Warning: Cannot modify header information - headers already sent by (output started at /home/hikayelerimizden/public_html/wp-config.php:1) in /home/hikayelerimizden/public_html/wp-includes/feed-rss2.php on line 8
Güzel Hikaye arşivleri - Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/tag/guzel-hikaye Hikaye Çeşitleri Thu, 10 Aug 2023 13:26:00 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hikayelerimizden.sirv.com/WP_hikayelerimizden.com/2020/06/c/r/n/cropped-hikayelerimizden.png?w=32&h=32&scale.option=fill&cw=32&ch=32&cx=center&cy=center Güzel Hikaye arşivleri - Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/tag/guzel-hikaye 32 32 Üç Kız Kardeşin En Güzeli  https://hikayelerimizden.com/sizden-gelen-hikayeler/uc-kiz-kardesin-en-guzeli.html https://hikayelerimizden.com/sizden-gelen-hikayeler/uc-kiz-kardesin-en-guzeli.html#comments Thu, 10 Aug 2023 13:04:49 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=9112 Üç Kız Kardeşin En Güzeli  Görüyor musun Pakize Abla şu fiyatları, el yakıyorlar el, nasıl da pahalı her şey! Yaşanacağı kalmadı artık, ne diyeyim Asuman. Eskiden ay sonunu zor getiriyoruz derlerdi, o yine iyiymiş; biz bırak ay sonunu getirmeyi, böyle bir ümidimiz artık hiç kalmadı. Borç borç üstüne, hem de işin kötüsü alacaklılarımız eş dost, […]

The post Üç Kız Kardeşin En Güzeli  appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Üç Kız Kardeşin En Güzeli 

Görüyor musun Pakize Abla şu fiyatları, el yakıyorlar el, nasıl da pahalı her şey!

Yaşanacağı kalmadı artık, ne diyeyim Asuman. Eskiden ay sonunu zor getiriyoruz derlerdi, o yine iyiymiş; biz bırak ay sonunu getirmeyi, böyle bir ümidimiz artık hiç kalmadı. Borç borç üstüne, hem de işin kötüsü alacaklılarımız eş dost, konu komşu da değil artık; tefecilerin kralı bankalar. Ordan alıp öbürüne, öbüründen alıp öbürüne. Ne zamana kadar bu çarkı çevirebileceğiz bilmiyorum vallahi, şaştık kaldık. Kocamın emekli maaşı zaten ne ki, bir avuç; ayın yarısı bile gelmeden bitiyor. Her şey ateş pahası. Elektrik, doğalgaz, su ve telefon faturalarının hızına yetişmek hayal oldu. Market fiyatları desen yakalayabilene aşk olsun. Her gün dünü aratıyor. Valla doğru dürüst de yakamıyoruz korkumuzdan, evin yarısı kapalı zaten. Allah’tan rahmetlik kayınpederimden kalan evde oturuyoruz da, kiramız yok çok şükür. Şuradan bana iki kilo pırasa verir misin evladım.

Pakize Abla suç biraz da bizde ama, öyle değil mi? Bize hayatı dar edenleri, ülkeyi kötü yönetip halkı böyle zamlarla ezim ezim ezenleri kendi elimizle sandığa gidip biz seçmiyor muyuz?

Ne bileyim Asuman, hani derler ya baştakiler savaş çıkarırlar, ama cepheye gidip hayatını kaybeden hep dayısı olmayan masum ülke çocukları olur diye. Bilmiyorum Asuman, bir yerde bir yanlış var ama. Neremiz doğru ki hesabı.

Pakize Abla tüm sıkıntılara rağmen yine de maşallahın var, gülüşlerin kahkahaların eskisi gibi hayat dolu. Hep güler yüzlüsün. Valla seninle beraberken ben de mutlu oluyorum. Bayılıyorum şu ızdırapları bile gülen gözlerle karşılayıp anlatmana. Ha abla balıklara da bir bakalım, hamsi ucuz olur belki; et niyetine yeriz çoluk çocuk. Hem de daha sağlıklı olduğunu söylüyorlar.

İyi olur, bak şu tarafta balıkçılar. Benimkisi de biraz zorlama kahkahalar Asuman, ne yapalım her şey kötü diye mezara ecelimizden evvel mi girelim? Yaşamak bütün zorluğuna rağmen yine de güzel. Sabahları güneşin doğması, pencereme konan güvercinler, evimdeki rengârenk çiçekler, parkta endişesiz oynayan çocuklar. Onları gördükçe hayata daha bir tutkuyla sarılıyorum, kahkahalar atıp neşeli durmaya çalışıyorum. Hani diyorlar ya “nasıl görünüyorsanız öylesinizdir” diye, benimki de o hesap. Kocam da şaşıyor bu halime takdir ederek. “Bu kadar enerjiyi nereden buluyorsun, maşallah Pakize,” diyor.

Balıkçı bey bir kilo irilerinden hamsi verir misin?

Abla hepsi iri bakın, altı üstü bir, bizde yanlış olmaz abla. Derya kuzuları bunlaaar…

Bir kilo da hamsi bana tart evladım. Taze ve iri görünüyorlar gerçekten de. Kocam neşemi ve enerjimi takdir ediyor etmesine de. İkide bir çekişip bana laf sokuşturmaktan da geri durmuyor. “Ne olacak bu kiloların Pakize, karnın iyice şişti, her an doğurmaya hazır gebe kadın gibisin,” deyip duruyor. Aman ne bileyim işte Asuman, bir türlü veremiyorum; yemeyle de ilgisi yok, acaba stresten mi alıyorum bunca kiloyu nedir, anlamadım gitti.

Kız Pakize Abla televizyonlarda hergün doktorlar bas bas bağırıyorlar, aman fazlalıklarınızdan kurtulun, atmaya çalışın; zararlarından başka hiçbir faydaları yok şu gereksiz dokuların filan deyip duruyorlar.

Aman ne bileyim Asuman, kolay değil olmuyor işte. Evladım şuradan bana bir kilo turp, bir kilo da ıspanak tartar mısın?

Size teessüf ederim Asuman Hanım. Ben hiç de gereksiz değilim. Zararlı ve zehirli olduğuma yönelik iddiaları tamamen içi boş, temelsiz, zırva, hatta saçma olarak değerlendiriyorum. Yapısal bir karakterim var benim. İki kızkardeşimin değeri neyse, ben de oyum yeri gelince. Kardeşlerimle beraber ben olmasam ne bir insan, ne bir hayvan hayatta kalabilir. Yaşam biter, dünya sona erer, her şeye elveda. Hatta övünmek gibi olmasın, ben kardeşlerimin en güzeli ve en alımlısıyım. Beni en iyi sarı özlü beyaz papatyalar, nergisler ya da lilyumlar betimleyebilir. Onların da güzellik ve zarafeti ortada, değil mi? Aynı zamanda her şeye tadını ve iştah açan o güzelim mis kokularını veren de benim. Ben olmasam hiçbir şey tadıyla yenilemeyeceği gibi mutluluk, haz ve zevk denen şeyler de sadece şarkılarda veya şiirlerde geçebilirdi. Hem dolgun enerjim var, hem ele avuca gelir hacmim. Varlığım gururum. Bir numaralı enerji kaynağıyım tüm bedenlerin. Bensiz hiçbir şeyin yaşanılır tadı da yoktur tuzu da. Hiç de olmadı zaten şu yaşlı dünyada bensiz. Boş bulduğum her alana sığarım, hatta doldururum, ayıptır söylemesi yayılmacıyımdır biraz. Değişik şekiller ve yapılar üretmek benim yüksek yeteneklerimden biri. Sonra benimle yaşamak ve geçinmek de kolaydır. Mutluluk, hayata enerjik ve pozitif bakış, kısaca tüm iyi şeyler sayemde gerçekleşir desem abartmış olmam her halde. Çevrenizde beni yuvalarına cömertlikle konuk eden insanların hemen her zaman mutlu, güleç ve enerjik olduklarını defalarca görmüş olduğunuzdan eminim. “Etliyim, butluyum, mutluyum,” diye boşa denmiyor.

Şu modern insanları ve kendilerine dayatılan saçma sapan algıları hiç mi hiç anlamıyorum. Zayıflık, kara kuruluk, sıskalık sanki iyi bir şey mi? Kemikleri farkedilmek, kaburgaları sayılmak bence acınası bir durum. Eskiden balık etli artistler gözdeydi. Yeşilçam filmlerindeki yıldızların çoğu benimle ön plana çıkmaktan bırakın utanmayı, haklı bir keyif alırlar, kendileriyle gurur duyarlardı. Türkan Şoray’ın eline, ne geçmişte ne şimdi, su dökebilecek bir güzellik var mı Allah aşkına? Nerde o eski günler âh! O zamanlar ben bırakın nefret edilmeyi, her yerde aranan bir değerdim. Tüm canlıların gözdesi ve kıymetlisiydim. Ayrıca ulusal ve toplumsal özdeyişler alanında güzellik ve çekiciliğime dair üretilmiş onlarca kamyon arkası söz söyleyebilirim bir çırpıda. Haydi onlardan bir tanesini söyleyeyim: Araplar benim cinsime “nereye gidiyorsun, diye sorulsa mutlaka en çirkin ve en eğri yeri güzelleştirmeye cevabı alınır”, derler. Ama şimdi böyle değil, devir değişti; artık pek çoğu benden nefret ediyor.

Ancak “yiğidi öldür hakkını yeme” denir ya, tamam ben de kabul ediyorum aşırı miktarım zararlı olabiliyor. Bakın oluyor demiyorum, olabilir diyorum. Ama bu durum sadece benimle de sınırlı değil ki, her şeyin fazlası zarar. Ne demişler, “her şey kararıyla”. Bu gerçeği kabul etmekle beraber gereksiz ve zararlı olduğumu asla kabul etmediğimi, şiddetle reddettiğimi bir kez daha yineliyorum. Bana göre bu gülünç iddianın hakettiği tek yer var, orası da çöp tenekesinin dibi.

Vazgeçilmezim, hatta vazgeçilemezim. Yapısına paydaş olduğum değerli hanımefendi bunun en canlı şahidi işte. Geçen sabah eşine “Kocacığım rüyamda karın fazlalıklarımı aldırıp kalçama eklettiğimi gördüm” diyen Pakize hanımla bir kez daha gurur duydum. Evet onunla gurur duyuyorum. Hem onunla hem kendimle. Biz bu gururu ortaklaşa hak ediyoruz, hiç şüphem yok, sizin de olmasın. Asıl mahcubiyet duyması gerekenler aleyhimize olmadık yalan, iftira ve tezviratı yayanlardır. Yazık ki bunların bir kısmı da doktorlar, akademisyenler gibi sözde bilim insanları. Bilim dedikleri şey hiç bu kadar ayağa düşmemişti şu âna kadar. Gün gelecek tarih onları “şarlatan zırvacılar” diye yazacak.

Pakize Abla bak ne diyorum, pazar yürüyüşünden başka, iki gün daha çıkalım kız seninle şöyle. Yürüyüşler yapalım bu cadde boyunca. Ne dersin?

İyi olur Asuman, hem de böylece hafta boyunca evde tıkılıp kalmamış olurum. Şikâyetçi değilim ve fazlalıklarımla mutluyum ama tempolu yapabilirsek, kim bilir belki onlara da iyi gelir bu yürüyüşler.

Görüyorsunuz değil mi aklın yolu bir işte. Sevgi, bağlılık ve vefa duygumuz karşılıklı; ayıramaz kimse bizi. İyi ki varsın Pakize Hanım, sen çok yaşa.

Mustafa Ünver

hikaye, hikaye oku, hikaye yaz, hikayelerimiz, yazarlarımız, çok güzel bir hikaye, çok güzel hikaye, kısa hikayeler, kısa hikaye, güzel hikaye, Sevgi, bağlılık, vefa, bilgelik hikayeleri, ibretlik hikayeler, ders veren hikayeler, eğitici hikayeler,

The post Üç Kız Kardeşin En Güzeli  appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/sizden-gelen-hikayeler/uc-kiz-kardesin-en-guzeli.html/feed 1
Bir Mutluluk Hikayesi https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/bir-mutluluk-hikayesi.html https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/bir-mutluluk-hikayesi.html#respond Mon, 29 Nov 2021 14:45:51 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8240 Bir Mutluluk Hikayesi Herkes İçin Biraz Mutluluk Jerry, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi. Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu bir şey bulurdu. Hatta bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile. Bu adam, bu halde bile nasıl iyimser olabiliyor? Birisi nasıl olduğunu sorsa; “Bomba gibiyim” diye yanıt verirdi hep.. “Bomba gibiyim.” Jerry bir doğal motivasyoncuydu… Yanında çalışanlardan […]

The post Bir Mutluluk Hikayesi appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Bir Mutluluk Hikayesi

Herkes İçin Biraz Mutluluk

Jerry, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi. Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu bir şey bulurdu. Hatta bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile. Bu adam, bu halde bile nasıl iyimser olabiliyor? Birisi nasıl olduğunu sorsa; “Bomba gibiyim” diye yanıt verirdi hep..

“Bomba gibiyim.” Jerry bir doğal motivasyoncuydu… Yanında çalışanlardan biri, o gün, kötü bir günündeyse,

Jerry yanına koşar, duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı. Bu tarzı fena halde düşündürüyordu beni… Bir gün Jerry’ye gittim. Anlayamıyorum dedim.. Nasıl olur da, her zaman, her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun… Nasıl başarıyorsun bunu? Her sabah kalktığımda kendi kendime Jerry bugün iki seçimin var:

Havan ya iyi olacak, ya kötü.. derim. Havamın iyi olmasını seçerim.

Kötü bir şey olduğunda gene iki seçimim var:

Kurban olmak, ya da ders almak. Ben başıma gelen kötü şeylerden ders almayı seçerim.    

Birisi bana bir şeyden şikayete geldiğinde, gene iki seçimim var.. Şikayetini kabul etmek ya da ona hayatın olumlu yanlarını göstermek. Ben hayatın olumlu yanlarını seçerim.

Yok yahu, diye protesto ettim. Bu kadar kolay yani?

Evet.. Kolay dedi Jerry.. Hayat seçimlerden ibarettir. Her durumda bir seçim vardır. Sen her durumda nasıl davranacağını seçersin. Sen insanların senin tavrından nasıl etkileneceklerini seçersin. Sen havanın, tavrının iyi ya da kötü olmasını seçersin… Yani sen, hayatını nasıl yaşayacağını seçersin!..

Jerry’nin sözleri beni oldukça etkiledi. Onu, uzun yıllar görmedim. Ama, hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek yerine, seçim yapmayı tercih ettiğimde hep onu hatırladım.

Yıllar sonra, Jerry’nin başına çok tatsız bir şey geldi. Soygun için gelen hırsızlar, paniğe kapılıp, Jerry’yi delik deşik etmişler… Ameliyatı 18 saat sürmüş, haftalarca yoğun bakımda kalmış. Taburcu edildiğinde, kurşunların bazıları hala vücudundaymış. Ben onu, olaydan altı ay sonra gördüm.

Nasılsın? diye sorduğumda, Bomba gibiyim dedi Bomba gibi.

Olay sırasında neler hissettin Jerry dedim. Yerde yatarken, iki seçimim var diye düşündüm.. Ya yaşamayı seçecektim, ya ölümü.. Ben yaşamayı seçtim.

Korkmadın mı, şuurunu kaybetmedin mi !..

Ambülansla gelen sağlık görevlileri harika insanlardı. Bana hep İyileşeceksin merak etme dediler. Ama acil servisin koridorlarında sedyemi hızla sürerlerken, doktorların ve hemşirelerin yüzündeki ifadeyi görünce ilk defa korktum. Bu gözler bana; Bana adam ölmüş diyordu. Bir şeyler yapmazsam, biraz sonra ölü bir adam olacaktım gerçekten..

Ne yaptın? diye merakla sordum.. Kocaman bir hemşire yanıma yaklaştı ve bağırarak herhangi bir şeye alerjim olup olmadığını sordu.. Evet diye yanıt verdim.. Var.. Doktorlar ve hemşireler merakla sustular.. Derin bir nefes alarak kendimi toparladım ve bağırdım:

Benim kurşunlara alerjim var!.. Doktorlar ve hemşireler gülmeye başladılar. Tekrar bağırdım.. Ben yaşamayı seçtim. Beni bir canlı gibi ameliyat edin. Otopsi yapar gibi değil..

Jerry, sadece doktorların büyük ustalıkları sayesinde değil, kendi olumlu tavrının büyük katkısı ile yaşadı. Yaşaması bana yeni ders oldu. Hergün, hayatımızı dolu dolu yaşamayı seçme şansımız ve hakkımız olduğunu ondan öğrendim.. Ve her şeyin kendi seçimimize bağlı oldu İyi ve Kötü.

hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, kısa hikaye, güzel hikaye, düşündüren hikaye, eğitici hikaye, ders veren hikayeler, motive eden hikayeler, pozitif hikayeler, mutluluk, mutluluk hikayeleri, 

The post Bir Mutluluk Hikayesi appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/bir-mutluluk-hikayesi.html/feed 0
Güzel Bir Hikaye 1. Bölüm https://hikayelerimizden.com/hikaye-2/guzel-bir-hikaye-1-bolum.html https://hikayelerimizden.com/hikaye-2/guzel-bir-hikaye-1-bolum.html#respond Thu, 26 Aug 2021 19:05:50 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8154 Güzel Bir Hikaye 1. Bölüm “Felsefi Görüşün Sersefil Görüş Olduğunu Savunan Bir Vatandaşın Yargılanması…” Güzel Bir Hikaye, Geçmiş zamanın bir yerinde bir ülkede, kurulmuş mahkeme soylu hakimler, seçilmiş savcılar, avukatlar ve soytarılar ve seyirciler. Hâkim gelince herkes ayağa kalkar, sanık kalkmaz. Sorulur; -Neden ayağa kalkmadınız? Hikaye -Beni suçsuz yere yargılayan sizlere, nasıl saygı duymamı bekliyorsunuz? […]

The post Güzel Bir Hikaye 1. Bölüm appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Güzel Bir Hikaye 1. Bölüm

“Felsefi Görüşün Sersefil Görüş Olduğunu Savunan Bir Vatandaşın Yargılanması…”

Güzel Bir Hikaye, Geçmiş zamanın bir yerinde bir ülkede, kurulmuş mahkeme soylu hakimler, seçilmiş savcılar, avukatlar ve soytarılar ve seyirciler. Hâkim gelince herkes ayağa kalkar, sanık kalkmaz. Sorulur;

-Neden ayağa kalkmadınız? Hikaye

-Beni suçsuz yere yargılayan sizlere, nasıl saygı duymamı bekliyorsunuz?

-Yaz kızım tutanağa, ne yazdın?

– Beni suçsuz yere yargılayan sizlere, nasıl saygı duymamı bekliyorsunuz?

-Hayır kızım, saygısızlık ederek önümüzde kalkmadı.

-Yazıyorum sayın soylu hakimim…

Yer İngiltere Ya Fransa Amerika Rusya ne fark eder ki?

Sanık ayağa kalkar.

-Beni suçsuz yere yargılıyorsunuz?

-Suçlu ya da suçsuz olduğunu ortaya çıkarmak için, yargılıyoruz zaten, bizim görevimiz bu zaten, değil mi sayın soylu hakimlerim, savcılarım, avukatlarım ve seyircilerimiz.

-Yani bir piyes tiyatro eseri yazarak sahneliyorsunuz?

-Hayır evladım, ne alakası var?

-Suçum neymiş söyler misiniz?

-Soylu bilgili birikimiyle ışık olan asilzadelerin felsefecilerimizin söylemlerine karşı çıkmanız.

-Neye kime göre soylu? Bilgili? Işık saçan bu insanları aldatanlar?

-Yaz kızım tutanağa bunda, ret ediyor!

-Neyi efendim ret ettiğini söyler misiniz?

-Kızım sen nerenle dinliyorsun? Soyluları asilzadelerin söylemini…!

-Anlaşıldı efendim. Şey efendim program yanıt istiyor, cebi dolu olanlarımı ensesi kalın olanları mı?

-Kim yaptı bu programı? Sen mi yoksa? Senin dilinle konuşuyor!

-Ne alakası var? Ben bir çiftçiyim sadece!

-Neyse bunu daha sonra hallederiz değil mi asilzadeler?

Herkes başını salladı, sanık hariç.

-Sayın hâkim ben hangi söylemlere karşı çıkmışım?

-Kızım dosyayı çıkartır mısın kazıyıcıdan?

-Efendim, kazıyıcılar öğle yemeğindeymiş, boş keseden sallayıcılar nöbetteymiş ben onlardan alayım.

-Bakın görün her şeyi kendine göre ayarlamış, kesin bundan senin parmağın var!

-Buyurun sayın hakimim boş keseden sallayıcılar dosyayı gönderdiler.

-Ver kızım bakayım şuna. Evet…Hım mm…Enteresan!”

Felsefe insan yaşamını ilgilendiren her konuyu inceleme ve soruşturma alanı olarak seçtiği gibi, bizatihi “insanı” da ele alıp inceler.” Doğrudur, siz ne demişsiniz, bakayım… Bununla İnsanın bütünselliğinin yaşamının göz ardı edilmesi hatta ve hatta İnsan gerçeğine yaşamına kazancına dair bir çalışma içinde olunmadan yeterince farklı bakış açısı sunmadan aristokrat denilen siz güya ayrıcalıklı, seçkin, soylular sınıfından olan, sizlerin perspektiflerden bakılmaması ret etmeme sebebimdir! Sizler kime neye göre ayrıcalıklısınız seçkinsiniz de biz en aşağı tabakayız… Evet burada tamamen ret edişin sıçraması ve fışkırmasıyla sayfalar ıslanmış… Birde sorunlarımıza sizler tarafından yanıtlarının tek seferde verilememesi aylarca yıllarca sürüncemede kalması da ayrı bir konu… Duydunuz asil soylularım hâkim savcılarımız ve halkımız şakşakçı… Pardon vakvak gibi konuşanı, şimdi siz bana bunu neye dayanarak söylüyorsunuz? ispat edebilir misin?

-İspatın ne olduğunu biliyorsanız tabi ki?

-Yaz kızım hala isyan ve kargaşa içinde…

-Peki efendim, şey program cevap istiyor, kime göre isyan hazırlığında? Kimi kışkırtmaya çalışıyor? Ne amaç için? Bu kışkırtmanın boyutu nedir? Soyut bir dil ile neyi söylemeye çalışıyor? Bu soylu dili halk benimsiyor mu?

-Sen bakma programı kapat, o sayfayı direkt yaz.

-İşte ortada her şey, sizde kabul etmiyorsunuz size uymayanı! İnsanların kendini özgürce ifade edeceği bir toplumun oluşturulmasını sindiremiyorsunuz! Akla ve iradeye değer veren bir toplum olunmasını istemiyorsunuz o zaman sizin bu koltuklarınız boş kalacak kasalarınız dolmayacak!

-Şey efendim program doğrudur uyarısı verdi, ne yapmamı emredersiniz?

Sanık

-İşte haliniz ortada. Herhangi bir düşünceyi ya da görüşü ele alırken onu olduğu gibi kabul etmek yerine, sizler kendi akıl süzgecinden geçirerek bize sunmanız bayağı bir dayatma, suratımıza fırlatma…
-Oturuma yarım saat ara veriyorum.
Yazar – Mehmet Aluç

Hikaye, hikaye okuma, hikaye kitabı, bölümler halinde hikaye, Büyükler için Hikaye, Aşk hikayeleri, Romantik aşk hikayeleri, Anlamlı hikayeler, Öğretici Kısa hikayeler, Kısa hikayeler anlamlı, 2. sınıf kısa hikayeler, felsefe, güzel hikaye

The post Güzel Bir Hikaye 1. Bölüm appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/hikaye-2/guzel-bir-hikaye-1-bolum.html/feed 0
Hikaye Ormanı https://hikayelerimizden.com/dehset-hikayeleri/hikaye-ormani.html https://hikayelerimizden.com/dehset-hikayeleri/hikaye-ormani.html#respond Sat, 24 Apr 2021 20:16:07 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=7977 Hikaye Ormanı Hikaye Ormanı: Annesi ağlıyordu. “Yeter artık!” diyordu Agata. Annesi kollarını masada bitiştirmiş ağlıyordu. Agata onu okşayarak, “Ağlama artık!” diyordu. Annesi masada bitiştirdiği kollarına başını dayamış ağlıyordu. “Bak, gitti işte!” Annesi masada bitiştirdiği kollarına başını dayamış ağlarken yüzünü kaldırdı, ağlamaktan yüzü gözü şişmişti. “Bak, daha ağlayacak olursan ben de giderim!” dedi Agata. Ancak annesi […]

The post Hikaye Ormanı appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Hikaye Ormanı

Hikaye Ormanı: Annesi ağlıyordu.

“Yeter artık!” diyordu Agata.

Annesi kollarını masada bitiştirmiş ağlıyordu. Agata onu okşayarak, “Ağlama artık!” diyordu.

Annesi masada bitiştirdiği kollarına başını dayamış ağlıyordu.

“Bak, gitti işte!”

Annesi masada bitiştirdiği kollarına başını dayamış ağlarken yüzünü kaldırdı, ağlamaktan yüzü gözü şişmişti.

“Bak, daha ağlayacak olursan ben de giderim!” dedi Agata. Ancak annesi ağlamaya devam etti. Bunun üzerine Agata, Tilki’nin yanına gitti.

“Kara Adam döndü mü?” diye sordu Tılki.

“Döndü … ” diye karşılık verdi Agata.

Tilki’nin özel bir adı yoktu, sadece Tilki’ydi. Bacaklarını açmış yerde yatıyordu. Aslında bu, tilkilerin her zamanki yatışı değildir, kadınların daha hoş görünmek için sırtlarına attıkları tilkiler böyle yatar. Annesi ona böyle açıklamıştı.

Agata onu bitpazarında görmüştü, bir sürü kürkün bulunduğu tezgahın üzerinde. Tilki cam gibi mavi gözleriyle ona sessizce bakmış, Agata da ona bakmıştı.

“Bunu alalım!”

“Çok pahalı!” demişti annesi.

Tilki gözlerini ayırmadan ona bakıyordu, Agata başını başka taraflara çevirmiş, sonra yine ona bakmıştı. Tilki’nin bakışlarını kaçırmaya hiç niyeti yoktu. İşte o zaman, Agata kendisiyle gelmek istediğini anlamıştı.

“Bunu alalım anne, n’olur!”

Bunun üzerine annesi, şık mantosunun üstüne atmak için tilkiyi almıştı.

Tilki, mantonun omzuna güzelce yerleştirilmiş halde dolapta öylece duruyordu. Agata her gün onu yokluyordu. Onu tatlı tatlı okşuyordu; yumuşacıktı, annesinin kokusu sinmişti üstüne. Evde tek başına kalması gerektiği bir gün, annesinden onu alıp odasına götürmek için izin istemişti. Böylece tilki ona arkadaşlık etmişti.

“Teşekkür ederim” demişti tilki. “O dolabın içinde sıkıntıdan patlamıştım.”

Konuşmaya başladılar.

“Bundan böyle bana Tilki diyebilirsin. Şuraya, yanıma oturabilirsin.”

Agata onun yanı başındaki tabureye oturdu ve Tilki ona hikayesini anlatmaya başladı.

Uzaktaki bir ormanın, hatta ağaçlarla, kuşlarla ve çeşit çeşit hayvanla dolu, onun doğmuş olduğu yerin hikayesiydi bu. Yaşamak için şahane bir yerdi, ta ki yanlarında köpekleriyle onları indirmek için avcılar gelene kadar. Ah, ne çok arkadaşı canından olmuştu. Tavşanlar, ceylanlar, kuğular bile! Ama Tilki kurnazdı, onlardan daha kurnaz, onu ele geçiremezlerdi.

“Ancak karlı bir günde, tam üç gündür ağzıma bir lokma koymamıştım, güzel bir koku duyunca dışarı çıktım. O oradaydı, ateşin başında oturmuş bir şeyler pişiriyordu.”

“O kim?”

“Kara Adam.”

“Ah!” dedi Agata.

“Yavaş yavaş yanaştım, mis gibi bir kemik kokusu geliyordu burnuma … derken tak! Kapana yakalandım.”

“O mu koymuştu?” diye sordu Agata.

“Evet o koymuştu” diye sözünü onayladı Tilki.

“Karın altına mı saklamıştı?”

“Karın altına saklamıştı.”

“Sonra?”

“Sonra … İşte, ne olsun onun karısının mantosuna kürk yaka oldum; karısı sıkılınca kızının odasında yere serilen post oldum. Sonra . .. “

“Sonra?”

“Sonra ne olsun, kızı da sıkılınca bir çuvala tıktılar beni, bitpazarının tezgahına düştüm.”

“Veee ben seni buldum!” diye mutlulukla bağırdı Agata. “Ne güzel mavi gözlerin var senin Tilki!”

“İyi de, ormandaki o Kara Adam annemi ağlatan adam mı?” diye sordu Agata.

“Bu Kara Adam’lar sürüsüne berekettir!” dedi Tilki esrarengiz bir şekilde. “Tilkilerin Kara Adam’ları olduğu gibi çocukların, hatta balıkların, köpeklerin, kuşların da Kara Adam’ları vardır .. . “

“Ya annelerin?”

“Bazen … “

“Aslında o hep kara değil, renkleri değişiyor. Bazen turuncu ya da kırmızı oluyor, o zamanlar bana şeker getiriyor, bazen de yeşil oluyor … bazen de mavi, ki bu, en sevdiğim rengidir. Mavi olduğu zaman anneme çok iyi davranır.”

Tilki, “Biliyorum!” diyerek gözlerini kıstı.

“Sonra aniden renk değiştirip bağırır. .. annem de ağlar. Tıpkı senin, hani karın altında gizli olduğu için görünmeyen kapanın gibi.”

“Ya … ” diye düşünceli düşünceli onu onayladı Tilki, “aynen öyle ama sen bunları takma kafana.”

Baktı ki Agata da ağlayacak gibi olmuştu.

“Sana bir orman hikayesi anlatsam!” diye öneride bulundu.

“Ah, hadi … ” diye bağırdı Agata.

Tilki’nin bildiği bir sürü hikaye vardı çünkü onun yaşadığı yer bir Hikaye Ormanı’ydı.

“Orada, dallardaki örümcek ağlarından, bitkilerin köklerine, çiçeklerin ve ağaçların yaprakları üstünden su çukurlarına kadar her yer hikayelerle doludur.”

“Ne güzel! Peki, kim yazıyor bunları?”

“Kimse! Kimse hikaye yazmayı bilmez orada, sadece anlatmayı bilir. Ormanda hikaye bilmeyen, anlatmak istemeyen kimseyi bulamazsın.”

“İyi de dallara nasıl asıyorlar hikayeleri?” diye sordu Agata.

“Nasıl mı?” dedi Tilki. “Hikayeler sesten yapılmıştır, ses de havadan ve hava yukarı aşağı hareket eder.  Böylece, hava hikayeleri her yere götürür.”

“Ya konuşmayanlar ne yapıyor?”

“Konuşmayanlar mı?!”

“Evet, mesela balıklar. Balıklar da hikaye anlatıyor mu?”

“Balıklar ormanda yaşamıyor ki!” dedi Tilki.

“Peki .. . ya örümcekler! Örümcekler hikaye anlatıyor mu?”

“Elbette anlatıyorlar! Hem de upuzun hikayeler, ağlarını bitirmeden sona ermeyen hikayeler.”

“Örümcekler nasıl diye sordu Agata.

“Örümcek ağları aracılığıyla. Bunlar keman teli gibidir ama işitebilmek için büyük sessizlik ister.”

“Çok isterdim dinlemeyi.”

“Pek önermem dinlemeni, hep hüzünlü hikayelerdir. İşin doğrusu, en güzelleri, göçmen kuşların ve tilkilerin anlattıklarıdır. Bir de yediuyurların anlattıkları vardır. Ancak, ne zamanki bir yediuyur, ‘Aman ne kadar güzel bir rüya gördüm, anlatayım mı?’ dese, herkes kaçacak delik arar.” 

“Niye ki?”

“Bunların rüyaları da uykularına benzer, anlatması altı ay sürer.”

Agata güldü.

“Neden beni Hikaye Ormanı’na götürmüyorsun? Çok isterim gitmeyi.”

“Çünkü senin evin burası!” dedi Tilki.

“Artık senin de evin,” dedi Agata, “öyle değil mi?”

“Evet,” dedi Tilki, “artık benim de evim.

Tilki ile Agata odada yaşamaya başladılar. Agata onunla çok m utluydu çünkü artık Kara Adam’ın gelip annesini yine ağlatmasından, kötü rüyalar görmekten korkmuyordu.

Ama bazen Tilki üzgün görünüyordu. Agata o zamanlar Tilki’nin Hikaye Ormanı’na dönmek istemesinden korkuyor, bunun için ona hiçbir şey sormuyordu. Ancak bir gün dayanamadı. Tilki’yi çok seviyordu.

“Gitmek istiyor m usun?”

“Aklımdan bile geçirmedim!” dedi Tilki.

“Niye canın sıkkın o zaman?”

“Çünkü yere basmak, ayaklarımın üzerinde dik durabilmek isterdim!”

Agata Tilki’nin gitmek istemediğini öğrenince çok sevindi. Arkadaşına nasıl yardım edebileceğini düşündü.

“Buldum! Seni Bay Vincenzo’ya götüreceğim.”

Bay Vincenzo ayakkabı tamircisiydi, ayakkabıları kocaman iğnelerle dikerdi. Agata ona ayakkabılarını tamire götürürdü ama bu defa Tilki’yle gitti.

“Nasıl yardımcı olabilirim sana Agata?”

“Tilki yerde yatmaktan yoruldu, ayağa kalkmak istiyor!” diye anlattı Agata ona.

Bay Vincenzo Tilki’yi eline alıp evirdi çevirdi, dikkatlice inceledi ve dedi ki:

“Evet, samrım seni memnun edecek bir şeyler gelir elimden Agata. Birkaç gün sonra uğra bana.”

Tilki’yi bırakmak hiç kolay değildi ama Agata, Bay Vincenzdya güveniyordu.

“Sakın endişelenme Tilki, kısa bir süre sonra seni almaya geleceğim. Geldiğimde, sen de benim gibi yürüyor olacaksın.”

Bay Vinccnzo, Tilki’nin karnını samanla doldurup güzelce dikti, ayaklarını ve kuyruğunu da dikti. Agata geldiğinde Tilki hazırdı.

“Gezintiye çıkmamak için hiçbir engel göremiyorum!” dedi Tilki büyük bir memnuniyetle. Birlikte parka gittiler.

“Yanındaki de ne?” diye sordu bir beyefendi.

“Ne cins bir köpek bu böyle?”

“Köpek değil, tilki.”

“Tilkiler tehlikelidir, böyle kaykayla gezdirilmez, kafeste tutmak gerekir!” dedi beyefendi.

“Bak gördün mü, kimse beni sevmiyor burada!” dedi Tilki. “İyisi mi ben ormanıma döneyim.”

Agata ağlamaya başladı.

Bir zabıta sert bir havayla, “Kimmiş bakalım bu küçük hanımı ağlatan, sen misin yoksa?” diye sordu. Ceza kesmek için cebinden defterini çıkardı.

“Şimdiii, tilki olduğun için … ağızlığın olmadığı için .. . hayvanat bahçesinde kafeste olman gerektiği için … küçük bir kızı ağlattığın için … “

Agata hıçkırıklar arasında, “Memur bey, Tilki benim arkadaşımdır, biz sadece yürüyüşe çıkmıştık!” dedi.

“E, ne diye ağlıyorsun o zaman?”

“Çünkü o Hikaye Ormanı’na dönmek istiyor.

Zabıta, “E haklı, çünkü tilkilerin yeri orasıdır! Bu orman . .. nerede ki? Bana bak, kıza palavra atmadın değil mi?” diye sordu

Tilki’ye. “Çünkü tilkilere güven olmadığını herkes bilir, yalancı ve hırsızdırlar.”

“Doğru değil, Tilki benim arkadaşım!” diye bağırdı Agata. “Ayrıca Hikaye Ormanı var, o bana anlattı!”

“Tabii tabii … ” dedi zabıta. “Hadi bakalım, yürü ormanına o zaman, burası tilkilere göre değil.”

“Gördün mü?” dedi Tilki eve dönerken Agata’ya. “İyisi mi gideyim, burada beni kimse istemiyor.”

Aslında gitmek istediği yoktu Tilki’nin, böyle konuşuyordu çünkü Agata onu sevdiğini söylesin istiyordu. Agata onu sevdiğini defalarca söyledi ve Tilki de asla gitmeyeceğine, ona bir sürü hikaye anlatacağına söz verdi.

“Annem dönene kadar mı?”

“Annen dönene kadar.”

“Yatağa yattığımda uyuyana kadar mı?”

“Yatağa yattığında uyuyana kadar.”

“Ya Kara Adam geri gelecek olursa?”

“Ben Kara Adam’dan korkmuyorum!” diye cevap verdi Tilki.

Ama bu defa yalan söylemişti.

Kara Adam geri döndü ve bağırmaya başladı, annesi ağladı, Agata ile Tilki odaya kapandılar. Kara Adam kuyruğundan tuttuğu gibi kaldırıp onu yere çarpmış, Tilki’nin kuyruğu kopmuştu.

“Canın acıyor mu?” diye sordu Agata.

“Yoo!”

“Görürsün bak, Bay Vincenzo kuyruğunu takar yine.”

“Tabii,” dedi Tilki, “ama iyisi mi ormanıma döneyim ben.”

“Öyleyse ben de seninle geleceğim!” dedi Agata.

“Emin misin?”

“Evet, annemi ağlatan Kara Adam’la kalmak istemiyorum artık.”

Geceleyin, Agata ile Tilki ayaklarının ucuna basarak evden çıkarken her yer sessizlik içindeydi.

“Şu taraftan,” dedi Tilki, “sanırım orman şu taraftaydı. ” Yürümeye koyuldular.

Yollar ıssız ve çok az ışıklıydı ama Tilki’nin yanında Agata korkmuyordu.

Tek başına bir kediye rastladılar:

“Biliyor musun, Hikaye Ormanı’na giden yol mu acaba bu?”

“Ben şehir kedisiyim, buralarda orman yoktur. Hem bu hikaye dediğiniz de ne? Yenir mi, içilir mi?”

Agata güldü.

“Hikaye nedir bilmiyor musun, sana kimse anlatmadı mı hiç? Bizimle gelirsen, Tilki sana çok güzel bir hikaye anlatır, öyle değil mi?”

“Elbette,” dedi Tilki, “elbette.”

“İyi o halde,” dedi İsidoro adındaki kedi, “size eşlik edeyim. Ne de olsa gece uzun.”

Agata, Tilki ve İsidoro yola koyuldular. Bir çöp kutusunun yanında, elbisesi yırtık, tek kolu kopuk bir bebek buldular.

“Acaba bize gösterebilir misin … “

Bebek ipince, çok korkmuşa benzeyen sesiyle:

“Bilmiyorum, hiçbir şey bilmiyorum!” dedi. “Beni çöpün içine atıyorlardı ki yere düştüm, düşünün bir… Ayyy!!! Ama yarın olsun hele”

“Ah zavallıcık!” diyen Agata onu kucağına aldı. “Bizimle Hikaye Ormanı’na gelmek ister misin?”

Bebeğin adı Valentina’ydı ve onlarla gitmek istediğini söyledi:

“Hiç değilse çöp kovasından kurtuldum.”

Yürü yürü, sonunda bir bahçeye vardılar. Agata yorulmuştu, söylenmeye başladı.

“Neden şu banka oturmuyoruz biraz? Tilki bize bir hikaye anlatır, sonra yolumuza devam ederiz!” diye bir öneride bulundu.

“Olur. .. ” diyerek kabul etti herkes, banka sıralandılar.

Tilki kıvrıldı, Agata onun karnına başını dayadı, İsidoro Agata’nın ayaklarının dibine kıvrıldı, Valentina da kollarının arasına yerleşti.

“Şimdi anlat lütfen … ” dedi Agata.

“Öyleyse, şunu bilmelisiniz ki …

Tilki anlatmaya başladı, hikaye öyle güzel ve o kadar uzundu ki bütün gece sürdü. Hatta bir ara oradan geçen ay, bahçenin üzerindeyken onları dinlemeye koyulduğu için bir süre yolculuğuna devam etmeyi unuttu.

Ertesi sabah, vakit hayli geç olmuş, güneş iyice yükselmişti ki Agata yatağında uyanıp çevresine bakındı: Tilki her zamanki gibi halının üstünde yatıyordu, Valentina rafta diğer oyuncakların arasındaydı ve İsidoro … İsidoro neredeydi? Balkonda, güneşin tadını çıkarıyordu. Agata kalkıp mutfağa gittiğinde annesi babasıyla birlikte kahvaltı ediyordu. Günlerden pazardı.

“Günaydın, uykucubaşı!” diyerek babası gülümsedi.

“Çok uzun bir rüya gördüm!” dedi Agata.

“Rüyamda sen Kara Adam olmuştun, annemi dövüyordun, onu ağlatıyordun. Tilki bana bir sürü hikaye anlatıyordu. Sonra Bay Vincenzo Tilki’yi dikti, birlikte evden kaçtık, bir bahçede uyuyakaldık. İsidoro ile Valentina da vardı.”

“Gerçekten mi?! Peki nasıl bitti bu uzun rüya?”

“Tilki çok güzel bir hikaye anlatıyordu ama hiç hatırlamıyorum. “

“Ya ben? Ben Kara Adam olarak mı kaldım yoksa iyi adam oldum mu?” diye sordu babası.

“Bilmiyorum, rüya bitti. Ama biliyor musun baba, Kara Adam’lar gerçekten var.”

hikaye, dehşet hikayesi, korku hikayesi, dehşet, korku, çocuk korkusu, çocuk psikolojisi, öykü, güzel hikaye, çocuk hikayeleri, 

The post Hikaye Ormanı appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/dehset-hikayeleri/hikaye-ormani.html/feed 0
Kısa ve Güzel Bir Hikaye https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/kisa-ve-guzel-bir-hikaye.html https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/kisa-ve-guzel-bir-hikaye.html#respond Mon, 18 Mar 2019 14:04:11 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=2782 Kısa ve Güzel Bir Hikaye Her Şey O Kadar Kötü Olamaz Hayatımın en zor dönemlerinden biriydi. İflas etmiş​tim. Elimdeki gayrimenkulleri, borçlarımı ödemek için tek tek elimden çıkarıyordum. Yaşama ve çalışma sev​gimi iyice yitirmiş, kendimi sigara ve alkolle avutur hale gelmiştim. Sağlığım günden güne bozuluyordu. Böyle bir günde ellerim cebimde bir caddede karşıdan karşıya geçerken, belden aşağısı olmayan […]

The post Kısa ve Güzel Bir Hikaye appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Kısa ve Güzel Bir Hikaye

Her Şey O Kadar Kötü Olamaz

Hayatımın en zor dönemlerinden biriydi. İflas etmiş​tim. Elimdeki gayrimenkulleri, borçlarımı ödemek için tek tek elimden çıkarıyordum. Yaşama ve çalışma sev​gimi iyice yitirmiş, kendimi sigara ve alkolle avutur hale gelmiştim. Sağlığım günden güne bozuluyordu.

Böyle bir günde ellerim cebimde bir caddede karşıdan karşıya geçerken, belden aşağısı olmayan bir adamı bir kaykay üzerinde karşıya geçerken gördüm. Yaya kal​dırımına çıkabilmesi için benden yardım istedi ve ona yardım ettikten sonra bana:

“Teşekkürler bayım, ne güzel bir hava değil mi? Üzüntülüsünüz ama her şey o kadar kötü olamaz,” dedi.

Birden düşündüm. Bu adam bu haliyle mutluluğu yakalamış, yaşama bu kadar bağlanmıştı. Peki ya ben?

Bana ne olmuştu? Evet, iflas etmiştim ama dünyada ilk iflas eden ben miydim? Dünyanın sonu değildi ya!

Hemen bankaya gittim bir miktar kredi çektim; cesur ve sağlıklı kararlar alarak, bir müddet sonra eski maddî gücüme kavuştum.

Şimdi düşünüyorum. İnsanın bu şekilde değişimler yaşaması için ille de benim karşılaştığım gibi bir olayla mı karşılaşması gerekiyor?

Dr. Yaşar Ateşoğlu

The post Kısa ve Güzel Bir Hikaye appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/kisa-ve-guzel-bir-hikaye.html/feed 0
Esir Kız https://hikayelerimizden.com/secme-hikayeler/esir-kiz.html https://hikayelerimizden.com/secme-hikayeler/esir-kiz.html#respond Tue, 10 Oct 2017 13:25:42 +0000 http://hikayelerimizden.com/?p=117 Esir Kız Hikayesi Anadolu’nun çam kokulu yalçın dağlarının  eteğinde kurulmuş eski bir ticaret şehri vardı.  İlkbaharda çağlayan suları, kekik kokulu rüzgarları, gelinciklerle süslenen, mor sümbüllerle bezenen tarlaları, çeşit  çeşit meyveleri ile insana huzur ve saadet veren bu şehirde servet ve asalette birbirine denk iki tüccar yaşardı.  En sıkıntılı zamanlarda birbirine denk iki tüccar yaşardı.  En […]

The post Esir Kız appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Esir Kız Hikayesi

Anadolu’nun çam kokulu yalçın dağlarının  eteğinde kurulmuş eski bir ticaret şehri vardı.  İlkbaharda çağlayan suları, kekik kokulu rüzgarları, gelinciklerle süslenen, mor sümbüllerle bezenen tarlaları, çeşit  çeşit meyveleri ile insana huzur ve saadet veren bu şehirde servet ve asalette birbirine denk iki tüccar yaşardı.  En sıkıntılı zamanlarda birbirine denk iki tüccar yaşardı.  En sıkıntılı zamanlarda birbirlerine yardım eden, en sevinçli anlarını beraberce yaşayan bu iki mesut ailenin günün birine birer çocukları dünyaya geldi.  Bir ailenin nur topu gibi oğlu, öbürünün de ay parçası gibi bir kızı olmuştu.  Erkek çocuğa Tuğrul, kıza da Nazlı adını koydular. Dediler ki;

– Allah her iki yavrumuza sıhhatli ve uzun ömürler verir de yetişir büyürlerse, ailelerimizin bu mesut dostluğunu devam ettirmek üzere onları evlendirelim. Onların saadetiyle mesut olalım. En küçük yaştan başlayarak bir arada birbirlerini tanıyarak, severek sayarak büyüsünler. İlimde kültürde, sanatta birbirlerine eş olacak bir tahsil yaptıralım. İçtimai ve fikri seviyeleri aynı olunca kolayca anlaşırlar…

Küçük yaşta, ehliyetli birer terbiyecinin himayesine ve okuma çağları da gelince hususi hocaların eli altına verilen Tuğrul ile Nazlı, bilgi elde etmede yarış ediyorlardı. Her ikisi de Kur’an-ı Kerim’i okumaya, yer yer ezberlemeye ve yaşları ilerledikçe bu en büyük kutsal kitaptaki mânâları anlamaya başladılar. Daha sonra İslâm’ı insanlara son ve en güzel şekliyle anlatan Peygamber’in inci gibi sözlerini öğrendiler. Dini bilgilerini çoğaltırlarken, hocaları onlara hayat ve tabiat bilgileri, tarih, coğrafya, fizik, kimya öğretmeye yaşları on sekizi bulunca da psikoloji, sosyal bilgiler, felsefe ve ahlâk dersleri vermeye başladılar. Nihayet her iki yavruyu birbirleri ile evlendirdiler. Tuğrul Bey ile Nazlı Hanım babalarının kendileri için ayırdığı bir miktar servet ile bahçeler içinde şirin bir köşke yerleştiler. Tuğrul Bey, baba mesleğini devam ettirmeye ve ticaretle uğraşmaya başladı. Her iki tüccarın tahminlerinden de fazla bir saadetle dolup taşan genç yuva, o zamanki mesut Türk ailelerinden bir örnek idi. Güneş akşamları ufka yaklaşırken, çimenlerden bir halı serilmiş olan bahçenin yemyeşil ağaçlarının üstü kuş cıvıltıları ile doluyor, köşkün hizmetçileri akşam yemeğinin hazırlığına başlıyorlar, çiçeklere su verilirken, köşkte yatıp kalkan fakir neyzen ney çalarak kuşlara ahenk katıyordu. Her gece köşkün sarmaşıklarla süslü, hanımeli kokan bal konunda Tuğrul Bey ile Nazlı Hanım ve kendilerine misafir gelen şehrin sayılı aileleri ile şiir ve edebiyat sohbetleri yapılıyordu,

Mehtaplı bir gece idi. Misafirler evlerine dönmüşlerdi. Tuğrul Bey ile Nazlı Hanım balkonda sohbetlerine devam ediyorlardı. Şehrin zalim kolbaşısı yanında süvarilerinden on kişi kadar adamla balkonun altından geçerken genç ve güzel kızı görmüştü. Ay ışığı ile bir kat daha derinleşen güzelliği içinde Nazlı bir şiir okuyor ve Tuğrul Bey dinliyordu.Kolbaşı, karanlıkta bütün dikkatini bu genç hanım üstünde toplarken şöyle düşünüyordu:

– Tam Vali Paşa’nın sarayına layık bir kız…

Aradan günler geçti. Zalim kolbaşı adamları ile gizli soruşturma yaptırdı. Bu güzel kızı Vali Paşa’ya takdim ettiği gün maaşında muhakkak artış olacak, belki de kolbaşılıktan daha üst makamlara çıkarılacaktı.

Bir akşam Tuğrul Bey’in köşkünün kapısı çalındı. İhtiyar bir kadın Nazlı Hanımı görmek istiyordu. Hizmetçiler kadını içeri aldılar. Tuğrul Bey ticaret için başka şehre gitmişti. Misafir odasında Nazlı Hanımı gören ihtiyar kadın sahte bir tebessümle:

– Tanrı misafiri olarak geldim kızım. Akşamları gözlerim iyi görmüyor. Evim şehrin bir ucunda. Bir dostu ziyaretten dönüyorum. Geç  kaldım. Tuğrul Bey oğlumun ismini çok duydum. Evinizin önünden geçerken….

– Nazlı Hanım söze karıştı:

– Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Evimde istediğiniz kadar kalabilirsiniz. Bu köşkten pek çok Tanrı misafiri geçti.

İhtiyar dua ederek kollarını sıvamaya başladı.

– Akşam namazı yaklaşıyor. Bir abdest almama müsaade eder misiniz?

Bu ve buna benzer halleri ile ihtiyar kadın Nazlı Hanım’ kendini sevdirdi. Diller döktü, dualar eti, saadetler diledi. Üç gün bu köşkte yedi, içti, misafir kaldı. Dördüncü gün sabah Nazlı Hanıma :

– Hanım kızım, artık misafirlik bitti. Bana çok iyilikler ettiniz. Allah birinizi bin etsin. Size çok zahmet verdim. Müsaade ederseniz ben artık gideyim. Bu iyiliklerinize küçük bir karşılık olsun diye, eğer benimle gelirsen, bizim evin yakınında değerli bir zâtın türbesi var. Oraya seni götüreyim. Dua edelim. Saadetiniz ziyade olsun. . . dedi.

Nazlı Hanım, görünüşte iyi kalpli olan bu ihtiyarı kırmadı. Beraberce çıktılar. Şehrin dışına yakın, bahçeli bir evin kapısından girdiler. Güllerle süslü bir yoldan yürümeye başladılar. Burası bir türbeye benzemiyordu. Nazlı , Hanımın içini bir şüphe ve korku bulutu sarmaya başlamıştı.

Hiç beklenmedik bir anda ağaçların arkasından çıkan üç dört asker Nazlı Hanımın ağzım kapadılar ve sımsıkı kucaklayarak evin üst katma çıkardılar. Burası zâlim kolbaşının evi idi. İhtiyar kadın avucuna konan bir iki altın parayı sırıtarak aldı ve evden çıkıp gitti.

Kolbaşı genç ve güzel kızın karşısında sırıtmaya başladı. Kabalığını örtmeye çalışan bir nezaket edasıyla:

– Siz bu şehre değil, Vali saraylarına lâyık bir kızsınız hanımefendi. Korkmayınız.

Sonra adamlarına döndü :

Tuğrul Bey’in köşkündekiler Nazlı Hanımı akşama ve gecenin geç saatlerine kadar beklediler. Herkeste bir korku, endişe ve şaşkınlık başladı. Evin kâhyası Tuğrul Bey’in ve Nazlı Hanımın babalarına koştu. Telâş yayıldı. Ertesi gün Tuğrul Bey ticaret için gittiği şehirden döndü. Köşk mateme bürünmüştü. İhtiyar kadının gelişini, üç gün kalışını uzun uzun soruşturan Tuğrul Bey, kimsenin kadını tanımayışı karşısında çıldıracak gibi oluyordu. Köşkün hizmetçisi, ihtiyar kadının evinin şehirden dışarda olduğunu duymuştu. Bu bilgiden hareketle, köşkün kahyası, üç hizmetçisi ve hatta fakir ve kimsesiz neyzen şehrin dış mahallelerini aramaya başladılar. Tuğrul Bey’in tanıdıkları, arkadaşları ve arkadaşlarının hanımları da şehrin içinde sessiz bir soruşturmaya giriştiler.

Fakir neyzen, elbisesini değiştirdi. Bir gözünü büyükçe bir mendille sardı. Her gün şehrin bir dış semtinde ney çalarak dolaşmaya başladı. Her semtin çocukları bu fakir neyzenin peşine takılıyorlar, o bir köşe başında veya bir evin gölgesinde oturup neyini üflerken etrafını çevirip dinliyorlardı.

Bir gün yine etrafı çocuklarla çevrili olduğu halde yanık yanık çalarken, sarı saçlı cingöz edalı bir kız çocuğu, arkadaşları ile beraber neyzene söz atmaya başladılar. Bir ara kız çocuk şöyle dedi:

– Böyle yanık yanık çalıp bizi ağlatacağım mı sanıyorsun çingene! Sen git Nazlı Hanımın evinde çal… Onları ağlat!

Fakir neyzen sustu. Çocuğa tebessüm etti :

– Nazlı Hanım kimdir yavrum? Bilmiyorum

– Kimse kim. Bana soracağına git bizim mahallenin Satı Nene’sine sor.

– Satı Nene’yi de tanımıyorum. ..

– Tanıma… tanıma. sonra seni de kaçırır…

Çocuklar gülüştüler. Neyzen sezdirmeden oradan uzaklaştı. Köşke döndü. Durumu Tuğrul Bey’e bildirdi. Hemen iki at hazırlandı. Neyzen. köşkte giydiği elbisesini giydi. Gözündeki mendili çıkardı. Tuğrul Beyle atlarını dört nal sürerek Satı Nene’nin mahalle kâhyasına gittiler. Kahya meseleden habersizdi. Satı Nene’yi sordular. Kahya :

– Evi şu köşeyi dönünce ilerideki kumaş dükkânının karşısındaki evdir. . . diye tarif etti, Teşekkür ederek ayrıldılar.

Satı Nene’nin evinin kapısı yarı açık vaziyette idi. Neyzen kapıda bekçi olarak kaldı. Tuğrul Bey hızla içeri girdi. İki odalı, köhne bir evde oturan Satı Nene, Tuğrul Bey’i görünce önce tanımadığı için şaşırdı. –

– Kimsin sen? Evimde ne arıyorsun?… diye bağırdı… Tuğrul Bey elindeki hançeri kadının boğazına doğru yaklaştırırken bağırdı:

  • Nazlı nerede ? Çabuk söyle… Yoksa keserim seni…

İhtiyar kadının önce dili tutuldu. Ağzını açtığı halde konuşamıyordu. Kısa bir zaman sonra :

– Ha… Şey… Nazlı Hmm.. Ben birşey yapmadım…

– Şimdi nerede diyorum!

– Şey… Şimdi. .. Kolbaşı onu Vali Paşaya götürdü…

– Yaaa! Kolbaşı namussuzu Nazlı’yı Vali Paşa’ya “götürdü öyle mi?

– Evet. .. evet. .. İnanın ben bir şey yapmadım…

-Sus cadı!

Tuğrul Bey kuvvetli bir tokat attı. Kadın sersemledi ve olduğu yere çöktü.

Mesele büyük bir kısmı ile çözülmüştü. Bu arada tam bir hafta geçmişti.

Tuğrul Bey yol hazırlığını sür’atle tamamladı. Silâhlandı ve o gece tek başına yola çıktı. İki günlük yolculuktan sonra Vali Paşa’nın oturduğu şehre geldi. Kendisi de atı da çok yorgundu. Bir han’a misafir oldu. Yıkandı. temizlendi. Atının da bakımını tamamladı. Bir iki gün handa hem dinleniyor, hem de şehrin çeşitli meseleleri hakkında halk dilinde dolaşan şayialara kulak veriyordu. Bu arada babasının bu şehirdeki yakın arkadaşı bir doktor ile de görüşmeyi ihmal etmedi. Olanları bütün teferruatı ile doktora anlattı. Doktor gittikçe artan bir merakla Tuğrul Beyi dinledi. Tuğrul Beyin sözü bitince şunları söyledi.

– Bundan üç dört gün önce, Vali Paşanın sarayından bir cariye bana geldi. Vali Paşa’ya yeni gelen bir kızcağızın devamlı baygınlık geçirdiğini ve çok hasta olduğunu söyledi. Kendilerine bir ilaç yazdım. Şehirdeki eczanelerde bu ilaçların bulunacağım söyledim. Bulamazlarsa kendilerine bu ilacı yapabileceğimi de söyledim. Kuvvetle ümit ediyorum ki oğlum, bu hanım kız sizin eşiniz olsun. Birkaç gün daha bekleyelim. Meraklanma bir çıkar yol buluruz.

Gerçekten Allah’ın büyük bir yardımı oldu. Ertesi gün aynı cariye doktora tekrar geldi ve :

– Efendim, o verdiğiniz ilâcı aldık ve ismini dahi bilmediğimiz hasta kızcağıza verdik. Çok üzgünüz ki, tesir etmiyor ve bayılma nöbetleri sıklaşıyor. Ne yapsak?… diye sordu.

Doktor sevinçle şunları söyledi :

– Benim sevimli kızım, sana çok mühim şeyler söyleyeceğim. Vali Paşa, sarayında kendi cariyeleri olarak birçok hanımları bulunduruyor. Fakat şimdiye kadar evli ve sahibi olan hiçbir kadını sarayına almamıştır. Bu hasta kızcağızın ismi Nazlı Hanım ise, bu şehrimize iki günlük mesafedeki bir şehrin sayılı tüccarlarından birinin gelinidir. Bu kızcağızı Vali Paşa’ya getirenler onun evli olduğunu söylememişlerdir. Nazlı hanımın kocası Tuğrul Bey dün benimle konuştu. Vali Paşanın asabiyetini hepimiz biliyoruz. Bu işi halletmek için sana ihtiyacımız var.

Kızcağız bu acı hikâyeyi dinledikten sonra :

– Hiç merak etmeyin efendim, ben üzerime düşen vazifeleri sonuna kadar yapmaya hazırım. Bunları Nazlı Hanım’a anlatırım. İnşallah bir kurtuluş yolu buluruz. .. dedi ve doktorun verdiği bir basit ilacı alıp gitti.

Tuğrul Bey doktorun muayenehanesine yakın bir han’a yerleşmişti. Doktor olanları kendisine, haber veriyordu, Cariye, Nazlı Hanımla baş başa

kaldığı bir gün yarı baygın hasta döşeğinde yatan kızcağıza :

– Hanımefendi, size bir şey sormama müsaade eder misiniz? İsminiz Nazlı Hanım mıdır?…  diye sordu. .

Genç kız ani bir heyecana kapıldı. Cariyenin elini tutarken :

– Siz ismimi nereden duydunuz? diye ağlamaya başladı. İyi kalpli cariye olanlaı bir bir anlattı. Nazlı Hanım büyük bir ümitle bu esaretten kurtulacağını hissetti ve her gün biraz daha iyileşmeye başladı.

Aradan iki hafta geçmişti. Doktor zekice bir plan hazırladı. İki gün sonra akşam yemeğinden evvel Tuğrul Bey, doktorun kalfası ismiyle saraya girecek. herkes yemek telaşı içinde iken büyük salonun sağdan sekizinci odasındaki Nazlı Hanımla görüşeceklerdi. Bu sırada cariye, her zaman giydiği elbisesini bir bohça içinde getirecek. Nazlı Hanım cariye kıyafetinde Tuğrul Beyle kaçacaktı. Kapıdaki nöbetçilerin parolasını cariye bildirecekti.

İki günün ne kadar geçmez olduğunu tahmin edebilirsiniz…

Nihayet, ikinci gün güneş batınca Tuğrul Bey atını harekete hazırladı. Hancıya parasını ödedi. Birkaç saat sonra şehirden ayrılacağım bildirdi. Doktorla vedalaştı ve Vali Paşa’nın sarayına geldi. Kapıda siyah bir tülle yüzünü örtmüş olan cariye Tuğrul beyi başıyla selamladı ve yaklaşan nöbetçiye :

– Vali Paşanın hastası için çağırdığımız doktorun kalfasıdır. Muayene için gelmiştir. Sonra beraberce ilaç almaya çıkacağız. . . dedi. Yolda yürürlerken fısıltı halinde şunları söyledi :

– Efendim, sarayın arkasında bir başka kapı daha var. Bu gece parola: Bayrak. Saraya girince yukarı kata çıkacağız. Merdivenin sağındaki büyük salonun sağdan sekizinci odasına gireceksiniz.. . .

Her şey büyük bir sükunet içinde devam ediyordu. Nazlı Hanım odasında heyecandan bayılacak gibi oluyordu. Tuğrul Bey ise sakindi. Cariye ile birlikte merdivenleri çıktılar. Cariye ayrıldı. Tuğrul Bey sağdaki salonun oda kapılarım saymaya başladı. Buraya kadar iyi yürüyen plân ufak bir dalgınlıkla bozuluverdi. Tuğrul Bey sekizinci kapı yerine dokuzuncu kapıyı açtı ve girdi. Burası Vali Paşa’nın kızkardeşinin odası idi. Tuğrul Bey bir anda şaşırmıştı. Odada kimseler yoktu. Acaba cariye bir tuzak mı kurmuştu? Hem ihtimalleri düşünüyor, hem de odayı gözleriyle tetkik ediyordu.

Bu sırada kapı ağır ağır açılmaya başladı ve içeriye Vali Paşanın kızkardeşi girdi. Odasında yabancı bir erkeği görünce kızgın bir sesle :

– Kimsiniz? Odamda ne arıyorsunuz?… diye bağırdı.

Tuğrul Bey, son derece sakin bir sesle :

– Ufak bir yanlışlık oldu muhterem hanımefendi. Eğer beni mazur görür ve dinlemek lütfunda bulunursanız anlatayım. ..

Vali Paşanın kızkardeşi kendine hâkim olmayı başardı ve aynı sert eda içinde kapıyı kapatırken :

– Sizi dinliyorum… dedi.

Tuğrul Bey olanları ana hatlarıyla anlattıkça kadındaki sert eda yumuşamaya başladı. Hikayenin sonunda ise tam bir şefkat hissine bürünmüş olarak: – – Delikanlı tamamen suçsuz olduğunuzu anlıyorum. Şimdi Vali Paşa odama gelecek, sizi bu şekilde görmesi onun âsâbını bozabilir. Hatta size ağır bir ceza verebilir. Şimdi şu perdenin arkasına saklanın ve gerisini bana bırakın… dedi.

Tuğrul Bey, hemen perdenin arkasına geçti. Bu sırada Vali Paşa hafifçe kapıyı çalarak odaya girdi. Kız kardeşinin yüzüne dikkatli dikkatli baktı:

– Sevgili kardeşim, yüzünde bir heyecan okuyorum. Bir şey mi oldu?. . . diye sorunca, kız kardeşi şöyle cevap verdi :

– Bir hikâye okudum. O kadar heyecanlıydı ki, , hâlâ kendimi kurtaramadım.

– Nasıl bir hikâye imiş bu?

– Dinlemek ister misiniz?

– Karşı salonda bizi yemeğe bekliyorlar. Fazla uzun değilse dinlemek isterim tabii.

– Uzun olup da bin bir gece masalı değil ya… Vaktiyle iki tüccarın birer çocukları olmuş. Birisi kız, birisi erkekmiş. Bu tüccarlar birbirlerini o kadar severlermiş ki, aralarında karar vermişler bu kız ile erkek çocuğa aynı tahsil, kültür, bilgi ve eğitimi verecekler, birbirleri ile anlaşabilirlerse büyüyünce evlendireceklemıiş. Çocuklar büyümüş. Aynı tahsil seviyesinde yetişmişler. Bu iki tüccar karar verdikleri gibi yavrularım evlendirmişler. Çok mes’ud bir aile yuvası kurulmuş. Bir gece balkonlarında şiir sohbeti yaparlarken Haccac bu kızı görmüş ve Abdülmelik’e cariye olarak göndermek istemiş.

Vali Paşanın kızkardeşi ana noktalarıyla olanları bir hikâye şeklinde anlatımş, anlatmış… Nihayet hikâyenin sonunu şöyle bağlamış :

– İşte böyle odayı şaşıran genç âşık Abdülmelik’in kız kardeşinin odasına girmiş. Tam bu sırada Abdülmelik kız kardeşi ile odaya girince delikanlı halifenin dizlerine kapanıp ağlayarak hikâyeyi anlatmış ve af dilemiş. Fakat halife öyle bir hiddet göstermiş ki, derhal kılıcını çekip bu delikanlıyı öldürmüş…

Hikâyenin bu noktasında Vali Paşa elinde olmadan söze karıştı :

. – Çok yazık olmuş. Abdülmelik zulmetmiş. dedi. _ Vali Paşanın kızkardeşi sustu. Kısa bir durduktan sonra :

– Siz olsa idiniz aynı şeyi yapmaz mıydınız?

– Asla… Abdülmelik delikanlya zulmetmiş… Yazık etmiş…

– Siz halifenin yerinde olsa idiniz ne yapardınız?

– Affederdim…

– O halde haberiniz olsun. Bu hikâye sizin sarayınızda ve şu anda olmaktadır…

Vali Paşa bir an Şaşırdı. Kızkardeşi perdenin arkasındaki Tuğrul Bey’e seslendi :

– Yaklaş delikanlı. ..

Tuğrul Bey derin bir hürmet tavrıyla Vali Paşanın elini öperken ;

– Bizi bağışlayınız efendim… deyince Vali Paşa üzerinde bir baba şefkati ve tebessümü ile :

– Olanlar beni çok üzmüştür. Vakit geçirmeden muhterem refikanızın odasına gidiniz. Bu sarayda tam bir emniyet hissi içinde olmanızı rica ederim. Bu akşam yemeğinde benim davetimdesiniz. Yarın. öbürgün… ne zaman isterseniz yuvanıza dönebilirsiniz. Benim sarayımda kadın panayırı açtığımı zanneden o namussuz kolbaşı yarın cezasını görecektir… dedi.

Tuğrul Bey müsaade isteyerek odadan çıktı. Sekizinci odanın kapısını vurdu. Açtı. Nazlı Hanım biraz bitkin fakat son derece mes’ud bir gülüşle Tuğrul Bey’e koştu. Sevgi ile kucaklaştılar. Tuğrul Bey, olanları anlatırken iyi kalpli cariye elinde elbise bohçası olduğu halde korka korka içeri girdi. Fakat durumdaki değişikliği anlamakta gecikmedi. Gülüştüler…

Ertesi sabah güneş doğarken Vali Paşanın şehrinden bir çift atlı yola çıkıyordu. İkisi de mes ”uddu. Çam kokulu yalçın dağların eteğinde kurulmuş memleketlerine, kuş cıvıltılı köşklerine ve eski saadetlerine doğru atlar uçuyordu.

Mustafa Yazgan

The post Esir Kız appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/secme-hikayeler/esir-kiz.html/feed 0