Gerçek Hikaye “Bir Şehidin Öyküsü”


Gerçek Hikaye “Bir Şehidin Öyküsü”

Sene 1992’dir, şubat ayının son günleri, Azerbaycan’da, Aliâbad köyünde bir evdeyiz. Bir baba evlatlarıyla beraber akşam haberlerini seyrediyor. Televizyonda altı yaşlarında bir kız çocuğu ağlayarak 26 Şubat’ta Hocalı’da yaşadıklarını anlatıyor: “Babam ilk defa o gün ağladığım için tokat attı bana, diyor. Ağlarsam sesimizi duyan Ermeniler bizi de öldürürlermiş, kurtulduk ama çok korktuk.”

Ermeniler Dağlık Karabağ’ın Hocalı kasabasında 106’sı kadın, 70’i yaşlı, 63’ü çocuk olmak üzere 613 masum Azerbaycan Türk’ünü gece karanlığında şehit etmişlerdir. İnsanlık tarihine kara bir leke olarak geçecek 26 Şubat gecesi yaşanan vahşet, katliamdan öte bir soykırım gibidir.

Haberlerde Hocalı’da yaşananları gören, hele de akranı bir kız çocuğunun dehşet içinde anlattıklarına şahit olan evin küçük oğlu dişlerini sıkıyor, sıkıyor yumruklarını ve bir karar alıyor: Ben büyüyünce çocuklar ölmesin diye, salıncaklarda sallanabilsinler diye bir şeyler yapacağım.

Bu hadiseden iki sene sonra okula başlıyor küçük yiğit, tarih ve coğrafya derslerine meraklı. Karabağ’ın manasını kalbine perçinliyor, haritasını aklına. Bir gün lazım olacak!

Akranları gibi değil, onlar düğünde dernekte oynarken o bir köşeden seyretmekle yetiniyor, sınıfın kızlarını sahipleniyor, diğer sınıflardan arkadaşlarına bir yan bakan olsa dikleniyor, delikanlı!

Koyun güttüğü günlerde bir akşam koşarak babasına geliyor ve bir kuzuyu gösteriyor: Ata, bu kuzu ölecek! Niçin diye soruyor babası, cevap: Komşunun tarlasına girdi, oradan ot yedi, haram işledi, bu kuzu ölecek. Kitaptan okumakla ele geçmeyecek, ancak insanın emdiği sütten, aldığı terbiyeden, ötelerce ihsan edilen samimiyet ve safvetten doğabilecek bir şuur bu. Kalbi gözesinden içtiği sular kadar berrak ve saf!

Kendisine olmayacak bir söz söyleyen olsa, mesela birisi dese ki, ‘Köyün öbür ucundan buraya uçarak geldim’ tek bir soru soruyor: De Allah hakkı için? Allah hakkı için denildiği vakit bir insanın yalan söyleyebileceğine ihtimal vermiyor, inanıyor. Kişi eli kendisi gibi bilir, adam sadık adam mert!

Büyüyünce boksa merak salıyor, idman delisi. Boy iki metreye yakın, omuzlar dağ gibi. Çocuklar salıncaklarda sallanabilsin diye bir şeyler yapılacaksa tarih ve coğrafyadan öte bir şeyler lazım, biliyor bunu. Kalbi lütf-u ilahi ile erenliği tadıyor, bedeni idmanla alplik taliminde, adam yiğit!

Babası bir gün kendi kendisine mırıldanıyor, yanında oğlunun olduğundan habersiz. “Allah’ım üç oğlum var birisi bu vatan için şehit olsun”. Koşup geliyor, gözleri sevinç karası: Ata sen ne yahşi söz danışırsan, hele bi daha de! Babası şaşırıyor, tekrar ediyor sözünü, oğlu telefona kaydediyor, dinletiyor babasına. Sevinçten havalara zıplayarak atasının boynuna sarılıyor ciğerpâre: Sen meni vatana verdin ata, sen bana izin verdin! Adam şehit!

2005 yılında liseyi bitirip askere gidiyor. Azerbaycan İçişleri Bakanlığı’na bağlı Özel Kuvvetler Birliği’nden çavuş rütbesiyle terhis oluyor. Durduğu yerde duramıyor ama, onu bir çağıran var, bir bekleyen var onu. Subay olmak için müsaade istiyor babasından, izin vermek istemiyorlar. Annesi ‘biz onun derdinin pul kazanmak olmadığını biliyorduk, müsaade vermedik, ama o atasının ayaklarını öpüp yalvararak izin aldı’ diyor. Adam dertli, derdinin divanesi adam!

Subay olduktan üç ay sonra gecenin bir yarısı evin telefonu çalıyor, arayan bölüğünden bir arkadaşı. Köyde bir hasmınız var mıydı diye soruyor, ya da oğlunuzun bir yavuklusu filan var mıydı, kaçırmak isteyeceği. Baba yutkunuyor elinde ahize, gözünde yaş, oğul diyor ben anladım meseleyi, siz onu öbür tarafta arayın, Ermeni tarafında!

Ata tanımaz mı can yongasını, Ata bilmez mi yetiştirdiği evladı? Adam sözünün eri!

Sene 2010’dur, Haziran’ın 19’u. 4 yaşında verilen sözü tutmak 22 yaşın baharına nasip olacaktır. Silah ve cephanesini alıp gidiyor aslan parçası, bir mektup bırakıyor geriye: Şehit olursam üzülmeyin. Vatan sağ olsun…

Ermeni tarafına geçiyor, 1 kilometre mayın döşeli yolu aşarak, Ermenistan Silahlı Kuvvetleri’nin bulunduğu karakola baskın düzenliyor. Baskında aldığı Ermeni silah ve cephanelerini kullanarak 5 saat çarpışıyor. Sabaha karşı Karabağ toprağına, kahraman bir şehidin azadlığı muştulayan gül kokulu bedeni ve 45 Ermeni asker ve subayının leşi düşüyor.

İki ay vermiyor Ermeniler şehidin naaşını. Uzun uğraşlardan sonra geri alındığında görülüyor ki, ellerini arkadan bağlayıp, cesedine işkence etmişler, ölüsünden korkmuşlar şehidin!

Karabağ âzaddır şimdi, Karabağ bizimdir ve o şehit âzadlığın 11 sene öncesinden müjdelenişinin adıdır. Sadece bir müjdenin değil; şehadetin, yiğitliğin, erkekliğin adıdır Mübariz İbrahimov.

Hem de Allah hakkı için!

Serdar TUNCER

hikaye, şehit, kahraman, kahramanlık hikayeleri, kahramanlık hikayesi, kahraman hikayesi, serdar tuncer hikayeleri, serdar tuncer, gerçek hikaye, yaşanmış hikaye, Azerbaycan, Mübariz İbrahimov, Karabağ,

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir