Warning: Cannot modify header information - headers already sent by (output started at /home/hikayelerimizden/public_html/wp-config.php:1) in /home/hikayelerimizden/public_html/wp-includes/feed-rss2.php on line 8
Eğitici Hikayeler arşivleri - Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/tag/egitici-hikayeler Hikaye Çeşitleri Tue, 24 Oct 2023 18:30:43 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hikayelerimizden.sirv.com/WP_hikayelerimizden.com/2020/06/c/r/n/cropped-hikayelerimizden.png?w=32&h=32&scale.option=fill&cw=32&ch=32&cx=center&cy=center Eğitici Hikayeler arşivleri - Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/tag/egitici-hikayeler 32 32 Çok Güzel Bir Hikaye https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/cok-guzel-bir-hikaye-okumadan-gecmeyiniz.html https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/cok-guzel-bir-hikaye-okumadan-gecmeyiniz.html#respond Tue, 24 Oct 2023 18:00:18 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=9222 Çok Güzel Bir Hikaye Okumadan Geçmeyiniz “Arapça İlahi de Neyin Nesi?” Mustafa Ünver Tatlı yaz akşamlarının o yumuşak esintisiyle yüze çarpan güllerin ve hanım ellerinin kokuları, apartmanların bahçe duvarlarını aşarak tüm sokağı kaplıyor, dokunduğu her varlığı adeta büyülüyordu. Akşamın bu eşsiz büyüsünden kendinden geçecek gibi oluyor, “yaşamak ne güzel,” diye iç geçiriyordu. Nereden aklına takıldığını […]

The post Çok Güzel Bir Hikaye appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Çok Güzel Bir Hikaye Okumadan Geçmeyiniz

“Arapça İlahi de Neyin Nesi?”

Mustafa Ünver

Tatlı yaz akşamlarının o yumuşak esintisiyle yüze çarpan güllerin ve hanım ellerinin kokuları, apartmanların bahçe duvarlarını aşarak tüm sokağı kaplıyor, dokunduğu her varlığı adeta büyülüyordu. Akşamın bu eşsiz büyüsünden kendinden geçecek gibi oluyor, “yaşamak ne güzel,” diye iç geçiriyordu. Nereden aklına takıldığını bilmediği “O jizn! tı kakaya kırasivaya” cümlesi diline pelesenk oldu kaç zamandır. Mırıldandı bir kaç kez içinden. Ne güzel bir akşam saatiydi bu anlar, hiç bitmesin istenen türden hazlar yaşatıyordu.

İki saat öncesinde altı yaşındaki oğlunu elinden tutarak götürdüğü mevlit merasimine ne kadar da neşeli yürüyorlardı. “Baba nereye gidiyoruz?” sorusuna “Peygamberimizin doğum günü için düzenlenen cami programına katılacağız oğlum. Doğum gününü kutlayacağız peygamberimizin,” cevabı yeterli oldu şimdilik çocuk merakına. Bu cevap ne olur yetsin ve en azından bir süreliğine başka soru sormasın oğlu; konuşmasın, konuşmasınlar istiyordu. Yaz akşamının yaydığı burcu burcu büyülü anlarını sadece ruhani zikir ve dualarla buluşturmak istiyor, bereketine inandığı bu anların bir tanesi bile kaçsın istemiyordu. Ama istediği olmadı, meraklı çocuk tekrar konuştu. “Peygamberimiz ölmedi miydi babacığım? Ölmüş birinin doğum günü partisine ilk defa katılacağım,” cümlesine sadece “Peygamberlerin ölümleri ile hayatları aynıdır oğlum. Onlar her zaman sonsuzlukta çok güzel bir hayat yaşarlar,” demekle yetindi. “Her şey yerli yerinde olmalı; bana göre şu an, çocuğumla bile olsa konuşma anı olmamalı, kimseyle konuşmamalıyım şu an,” diye iç geçirdi ve zikirle dolu büyülü havayı solumaya devam etti. Böyle müstesna anlarda kainatı, sahibini anarak dinlemek ruhuna inanılmaz iyi geliyordu. Camiye girdiklerinde hocalardan biri Kur’an’dan bir pasaj okuyordu. Kıble duvarında asılı duran büyük değirmi saate bakılırsa program yeni başlamış olmalıydı.

Kur’an-ı Kerim Allah kelamı, değiştirilemez, orijinal formunu her hâlükârda muhafaza etmek lazım, âmennâ. Bununla beraber mesajının herkesçe anlaşılması için diğer dillere çevirisi elbette yapılabilir, yapılmalıdır, yapılıyor da zaten; bu da başka bir konu. Ebu Hanife’nin Kur’an’dan hiçbir şey bilmeyen bir kimsenin öğreninceye kadar kendi dilinde namaz kılabileceğini caiz gördüğü fetvası da tamam; bu da başka bir konu. Tamam bunların hepsini anladım da seyircilerinin yüzde yüzünün Türk olduğu bir mevlid merasiminde, programın başından sonuna kadar söylenen beş ilahinin hepsinin de Arapça olması ne alaka? Onlar da mı Allah kelamı ki orijinal dillerinin muhafazasına gayret ediliyor? Yahya Kemal’in “Türkçe annemin ağzımda ak sütüdür,” dediği ana dilimizde mis gibi buram buram Anadolu kokan yüzlerce hatta binlerce ilahilik şiirlerimiz yok sanki. Hem sonra çocuklarımızın bile severek mırıldandığı onlarca Türkçe güftesi olan harika ilahilerimiz de var zaten. Bu durumda dilini anlamadığımız Arapça ilahilere neden ihtiyaç duyuyoruz ki? Yunus Emre’den, Hacı Bayram’dan, Hacı Bektaş’tan, Şeyh Galip Dede’den ve onlarca erenden söylemek varken. Tam bu gelgitler arasında aklına gerçek bir yaşantı karesi geldi. Bir lise müdürünün emekli olduktan sonra anılarını toplayarak oluşturduğu biyografik ajandasında bir öğrencisinin dilinden “Türkü de Neyin Nesi” başlığı altında anlatılmıştı bu hatıra, buyurun beraber okuyalım:

“Kadir Ünver, İmam Hatip Lisesinde meslek dersleri öğretmeni ve okul müdürüydü. Saygın ve yumuşak huylu bir kişiliği vardı. Babacan bir adamdı. Lise yıllarında uzun süre okul müdürlüğü yaptı ve öğrenciler arasında lakabı “Kadir Ağa,” idi. Sağ sol çatışmalarının had safhada olduğu bir dönemde idarecilik yaptı. Bu dönemde Milli Görüşçülerle Ülkücüler sürekli kavga ederlerdi. Bu kavga sırasında Kadir Ünver, Akıncılardan yana tavır koyarak bizim gözümüzde saygınlığını yitirmişti… Ancak 12 Eylül’den sonra barışmıştık ve bu kez de sınıflarda, koridorlarda türkü, şarkı gırla giderdi. Muhsin, Behzat ve ben sınıfın assolistleriydik. Bir gün sınıfın kapısına yakın bir yerde hareketli bir türkü söylüyordum. Bu arkadaşlar da bana eşlik ediyorlardı. Gürsel ve Hayati de önlerindeki sıra kapaklarına vurarak tempo ritim tutuyorlardı. O gürültü esnasında hafifçe sırtıma bir yumruk indi. Dönüp arkama baktığımda müdür Kadir Ağa’yla burun buruna geldik. Bana sözü şu oldu: “Lan eşşek oğlum, geç yerine; türkü de neyin nesi, ilahi söyleseniz ya!” Benim de Kadir Hoca’ya cevabım şu oldu: “Hocam ilahi bizi kesmiyor; imam hatipliyiz ama aynı zamanda genç insanlarız, sizin yaşınıza gelince inşallah biz de ilahi, gazel ve kaside okuruz.” Kadir Hoca bir kaç nutuk daha attıktan sonra, “Bayramım imdi bayramım imdi / Bayram ederler yar ile şimdi,” ilahisinden bir kaç mısrayı bestesiyle birlikte gürül gürül okuyarak çekip gitti.”

Hanım ellerinin yaydığı mis kokuların dönüş yolu esrikliğinde uykulu uykulu yürüyen ve bu kez hiç soru sormayan oğlunun elini hafifçe tutarken “Keşke ben de Arapça ilahi aşkındaki gençlere şöyle bir ünleyebilsem gürül gürül,” diye iç geçirdi:

Ulan aslan oğlum, geç yerine; Arapça ilahi de neyin nesi? Mis gibi Türkçe, “sordum sarı çiçeğe” ilahisini söyleseniz ya.

Mustafa Ünver

Sizden Gelen Hikayeler, Düşündüren Hikayeler, Eğitici Hikayeler, gerçek hikaye, güzel hikayeler, hikaye arşivleri, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye siteleri, hikayelerimiz, dini hikayeler, ilahi, mevlit, mevlit gecesi, Arapça ilahiler, Kısa Hikayeler, Öykü, öykü oku, Mustafa Ünver, Mustafa Ünver hikayeleri,

The post Çok Güzel Bir Hikaye appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/cok-guzel-bir-hikaye-okumadan-gecmeyiniz.html/feed 0
Düşündüren Hikayelerden “Arap Sabunu” https://hikayelerimizden.com/sizden-gelen-hikayeler/dusunduren-hikayelerden-arap-sabunu.html https://hikayelerimizden.com/sizden-gelen-hikayeler/dusunduren-hikayelerden-arap-sabunu.html#respond Tue, 10 Oct 2023 22:44:08 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=9213 Düşündüren Hikayelerden “Arap Sabunu” Mustafa Ünver Yine yoğun bir iş günü bitmiş, kendini taşıyamayacak kadar bitkin ayaklarla otobüs durağında bekliyordu Hasan. Sararmış yaprakların ağaçlardan rüzgarın da etkisiyle sağa sola uçuşarak düşmesi, şehirde buruk ve hüzünlü bir sonbahar şarkısının terennüm edilmesine neden oluyordu. Hasan bir an önce evine dönmenin özlemini duyuyordu. Sıcak bir çorba içip gül […]

The post Düşündüren Hikayelerden “Arap Sabunu” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Düşündüren Hikayelerden “Arap Sabunu”

Mustafa Ünver

Yine yoğun bir iş günü bitmiş, kendini taşıyamayacak kadar bitkin ayaklarla otobüs durağında bekliyordu Hasan. Sararmış yaprakların ağaçlardan rüzgarın da etkisiyle sağa sola uçuşarak düşmesi, şehirde buruk ve hüzünlü bir sonbahar şarkısının terennüm edilmesine neden oluyordu. Hasan bir an önce evine dönmenin özlemini duyuyordu. Sıcak bir çorba içip gül yüzlü eşinin ferahlatıcı sohbetiyle ancak kendine gelebilirdi. Gün onu iyice bunaltmış, gerçekten yormuştu. İşyerindeki şef iş dağılımı ve ücretlendirme konusunda açıkça haksızlık yapıyordu. Bu haksızlık sadece bugün olmuş da değildi sonra. Bir şeyi bir defa yapabilen her zaman yapabiliyordu işte. Canla başla, özverili ve işinin hakkını vererek kurumuna faydalı olma gayretinde olan Hasan’a her zamanki gibi yine sadece yoğun iş yükü düşmüş; hafta sonu gerçekleşecek olan havadan sudan mini tatili kaymaklı mesai ücretiyle katmerleyen görevlendirme şefe yağcılık yapmaktan başka bir vasfı olmayan, üstelik toplantı konusuyla uzaktan yakından ilgi ve alakası olmayan Uygun’a verilmesi ister istemez canını sıkmıştı. İçi dardı ve bu sıkıntı onu günün rutin yorgunluğundan daha çok bitiriyordu. “Külfet nimete, nimet külfete göredir, ilkesi hani nerede? Beden yorgunluğu geçer, ama gönüldeki yorgunluk ne olacak? Geçmiyor işte,” diye kendi kendine içlenip söyleniyordu.

Yüzüne düşen çiseli yağmur damlaları hoşuna gitmiş, içine birden ferahlık gelmişti. Durağın sundurmasına girmeye çalışan insanların aksine Hasan dışarı çıkmaya çalışıyordu. Bu haksızlıklara sadece içinde isyan etmiyordu. Şefin yüzüne karşı bu haksızlığı açıkça ifade ederek tepki göstermesi başlangıçta Hasan’ı bir miktar rahatlatmıştı. Bu kez de şefin pişkin haksızlık kılıfı canının daha da sıkılmasına neden olmuştu. İnsan yeri gelince ne kadar kaba, vahşi ve görgüsüz olabiliyordu işte. Neymiş efendim bu görevlendirme tamamen kendi tercihi ve görev yetkisi içindeymiş ve dışarıdan haksız ve adaletsiz görünebilse bile kurumun sağlıklı işlemesi için yetkisini böyle kullanması gerekiyormuş. Böyle yapılmazsa makam zedelenir, kurum zarar görürmüş. Özrü kabahatinden büyük denir ya, şefinki de o misal. Sanki genel müdüre yağcılık etmek için yeğenini allayıp pulladığını kimse bilmiyordu. Sonra şefin Hasan’dan hoşlanmadığını; onun dürüst, çalışkan, kimseye yağcılık etmeyen, sadece kendi işinde ve gücünde biri olmasından hiç hazzetmediğini sanki kimse bilmiyordu. Anlayacağınız kümesi bekçi kıyafeti giymiş tilkiler bekliyordu. Hani şair diyor ya: “Günümüzde insan olmanın / Çok ağır bedeli var / Ya parçası olacaksın alçaklığın / Ya seni parçalarlar,” o hesap. Karanlık ancak karanlıktan hoşlanıyordu; aydınlıktan ise nefret ediyordu işte. Haksızlık ve adaletsizlik de en kara zulümdü, zulmetti, haramdı ve zifiri karanlıktı. Hatta sadece günah işlemek, haksızlık etmek, adaletsizlik yapmak değil; başkasının yaptığı yanlışa rıza gösterip desteklemek de aynı şekilde günah ve haramdı. Hele de adalet ve hak hiç ama hiçbir şart ve durumda örselenemeyecek kadar büyük kavramlar ve değerlerdir. “Bırakın adalet yerini bulsun, isterse de kıyamet kopsun,” sözünün ağırlığı hele de iddiası olan bu türden insanlarda gram çekmemesine öyle üzülüyor, öyle öfkeleniyordu ki. Sadece kuru ezan, vatan, bayrak mottosuyla verilen kitlesel coşkuya zaman zaman sosyal medyada eşlik edip tempo tutmak ve haftada bir Google havuzundan seçtiği ayet veya hadisi paylaşmak ne kadar kolay, ne kadar sığ bir dindarlıktı. Ne ki bunlar her şey için yeter görünüyordu kimi zihniyet insanına. Muhammed Peygamber’in “ben de adil olmayacaksam ya kim adaletli olacak?” diye haykırışı ve serzenişi özellikle de iddialı insanlarda neden ama neden bir türlü karşılık bulmuyordu. Bu nübüvvet haykırışına herkesten önce onların “biz de adil olmazsak, ya kim adil olacak?” diye icabet etmesi, durumlarını düzeltmesi, hak yemeyi bırakması gerekmez miydi? Hem sonra adaletsizlik ve haksızlık yapmanın bir gerekçesi, bir izahı olabilir miydi? Böyle bir fasit mantığa hakka körlük yaşamış olanlardan başkası sığınabilir miydi? Her şeye bir izah, bir kılıf elbette bulunabilirdi belki ama hakka ve adalete karşı asla bulunmamalıydı, bulunamazdı. Çünkü hak ve adaletten daha yukarı hiçbir değer yoktu ki şu alemde. Haksızlığı ve adaletsizliği mazur gösterecek, caiz kılacak hiçbir gerekçe de olamazdı bu yüzden. Kama-manas haksızlık ve adaletsizlik yapma konusunda ne türden kuşkular, sanılar ve sanrılar oluşturursa oluştursun vehim asla itibar edilemez, dikkate alınamazdı. Hatta ne türden bir zorunluluk olsa bile herhangi bir zaruret bir başkasının hakkını ortadan kaldıramazdı.

Hasan zihin dünyasında bu düşünce ve duygularla cebelleşirken inmesi gerektiği durağa bir hayli yaklaştığını bile fark etmemişti. Bu yaman çelişkilere karşı iç dünyasında patlayan volkan öyle kolay dinecek gibi değildi. Başını alıp dağlara vurmak, hayatının geri kalanında hiçbir insan yüzü görmeden Robenson Crusoe misali yaşama hülyası benliğini kaplamıştı ki bu kez de otobüsün camından kaldırımdaki dev reklam panosunda pişkin pişkin sırıtan insan silueti dikkatini çekti. Popüler ulusal televizyon dizilerinden tanıdığı ünlü komedyenin otuz iki dişini birden sergileyerek ve iki elinde tutarak gösterdiği yeni formüllü Arap sabununun altında kocaman harflerle yazılmış “Bir sor, haydi bir sor bakalım; ben bunu niye yaptım?” cümlesine acı acı gülümsedi. “Hey güzel Allah’ım Sen bana ve aklıma mukayyet ol ne olur!” mırıltısını terennüm etmesiyle durağında inmesi bir oldu.

Mustafa Ünver

Sizden Gelen Hikayeler, Başarı Hikayeleri, Bir Hikaye, Düşündüren Hikayeler, Eğitici Hikayeler, gerçek hikaye, güzel hikayeler, hikaye arşivleri, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye siteleri, hikayelerimiz, Kısa Hikayeler, Öykü, öykü oku, Mustafa Ünver, Mustafa Ünver hikayeleri,

The post Düşündüren Hikayelerden “Arap Sabunu” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/sizden-gelen-hikayeler/dusunduren-hikayelerden-arap-sabunu.html/feed 0
Bir Hikaye Oku “Çınarlı” https://hikayelerimizden.com/sizden-gelen-hikayeler/bir-hikaye-oku-cinarli.html https://hikayelerimizden.com/sizden-gelen-hikayeler/bir-hikaye-oku-cinarli.html#respond Tue, 10 Oct 2023 22:01:13 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=9216 Bir Hikaye Oku “Çınarlı” Mesut Akdağ Uzun dalları, geniş yaprakları ve büyük gövdesi ile etrafı baştanbaşa kuşatan Koca Çınar hemen şehrin kenarındaydı. Şehrin kalabalığından, sıkıntılarından, buhranlarından kurtulmak isteyenlerin kendilerini dar attığı ve şehrin uğrak yeridir. Bu sebeple şehrin en meşhuru ve gözdesiydi. Şehrin hemen dışında sayılabilecek fakat bir adımlık diye tarif edilebilen kuytuda sotede bir […]

The post Bir Hikaye Oku “Çınarlı” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Bir Hikaye Oku “Çınarlı”

Mesut Akdağ

Uzun dalları, geniş yaprakları ve büyük gövdesi ile etrafı baştanbaşa kuşatan Koca Çınar hemen şehrin kenarındaydı. Şehrin kalabalığından, sıkıntılarından, buhranlarından kurtulmak isteyenlerin kendilerini dar attığı ve şehrin uğrak yeridir. Bu sebeple şehrin en meşhuru ve gözdesiydi. Şehrin hemen dışında sayılabilecek fakat bir adımlık diye tarif edilebilen kuytuda sotede bir yer. Yazları serin kışları ılık geçer. Bu nedenle müdavimleri çok olur. Bazı zamanlar iğne atsan yere düşmeyecek kadar izdiham yaşanırdı. Buluşmak isteyen, sözleşen burayı adres verir, burada birleşirler ve görüşürlerdi. Hatta yön tarifini de buraya göre tarif ederlerdi: “Çınarlıya doğru düz gittin mi görürsün.” “Çınarlıdan  bayağı uzak şehrin öte tarafında.’’ “Çınarlıyı arkana al, sağına, soluna al’’ gibi tariflerle yol yordam gösterirler.

Çınarlı, ismini işte bu koca çınardan almakta ve öyle bilinmekte. Şöhreti sadece çınar ağacından gelmemekte. Tadına doyum olmayan, insanın içtikçe içesi gelen, odun ateşinden yapılan çayıyla “Çınarlı Çay Bahçesi” şöhretine şöhret katmıştır. O koca çınarın dallarının gölgesinin ulaşabildiği yerlere masa sandalyeler konulmuş. Yetmemiş ihtiyacı karşılamak için yeni çınarlar dikilmiş ve onların altına da masalar atılmış. Şehir buraya taşınıyor, bilhassa hafta sonları. Bazı vakitlerde boş masa bulmak imkansız hale geliyor. Bu sebeple, gelip hoş vakit geçirmek isteyen gruptan biri feda edilir, masa kapmak için neredeyse gün doğmadan gönderilir. Diğerleri gelinceye kadar beklerdi.

İşte meşhur Çınarlı hınca hınç kalabalık olur. Bir demlik çay keyfi için saatlerce beklenir, sıkıntılar çekilir. Fakat yer bulunup da çayı yudumlamaya başlanınca tüm yorgunluklar her bir yudumda akar giderdi. Yeni nişanlananlar, sözlenenler, kaçamak sevgililer, okuldan kaçan öğrenciler, gün yapan hanımlar, dertleşmek için dostlarını çağıranlar, dışardan misafir ağırlayanlar ve daha niceleri hep buraya akın ederler. Kısacası şehrin en mümtaz ve seçkin mekanı.

Hafta içi olmasına rağmen kalabalıktı. Bunun olacağını kestirdiği için arkadaşına rezil olmamak için randevulaştıkları saatten, üç saat erken gelmişti. Aşağı yukarı yarım saat bekledikten sonra bir masaya oturabildi. Çayını ısmarladı, çay gelinceye kadar etrafını gözlemleye başladı. İlk dikkat çektiği masaların düzeni oldu. Hepsi bir hizada, enine-boyuna tam bir uygunluk vardı. Aralarda garsonlar rahat dolaşsın ve yan masalardaki müşteriler birbirinden rahatsız olmasın diye genişçe tutulmuş. Yan masadaki konuşmalar neredeyse duyulmuyor. Duyulsa bile anlaşılmıyordu. İnsanlar rahatça konuşuyorlar, dertleşiyorlar ve sırlarını paylaşabiliyorlardı. Masalar tek tip ve aynı renk ve desenli örtülerle döşenmiş. Çınarın yeşilliğiyle uyum sağlanmış, kişinin ruhunu okşuyor, ruh dinginliği veriyor. Çocuklar unutulmamış, canları sıkılmasın diye bir park yapılmış. Çay bardakları, kahve fincanları ve demlikler çınar motifleri ile bezenmiş. Buranın özel bir yer olduğunu hissettiriyor. Çayı yudum yudum içerken tamamen buranın içinde oluyorsunuz. Dış dünyadan uzaklaşıyorsunuz.

İşte o zaman anlıyorsunuz buranın sanki Allah’ın, bu şehir halkına ihsanından bir lütuf olarak cennetten getirmiş. Neredeyse cennetin tüm güzelliklerini buraya da işlemiş, taşımış. Sanki buraya gel huzur bul, dünyadan sıyrıl, her derdinin devasını burada bulabilirsin. Her derdin bir devası vardır sakın kendini tasalarla mahvetme dercesine insanları buraya davet ediyor. Çınarlıda bir yudum çay içen, cenneti yaşayarak her şeyin sonlu olup musibetlerin gideceğini, yerine saadetin geleceğini insan daha iyi idrak ediyor, anlıyor.
Ismarladığı çay gelince daldığı duygulu gözleminden istemeyerek de olsa ayrıldı. Garsona istekli isteksiz zorlamayla gülümseyerek teşekkür etti. Çayın odunsu kokusunu iliklerine kadar hissetti. Bir anda her şeyi unuttu, gözlerini yumarak derin hülyalara daldı. Çınar yapraklarının rüzgarla raksına eşlik etmiş. Rüzgarla sarmaş dolaş olmuş, çınarın gölgesinde oturanların çehrelerini okşayarak yüzlerde tebessümler oluşturmuşlar. Rüzgârın yüzünde esintisini hissedip gülümseyerek kendine geldi. İnce belli ve çınar motifli çay bardağını alıp odun ateşinde kaynayan çayı yudumladı. Midesine ininceye kadar içindeki kederler adete biri bir eriyor, yok oluyor. Derin bir oh çekti. Çayın tadını zerrelerine kadar hissetti ve zevkini çıkarmaya çalıştı.

Gözlemine kaldığı yerden başladı. Bu sefer bakışlarını yan masalarda oturanlara çevirdi. Çeşit çeşit insanlar, farklı beklentiler, farklı umutlar, faklı çehreler, farklı yüz ifadeleri. Hepsi ayrı bir alem, ayrı bir dert tasa, ayrı ayrı şahsiyetler. Bu sebeple hepsinin sohbet konuları farklı. Ruh halleri de farklı.

Hemen sağ yanı başında bulunan masadaki çift dikkatini çekiyor. Her hallerinden yeni nişanlı oldukları belli olan çift, sanki ayakları bulutların üstünde geziyorlar, etrafından tamamen kopmuşlar, baş başa vermişler konuşuyor. Kız ne kadar mutlu erkek o kadar kaygılı, kız ne kadar gözlerinden umut fışkırıyor erkeğin o kadar gözlerinden endişeler saçılıyor, kız ne kadar neşeli erkek o kadar dertli görünüyordu. Kız çayını içiyor içtikçe de gözlerindeki mutluluk, umut, sevinç artıyor. Erkek kaygısından, endişelerinden o güzelim çayı unutmuş, soğutmuş olduğu gibi duruyor. Kız, gelecekten, kuracakları sıcak yuvadan konuşuyor, mutluluğu sadece gözlerinden değil tüm bedeninden hareketlerinden okunuyordu. Fakat erkek de tam tersine üzgün, umutsuz, yılgın, sinirliliği tüm vücudunu kaplamış, iki büklüm tedirgin bir vaziyetteydi. Kız çayını içtikçe içi açılıyor, yüzünden neşe gülücükleri fışkırıyordu.

Onları, kendi hallerinde bırakarak hemen yanlarındaki masaya atladı gözleri. Bunların da çiftimizden farkı yok gibiydi. Bunlar da çiftti fakat bir dost, bir arkadaş görünümlü iki erkekti. Birinin yüzü kendisine dönük olduğundan rahatlıkla görebiliyor, hayatın tüm çilelerini görmüş, okumuş-yazmış, ömrün yükünü omuzlarında taşımış, çehresinde ciddilik emaresi okunan fakat gülümseyen yüzüyle insana kendine çeken ve tecrübe abidesi bir kimseyi andırıyor ilk bakışta. Ötekisinin sırtı dönük olduğu için tam göremiyordu. Konuşurken yaptığı jest, mimiklerden duruşundan bayağı morali bozuk, hayattan kopmuş, hayata küsmüş, sanki işlerinde bir şeylerin ters gittiği anlaşılıyordu.

Yüzü dönük arkadaşı çaydan bir yudum alıyor, yüzüne can, kan, nur geliyor. Ufaktan bir gülümseme edası beliriyor ve arkadaşına nasihatler ediyordu. Sırtı dönük arkadaşı ise derdinden, kederinden çayı unutmuş, nasihatlere kulaklarını tıkamış. Arkadaşının her nasihatinde o, ellerini kaldırıyor olmaz, imkânsız der gibi hareketler yapıyor. Bir ara arkadaşı, ‘’Çayını soğutma. İç bir kendine gel’’ der fakat içmez ve olumsuz haline devam eder.

Sanki çayda bir keramet var. Bu cennetten bir köşe olan Çınarlıda insanın rahatlaması, keyif alması, dertlerinden kurtulması sanki çayla oluyor.

Tüm masalara göz attığında dolu çay bardağı varsa oraya dert, tasa hakim. Boş çay bardağının olduğu masalarda da huzur, mutluluk ve mesut ifadeler hâkim.

Ne var bu çayda? Ne iksir var ki bu çayı içen mutlu oluyor. Gerçi çay kendi hayatımızdır. Acılarıyla, sevinçleriyle bir arada yaşarsak yani hayatı olduğu gibi görüp benimseyip yudum yudum içersek Çınarlının çayını tatmış oluruz.

Mesut Akdağ

Başarı Hikayeleri, kısa hikayeler, bir hikaye, gerçek hikaye, güzel hikayeler, Düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler, hikaye arşivleri, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye siteleri, hikayelerimiz, Öykü, öykü oku, Mesut Akdağ, Mesut Akdağ hikayeleri,

The post Bir Hikaye Oku “Çınarlı” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/sizden-gelen-hikayeler/bir-hikaye-oku-cinarli.html/feed 0
Düşündüren Hikayelerden “Bir İmza ve Sonuçları” https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/dusunduren-hikayelerden-bir-imza-ve-sonuclari.html https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/dusunduren-hikayelerden-bir-imza-ve-sonuclari.html#respond Mon, 02 Oct 2023 19:30:32 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=9197 Düşündüren Hikayelerden “Bir İmza ve Sonuçları” Mesut AKDAĞ Bu imza hayatının en büyük anlaşması, birleşmesi ve dönüm noktası. Bu sebeple kalemi eline aldığı andan itibaren tüm hayatı zihninde canlanıp akmaya başladı. Bu akış geleceğin hayal sislerine doğru devam etti. Onu nasıl bir gelecek bekliyordu. Şu an tam geçmiş ve geleceğin yani iki zıt kutbun tam […]

The post Düşündüren Hikayelerden “Bir İmza ve Sonuçları” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Düşündüren Hikayelerden “Bir İmza ve Sonuçları”

Mesut AKDAĞ

Bu imza hayatının en büyük anlaşması, birleşmesi ve dönüm noktası. Bu sebeple kalemi eline aldığı andan itibaren tüm hayatı zihninde canlanıp akmaya başladı. Bu akış geleceğin hayal sislerine doğru devam etti. Onu nasıl bir gelecek bekliyordu. Şu an tam geçmiş ve geleceğin yani iki zıt kutbun tam ortasındaydı.

Bu imza, evliliğe atılan ilk adımın nişanesiydi. Bu imzadan önce yani geçmişinde tek başına idi. Sorumluluğu sadece kendi hayatıyla sınırlı, kimseye bağımlılığı yok, hesap vereceği kimse yok. Kararlarını kendi zevk, ihtiyaç ve isteklerine göre veriyordu. Eve istediği saatte girip çıkabiliyor, hayatı kendi istediği gibi yaşıyor kimseye pervası yoktu. Alışverişlerde sadece kendi ihtiyaçlarını karşılıyor, canın istediğini alıyordu. Arkadaş çevresiyle de istediği an beraber olabiliyordu. Kısacası şimdiye kadar hep kendisi için yaşamıştı.

Fakat şimdi yani bu imzayı attıktan sonraki hayatında, artık tek başına yaşamayacak.  Hayatını birisiyle paylaşacak. Sonra gelecek küçük misafirler de bu paylaşıma katılacak. Kendi dertlerini bir kenarı bırakıp onların dertleriyle ilgilenmek zorunda kalacak. Sadece kendi ihtiyaçları değil onların ihtiyaçlarını da kara kara düşünüp gidermeye çalışacak. Sorumluluğu artacak. Eve giriş çıkışlar istediği zaman olmayacak, onlarla beraber girip çıkılacak. İstediği zaman istediği yere, arkadaşlarının yanına gidemeyecek, onlarla beraber gidecek. Sadete gelecek olursak, artık eli kolu bağlanıp hayatı bir dert küpüne girecek, sorumluluk ağına takılacak, bir bedenine iki, üç veya dört-beş beden sığdıracak.

Bu gelgitler ve düşünce anaforunda elinde kalem, biraz endişe, biraz umut, biraz da emin titrek ellerle imzayı atar. Ve alkış okyanusu birden kabarır. Evetler havada uçuşmuş büyük bir sorumluluğun altına girilmiş. Her şeye rağmen bugün onun en mesut günüdür. Sevdiği ve hayat arkadaşına kavuşmuştur.

Evet, ne kadar da büyük sorumluluğun altına girmesine rağmen mutludur, mesuttur. Hayat, böyle mutluluk içinde ve hıp hızlı bir şekilde günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovalar. Günler, haftalar, yıllar geçer gider. Huzur ve saadet yerini yavaş yavaş hüzne ve kedere bırakmaya başlar.

Evliliğin tadı tuzu kalmamıştır. Kavgalar, didişmeler, sen-ben tartışmaları vs. huzuru götürüp sıkıntıları ve üzüntüleri getirecek her şey yaşanmaya başlar evde. Sevgi, saygı kalmamış, huzur ve saadet de tükenmiş.

Artık koşar adımlarla geldiği eve ayakları geri geri giderek, kaldırımları sürterek gelmek istemecesine gelir. Bir an önce eve gelmek için mesaisinin bitmesini dört gözle beklerken şimdi mesainin bitmemesini canı gönülden istiyor. Önceden işten herkesten önce çıkar ve doğrudan evine heyecanla ve sürurla giderdi. Arkadaşlarının iş çıkısı bir yerlerde oturalım konuşalım davetlerini nazikçe geri çevirirdi. Şimdi ise işten en son o çıkar eve geç gitmek için kendine bahaneler bulur orda burada vakit geçirirdi. Arkadaşlarına bir yerde buluşup oturup biraz gevezelik etmeyi o, hem de ısrarla teklif ederdi.

Evet, ne oldu da bu hale gelindi. O, hayatının dönüm noktası, en önemli anı, en mesut zamanı ve yeni bir başlangıcı olan imzayı attığında ayakları bulutların üstünde yere basmıyor uçuyordu. Geleceğe dair büyük planları vardı. Bu mutluluğu hiç bozmayacak ve kimsenin de bozmasına müsaade etmeyecekti. Fakat gel gör ki gelinen hale bak. O hayaller, umutlar, pembe bulutlar sanki bir rüyaymış gibi geçmişte yaşanmış ve uyanılarak gerçeğe dönülmüş bir hal almış.

Sanki bir şeyler unutulmuş, bir yerde eksik bir şeyler yapılmış. Hakikaten o unutulan veya eksik olan neydi? Bir anda bu hale nasıl gelinebildi? Suç kimde kendisinde mi eşinde mi yoksa başkalarında mı? İşte bu sorular bilhassa unuttuğu ve eksik şeyler kafasını kurcalıyor fakat işin içinden çıkamıyordu.

Sonunda arif, bilgili, güngörmüş hemen her konuda kitap okuyarak derin bir kültüre sahip olan ve kendisinin saygı duyduğu, kendisini de sevdiği müdürüne konuyu açmaya kara verdi. Evlenirken ne halde olduğunu sevincini, sevgisini ve sonra bu sevginin aşkının anlaşılmaz olarak tuhaf bir şekilde yok olup gittiğini ve yaşadıklarını bir bir anlattı.

Müdür:  ‘’Evet iyi başlamışsınız mutlu, huzurlu ve aşk dolu bir yuva kurmuşsunuz. Sonra bu bülbül yuvası dağılmış yuvalıktan çıkmış, neşenin yerini hüzün, saygının yerini düşmanlık, sevginin yerini nefret doldurmuş. Bu başlangıçta bir şeylerin eksik yapıldığına ve bir şeylerin unutularak kararlar alındığına işarettir. Bir şey başlangıçta ne kadar mükemmel, güzel görünse de eğer bir eksik tarafı ve unutulan bir yönü varsa mutlaka o işin sonu hüsrandır. Velev geç olmadan hataları anlayıp düzeltirsek zararın neresinden dönülse kardır.’’

– Biz neyi unutup eksik yaptık ki? Her şey dört dörtlüktü. Hiçbir eksiğimiz yoktu. Ne istendiyse yaptık, aldık. Ev, araba, eşyalar düğün vs. her şey en güzel mükemmeldi.

– Düğünü en mükemmel, her şeyi eksiksiz tamamlayarak yapmak huzurun, mutluluğun olacağına ve artacağına dair bir kaide olsaydı. Sorunsuz ve tam tamına eksiksiz yapılan tüm düğünlerdeki çiftler sonuna kadar sevgi, huzur ve saadet içinde evliliklerini sürdürürlerdi.

Fakat durum ortada, büyük heyecanla, coşkuyla tüm ihtiyaçların en modern malzemelerle karşılanarak yapılan düğünlerin akibeti ayrılık. Halbuki bin bir güçlükle, yarım yamalak, eşyaların eksik alınarak yapılan düğünlerdeki eşler genelde birbirlerine daha sıkı sarılırlar, mutlu ve mesut bir evlilik sürdürürler.

İşte, sonu ayrılıkla biten evliliklerin başında bir eksiklik unutulan bir şey var. Her ne kadar görünürde her şey tam olsa da. Unutulan şey niçin evlendiğimizi, eksik olan da manevi değerlerimiz.  Ve en önemlisi de Allah’ın emri. Allah Kuran’da “Sizden bekâr olanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden durumu uygun olanları evlendirin. Eğer bunlar yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.’’ buyurmuş. Bu ayette fakirleri, köleleri evlendirin derken zenginlerin evlenmesini istemiyor değil. İnsanlar bilhassa günümüzde olduğu gibi fakirlerin işi olmayanların evlenmesini pek hoş karşılamazlar ve özellikle fakir erkeklere kız vermezler. Halbuki rızık Allah’a mahsustur. İnsan yeter ki ahlaklı, dürüst olsun eşini hiçbir zaman üzmez, yarı yolda komaz.

Allah’ın bu emrini, ahlaklık, dürüstlük ve erdemlik gibi manevi değerlerimizi unuttuğumuz için şimdiki evliliklerin çoğu menfaat üzerine kurulu bir müessese olarak yapılıyor. Yani ortak evlilik şirketi kuruluyor. Böyle olunca şirkette ufak bir sarsılma ve menfaatlerin bittiği yerde sahte sevgi de bitiyor. Böylece menfaat evliliği sona eriyor.

Menfaat sevgiyi öldürüyor. Sevginin ölmesiyle saygı bitiyor. Saygı bitince muhabbet sönüyor. Muhabbet sönünce saadet ortadan kalkıyor.

İşte, sizin sorununuz da bundan ibaret olsa gerek. Önce birbiriniz üzerindeki menfaati bitirin. Sevginizi aşılayın, muhabbetinizi arttırın ve saadeti yakalayın.

-Doğru söylüyorsunuz Müdürüm. Siz konuşurken evliliğimizde yaşadıklarımızı zihin tarlasından geçirdim. Hep dedikleriniz aynen çıktı. Allah’ın emrini ve değerlerimizi unutmuşuz. Fakat zararın neresinden dönülse kardır. Şimdi hemen eve gideceğim ve eşimle konuşup evliliğimize yeniden sıfırdan başlamayı teklif edeceğim. Her şey için teşekkür ederim müdürüm. Diyerek koşar adımlarla evin yolunu tuttu.

Mesut AKDAĞ

hikaye, öykü, öykülerimiz, ibretlik öyküler,  hikaye oku, ibretlik hikayeler, ders veren hikayeler, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler, hikaye arşivleri, hikaye deposu, dini hikayeler, yol gösteren hikayeler, evlilik, imza, 

The post Düşündüren Hikayelerden “Bir İmza ve Sonuçları” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/dusunduren-hikayelerden-bir-imza-ve-sonuclari.html/feed 0
Üç Kız Kardeşin En Güzeli  https://hikayelerimizden.com/sizden-gelen-hikayeler/uc-kiz-kardesin-en-guzeli.html https://hikayelerimizden.com/sizden-gelen-hikayeler/uc-kiz-kardesin-en-guzeli.html#comments Thu, 10 Aug 2023 13:04:49 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=9112 Üç Kız Kardeşin En Güzeli  Görüyor musun Pakize Abla şu fiyatları, el yakıyorlar el, nasıl da pahalı her şey! Yaşanacağı kalmadı artık, ne diyeyim Asuman. Eskiden ay sonunu zor getiriyoruz derlerdi, o yine iyiymiş; biz bırak ay sonunu getirmeyi, böyle bir ümidimiz artık hiç kalmadı. Borç borç üstüne, hem de işin kötüsü alacaklılarımız eş dost, […]

The post Üç Kız Kardeşin En Güzeli  appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Üç Kız Kardeşin En Güzeli 

Görüyor musun Pakize Abla şu fiyatları, el yakıyorlar el, nasıl da pahalı her şey!

Yaşanacağı kalmadı artık, ne diyeyim Asuman. Eskiden ay sonunu zor getiriyoruz derlerdi, o yine iyiymiş; biz bırak ay sonunu getirmeyi, böyle bir ümidimiz artık hiç kalmadı. Borç borç üstüne, hem de işin kötüsü alacaklılarımız eş dost, konu komşu da değil artık; tefecilerin kralı bankalar. Ordan alıp öbürüne, öbüründen alıp öbürüne. Ne zamana kadar bu çarkı çevirebileceğiz bilmiyorum vallahi, şaştık kaldık. Kocamın emekli maaşı zaten ne ki, bir avuç; ayın yarısı bile gelmeden bitiyor. Her şey ateş pahası. Elektrik, doğalgaz, su ve telefon faturalarının hızına yetişmek hayal oldu. Market fiyatları desen yakalayabilene aşk olsun. Her gün dünü aratıyor. Valla doğru dürüst de yakamıyoruz korkumuzdan, evin yarısı kapalı zaten. Allah’tan rahmetlik kayınpederimden kalan evde oturuyoruz da, kiramız yok çok şükür. Şuradan bana iki kilo pırasa verir misin evladım.

Pakize Abla suç biraz da bizde ama, öyle değil mi? Bize hayatı dar edenleri, ülkeyi kötü yönetip halkı böyle zamlarla ezim ezim ezenleri kendi elimizle sandığa gidip biz seçmiyor muyuz?

Ne bileyim Asuman, hani derler ya baştakiler savaş çıkarırlar, ama cepheye gidip hayatını kaybeden hep dayısı olmayan masum ülke çocukları olur diye. Bilmiyorum Asuman, bir yerde bir yanlış var ama. Neremiz doğru ki hesabı.

Pakize Abla tüm sıkıntılara rağmen yine de maşallahın var, gülüşlerin kahkahaların eskisi gibi hayat dolu. Hep güler yüzlüsün. Valla seninle beraberken ben de mutlu oluyorum. Bayılıyorum şu ızdırapları bile gülen gözlerle karşılayıp anlatmana. Ha abla balıklara da bir bakalım, hamsi ucuz olur belki; et niyetine yeriz çoluk çocuk. Hem de daha sağlıklı olduğunu söylüyorlar.

İyi olur, bak şu tarafta balıkçılar. Benimkisi de biraz zorlama kahkahalar Asuman, ne yapalım her şey kötü diye mezara ecelimizden evvel mi girelim? Yaşamak bütün zorluğuna rağmen yine de güzel. Sabahları güneşin doğması, pencereme konan güvercinler, evimdeki rengârenk çiçekler, parkta endişesiz oynayan çocuklar. Onları gördükçe hayata daha bir tutkuyla sarılıyorum, kahkahalar atıp neşeli durmaya çalışıyorum. Hani diyorlar ya “nasıl görünüyorsanız öylesinizdir” diye, benimki de o hesap. Kocam da şaşıyor bu halime takdir ederek. “Bu kadar enerjiyi nereden buluyorsun, maşallah Pakize,” diyor.

Balıkçı bey bir kilo irilerinden hamsi verir misin?

Abla hepsi iri bakın, altı üstü bir, bizde yanlış olmaz abla. Derya kuzuları bunlaaar…

Bir kilo da hamsi bana tart evladım. Taze ve iri görünüyorlar gerçekten de. Kocam neşemi ve enerjimi takdir ediyor etmesine de. İkide bir çekişip bana laf sokuşturmaktan da geri durmuyor. “Ne olacak bu kiloların Pakize, karnın iyice şişti, her an doğurmaya hazır gebe kadın gibisin,” deyip duruyor. Aman ne bileyim işte Asuman, bir türlü veremiyorum; yemeyle de ilgisi yok, acaba stresten mi alıyorum bunca kiloyu nedir, anlamadım gitti.

Kız Pakize Abla televizyonlarda hergün doktorlar bas bas bağırıyorlar, aman fazlalıklarınızdan kurtulun, atmaya çalışın; zararlarından başka hiçbir faydaları yok şu gereksiz dokuların filan deyip duruyorlar.

Aman ne bileyim Asuman, kolay değil olmuyor işte. Evladım şuradan bana bir kilo turp, bir kilo da ıspanak tartar mısın?

Size teessüf ederim Asuman Hanım. Ben hiç de gereksiz değilim. Zararlı ve zehirli olduğuma yönelik iddiaları tamamen içi boş, temelsiz, zırva, hatta saçma olarak değerlendiriyorum. Yapısal bir karakterim var benim. İki kızkardeşimin değeri neyse, ben de oyum yeri gelince. Kardeşlerimle beraber ben olmasam ne bir insan, ne bir hayvan hayatta kalabilir. Yaşam biter, dünya sona erer, her şeye elveda. Hatta övünmek gibi olmasın, ben kardeşlerimin en güzeli ve en alımlısıyım. Beni en iyi sarı özlü beyaz papatyalar, nergisler ya da lilyumlar betimleyebilir. Onların da güzellik ve zarafeti ortada, değil mi? Aynı zamanda her şeye tadını ve iştah açan o güzelim mis kokularını veren de benim. Ben olmasam hiçbir şey tadıyla yenilemeyeceği gibi mutluluk, haz ve zevk denen şeyler de sadece şarkılarda veya şiirlerde geçebilirdi. Hem dolgun enerjim var, hem ele avuca gelir hacmim. Varlığım gururum. Bir numaralı enerji kaynağıyım tüm bedenlerin. Bensiz hiçbir şeyin yaşanılır tadı da yoktur tuzu da. Hiç de olmadı zaten şu yaşlı dünyada bensiz. Boş bulduğum her alana sığarım, hatta doldururum, ayıptır söylemesi yayılmacıyımdır biraz. Değişik şekiller ve yapılar üretmek benim yüksek yeteneklerimden biri. Sonra benimle yaşamak ve geçinmek de kolaydır. Mutluluk, hayata enerjik ve pozitif bakış, kısaca tüm iyi şeyler sayemde gerçekleşir desem abartmış olmam her halde. Çevrenizde beni yuvalarına cömertlikle konuk eden insanların hemen her zaman mutlu, güleç ve enerjik olduklarını defalarca görmüş olduğunuzdan eminim. “Etliyim, butluyum, mutluyum,” diye boşa denmiyor.

Şu modern insanları ve kendilerine dayatılan saçma sapan algıları hiç mi hiç anlamıyorum. Zayıflık, kara kuruluk, sıskalık sanki iyi bir şey mi? Kemikleri farkedilmek, kaburgaları sayılmak bence acınası bir durum. Eskiden balık etli artistler gözdeydi. Yeşilçam filmlerindeki yıldızların çoğu benimle ön plana çıkmaktan bırakın utanmayı, haklı bir keyif alırlar, kendileriyle gurur duyarlardı. Türkan Şoray’ın eline, ne geçmişte ne şimdi, su dökebilecek bir güzellik var mı Allah aşkına? Nerde o eski günler âh! O zamanlar ben bırakın nefret edilmeyi, her yerde aranan bir değerdim. Tüm canlıların gözdesi ve kıymetlisiydim. Ayrıca ulusal ve toplumsal özdeyişler alanında güzellik ve çekiciliğime dair üretilmiş onlarca kamyon arkası söz söyleyebilirim bir çırpıda. Haydi onlardan bir tanesini söyleyeyim: Araplar benim cinsime “nereye gidiyorsun, diye sorulsa mutlaka en çirkin ve en eğri yeri güzelleştirmeye cevabı alınır”, derler. Ama şimdi böyle değil, devir değişti; artık pek çoğu benden nefret ediyor.

Ancak “yiğidi öldür hakkını yeme” denir ya, tamam ben de kabul ediyorum aşırı miktarım zararlı olabiliyor. Bakın oluyor demiyorum, olabilir diyorum. Ama bu durum sadece benimle de sınırlı değil ki, her şeyin fazlası zarar. Ne demişler, “her şey kararıyla”. Bu gerçeği kabul etmekle beraber gereksiz ve zararlı olduğumu asla kabul etmediğimi, şiddetle reddettiğimi bir kez daha yineliyorum. Bana göre bu gülünç iddianın hakettiği tek yer var, orası da çöp tenekesinin dibi.

Vazgeçilmezim, hatta vazgeçilemezim. Yapısına paydaş olduğum değerli hanımefendi bunun en canlı şahidi işte. Geçen sabah eşine “Kocacığım rüyamda karın fazlalıklarımı aldırıp kalçama eklettiğimi gördüm” diyen Pakize hanımla bir kez daha gurur duydum. Evet onunla gurur duyuyorum. Hem onunla hem kendimle. Biz bu gururu ortaklaşa hak ediyoruz, hiç şüphem yok, sizin de olmasın. Asıl mahcubiyet duyması gerekenler aleyhimize olmadık yalan, iftira ve tezviratı yayanlardır. Yazık ki bunların bir kısmı da doktorlar, akademisyenler gibi sözde bilim insanları. Bilim dedikleri şey hiç bu kadar ayağa düşmemişti şu âna kadar. Gün gelecek tarih onları “şarlatan zırvacılar” diye yazacak.

Pakize Abla bak ne diyorum, pazar yürüyüşünden başka, iki gün daha çıkalım kız seninle şöyle. Yürüyüşler yapalım bu cadde boyunca. Ne dersin?

İyi olur Asuman, hem de böylece hafta boyunca evde tıkılıp kalmamış olurum. Şikâyetçi değilim ve fazlalıklarımla mutluyum ama tempolu yapabilirsek, kim bilir belki onlara da iyi gelir bu yürüyüşler.

Görüyorsunuz değil mi aklın yolu bir işte. Sevgi, bağlılık ve vefa duygumuz karşılıklı; ayıramaz kimse bizi. İyi ki varsın Pakize Hanım, sen çok yaşa.

Mustafa Ünver

hikaye, hikaye oku, hikaye yaz, hikayelerimiz, yazarlarımız, çok güzel bir hikaye, çok güzel hikaye, kısa hikayeler, kısa hikaye, güzel hikaye, Sevgi, bağlılık, vefa, bilgelik hikayeleri, ibretlik hikayeler, ders veren hikayeler, eğitici hikayeler,

The post Üç Kız Kardeşin En Güzeli  appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/sizden-gelen-hikayeler/uc-kiz-kardesin-en-guzeli.html/feed 1
Çok Güzel Bir Hikaye “Kabuk Kırıcı” https://hikayelerimizden.com/kisa-hikayeler/cok-guzel-bir-hikaye-kabuk-kirici.html https://hikayelerimizden.com/kisa-hikayeler/cok-guzel-bir-hikaye-kabuk-kirici.html#respond Mon, 24 Jul 2023 14:20:29 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=9080 Çok Güzel Bir Hikaye “Kabuk Kırıcı” Kır artık kabuğunu, çık dışarı. Daha ne zamana kadar böyle edilgen ve havadaki nemden bile etkilenen olarak kalmaya devam edeceksin? Tamam okumayı çok seviyorsun, anladık. Ama artık yazmaya da başlamalısın. Ben de sadece okuyorum ama kendime aynı şeyi söyleyemiyorum, çünkü bende yazma yeteneği yok. Belki geliştirebilirim kendimi ama uzun […]

The post Çok Güzel Bir Hikaye “Kabuk Kırıcı” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Çok Güzel Bir Hikaye “Kabuk Kırıcı”

Kır artık kabuğunu, çık dışarı. Daha ne zamana kadar böyle edilgen ve havadaki nemden bile etkilenen olarak kalmaya devam edeceksin? Tamam okumayı çok seviyorsun, anladık. Ama artık yazmaya da başlamalısın. Ben de sadece okuyorum ama kendime aynı şeyi söyleyemiyorum, çünkü bende yazma yeteneği yok. Belki geliştirebilirim kendimi ama uzun bir süreç. Deveye hendek atlatayım daha iyi. Ama sen benim gibi değilsin. Yazmak senin bir nevi işin olmuş. Üstelik bence sen iyi bir yazarsın. Sadece yazmaktan korkuyorsun o kadar, belki bir başlayamıyorsun. Çünkü sende inanılmaz bir tını var kardeşim; sen uçlarda, kenarlarda yazabiliyorsun. Nasıl söyleyeyim, hani filmlerde yüzlerce metrelik kayalık ve uçurumun en kenarındaki taşa zar zor tutunmuş bir can pazarı sahnesi vardır ya, bilirsin. Hani o taşın yavaş yavaş kayması anı vardır ya, işte kardeşim sen tam da oralarda yaşayıp oraları anlatabiliyorsun, bu her adamın, her yazarın kârı değil.

Abartıyor muyum? Hiç de değil? Beni bilirsin, avcılığı severim ama abartmayı sevmem. Silkinip yataktan kalkma vaktin çoktan geldi dostum, bir saniye bile kaybedecek vaktin yok artık bence. İçindekini, dışındakini, etrafındakini, atmosferindekini gösterme zamanın çoktan geldi, geçiyor bile. Saklamak, gizlemek ve susmak daha ne kadar sürecek? Konuş artık be adam, daha olmadın mı? “Ölü utanır” sözü sana daha ne kadar yakışmaya devam edecek? Haydi artık konuş, boz şu suskunluk orucunu. Kaç yıl oldu ağzını bıçak açmadı. Hep okudun, okudun, okudun. Hep konuştu herkes, bir sen konuşmadın. Daha dolmadın mı? Tamam olmadın mı daha? Yetmez mi daha? Kefâret bitmemiş midir daha?

Konuşmak gümüşse, sükût altın” sözünün beyninin ve yüreğinin tüm kılcallarını istilâ etmesi daha ne kadar sürecek? “Önce söz vardı” fermânı senden başka herkes için arz-ı endâm ederken, neden ama neden susan hep sen oldun? Bir kere de sen konuşsan, haykırsan. Bir kez “ben de varım” desen. Yıllarca içine saklandığın yalçın kozaları, kaplumbağanın o sert kabuğunu kırıp da bir çıksan dışarı. Eminim o zaman her şey çok daha güzel olacak.

“Hiç başarılı olmadın mı hayatta?” Hoppala bu da nereden çıktı şimdi? Demek yazarsan başarısız olmaktan korkuyorsun. Yeni bir başarısızlık sende onulmaz yaraların tekrardan deşilmesine neden olacak diye edilgen kalmaya kararlısın yani, öyle mi? Bence sen hayatta hiç de başarısız biri değilsin. Baksana gül gibi bir ailen var, her biri kendi ayakları üstünde durabilecek yaşlara gelmiş çocukların var. Bunlar az bir başarı mı? Biraz önce kendin söyledin, anlattın çocuklarını, eşini. Otuz iki yıl evli kalabilmek bile başlı başına büyük bir başarı bence. Hem sonra başladığın bütün projeleri öyle ya da böyle tamamladın. Kariyerinin zirvesine alnının teriyle, öz çabanla yükseldin. Kıymetini bilmediler diye neden düşmanlarını sevindireceksin ki? Tamam yaptığın çalışmalarla Nobel’e filan aday gösterilmedin, kabul ediyorum. Ama ortalıkta binlerce yazar var zaten aday gösterilmeyen. Sen de iyi biliyorsun ki Nobel denen kurmaca tamamen küresel, politik ve çevresel bir tiyatro aslında. Çalışmanın içeriğinden veya kalitesinden daha çok kafalarındaki subjektif kriterlere göre aday göstertip ödül veriyorlar birilerine. Nobel de nereden çıktı şimdi, neyse hemen terkediyorum bu konuyu. Kısaca birader, kafanı taktığın şeye bak. Hem sonra nice ünlü yazar var ki yazdıkları başlangıçta defalarca reddedilmiş, yayınlanmamış. Ünlü Rus yazar Gogol’un Burun öyküsünü mesela hiçbir yayıncı yayınlamamak istememiş başta; hikayeyi oldukça bayağı buldukları için reddetmişler. Sonra bir kaç yıl sonra Puşkin’in eline geçmiş öykü, okumuş ve anında değerini takdir edip yayınlamış. Adam sarraf, malı bir bakışta anlıyor. Gogol’u reddettiler de ne oldu sanki? Gogol Gogol olmaktan aşağı mı düştü? Kıymeti bilinmiyor diye güneş güneş olmaktan çıkıp ışığı daha bize ulaşmamış kör kütük bir küçük yıldız mı oldu? Ya da altının değerini bilmiyorlar diye altın altınlıktan çıkıp tenekeye mi döndü sanki? Bence sen bırak bu çekingenliği. En kötü ihtimalle okumazlar. Çağının insanlarının okuması şart mı sanki? İsterlerse okumasınlar, kendileri bilirler. Sen zaten kendin için, var olduğun, mutlu olduğun için yazmayacak mısın? Kaldı ki yayınlanan her çalışmayı sanki aman aman binlerce kişi mi okuyor? Hele akademik çalışmaları bir kaç meraklı erbâbından başka kim okuyor Allah aşkına? Ya da hoca yayınını ders kitabı olarak belirlediyse ders geçme hatırına zoraki okumuyorlar mı öğrenciler? Ama ne bileyim yazdıkların belki mesela iki asır sonra okunacak. Birileri kütüphanelerden yazdıklarını arayıp bulacaklar, okuyacaklar ve yararlanacaklar. Belki böylece asırlar sonra arkandan Fâtiha okuyanlar, hayır dua edenler bile çıkabilir değil mi? Bunu bilemeyiz, olabilir. Neden olmasın? Geçenlerde sen söylemiştin ya konuşurken Hz. Muhammed’in şuna benzer bir sözünü:

“Ölen her kişinin sevap-günah defterleri öldükleri an kapanır. Ancak arkasında yararlı ve erdemli evlâtlar, faydalanılan bir bilgi veya okul, cami, köprü gibi hayır eserleri bırakanların amel defterleri kapanmaz, sürekli hesaplarına sevaplar gelir, iyilikler yazılır.”

Onun için muhakkak yazmalısın kardeşim. Rivâyet bu ya, sen daha iyi bilirsin, hani Sokrates öğrencilerine “Oğlum muhakkak evlenin. Karınız iyi çıkarsa mutlu, kötü çıkarsa filozof olursunuz” demiş ya. Sen de onun gibi mutlaka yazmalısın. Her iki durumda da sen kazançlı olursun kardeşim.

“Yazsam ne olacak ki? Neyi değiştirebileceğim mi?” dedin? Bak bence yine çok yanlış düşünüyorsun. Yeteneği olan bir kimse yazmalı, yazmalı, durmadan yazmalı. Olur ki kötü yazdığı yazılar atılır, geride kalan o dupduru metinler ışık olur, dünyayı aydınlatırlar. Biraz önce de söylediğim gibi şu an belki kıymetin bilinmeyebilir, çalışman reddedilebilir ama bunun ne sakıncası var. Gün gelir bir yayıncı takdir eder ve çalışmanı yayınlar. Hem sonra yazar kendisi için yazdıktan sonra yayınlanıp yayınlanmamasının da bir önemi var mı sence? Yazmak aslında iyi okumanın bir göstergesi, belki bir sonucu. Tamam kabul edeyim her okuyan insan da muhakkak yazacak diye bir şart da yok ortada. Ama şöyle bir ikileme de var öte yandan:

“Her yazar mutlaka okur; ama her okur mutlaka yazar olur denemez.”

Okumayan, çalışmayan bir insan ne yazacak zaten değil mi, nasıl yazacak? Yazamaz ki. Bir ara sen bahsetmemiş miydin? Alanınızın duayen bir hocası doksan küsür yaşında hala okuyor ve yazıyor, diye. Hatta hazır olduğu halde yayınlanmasını istemediği onlarca kitap dosyası varmış. Bir ayağı çukurda bir insanın yazdıklarının hala yayınlanmamasını istemesi, ama ha bire okuyup yazmaya devam etmesi, müthiş bir tutku. Hâlis muhlis bir aydın davranışı değil mi bu kardeşim? Bu hoca ya mutlu olduğu/olmak için yazıyor şu halde. Ya da yazdıklarının karşılığını tamamen âhirette görüp almayı ümitlenmiş samimi bir pîr-i fânî mü’min. Her iki seçenek de çok ulvî, değil mi? Demek ki yazma eylemi ben varım ve yaşıyorum mottosunun bayrağı. Sen kalk ve yaz kardeşim, kır şu kabuğunu artık. Anlaştık mı, yazacak mısın?

Tamam sana kolay gelsin, hadi ben kaçtım.

Mustafa Ünver

hikaye, hikaye oku, ders veren hikayeler, eğitici hikayeler, yol gösteren hikayeler, başarı hikayeleri, motivasyon, hikayelerimiz, hikaye okumak, gerçek hikayeler, Mustafa Ünver, Mustafa Ünver hikayeleri, bilgelik hikayeleri,

The post Çok Güzel Bir Hikaye “Kabuk Kırıcı” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/kisa-hikayeler/cok-guzel-bir-hikaye-kabuk-kirici.html/feed 0
Kısa Çocuk Hikayeleri “Fatoş’un Bebeği” https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/kisa-cocuk-hikayeleri-fatosun-bebegi.html https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/kisa-cocuk-hikayeleri-fatosun-bebegi.html#respond Wed, 17 May 2023 15:31:55 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=9047 Kısa Çocuk Hikayeleri “Fatoş’un Bebeği” Fatoş, annesiyle birlikte alışverişe çıkmıştı. Oyuncak satan mağazanın yakınına geldiklerinde, Fatoş: “ Anneciğim, sınıfımı geçince bana alacağın oyuncak bebeği görmek istiyorum “ dedi. “ Onu ne kadar sevdiğimi bilemezsin, anneciğim. O çok şirin, çok tatlı bir bebek. O bebek mutlaka benim olmalı. Sınıfımı geçince o bebeği bana alacaksın, değil mi […]

The post Kısa Çocuk Hikayeleri “Fatoş’un Bebeği” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Kısa Çocuk Hikayeleri “Fatoş’un Bebeği”

Fatoş, annesiyle birlikte alışverişe çıkmıştı. Oyuncak satan mağazanın yakınına geldiklerinde, Fatoş:

“ Anneciğim, sınıfımı geçince bana alacağın oyuncak bebeği görmek istiyorum “ dedi. “ Onu ne kadar sevdiğimi bilemezsin, anneciğim. O çok şirin, çok tatlı bir bebek. O bebek mutlaka benim olmalı. Sınıfımı geçince o bebeği bana alacaksın, değil mi anneciğim?..”

Bunun üzerine annesi:

“ Tabii kızım.“ dedi.“ Sen yeter ki, sınıfını geç. Karneni aldığın gün, o bebeği sana alacağım.”

Biraz sonra Fatoşla annesi mağazanın vitrini önünde durdular. Fatoş, ilk anda vitrindeki bebeği gördü. İşte oradaydı, hep aynı yerde.‘ Nasılsın Ülkü? ‘diyerek bebeğin hatırını sormak ihtiyacını hissetti düşüncesinde. ‘ İyi misin Ülkü?..Merak etme güzel bebek, pek yakında birbirimize kavuşacağız. Ben, seni çok seviyorum ve inanıyorum ki, sen de, beni çok seveceksin. Bu nasıl olacak diye sorma bana güzel bebek., çünkü, ben sana her zaman iyi davranacağım, seninle güzel güzel konuşacağım, sana tatlı sözler söyleyeceğim, senin kalbini hiç kırmayacağım. ‘ Annesinin “ Fatoş..” demesiyle düşüncelerinden sıyrıldı, Fatoş. “ Haydi kızım, gidelim artık. Sonra geç kalacağız ama. “

Fatoş:

“ Tamam anneciğim, özür dilerim “ dedi. “ Bir an daldım!..” Daha sonra Fatoş, annesinin elinden tutarak, yürüdü.

Aradan günler geçti, ders yılı sonu geldi ve Fatoş karnesini alarak 3. sınıfa geçti. Aynı gün annesi Fatoş’u oyuncak satan mağazaya götürdü ve bebeği satın alarak kızına verdi. Fatoş, bu güzel armağan için annesine teşekkür etmeyi unutmadı. Fatoş, bir süre evde bebeğiyle oynadıktan sonra, sokağa çıktı. Fatoş’u gören Burcu, onun yanına gelerek, “ Fatoş, bu bebeği yeni mi aldınız? “ diye sordu.

Fatoş:

“ Evet Burcu..” dedi. “ Sınıfımı geçtiğim için, annem bana bu bebeği aldı. Ne kadar sevindim bilemezsin. Çok şirin bir bebek değil mi? Hem adını da ben koydum. Adı Ülkü…”

“ Adı da kendi gibi güzelmiş bebeğinin. “ dedi Burcu. “ Ülkü’ yü sevmeme izin verir misin? “

“Tabii olur Burcu, al sev Ülkü’ yü” dedi Fatoş ve bebeği arkadaşına verdi. Daha sonra Fatoş, sınıf arkadaşı olan Burcu’ ya, sınıfını geçti diye bir armağan alınıp alınmadığını sordu. Burcu da, nasıl bir armağan istemesi gerektiğine bir türlü karar veremediğini söyledi. Bunun üzerine Fatoş, Ülkü’yü satın aldıkları mağazanın vitrininde çok güzel bir bebeğin daha olduğunu, yarın annesiyle gidip o bebeği görebileceğini, eğer beğenirse, bebeği satın alabileceklerini ve birlikte evcilik oynayabileceklerini anlattı. Fatoş’un fikrini olumlu bulan Burcu, bu konuyu akşam yemeğinden sonra anne ve babasına açacağını söyledi.

Vakit gece yarısını geçeli biraz olmuştu ki, Fatoşun bebeği ayağa kalktı. Baktı Fatoş derin uykuda. Hemen odadan çıktı. Bu iş buraya kadardı. Daha fazla dayanamayacaktı. Ne güzel mağazanın vitrininde diğer bebekle sohbet ediyordu. Ya şimdi ne vardı? Konuşacak kim vardı? Yapayalnız, sessiz sessiz, bekle dur. Olacak şey miydi bu? Konuşmadan öylece beklemekten bıkmıştı. Doğruca mağazaya gidecek ve arkadaşına kavuşacaktı. Koridordan geçtikten sonra, sokak kapısını açtı. Kapıyı kapatıp yola çıktı. Issız ve yarı karanlık yolda hızlı adımlarla yürümeğe başladı. Ancak sabaha karşı mağazanın vitrini önüne gelen Fatoşun bebeği, arkadaşının yerinde yeller estiğini görünce, olduğu yere çöküverdi. Arkadaşı vitrinde yoktu, demek ki, satılmıştı, alan da kim bilir kimdi?

Fatoşun bebeği bir süre mağazanın vitrini önünde çaresizlik içinde kalakaldıktan sonra, toparlandı ve gerisin geriye dönerek, Fatoşların evine doğru yürümeğe başladı. Evin önüne geldiğinde, öğle üzeri olmuştu. Sokak kapısı kapalıydı. Kapının önündeki çöp bidonunun arkasına saklanıp, beklemeğe başladı. Aradan on beş-yirmi dakika geçmişti ki, karşıdaki evin sokak kapısı açıldı ve Burcu dışarı çıktı. Burcu’nun kucağındaki bebeği hemen tanıdı. Çok sevindi o anda. Vitrindeki arkadaşını, demek ki, Burcu almıştı. Burcu gelerek kapının zilini çaldı. Kapıyı Fatoş açtı. Fatoş’ la Burcu konuşurken, aralık kalan sokak kapısından içeri süzüldü. Fatoş’ un onu gece yatmadan önce bıraktığı koltuğun altına uzandı. Biraz sonra Burcu evine gidince, Fatoş odasına geldi, bir iki yere baktıktan sonra, bebeği koltuğun altında buldu. Bebeği kucağına alan Fatoş, mutfakta yemek hazırlamakta olan annesinin yanına koştu.

Meğer evlerinde akşam yemeği yendikten sonra, Burcu, anne ve babasına durumu anlatmış, onlar da, “ İstersen şimdi gidip bebeği alalım, hem de gezmiş oluruz. “ demişler ve vitrindeki diğer bebeği Burcu’ya alıvermişler. Öğle yemeğinden sonra Fatoş ile Burcu evcilik oynamaya başladılar. Fatoşun bebeği Ülkü ile Burcunun bebeği Arzu nihayet bir araya gelmişti. Topu topu bir gün ayrı kalmışlardı, fakat anlatacak o kadar çok şey vardı ki…

Şimdilik sadece bakışmakla yetineceklerdi, konuşmak için fırsat nasıl olsa bulurlardı.

hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, kısa çocuk hikayeleri, çocul hikayeleri, öykü, çocuk öyküleri, kısa çocuk öyküleri, masal, çocuk masalları, çocuklara masallar, hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, kısa çocuk hikayeleri, çocuk hikayeleri, öykü, çocuk öyküleri, kısa çocuk öyküleri, masal, çocuk masalları, çocuklara masallar, eğitici hikayeler, öğretici hikayeler, çocuklar için hikaye, eğitici hikayeler, öğretici hikayeler, çocuklar için hikaye, hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, kısa çocuk hikayeleri, çocuk hikayeleri, öykü, çocuk çocuklara masallar, eğitici hikayeler, öğretici hikayeler, çocuklar için hikaye, 

Kısa çocuk hikayeleri, çocul hikayeleri, öykü, çocuk öyküleri, kısa çocuk öyküleri, masal, çocuk masalları, çocuklara masallar, hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, kısa çocuk hikayeleri, çocuk hikayeleri, öykü, çocuk öyküleri, kısa çocuk öyküleri, masal, çocuk masalları, çocuklara masallar, eğitici hikayeler, öğretici hikayeler, çocuklar için hikaye, eğitici hikayeler, öğretici hikayeler, çocuklar için hikaye, hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, kısa çocuk hikayeleri, çocuk hikayeleri, öykü, çocuk çocuklara masallar, eğitici hikayeler, öğretici hikayeler, çocuklar için hikaye

The post Kısa Çocuk Hikayeleri “Fatoş’un Bebeği” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/kisa-cocuk-hikayeleri-fatosun-bebegi.html/feed 0
KAYBOLAN ZAMANLARIN HİKAYESİ https://hikayelerimizden.com/basari-hikayeleri/kaybolan-zamanlarin-hikayesi.html https://hikayelerimizden.com/basari-hikayeleri/kaybolan-zamanlarin-hikayesi.html#respond Tue, 25 Apr 2023 12:46:50 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=9012 KAYBOLAN ZAMANLARIN HİKAYESİ İş aralarındaki küçük boş zamanları iyi kullanarak neler kazanabiliriz! “Hayatı seviyor musun? O halde zamanı boş geçirme; çünkü hayat o kumaştan biçilir.” FRANKLEN “Ebediyet bile kaybolan dakikaları yerine koyamaz.” Eski bir şair “Saatler ölür, bizi de peşinden sürükler” Oxford’da bir saat kadranı üzerinden “Ben zamanı israf ettim, şimdi de o beni yiyor.” […]

The post KAYBOLAN ZAMANLARIN HİKAYESİ appeared first on Hikaye Oku.

]]>
KAYBOLAN ZAMANLARIN HİKAYESİ

İş aralarındaki küçük boş zamanları iyi kullanarak neler kazanabiliriz!

“Hayatı seviyor musun? O halde zamanı boş geçirme; çünkü hayat o kumaştan biçilir.”

FRANKLEN

“Ebediyet bile kaybolan dakikaları yerine koyamaz.”

Eski bir şair

“Saatler ölür, bizi de peşinden sürükler”

Oxford’da bir saat kadranı üzerinden “Ben zamanı israf ettim, şimdi de o beni yiyor.”

SHAKESPEARE

“Bana inanın, zamanımızı iyi kullandığımız taktirde umduğunuzdan çok fazla fayda elde edersiniz. Halbuki onu israf ederseniz zekanızdan, karakterinizden hayal ettiğinizden çok zarara uğrarsınız.”

GLADSTONE

“Güneşin doğuşu ile batışı arasında altmışar elmas dakika ile süslü iki altın saat boş geçirilerek kaybedildi. Hiçbir hediye onun yerini tutamayacaktır; çünkü o, bir daha geri gelmez.”

HOROCE MAN

Franklen’e ait mağazanın vitrini önünde bir saatten beri duran bir adam nihayet tezgahtarlardan birine: “Bu kitabın fiyatı ne kadar?” diye sordu.

Satıcı: “Bir dolar” deyince, diğeri: “Daha ucuza veremez misiniz?” dedi. Satıcı, fiyatın bir dolar olduğunu tekrarladı.

Adam bir süre daha kitaplara baktı ve: “Franklen burada mı?” diye sorunca tezgahtar cevap verdi:

“Evet, o matbaada ve şu an meşgul.”

Müşterinin “Ben onu görmek istiyorum.” ısrarına karşılık mağaza sahibi çağrıldı. Müşteri mağaza sahibine:

“Bu kitabın bana teklif edebileceğiniz en aşağı fiyatı nedir? sorusunu sorunca mağaza sahibinin kısaca verdiği cevap şu oldu:

“Bir dolar 25 sent.

“Bir dolar 25 sent mi! Bir dakika önce memurunuz bir dolar demişti.”

“Doğrudur. İşimi bırakmaktansa, onu bir dolara vermeyi tercih ederdim.”

Müşteri hayret etti; ama konuşmaya devam etmek isteyerek:

“Pekala son fiyatınız nedir?” dedi.

Franklen: “Bir buçuk dolar” diye karşılık verdi.

“Bir buçuk dolar mı? Fakat biraz önce siz bir dolar 25 sent demiştiniz.”

Franklen soğuk bir tavırla:

“Şimdi bir buçuk dolara satmaktansa ilk anda bir dolara satmayı daha çok arzu ederdim.” dedi.

Adam hiçbir şey söylemeden parayı verdi ve mağazayı terk etti. O, zamanı paraya tercih etmek gibi faydalı bir ders almıştı.

Zamanı israf edenlerin sayısı her yerde çoktur.

Amerika’da altın para basan darphanenin salonlarına öyle bir makine yerleştirilmiş ki, süpürme sonucunda dağılan altın tozlarını toplar, bu sayede yılda milyonlarca dolarlık altın tozu elde edilirdi. Bunun gibi hayatta başarı kazanan insanlara ait bir çeşit ağ vardır ki onunla hayatın kırpıntılarını, günün boş kalan zamanlarını, saatlerini dakikalarını yakalar ve onlardan faydalanmasını bilirler.

Kaybedilen dakikaları, boş geçirilen yarım saatleri, beklenmedik tatilleri ve bekleme yerlerinde geçirilen zamanlan yakalamayı ve onlardan faydalanmayı bilenlerin elde ettiği parlak sonuçlar karşısında, bu büyük değerin sırrını bilmeyenler hayretler içinde kalırlar.

Burrit: “Bütün yaptığım işleri tıpkı karıncaların yuvalarını yaptıkları gibi sürekli bir sabır ve kararlılıkla parça parça, kısım kısım yaptım.” diyor.

Günler, dostların bize gizlice getirdiği değerli hediyeler gibi görünmeyen bir el tarafından her sabah getirilir; fakat biz onları kullanmayı bilmezsek bir daha geri gelmemek üzere sessizce uzaklaşırlar.

Her yeni sabah, bize yeni güzellikler getirir; ama biz onları daha öncekiler gibi yine kabul etmezsek, artık ondan yararlanamaz hale geliriz. Nihayet ondan istifade etmek ve onu değerlendirme yeteneğimiz tamamen yok olur.

Denilebilir ki, kaybolan para çalışmak ve artırmakla; bilgi okumakla ve incelemekle; sağlık ilaç ve diyetle yerine getirilebilir; fakat kaybolan zaman asla yerine getirilemez.

Birçok evde: “Oh! Yemek aralarındaki beş on dakikadan başka boş zamanımız yok ki!” veya “Bir işe başlamak için hiç vakit bulamıyorum ki!” sözü her zaman işitilir. Halbuki bizim israf ettiğimiz bu anlar, talihsiz doğmuş birçok delikanlının başarılarını temin etmiştir.

Marion, çocuklarının uyuduğu saatler içinde çalışabildiği dakikalarda romanlarını ve değerli makalelerini yazarak harikalar çıkarmış, birçok eser vermiş olmasına rağmen hayatı hemen hemen çocuklarıyla uğraşmakla geçmiştir.

Longfellow, “Cehennem” isimli büyük kitabını, kahvesinin pişirilmesi ve sofranın kurulmasını beklediği on beşer, onar dakikalık zamanlarda tercüme etmiş ve kitabı bitirmek için senelerce sabırla çalışmıştır.

Burns, en güzel şiirlerini bir çiftlikte çalıştığı sıralarda yazmıştır. “Kaybolan Cennet” kitabının yazarı bir öğretmendi ve aynı zamanda bir lordun özel katipliğini yapıyordu. Değerli eserini o kadar işi arasından ayırabildiği onar dakikalık zamanlarda yazabilmişti.

Stuart Mili, en güzel eserlerini “India House”da memurken yazmıştı. Galile bir cerrahtı ve dünya onun keşiflerini, işleri arasında bulabildiği beş on dakikalara borçludur.

Bir deha sahibi olan Gladstone, yanında bir not defteri taşır ve boş kaldığı anlarda yapacağı işlere ait notlar alırdı. Orta zekalı insanlar olan bizler de unutkanlıktan kurtulmak için onun gibi hareket edemez miyiz?

Birçok büyük adam en küçük zamanlarını bile boş geçirmediği halde binlerce genç kız ve erkeğin bütün bir aylarını, hatta yıllarını boş geçirmeleri ne acınacak şeydir.

Faraday, kitapları ciltlemekle meşgulken boş zamanlarını deneylerle geçirirdi. O sıralarda bir arkadaşına yazdığı mektupta: “İstediğim tek şey zamandır. Ah! Kibarlarımızın israf ettiği saatleri, hatta günleri satın almak mümkün olsaydı!” diyordu.

Humboldt, resmî işleriyle o kadar çok meşguldü ki, bilimsel çalışmalarına ancak geceleri, herkesin uyuduğu saatlerde vakit bulabiliyordu.

Orta derecede yetenek sahibi bir adam, boş veya kahvelerde domino oynayarak geçirdiği saatlerden birini faydalı bir işe ayırsa, olduğundan bambaşka değerde bir insan olabilirdi. Her gün bir saatlik çalışma, on yılda cahil bir adamı kültürlü bir adam haline getirebilir. Bu bir saatlik çalışma iki günlük, iki haftalık ve iki aylık gazete ve dergi ile yılda on iki değerli kitap alacak kadar para kazandırabilir. Genç bir erkek veya kız, günde bir saat dikkatle 20 sayfa okuyabilir ki, bu yılda 7000 sayfa veya 18 büyük kitap yapar. Günde bir saat, basit bir yaşayışı faydalı ve mutlu bir hayata çevirebilir. Yine günde bir saat, tanınmayan bir adamı ünlü bir insan; faydasız bir adamı, insanlığın kurtarıcısı yapabilir. Bu böyle olunca birçok insanın her gün eğlence adı altında geçirdiği iki, dört, altı saatin faydalı bir işle uğraşılınca ne parlak sonuçlar vereceğini bir düşünün!

Her gencin faydalı ve zevkle yapabileceği bir işi olmalıdır. Bu iş, kendisinin asıl resmî işi olabileceği gibi, zevk aldığı faydalı bir meşguliyeti de olabilir. Yeter ki bütün kalbiyle kendini ona verebilsin. Eğer bu uğraşılacak iş için iyi bir seçim yapılır ve dikkatle çalışılıp denemeler yapılırsa, gencin karakteri de gelişerek yuvası mutlu bir hale gelir.

Burk: “Tembellik kadar insanı yoldan çıkaran bir şey yoktur; çünkü o, insanın zamanını herhangi bir işten daha fazla alır ve insan o an kendine hakim olamaz.” diyor.

Tarihin birçok ünlü adamı şöhretini resmî çalışma saatlerinin dışındaki uğraşılarına borçludur.

Soutey, bir dakikasını boş geçirmezdi ve bu sayede yüzlerce kitap yazabilmişti. Havtorn’un cep defteri onun hiçbir fırsatı, hiçbir düşünceyi kaçırmadığım gösteriyor. Franklen, yorulmak bilmeden çalışır, mümkün olduğu kadar fazla okuyabilmek için yemek ve uykuya daha az zaman ayırırdı.

Rafael’in 37 yıllık kısa hayatı, çalışmaya vakit bulamadıklarını iddia edenler için iyi bir ders olabilir.

Büyük adamlar vakit bakımından daima hasistirler.

Çiçeron: “Başkalarının genel eğlencelere, fikir ve vücut dinlenmesine ayırdıkları zamanı ben felsefe incelemelerine ayırırım.” diyordu.

Lord Bacon, şöhretini İngiltere meclisinde boş saatlerdeki çalışmalarına borçludur. Ünlü fizik bilgini Davi, kendini boş vakitlerinde bir laboratuvarda çalışarak yetiştirmiştir. Pope, birçok şiirini gecenin erken saatlerinde kalkarak yazmıştır.

George Stephanson, vaktini alfan kadar değerli tutardı. O, kendi kendini yetiştirmiş ve en iyi eserini boş zamanlarındaki çalışmalarıyla elde etmiştir. Mozart, yapılacak işi olduğu zaman uyumaz ve bazen sürekli olarak iki gece bir gün çalışırdı. Ünlü “Rekiem” ini ölüm döşeğinde bitirmişti.

Doktor Mason, “Lucretius” adlı eseri hastalarını görmeye gittiği arabanın içinde tercüme etmiştir. Darvin, eserlerinin çoğunu, duygu ve görgülerini gerektikçe küçük küçük kağıtlar üzerine not ederek yazmıştır.

Vatt, matematik ve kimyayı fabrikada çalışırken öğrenmiştir. Doktor Burney, İtalyanca ve Fransızca’yı at üzerinde işine gidip gelirken öğrenmiştir.

Şimdiki zaman, istediğimizi alabileceğimiz öncelikli maddedir. Geçmişi anarak, gelecek üzerine hayaller kurarak vakit geçirmeyin; şimdiki zamanı yakalayın ve ondan faydayı koparın.

Lincoln, kimsenin yardımı olmaksızın, hukuk ve genel bilgileri boş saatlerinde bilgilenmeyle elde etmiştir. Madam Somervil, komşularının gezip dedikodu yaptığı saatlerde, bitki ve yıldız bilimiyle uğraşmış, bu sahada birçok değerli kitap yazmıştır. O, seksen yaşındayken “Moleküller ve Mikroplar Bilgisi” adlı değerli eserini yayınlanmıştır.

Tembellik sinirleri paslandırır ve adaleyi çatlatır. Çalışmanın bir düzeni vardır; ama tembelliğin hiçbir düzeni yoktur.

Amerika cumhurbaşkanlarından Kennedy’in ertesi gün yapacağı işlerin planını çizmeden yatağa girmediği söylenir.

Kumaş fabrikalarında, basit bir ipliğin kopması bütün bir parça kumaşın değerini düşürür ve bu hatayı işleyen kızın kazancından kesilir; ama bizim hayatımızın dokumasından kopan iplerin karşılığını kim ödeyecek? Çünkü hareketlerimizin dokuduğu ipler bizim talihimizi örer. Belki bizim boş geçirdiğimiz saatlerdeki ipin eksikliği işimizi bozacak veya bizi telafisi imkansız bir zarara sokacak ya da o altın ip, parlaklığını ve güzelliğini hayatımıza katacaktır.

Faydalı işlerle uğraşan bir gencin yetişmesi için hiçbir endişeye gerek yoktur. Genç bir öğrencinin; öğle yemeğini nerede yediğini, akşam yemeğinden sonra ne yaptığını, pazarlarını ve izin günlerini nerede geçirdiğini incelemesi gerekir. Boş vakitlerini geçirme şekli bize onun karakterini gösterir. Birçok gencin başarısızlığa ve felakete sürüklenmesine neden olan, yemeklerden sonraki eğlence saatleridir. Aksine, başarıya ve zafere ulaşanların çoğu da bu saatlerde iyi işlerle uğraşmışlar veya gelişmelerine yardım edecek topluluklara devam etmişlerdir.

Türkler “vakit nakittir” der. Biz o nakiti (parayı) boşa harcamayalım. Bir lirayı sokağa atmak nasıl budalalıksa, bir saati faydasız geçirmek de öyle budalalıktır. Zaman kaybetmek insanın karakterinden güç, hayatiyet, kuvvet kaybetmesi demektir. Zamanı öldürme şeklinize dikkat edin; çünkü geleceğiniz ona bağlıdır.

Edvard Everet: “İnsanın; yeteneklerini geliştirmesinde, keskin bir gözle ilerleme şanslarını görerek, zamanını boş geçirmeyerek, heveslerine ve cinsel zevklerine hakim olarak kendine faydalı olabilmesi elindedir.” der.

hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, öykü, bilgelik hikayeleri, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler,  ders veren hikayeler, atasözü hikayeleri, zaman, zamanın değeri, zamanın önemi, zamanın kıymeti,  başarı, başarı hikayeleri, çalışmak, çalışmanın önemi, zamanın kazandırdıkları, 

The post KAYBOLAN ZAMANLARIN HİKAYESİ appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/basari-hikayeleri/kaybolan-zamanlarin-hikayesi.html/feed 0
Gerçek Bir Hikaye https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/gercek-bir-hikaye.html https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/gercek-bir-hikaye.html#respond Thu, 13 Apr 2023 15:42:51 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=9006 Gerçek Bir Hikaye “Bir İnsanın Anavatanı Çocukluğudur. “ Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı: – Hayrola, neden elimi öpmek istedin? – Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinize katıldım. […]

The post Gerçek Bir Hikaye appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Gerçek Bir Hikaye

“Bir İnsanın Anavatanı Çocukluğudur. “

Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:

– Hayrola, neden elimi öpmek istedin?

– Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinize katıldım. Hayatım değişti. O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.

– Ne oldu, nasıl oldu? hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler.

– Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, “Bir insanın anavatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin ve bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır.”

Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:

– Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, “Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşaması için gerekli olanaklar yaratmaktır.” Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşaması için uygun fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm. Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki
oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam? hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler,

– Hayır, neden? hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler,

– Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. “Oğlum bugün ödevini yaptın mı?” Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, “cık” sesini çıkarıyordu. Kızıyordum, söyleniyordum, “Niye yapmıyorsun ödevini!” diyordum. Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.

Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti:

– Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. “Ben ne biçim babayım,” diye kendime sordum. Seminer için geldiğim İstanbul’dan çalışma yerim olan Kayseri’ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.

– Radikal bir karar!  hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler,

– Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam. Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya, bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu. hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler,

– Eşiniz ne dedi? hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler,

– Hocam biliyor musun ne oldu? hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikaye

– Ne oldu?  hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler.

– Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, “Bu ne biçim seminermiş be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizimki çocukluğunu yaşayacakmış! Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz.”

– Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!

– Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim. Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.

– Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın? 

– İşte onun evet dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve “Hayır!” anlamına gelen “cıkk” dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım. Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, ‘Baba ya, ben seni çok seviyorum.’ Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar bana beni sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti. “Ne büyük tehlike!” diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım. hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler.

– Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizli, ama önemli bir tehlike!

– İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen-veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, “Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın,” demişti. O
nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim! Yok, dedi, ‘Sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim. ‘

– Eşiniz gelmek istemedi! hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler.

– Hayır istemedi. ‘Yaa, beraber gidelim’, diye ısrar ettim ‘Hayır hayır sen yalnız gideceksin’ dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye. Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler. Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, ‘Siz ne yaptınız bu çocuğa?’ dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. ‘Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa?’, dedi.

“Çok mu kötü hocam?” diye sordum. Gülümsedi, ‘Hayır, kötü değil’, dedi. “Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?”

– Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz? 

– Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım. İnanamıyordum kulağıma, içimden, ‘Vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar?’ duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. “O kadar mı kötü?” diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım. Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum. Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.

“Gel seni yeniden kucaklayayım!” dedim. Kucaklaştık.

“Çocuklar gülsün diye!” yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur. Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler. Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler. Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun! hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler.

Doğan CÜCELOĞLU hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler.

hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler, bilgelik hikayeleri, düşündüren öyküler, eğitici öyküler, hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler, bilgelik hikayeleri, düşündüren öyküler, eğitici öyküler, gerçek hikayeler, yaşanmış hikayeler, gerçek öyküler, yaşanmış öyküler, ders veren hikayeler, doğan cüceloğlu, doğan cüceloğlu hikayeleri, gerçek hikayeler, yaşanmış hikayeler, gerçek öyküler, yaşanmış öyküler, ders veren hikayeler, doğan cüceloğlu, doğan cüceloğlu hikayeleri, hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler, bilgelik hikayeleri, düşündüren öyküler, eğitici öyküler, gerçek hikayeler, yaşanmış hikayeler, gerçek öyküler, yaşanmış öyküler, ders veren hikayeler, doğan cüceloğlu, doğan cüceloğlu hikayeleri.

öykü, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler, bilgelik hikayeleri, düşündüren öyküler, eğitici öyküler, hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler, bilgelik hikayeleri, düşündüren öyküler, eğitici öyküler, gerçek hikayeler, yaşanmış hikayeler, gerçek öyküler, yaşanmış öyküler, ders veren hikayeler, doğan cüceloğlu, doğan cüceloğlu hikayeleri, gerçek hikayeler, yaşanmış hikayeler, gerçek öyküler, yaşanmış öyküler, ders veren hikayeler, doğan cüceloğlu, doğan cüceloğlu hikayeleri, hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler, bilgelik hikayeleri, düşündüren öyküler, eğitici öyküler, gerçek hikayeler, yaşanmış hikayeler, gerçek öyküler, yaşanmış öyküler, ders veren hikayeler, doğan cüceloğlu, doğan cüceloğlu hikayeleri. Hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler.

 

The post Gerçek Bir Hikaye appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/gercek-bir-hikaye.html/feed 0
Kısa Hikaye “İlham” https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/kisa-hikaye-ilham.html https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/kisa-hikaye-ilham.html#respond Tue, 04 Apr 2023 14:36:05 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8987 Kısa Hikaye “İlham” Bir zamanlar, ünlü bir şair olan Hüseyin Bey, yeni bir şiir kitabı üzerinde çalışıyordu. Ancak son birkaç haftadır bir türlü ilerleme kaydedememişti. Bir gün, yürüyüş yaparken, bir çiftliğe rastladı ve içeri girdi. Çiftliğin sahibi olan yaşlı adam, Hüseyin Bey’i ağırladı ve onunla sohbet etti. Yaşlı adam, çiftliğinde yetiştirdiği tavuklar hakkında konuşurken, Hüseyin […]

The post Kısa Hikaye “İlham” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Kısa Hikaye “İlham”

Bir zamanlar, ünlü bir şair olan Hüseyin Bey, yeni bir şiir kitabı üzerinde çalışıyordu. Ancak son birkaç haftadır bir türlü ilerleme kaydedememişti. Bir gün, yürüyüş yaparken, bir çiftliğe rastladı ve içeri girdi. Çiftliğin sahibi olan yaşlı adam, Hüseyin Bey’i ağırladı ve onunla sohbet etti.

Yaşlı adam, çiftliğinde yetiştirdiği tavuklar hakkında konuşurken, Hüseyin Bey’in dikkati bir tavuğa takıldı. Tavuk, diğerlerinden farklıydı. Kuyruğu daha uzun ve tüyleri daha parlaktı. Hüseyin Bey, tavuğun güzelliğini övdü ve yaşlı adamla bir süre daha sohbet etti.

Daha sonra, Hüseyin Bey eve döndüğünde, tavuk aklından çıkmadı ve yeni bir şiir yazdı. Şiir, tavuğun güzelliği ve zarafeti hakkındaydı. Kitabını tamamladığında, şiiri de kitaba ekledi ve kitabı yayınladı.

Kitap, çok beğenildi ve birçok okuyucu tarafından övüldü. Hüseyin Bey, tavuğun ilhamıyla yazdığı bu şiirin kendisi için çok özel bir anlamı olduğunu düşündü ve her zaman tavuğu güzelliğiyle hatırlayacağını söyledi.

hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, kısa hikaye, ilham, uzun hikaye, çok güzel hikaye, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler,  bilgelik hikayeleri, 

The post Kısa Hikaye “İlham” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/kisa-hikaye-ilham.html/feed 0