Çok Güzel Bir Hikaye; “Eski Ev”


Çok Güzel Bir Hikaye; “Eski Ev”

Hikaye oku;

Sokağımızdaki yeni ve bakımlı evlerin arasında  çok eski ve harap bir ev vardı. Kapısının üstündeki tarihe bakılacak olursa, neredeyse üç yüz yıllıktı. Bazı günler, aralık kalan  perdelerin arasından sert bakışlı ve asık suratlı portreleri görebiliyordum. Sokağın geniş pencereli ve beyaz duvarlı evleri, yaşlı komşularını hor görür gibiydiler. Eski evin şato merdivenleri gibi geniş ve dik mermer merdivenleri vardı. Büyük demir kapısı, pirinç tokmakları ile eski kalıntıların kapılarına benziyordu. Bizim evimiz bu eski evin tam karşısındaydı. Evimizin penceresinden bu eski evi seyretmeyi çok seviyordum. Bazı geceler, ay ışığında gölgelerin arasında kalan evi ürpererek seyrederdim. Evin duvarlarını süsleyen mızraklı asker kabartmalarının ve ejderhaya, yılana benzeyen olukların resimlerini yapmaktan hoşlanırdım.

Bu evde, sırtında kocaman düğmeleri olan bir sabahlık ve başına taktığı peruğu ile yaşlı bir adam yaşıyordu. Sabahları gelip alış verişini yapan, odasını derleyip toplayan ihtiyar bir uşaktan başka kimseyi görmezdi. Ara sıra pencereye yaklaştığında onunIa göz göze gelirdik. Yaşlı adamla hiç konuşmadığımız halde, arkadaşlığımızı ilerletmiştik. Onun her gün yalnız olduğunu düşündükçe çok üzülüyordum. Bir pazar günü, kurşun askerlerimden birini kağıda sararak aşağıya indim. Sokağın karşısına geçip, eski evin demir kapısını iterek açtım. İlk  defa buraya giriyordum. Bahçede çalışan yaşlı uşağa yaklaşarak, elimdeki paketi uzattım. “Efendim, bunu beyefendiye verir misiniz?” dedim. İhtiyar uşak, kendisine verilen görevi sevinçle yerine getirdi, kurşun askeri alıp eve götürdü. Birkaç saat sonra, kapımız çalındı. Gelen yaşlı uşaktı. Yaşlı komşumuz, beni evine davet ediyormuş. Annem ve babam. çok şaşırmışlardı, ama oraya gitmeme izin verdiler. Hemen hazırlanıp, koşa koşa gittim. Evin içini göreceğim için çok heyecanlıydım. Yaşlı uşak, gülümseyerek kapıyı açtı. Dışarıdan çok harap görünen evin içerisi tertemizdi. Uşağın arkasından uzun koridorda yürümeye başladım. Koridorun duvarlarında, zırhlı şövalyelerle, ipekliler giymiş hanımların resimleri asılıydı. Sonunda, ihtiyarın oturduğu odaya geldik. İhtiyar, gülümseyerek: “Kurşun askerin için teşekkür ederim, küçük arkadaşım. Geldiğin için de ayrıca teşekkür ederim.” dedi. “Annemden, sizin yalnız yaşadığınızı duymuştum efendim. Kurşun askerimi, size arkadaş olması için yolladım,” dedim. İhtiyar, içten bir kahkaha atarak: ”Yok! Pek de yalnız sayılmam. Eski anılarım ara sıra bana misafirliğe gelirler, şimdi de sen geldin. O kadar da yalnız değilim,” dedi. Sonra raftan bir resim kitabı aldı. İçinde güzel dinsel törenler, artık yeryüzünde benzeri kalmamış acayip arabalar, maça beyi kılıklı askerler görülüyordu. Ben, resimlere bakarken, ihtiyar komşum yan odaya geçti. Doğrusunu isterseniz, bu ev sürprizlerle doluydu. Her köşesinde ilgi çekici bir şeyler vardı. Uzun bir sehpanın üstünde duran kurşun askeri görünce yaklaştım. Kurşun asker: “Ne olur, giderken beni de götür! Burada çok sıkılıyorum. Annenle babanın neşeli sohbetlerini, senin ve çok sevdiğim kardeşlerinin gülüşmelerinizi özledim. Bu ihtiyar, hiç konuşmuyor. Okşama, sevme nedir bilmiyor, gülmeyi de unutmuş.” dedi. “O kadar sızlanma,” diye cevap verdim. “Burası benim çok hoşuma gitti. Sonra biliyor musun, eski anıları da ona ara sıra misafirliğe geliyorlarmış.” “Olabilir, ama ben görmüyorum.” “Ne yapalım, alışacaksın.”

İhtiyar elinde tatlılar ve fındıklarla dolu bir tepsiyle gülümseyerek içeri girdi. Yaşlı arkadaşımın getirdiklerini yerken, o bana sevgiyle bakıyordu. Az  sonra eve dönmek için izin istedim. Her şey için teşekkür edip, oradan çıktım. Arkamdan: ”Tekrar gel oğlum,” diye seslendiğini duydum. Pencerede her gördüğümde, ihtiyar dostumu selamlıyordum.

Bir süre sonra, eski eve ikinci bir misafirliğe gittim. Kurşun asker, yine şikâyet ediyordu: ”Artık canıma yetti! Burası çok kasvetli! Dayanamıyorum artık! Eski anıların nasıl misafirliğe geldiklerini biliyorum artık, benimkiler de geldiler, ama hiç hoşlanmadım. Sanki burada imişsiniz gibi, sizi karşı evde görüyordum. Ne yazık! Meğer eski anılarımmış. Arkadaşım kurşun askerden biraz bahset; o benden daha şanslı çıktı.” ”Sen artık benim değilsin, “diye cevap verdim. “Hediyemi geri alamam!” Küçük kurşun asker, haykırmaya başlamıştı. Kendini kaldırıp yere attı. Onu her yerde aradık ama bulamadık. Kurşun asker bir aralığa girmiş olmalıydı.

Bir ay sonra, karlar bütün yolları kaplamıştı. Odamın camı da buz tutmuştu. Dışarıyı görebilmek için, hohlayorak buzu erittim. Küçük bir delikten karşıki eski evi seyretmeve başladım. Kimseler görünmüyordu, ev, sanki kimse yaşamıyormuşcasına ıssız görünüyordu. Sonradan, yaşlı arkadaşımın öldüğünü duydum. Onu görmek için eve gitmek istedim, ama annem ve babam beni bırakmadı. Ağlamak istemiyordum, ama bir türlü engel olamıyordum. Aynı akşam, gömülecek olan ölüyü olmak üzere kapıda bir araba durdu. Bu arabanın arkasından giden olmadı; ihtiyarın bütün eşi dostu zaten ölmüştü. Tabutun arkasından el sallayarak, bir öpücük gönderebildim ancak. Onun yapayalnız ölmesine çok üzülmüştüm. 

Birkaç gün sonra, eski ev satılığa çıkarıldı. Penceremden, şövalyelerin ve güzel kadınların portrelerinin, meşe mobilyaların ve piyanonun götürüldüğünü gördüm. Bu manzara kalbimi acıyla doldurmuştu. Aklıma kurşun asker geldi. Bahar gelince evi yıktılar. Birkaç saat içinde, ortada bir enkaz yığını kaldı.Birkaç sene sonra, eski evin yerinde, önü demir parmaklıklı küçük bahçeli, yepyeni, güzel bir ev yükselmişti. Yıllar sonra, bir zamanlar ziyarete gittiğim eski evin yerine yapılan bu evde karımla beraber yaşamaya başladım. Bahçeye çiçek diken karımı seyrediyordum. Karım, birden çığlık  atarak elini çekti. Eline sivri bir şey  batmıştı. Hemen yanına koştum. Karım, toprağa bulanmış kurşun bir ssker tutuyordu elinde. Çok şaşırmıştım, çünkü yıllar önce yaşlı dostuma hediye ettiğim kurşun askerdi bu. Oturup, karıma eski evi ve buranın ihtiyar sahibine can yoldaşı olsun diye kurşun askeri nasıl çıkarıp verdiğimi anlattım. Dinlerken karımın gözleri yaşarmıştı. ”Ne olursa olsun, ben onu saklayacağım. Bana ihtiyarın mezarını gösterebilir misin?” dedi. “Nerede olduğunu bilmiyorum, bilen de yok. Bütün yakınları ondan önce ölmüşlerdi zaten, ben de çocuktum.” ”Ah! Kimsesizlik ne kötü şey!” Karım, askeri mendili ile sildi. Onu hatıra olarak saklayacaktı.

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir