Çok Güzel Bir Hikaye: “Turnalar Uçun”


Çok Güzel Bir Hikaye: “Turnalar Uçun”

Gün daha yeni doğmuştu. Nil Irmağının kıyısındaki palmiyeler üzerinde dolaşan yaşlı bir turna, kanatlarını çırparak, ”Şimdi oralarda çiçekler açmıştır” dedi. Çiğdemler, kır menekşeleri, güzel kokulularını çevreye yaymaya başlamışlardır. Artık gitmeliyiz, arkadaşlar! Turnalar sevinçle bağırarak, sürü başının çevresini sardılar, ”Gidelim, gidelim” Yalnız turnalardan biri ses çıkarmadı.

Tek kanadını kaldırarak yanında yatan hasta yavrusunu okşadı. Sonra kederli başını önüne eğdi.

Öğleye doğru turnalar uçuşa hazır bekliyorlardı. Hasta yavru, “Sen git anneciğim” diye fısıldadı. “Ben burada kalayım. Oralara kadar gitmeye gücüm yok. Denize düşer boğulurum. Bari burada kalıp rahat öleyim.

Annesi, ”Ben seni bırakmam yavrum, sensiz hiç bir yere gitmem. Sen benim her şeyimsin” dedi. Sonra başını kanatları arasına alarak gözyaşlarını yavrusundan sakladı. O sırada yaşlı turna, “Haydi sıralanın bakalım” diye seslendi. “Hepiniz benim peşimden gelin. Kimse sıradan ayrılmasın. Kanatlarınızı olanca gücünüzle çırpın ki, hep birlikte güzel yurdumuza, özlediğimiz Anadolu’ya varalım“ Turnalar sıralandıkları zaman, Yaşlı Turna tekrar konuştu, “Az daha unutuyordum. Hepiniz sıra ile yavrunun uçmasına yardım edeceksiniz. Annesi onu yalnız başına götüremez.” Turnalar kanatlarını çırparak başlarını salladılar. Hepsi onu taşımaya razı olmuştu. Yaşlı Turna, ”Hazır mısınız ?” diye sordu. “Hazırız!” “Öyleyse uçmaya başlayalım“

Turnalar beraberce havalandılar Hasta yavru annesinin yanında uçuyordu. Zavallının çok acı çektiği her halinden belliydi. Öğleye kadar kara üzerinde uçtuktan sonra denize ulaştılar. Akşama doğru yavru turna annesine daha yorulmamış olduğunu söyledi ama, ufuktaki karartı onu korkutuyordu. Annesi de korkuyla bakıyordu ufka.

Geçen yıl yine böyle uçarlarken korkunç bir fırtınaya yakalanmışlardı. Birçok turna o fırtınada düşüp ölmüşlerdi. Gerçekten akşama doğru karanlık bulutlar göğü sardı. Önce hafif bir rüzgâr esiyordu, sonra şiddetlendi, fırtına başladı. Sürü başı olan yaşlı turna bir şeyler söyledi ama sesi rüzgâr uğultusu içinde kayboldu. Turnalar birbirlerine sokulup bütün güçleriyle kanat çırpmaya başladılar. Onlarla birlikte seyahat eden leylekler ve kırlangıçlar da korku içindeydiler.

Anne Turna yavrusunu sırtına almış, bin bir güçlükle uçuyordu. Ama gittikçe geride kalmaya başlamıştı. Takatten düşmüştü artık. Gözyaşları içinde, “Ölüyorum, yardıma gelin!” diye seslendi ama sesini kimseye duyuramadı. Şimdi herkes kendi derdine düşmüştü. Bu sırada yavru durmadan, “Anneciğim, ne olur beni burada bırak! Ben ölmeye razıyım. Hiç olmazsa sen kendini kurtar. Benim yüzümden senin ölmeni istemiyorum“ diyordu. Annesi bir şey söylemedi. Yalnızca kanatlarını daha hızlı çırpmaya başladı. Tam o sırada karanlık bir bulut onları yakaladı, daha karanlık bulutların arasına attı ve giderek aşağıya doğru düşmeye başladılar. Sabahleyin fırtına dinmişti, güneş tekrar denizin üzerinde parladığı zaman anne turna kendisine geldi ve kendisini büyük bir geminin üst güvertesinde buldu. Yanında açlıktan inleyen yavrusu vardı. Az ötede iki yaşlı denizci duruyordu. Hasta yavruya süt içirmeye çalışan denizci, “Dünyada anne sevgisinden daha büyük bir sevgi yok! Şu zavallı anneye bak! Bütün gece fırtınalarla boğuştuğu halde yavrusunu bırakmamış. İyi ki bir rastlantı ile buraya düşmüşler. Yoksa ölüp giderlerdi“ diyordu. Gemi Akdeniz’in sularını yara yara Kıbrıs adası yakınlarından geçerken iki turna, Antalya kıyılarına doğru uçup gittiler.

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir