rahat ederdim. Salman Ağam, üstüne beni oturtmak için eşeğe yaklaşınca hayvanın dişil kıpırdanışını, ağzını garip biçimde açıp açıp kapatmasını, aralarında bir çeşit iletişim gibi algılardım. Onun aylarca, hatta yıllarca süren ahır hapisliğine katlanmasının sırrı bu ilişkilerde saklıydı belki de.

Çok sıkıldığı zamanlarda, ahırdaki kucak kavuşmaz, hayvanların sürtünmesiyle parlamış, cilalı gibi duran ardıç direklere yumruklar indirir,

“Aaah Leyla Gelin ah, yaktın beni yaktın!” diye inlediğini görürdüm. Sevdiği kadını, buluttan sıyrılıp çıktığında her yanı aydınlatan sonra yeniden bulutların ardına gizlenen dolunaya benzetirdi.

“Adamım ölmüşüm, bitmişim ben, küçüksün duaların kabul olur, dua et de Allah canımı alıp kurtarsın bu çileden! Ahdimi alsam, şöyle bir sarılıp yatsam, ömrüme yanmayacağım,” der sevdiğine sarılır gibi yeniden bağrına basardı beni.

Sonra unutulurdum birden. Gözlerini ahırın küçük ışık deliğine diker, karşısında, yoluna ölümü göze aldığı sevdiği varmış gibi konuşmaya başlardı.

“Madem bağırıp alemi ayağa kaldıracaktın, Erikli’den su alırken neden gözlerimin içine bakıp da güldün, bu gece seni bekliyorum der gibi başını salladın!?”

Sevdiği de ona, “İki gözüm önüme aksın, gençliğime doymayım öyle bir şey yaptıysam,” demiş gibi:

“Boşuna yemin etme Leyla’m, yaptın, yaptın!” diye sürerdi konuşma.

Söylediklerinden, Leyla adında bir geline fena halde yanık olduğundan başka bir şey çıkaramazdım. Durumunun iç açıcı olmadığını hissetmem gözlerimin dolmasına neden olurdu. Doluktuğumu fark edince yeniden bağrına basar, “Senden başka kimsem yok adamım, Allah bile beni unuttu,” diye herkese sitem ederdi.

O’nu yitirdikten sonra dilim tutulmuş, uzun süre konuşamamış, herkesi korkutmuştum. Belki bir yıl sonra, konuşmayı yeni söker gibi babama:

“Salman Ağam neden öldürüldü baba?” dediğimde, dilimin çözüldüğünü görerek çok sevinmişti.

Sorumun ağırlığı karşısında sevincinin gölgelendiğini görünce, işini kolaylaştırmak için kucağına oturup gözlerinin, dolukan gözlerinin içine bakmıştım. Saçlarımı okşayıp, yanaklarımdan öperek başlamıştı konuşmaya. Sesindeki hüzün içimi, anlattıklarından daha beter acıtmıştı.

“Ha babam ha, sen de mi unutamadın Salman Ağanı? Ahırda saklandığı iki yıl boyunca ve ölümünden sonra çektiklerimizi anlatmak öylesine zor ki,” demişti.

“Yıllardır iki ateş arasında yaşadık. Aşağı tükürsek sakal, yukarı tükürsek bıyık! Bir taraf benim, öteki taraf ananın kardeşinin oğlu. Birine selam versek diğeri düşman kesiliyordu bize.

Rahmetli Salman Ağan, o güne değin köyümüzde hiç görülmemiş, duyulmamış bir aykırılık, yolsuzluk yaptı yavrum. ‘Eline, beline, diline sahip ol’ diyen töremizi çiğnedi. Hem de köyün en kalabalık en yavuz ailesine karşı yaptı bunu. Nefsine uyup; kocası askere gitmiş bir gelininin namusuna tamah etti. Kim olsa böyle bir hakareti karşılıksız bırakmazdı. Keşke başını alıp köyden gitmesine önayak olsaydık. Ama bilemedik. Yıllardır benzeri bir olay köyümüzde yaşanmamıştı ki!”

Gözlerinin içi ağlıyordu babamın.

“Olacak işte” dedi, “iki yıl boyunca düşmanlarıyla karşılaşmamak için ahıra kapandı da… O gün çobanımız hastalanmış, davarı yaylağa çıkaramamış. Herkesin işi başından aşkın! Olacakla öleceğin önüne geçilmiyor. Bir geceliğine davarın başına Salman Ağanı göndermiş amcan. Arada bir, davara mala yardım etmek için ahırdan çıktığı oluyordu. Sabah, sürüyle köye dönerken Teyze’nin Hasan’la karşılaşıyorlar Erikli Pınarın önünde…”

Gerisini benden daha iyi kim bilebilirdi ki?
*
İnsanıyla, hayvanıyla köyün yarısından çoğunun sulandığı Erikli Pınar’da bir tenhalık vardı o gün. Önünde uzunca bir oluk, üst açık geniş avlusunda çimek taşları ve yunak kazanlarını oturtmak için sayısı değişen ocaklar bulunurdu avluda. Birkaç ailenin birden temizliğe giriştiği, kız-oğlan çıplak çocukların ve annelerin bağırtılarının ayyuka çıktığı günler, bayram yerine dönerdi Erikli Pınar.

Ağlamayım, gevezelik edip kafasını şişirmeyim diye anamın ağzıma tıkadığı kenger sakızı, keskin dişlerim arasında ezip yumuşatmaya çalışıyordum. Bir yandan başımdan aşağı döktüğü kaynar suyla haşlanırken, bir yandan ufalanıyordum anamın avuçları arasında.

Çimdirirken konuşmadan duramazdı anam.

“Kolunu kaldır, belini bükme! Daha çimdireli on beş gün olmadı, çamurda ağnamış balak gibi olmuşsun, nedir senin elinden çektiğim!”

Önce kulaklarımızı tırmalayan bir çığlık sesi duymuştuk… Sabuna kapattığım göz kapaklarım kendiliğinden açılıvermişti. Anamın gözlerinin dışarı pörtlediğini, taş kesildiğini görmüştüm. Elindeki su dolu bakır tası fırlatıp atmıştı. Pınarın duvarına çarpan tasın sesi, bağırtısına karışarak yankılanmıştı.

Gözlerim acıyordu. Ağlıyordum. Anam sele kapılmış gibi yok oluvermişti bir anda.
Çıplak ve yalnızdım.

Ardınca koşmak geldi aklıma. Pınarın önünde kirli suların yayılarak aktığı, akmaktan çok dinlendiği dereyi, ayağıma batan taşlara aldırmadan geçtim. Dereye doğru, söğütlerin gölgesine koşuşan koyun sürüsü sarmıştı her yanımı. Koyunlar, sert tırnaklarıyla çıplak ayaklarıma basıyor canım acıtıyorlardı. Aralarından sıyrılıp çıkmam olanaksızdı. Biraz ötede ne zaman biriktiğini anlayamadığım bir kalabalık vardı. Bağırtılar, çağırtılar, koyun melemelerine karışıyordu. Teyzemin oğlu Hasan Ağamın, söğütlerin arasından arkasına bakarak, düşe kalka evlerine doğru kaçtığını gördüm. Sürü, ıslak gövdemi çıkardığı tozla sıvayarak, gölgeliğe ulaşmak için kısa sürede uzaklaşmıştı yanımdan. Yine tek başıma yine çırıl çıplak ortadaydım. Kalabalık yarıldı, iri bir adam, sırtında kafasından kanlar saçılan başka bir adamı taşıyordu köye doğru. Yüzünü kan örtmüştü adamın.

Kimdi bu adam?…

Anamı hiç böyle görmemiştim, bir yandan çırpınıyor bir yandan ağlayıp bağırıyordu.

“Kader gözün kör olsun, kör olsun kader!”

O telaşı içinde yine de beni gördü. Bir anda kendimi kucağında buldum anamın. Göğsü nasıl da inip kalkıyordu. Büyük bir kargaşa vardı çevremizde. Pınarın önünde, bir kovuğa tıkılmış giysilerimi aceleyle giydirdi. Yine kucaktaydım. Eve doğru koşuyorduk.

Yüksekçe bir duvar ayırıyordu amcamlarla bizim evi. Sönmüş arı kovanına benzeyen bizim evin sessizliğine karşın amcamlara girip çıkanın sayısı belirsizdi. Anam yandaki kıyameti görmüyormuş gibi doğru evimize daldı. Sedirin üstüne fırlatıldım.

“Kapıdan dışarı çıkarsan öldürürüm seni! Ben gelene değin yerinden kıpırdamayacaksın,” diyerek, gözyaşları içinde fırlayıp gitti.

Anamın sözünü tutup koyduğu yerde bir süre kıpırdamadan oturmuştum.

Kimsenin umurunda olmadığımı anlayınca dışarı çıktım. Amcamlarda çok kötü, çok büyük şeyler olduğunu hissediyordum. Koşuşan, ağlayan, sızlayan, kanayan insanlar arasından Salman Ağamı bulmak umuduyla ahıra doğru yürüdüm. Kocaman, şapkalı adamların başına biriktiği biri yatıyordu sekide. Çevreye saçılmış kan lekelerini görünce, her yerle birlikte ben de dönmeye başlamıştım. Düşmemek için, yanımdaki direğe yapıştım. Kimsenin beni görmediği gibi kendim de bilmiyorum ne yaptığımı. İyice sokuldum kanayan adamın yakınına.

“Salman’ım yavrum, yiğidim, gözümün kökü!” diye hırıltılı, tükenmiş sesiyle iki yana sallanarak ağlayan Salman Ağamın anasını gördüm. Yığılıp kalmıştı, kanlar içinde yatan oğlunun ayak ucuna. Korkudan ağlayamıyordum. Şapkalı adamlar Salman Ağamın ellerini tutmaya çalışıyorlardı. Her koluna iki kişi yapışmıştı. Bıraksalar, kafasındaki yarıktan tutup ikiye bölecekti kendi başını. Fışkıran kan, adamların ellerini kollarını kırmızıya boyamıştı. Kıpırdamasın diye iki kişi de bacaklarının üstünde oturuyordu. Ayaklarında renkli, işlemeli çorapları vardı. Kan bulaşmamıştı çoraplarına.

Başındakiler hastaneden, doktordan, taşımak için ihtiyaçları olan bir at arabasının bile köylerinde bulunmamasının utancından söz ediyorlardı. Kağnıyla iki saatten fazla sürermiş, hastanın dayanması mümkün değilmiş o yola.

Damın üstünde devam eden kavgada yaralananları getiriyorlardı arada. Salman ağamın iki abisi de baygın indirildi damdan.

“Atlı araba geliyor! Yaylı geliyor!” diye bağıran çocuklar avluya girdiğinde Salman Ağamın eli kolu yanına çoktan düşmüştü. Gırtlağından çıkan hırıltı, kadınların gülüyorlar mı ağlıyorlar mı ayıramadığım korkunç sesini bastırıyordu. Babamı ilk kez gördüm. Hiç kimseyi görecek durumda değildi. Yaylıyı, olayı duyar duymaz kente koşmayı akıl eden babam getirmişti.

Götürdüler… Nedense onun artık acı duymadığını düşünüyordum. Dam üstündeki kavga da sönmüş gibiydi. Adamlar hep birlikte, atlı arabanın arkasından yürüyüp uzaklaştılar.
Son görüşüm oldu Salman Ağamı.

 

The post +18 Duygusal Hikayeler; “Çiğ Yumurtalar” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/duygusal-hikayeler/18-dehsetli-ve-duygusal-hikayeler-cig-yumurtalar.html/feed 0
Keloğlan Masalları; “Sihirli Sofra Masalı” https://hikayelerimizden.com/masal-2/keloglan-masallari/keloglan-masallari-sihirli-sofra-masali.html https://hikayelerimizden.com/masal-2/keloglan-masallari/keloglan-masallari-sihirli-sofra-masali.html#respond Sat, 19 Dec 2020 20:18:35 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=7669 Keloğlan Masalları; “Sihirli Sofra Masalı” Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal, pireler berber iken ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, bir zamanlar, uzak ülkelerin birinde yoksul bir kadınla oğlu yaşarmış. Öylesine yoksullarımış ki, kadıncağız biricik keloğluna dahi güçlükle bakıyormuş.  Keloğlan da, aksine bu durumu hiç umursamazmış. Her şeye […]

The post Keloğlan Masalları; “Sihirli Sofra Masalı” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Keloğlan Masalları; “Sihirli Sofra Masalı”

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal, pireler berber iken ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, bir zamanlar, uzak ülkelerin birinde yoksul bir kadınla oğlu yaşarmış. Öylesine yoksullarımış ki, kadıncağız biricik keloğluna dahi güçlükle bakıyormuş.  Keloğlan da, aksine bu durumu hiç umursamazmış. Her şeye gülüp geçen, güçlü bir çocukmuş.

Günlerden bir gün, anası keloğluna seslenmiş:

— “Heyy Keloğlum! Unumuz bitti. Ambardan biraz buğday al değirmene götür, öğüt de getir, akşama ekmek yapıp yiyelim.”

Keloğlan ambara gidip buğday çuvalını sırtına alıp değirmenin yolunu tutmuş. Değirmene yakın bir yerde bakmış ki, Anne keklik ve yavruları yiyecek arıyorlar.

— “Bu kuşları da Allah yarattı!” deyip elindeki buğdayları kekliklere dağıtmış.

Eve dönünce annesi sormuş, hani Keloğlan buğdaylar nerede? Yoksa buğdayları sattın mı?

— “Yok ana, değirmenci yoktu, buğdayları değirmencinin oraya bıraktım geldim.” demiş.

Ertesi gün yine Keloğlan’ın annesi Keloğlan’ı değirmene yollamış. Keloğlan; “Belki kuşlar hepsini yememiştir, en azından birazını alır, anneme değirmenden bunlar çıktı derim.” demiş. Buğdayı döktüğü yere gelmiş ama bir tane bile buğday tanesi görememiş. Belki akşam rüzgarıyla toprağın altında kalmıştır diyerek, elindeki çubukla toprağı eşelemeye başlamış. Birdenbire toprağın altından bir dev fırlamış dikilmiş karşısına.

– “Ne diye benim evimin üstünü eşeliyorsun be Keloğlan?” demiş.

Keloğlan:

— “Dün buraya buğdaylarımı serpmiştim, acaba arada kalan oldu mu diye toprağı eşeliyordum. Nereden bileceğim senin evinin burada olduğunu?”

Dev:

– “Bre Keloğlan sen şaşkın mısın? Hiç buğday buraya dökülür mü? Kuşlar hepsini yer süpürür.” demiş.

Keloğlan:

— “Ben de kuşlar yesin diye serptim zaten. Ama anneme bunu diyemedim. Annem de buğdayları getir diye tutturuyor” demiş.

Dev Keloğlan’ın iyi kalpli biri olduğunu anlamış.

– Üzülme demiş Keloğlan, al şu sofrayı her acıktığında “Açıl, sofram, açıl!” de. Sofrada çeşit çeşit yemekler serilir, annenle afiyetle yersiniz.” demiş.

Keloğlan: “Eve gidip annesine durumu anlatmış, annesi önce inanmamış ama daha sonra Keloğlan:

“Açıl, sofram, açıl!” dediği gibi, bir anda sofranın üzerine en güzel yemekler serilmiş. Keloğlan ve annesi doya doya yemek yemişler.

Günün birinde, Keloğlan sofrayı evde bırakmış, hırsızlar da bu fırsatı bilerek Keloğlan’ın sofrasını çalmışlar. Keloğlan, yine eski yoksul haline dönmüş.  Yine Dev’i uyandırmak aklına gelmiş ve sabahleyin değirmenin yolunu tutmuş. Elindeki çubuğu Dev’in yuvasının üzerine sertçe vurmaya başlamış. Dev uyanmış;

— “Ne oldu Keloğlan? Bir sorun mu var?” demiş. Keloğlan olanı biteni anlatmış. Bu defa Dev ona bir eşek vermiş. Keloğlan eşeğin başını sağa çevirince, eşekten altınlar dökülmeye başlamış. Sonra Keloğlan eşeğine binmiş, hamama gitmiş. Eşeği hamamın önünde bağlamış Hamamcıya da:

“Sakın eşeğin başını sağa çevirme!” diyerek sıkıca tembih etmiş ama, adam eşeğin başını sağa çevirmiş. Bir de ne görsün? Altınlar dökülmeye başlamış. Altınları görünce değirmencinin aklı başından gitmiş. Hemen ona benzeyen bir eşek ile onu değiştirmiş.

Keloğlan yine eski fakir haline dönmüş. Yine bana yardım ederse Dev yardım eder diyerek, Dev’in evinin yolunu tutmuş. Olanları Dev’e anlatmış. Dev bu defa ona bir topuz vermiş.

— “Bir ziyafet ver… Hamamcıyı da çağır, bütün köy ahalisini de çağır…” demiş.

Bütün köylü gelip ziyafete konmuşlar. Yemekler yendikten sonra, konuklardan biri kalkıp giderken, topuz o davetliyi bir köşede sıkıştırmış.

— “Adi hırsız, çabuk sofrayı geri getir!” diyerek başlamış sofrayı çalan hırsızın kafasına kafasına vurmaya.

Hırsız pes etmiş. Sofrayı çaldığını itiraf etmiş, gidip evden çaldığı sofrayı geri getirmiş.

Topuz, bu defa hamamcının üzerine gitmiş.

— “Adi hırsız! Tez, çaldığın eşeği geri getir!” diyerek başlamış hırsızın kafasına kafasına vurmaya.  Hamamcıyı da iyice bir pataklamış.

Keloğlan marifetli topuzu sayesinde sihirli sofrasına ve eşeğine kavuşmuş. Bu olay ülke padişahının kulağına gitmiş. Saraya gelmesi için Keloğlan’a haber göndermiş.

Keloğlan da atlamış  eşeğine düşmüş sarayın yollarına…

Padişah maharetini duyduğu Keloğlan’ı tanıyınca onu çok sevmiş. 

Keloğlanı çok seven padişah kızını Keoğlanla evlendirmiş.   

Keloğlan, annesi, karısı, sihirli sofra ve eşeğiyle birlikte çok mutlu yaşamışlar.

Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.

hikaye, hikâye, hikaye arşivleri, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye okumak, hikaye siteleri, hikaye yaz, hikayelerimiz, masal, masal oku, masal okuma, öykü, öykü oku, story, kısa hikayeler, çocuk masalları, kısa masallar, kısa hikayeler, masallar oku, hikayeler oku, güzel hikayeler, Keloğlan, Keloğlan Masalları,Dev Masalları, Sihirli sofra,

The post Keloğlan Masalları; “Sihirli Sofra Masalı” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/masal-2/keloglan-masallari/keloglan-masallari-sihirli-sofra-masali.html/feed 0