Çok Güzel Duygusal Bir Hikaye; “Ufukta Yangın Var”


Çok Güzel Duygusal Bir Hikaye; “Ufukta Yangın Var”

Duygusal Hikayelerden:

Arzular kıvrım kıvrım
Rüzgâr kanatlı Azrail
Anlar bilmez mola
Onlara karşın heykelim.

Sıradan bir sonbahar günü. İstasyon her zamanki gibi insanların Tatlı telaşlarına, tanık oluyor. İstasyona her gidişimde heyecanlanırım, hüzünlenirim. Trenlerin taka tuka sesleri, acı acı çalan düdükleri ben de ayrılıkları çağrıştırır .Oysa onların gara girmesiyle sevinenler, kavuşanlar yok mu ? Şu an bile, yavrusunun okul dönüşünü bekleyen bir anne, nişanlısını bekleyen bir delikanlı sabırsızlık içindeler. ikide bir saatlerine bakarak zamana kanat takmak istercesine trenin gelmesini bekliyorlar. İstasyonlar yine de hüzün dolu. Ayrılıklar burada yaşanıyor. Bekleyeni olmayanlar burada aynı kaderi  paylaşıyor. Daha da ötesi, ışık hızı ile giden zamanın, ömrü nasıl tükettiğini anımsatıyor trenler.

Sonbahar, bütün ihtişamını yansıtıyor. İstasyonu süsleyen birkaç çınar, kavak ağacı hazan renkli elbiselerini giyinmişler. Giysilerinden düşen parçalar rüzgârın gücüne yenik düşmüş, savrulup duruyor.  Gökyüzü gri renkte. Güneş, civil civil yüzünü zaman zaman gösteriyor. Sanki ağaçlarla, dağlarla belki de  insanlarla oynaşıyor, bulutlara rağmen tatlı kaçamaklar yapıyordu..
Ve çocuklar.. Onları ne sonbaharın hüznü, ne de ayrılıklar ilgilendiriyor. Şu anı yaşamanın keyfi içindeler. Elindeki simidini ısırmaya, kaçan bir yaprağı yakalamaya, bir yandan da kafasını yana yatırarak akan burnunu omuzuna silmeye çalısan bir çocuk dikkatleri üstüne çekmekte gecikmedi.

Öte yanda tedbirli insanlar dikiliyor. Pardüselerinin yakasını kaldırmışlar, düğmelerinin hepsini iliklemişler, Bir ellerinde şemsiyeleri, diğerinde çantaları, gazeteleri, kitapları .. Nedendir bilinmez en ciddi tavırlarını takınmışlar. Ben de onların içinde, onlardan biri olarak etrafı inceliyorum. Hiç keyfim yok. Adapazarı’na yaşlı bir dostumu ziyarete gidiyorum. Artık ertelemek istemedim. Bu ziyarete birlikte gitmek isteyen arkadaşlar vardı. Bir türlü zaman ayarlaması yapamadık. Her zaman birinin mazereti çıkıyor. Sonunda bir başıma gitmeye karar verdim. “Siz giderken haber verirseniz sizinle de giderim” dedim. Şükriye teyze, Hasta yatağında beni görmeyi arzu etmiş. Torunu ile haber salmış.”Sabriye ‘yi göresim geldi.” demiş. İşte bu yüzden düstüm yola.

Tren geliyor. Kimsenin bilmediği bir lisanla duyuru yapıldı. Ama; biz yolcular, duyuruyu anlamıştık.” İstanbul istikametinden gelen Adapazarı banliyö treni ikinci perona girmek üzere…” Koşuşturma başladı.

Beş dakika sonra yolcular kompartımanlarda yerlerine yerleşmişlerdi. Tren acı sesiyle hareket etti. Keyfim yok demiştim ya, yani; konuşmak istemiyordum. Gazetemi okuyacak ya da okur gibi yapacak, dışarıda geri geri giden ağaçları seyredecektim. Aklımda Şükriye Teyze vardı. Her hali ile muhteşem bir kadındı. Bayramlar onların evinde bir başka oluyordu. Hele onunla geçirdiğim ramazan gecelerini hiç unutamam. Günler öncesinden yapıp, istiflediği yufkalarla harika tatlar oluştururdu. Ayni yufkalarla, tuzlular, dürümler, tatlılar yapardı. Yufkaları değişik yiyeceklere dönüştürmekte ustaydı. Bir gidişimde benim için kabak tatlısı hazırlamış. Öyle bir sohbet açtı ki; bana ; “Ah şimdi anlattığın kabak tatlısı olmalı ki…” dedirtmeyi başardı. Sonra da ” Var zaten, sana oyun yaptım” dedi. Diktiği perdelere, el bezlerine akıl sır ermezdi. Bir gün , “Şükriye Teyze çok çalışıyorsun.. Artık kendine bak. Evde gelinin, iki genç kız olmuş torunun var. Az yorul” dedim. Cevabı hala kulağımda çınlıyor. “Vermeden almak olmaz. Kızım. Şükürler olsun şimdi sağlıklıyım. İş yapacak güçteyim. Gelecekte ne olur bilinmez. O günlere hazırlık yapmalı. Bana, mecburiyetten değil severek, isteyerek bakmalarını isterim. Gelinin de işi çok. Torunlar dersen okuyorlar.

Her biri ayrı koşturuyor. Onları toplayacak birine ihtiyaçları var. Hem işe yaradığımı hissetmek, bunu ta içinde duymak öyle güzel ki. Çalışmaktan mutluluk duyuyorum.” Dedi. Ona hak verdim. Hayranlığım, saygınlığım bir kat daha arttı.

Bunları düşünürken dalmışım. Birden, bir sesle irkildim. Yanıma orta yaştan yeni çıkmış bir kadın oturmuştu. Otururken selamlaşmıştık. Anılara dalınca onu unutmuşum. Zaten, canım konuşmak da istemiyordu ya.

– Kızım nereye gidiyorsun?

– Adapazarı’na.

– İçine mi?

– Evet. Siz?

– Ben, senden bir istasyon önce ineceğim. Evli misin?

– Evet.

– Çocuk var mı ?

– Allah bağışlarsa iki oğlumuz var.

– Ben de evliydim. Kocam öleli aşağı yukarı iki yıl oldu. Dört çocuğum var. İki erkek, iki kız. Hepsi evli. Yedi de torun oldu. Ah kızım ah, kocam ölünce evimin düzeni bozuldu. Her yer bana dar geliyor. Bize yetecek büyüklükte bir evimiz vardı. Çocuklar “Anne, bu koca evin bakımı sana ağır geliyor. Satalım. Bizler, sana bakarız. Bizleri bu günler için büyütmedin mi?” dediler. Bakıyorlar da sağ olsunlar. Ama; ben huzurlu değilim. Kızlara gidince damatları rahatsız ediyormuşum gibi geliyor. Oğlanlara gidince gelinlere zahmet veriyormuşum gibi geliyor. Erkenden odama çekiliyorum. Canım sıkılıyor. Eski dostlarımı arıyorum.

Arkadaşlarımı özledim. Gezmek istiyorum, evime arkadaşlarımın gelmesini istiyorum. Anlayacağın bana dair hayatım kalmadı. Çocuklarımı da, torunlarımı da çok seviyorum. Hepsinin her zaman çok işi var.

Benimle çok az vakit geçirebiliyorlar. Derdimi kimselere anlatamıyorum. Kendim bir yerlere gitmek istiyorum. Ona da para lazım. İstemek kolay mı ? Bir insana bakmak sadece yedirmek, içirmek, yatırıp kaldırmakla bitmiyor. Bunları kimselere anlatamazsın. Yakınlarıma söyleyemiyorum; dedikodudan korkuyorum. Çocuklarımın bana bakmadıklarını düşünürler. Çocuklarıma hiç söyleyemem. Huzurlarının kaçmasını istemem. Bir çıkmazdayım ki sorma gitsin. Evimi sattığıma pişmanım. Ama; doğrusu evin işi de masrafı da bana fazla geliyordu. Dul parası neye yetecek ? Nasıl huzur bulacağımı bilmiyorum, ibadet ederek vakit geçirmeye çalışıyorum. Ama her zaman yeterli olmuyor doğrusu. Yalnızlık Allah’a mahsus.”

Daha başka şeyler de anlattı. Kocası ile geçirdikleri günlerini, en kötü günlerini bile özlediğini. Ben, arada bir lafa girmek istiyorum ama izin vermiyordu. Toplumun ona uygun gördüğü sıfatın altında eziliyordu. Gün geçtikçe kendi olmaktan uzaklaştığı açıktı. Sanki nefes almadan konuşuyordu, Acelesi var gibiydi, O konuşurken, ben yorulmuştum. Ben de nefes almadan şaşkınlıkla dinliyordum. Derken tren durdu, kadın yerinden kalktı; ” Hoşçakal kızım.” Dedi kapıya doğru yürüdü. Sonra ani bir hareketle geri döndü. Yanıma yaklaştı. Minnet yüklü bir sesle; “Kızım, beni dinlediğin için teşekkür ederim. Konuşmaya anlatmaya ihtiyacım vardı. Sırrını suya anlat, denize anlat derler ama insana anlatmanın yerini tutmuyor. Senin adını sormadım. Ben de adımı söylemedim. Sen beni, ben seni tanımam. Yani; eşim, dostum değilsin. Dinlediklerini bir yerde ister anlat ister anlatma, Beni tanımazlar nasıl olsa. Beni dinledin, rahatlattın. Allah, senden razı olsun. İyi günler.” Dedi, Ben daha da şaşırmış vaziyette, “Bir şey değil. Faydalı olabildiysem ne mutlu bana. ” dedim. Söylediklerimi duydu mu, emin değilim. Kaçar gibi trenden indi, gözden kayboldu. Ağzım açık, donup kalmıştım. Rüya görmüş gibiydim. Son istasyonda trenden indim. Nereye gideceğimi bilmez halde bir süre Çark Caddesinde boş gözlerle vitrinlere, bankın üzerinde sere serpe uzanmış bir kediye baktım. Sadece bakıyorum, bir şey gördüğümü sanmayın. Şükriye Teyzelere geldiğimde içimde hâlâ bir hoşluk vardı.

İnsan sarrafı olmuş Şükriye Teyze, durumu fark etmiş olmalı ki; “Sen de bir hal var” dedi. Ben, “Yok bir şey, yol yorgunluğudur” diye kestirdim . Arkasından, “Seni çok özledim.” Dedim. Nurlu yüzünü, pamuk ellerini öptüm.  Sonra; ” beni boş ver, sen nasılsın anlat .” dedim.  Ak pak, pembe çiçekli yatak takımının içinde bir Osmanlı hatunu gibi yatıyordu. Ve koyu bir sohbet bizi geçmişe götürdü. Güzel anılar, insanin hayatına hüzün, neşe dolu bir renk katıyor.

Kahvemi yudumlarken, trendeki kadının, ailesi içindeyken düştüğü yalnızlığı düşünmeden edemedim. Şükriye Teyzenin durumundan ne kadar farklıydı. Acaba tanımadığı biri ile paylaştıkları sıkıntılarını azalttı mı? Ya da sırlarının hepsini anlatabildi mi? Hiç sanmıyorum. İçini kemiren bir çok kurtla beraber olduğunu hissediyorum. Kesin olan, erken yaşta evlenmiş, anneanne, babaanne olmuş ve eşi ölmüş kadının yüreğinde bir yangın vardı. Gerçek anlamda kendini kaybetmiş ve arıyordu. Bunu kimse anlayamazdı.

Dönüş saatim geldi.. Trene bindim akşamın serinliği ve alacakaranlık.. İstasyon yine hüzün dağıtıyordu. Tren homurtular çıkararak ilerlerken, yine ağaçlar geri gidiyordu. Ve güneşin kaybolma noktasında yangınlar vardı.

Hikayeler – Seher Kece Türker

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir