Hikaye Oku; “Ben Hayatta Daima”


Hikaye Oku; “Ben Hayatta Daima”

Sımsıkışık oturuyorduk; o gece Spor ve Sergi Sarayı iğne atılsa yere düşmeyecek kadar kalabalıktı.

Solumda, benim yaşımda gösteren tombul bir adam oturuyordu; konuşmalarından yanında oturan çocuğun babası olduğunu anladım. Çocuğun terbiyeli bir lise öğrencisi olduğu kılığından, yaşından, davranışlarından belliydi.

Önce güreş minderine Rus millî takımı çıktı, alkışlandı. Arkasından bizim takım çıkınca alkış Spor Sarayını çınlattı. Çocuk da alkışlıyordu. Babası,

— Sakin ol, dedi, hayatta hiçbişeyin aşırısı iyi değildir. Bir insan, evladım, hayatta hiçbir zaman aşırıya kaçmamalıdır; alkışlarken de öyle… Hayatta hiçbir zaman ölçüyü kaçırma!.. Orta yol en iyi yoldur.

Tören başlamıştı. Güreşçiler karşılıklı birbirlerine armağanlar verirlerken, baba oğluna anlatıyordu:

— Bak oğlum, güreşlerin sonu alınıncaya kadar beklemek yok. Son güreşin bitmesine beş dakika kala hemen kalkarız. Erken kalkarsak, ancak otobüste yer bulabiliriz. Sona kalırsak, hem bu kalabalıkta eziliriz, hem de ne otobüs, ne otomobil bulabiliriz. Çok da erken kalkmak olmaz. Tabii güreş seyretmek için… Müsabakalar bitmeden beş dakika önce kalkarız. Ne çok erken, ne çok geç… Hayatta hiçbir zaman ne önde olmalı, ne arkada kalmalı. Başa geçmek iyi değildir, geride kalmak da… Hayatta bir insan, ne geç, ne erken, tam zamanım bilmelidir.

Adamın oğluna verdiği öğütler yüzünden mikrofonda konuşulanları anlayamadım. Biraz sonra da güreşler başladı. Ama babanın öğütleri bitmiyordu:

— Bak, evden çıkarken pardösünü almadın. Bir evlat hayatta daima baba sözü dinlemelidir. Ben sana, “Yavrum, pardösünü al!” dedim. Evet, evden çıkarken hava güzeldi. Ama geceyarısı hava serinler. Burada da terleyeceksin. Dışarı çıkınca, haydi bakalım, soğukta ne yapacaksın?.. Tabii hasta olursun… Hayatta daima büyük sözü dinlemelidir.

Yüksek sesle oğluna her konuda öğütler veren baba, birden bana döndü:

— Bazı babalar, beyefendi, gittikleri yerlere çocuklarını götürmezler. Gayet yanlış bir hareket… Bir baba hayatta daima oğlu ile arkadaş olmalıdır. Mesela ben oğlumu bu güreşleri seyretmekten mahrum bırakmadım. Çocuktur, herşeyi görüp öğrenmelidir. Onun hatırı için kalktım, buraya geldim.

Bu sırada birinci güreş bitmişti ama adamın gevezeliğinden güreşin sonucunu anlayamadım, ikinci güreş başladı. Salon çok sıcak olmuştu. Çocuk ceketini çıkarıyordu.

— Ne o, ceketini mi çıkarıyorsun? Evet, çok sıcak oldu içerisi, çıkar ceketini. Ama bikez bana sormalıydın…

Oğluna böyle diyen adam, başını geriye çevirip arkasında oturana anlatmaya başladı:

— Beyefendi, ben çocuğumun hiçbir arzusuna engel olmam. Hayatta hiçbir zaman babalar çocukların arzularına engel olmamalıdırlar; ancak yeter ki o arzu makul olsun. Değil mi efendim? Mesela oğlum ceketini çıkarıyor. Mademki öyle istiyor, öyle olsun… Yalnız…

Çocuğuna döndü:

— Bak oğlum, ceket çıkarmanın bir usulü vardır. Ceket öyle gelişigüzel çıkarılmaz. Çünkü sen ceketini çıkarır, dizinin üstüne koyarsan, cebindekiler yere dökülebilir, senin de haberin olmaz. Onun için ceketini çıkarırken, önce cebindekilere bakacaksın, cebinde olanları dökülmeyecek, düşmeyecek gibi yerleştirip ondan sonra ceketini çıkaracaksın. Ben hayatta hiçbir zaman cebimdekileri iyice yerleştirmeden ceketimi çıkarmış değilimdir; onun için de hayatımda hiçbişeyimi ne düşürdüm, ne kaybettim…

Adamın çenesinden içime fenalık geldi. Oturacak başka biyer olsa, hemen oradan kalkacaktım. Ama oturacak değil, ayakta duracak yer bile yoktu.

Sağ yanımdakine,

— Affedersiniz, bu ikinci güreş değil mi? diye sordum.

— Hayır, üçüncü güreş başladı.

Ne seyrettiğim güreşi, ne hakemlerin söylediklerini anlayabiliyorum.

Baba oğluna diyordu ki:

— Susadın mı?.. Bak, bu olmadı. Hayatta insan daima, böyle biyere gelirken, evinden çıkmadan önce, suyunu iyice içmelidir. Bir gazoz bişey değil… İçersin, ne olacak… Ama bak, terledin, buz gibi gazozu içince öksüreceksin. Hayatta herşeyden önce sağlık gelir, herşeyin başı sağlık… Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi. Suyunu iç, evinden öyle çık! Bu sana ders olsun… Gazozcu! Gel bakayım, bir gazoz ver!

Adamın çenesinden kurtulmak için oradan kalktım ama kalabalıktan kıpırdayamadım bile, yine eski yerime oturmak zorunda kaldım.

— Gazozu birdenbire içme oğlum! Hiçbir zaman soğuk bişeyi birden içmemeli… Sıcacık mideye, hele böyle terliyken buz gibi gazoz girince, al işte hastalık… Onun için daima yudum yudum içmeli, beş dakika durmalı, dinlenerek… Hem de gazozu ısıt, sonra yut… Ben hayatta hiçbir zaman dondurma gibi, gazoz gibi soğuk şeyleri birdenbire içmemişimdir; onun için de maşallah, demir olsa midem hazmeder.

Of, puf diyorum ama adam oralı değil. Kim yendi, kim yenildi anlamadan dört güreş bitti, on dakika ara verildi.

Galiba çocuk helaya gitmek istedi. Babası,

— İşte bir yanlış daha, dedi, bu kalabalıkta helaya nasıl gideceksin? Adım atılacak gibi değil ki… İnsan hayatta daima ihtiyatlı (Herhangi bir konuda ileriyi düşünerek ölçülü davranma, sakınma.) olmalıdır. Madem böyle biyere geliyorsun, burada saatlerce oturacağını düşünüp evinden çıkmadan önce hertürlü ihtiyacını göreceksin. Çişini mişini et, öyle çık sokağa… Ben hayatta hiçbir zaman aptesimi etmeden evden çıkmamışımdır. Sen de öyle yap oğlum… Peki şimdi ne olacak? Helanın nerede olduğunu biliyor musun?.. Gördün mü, bilmiyorsun… İnsan hayatta her- zaman için tedbirli olacak… Böyle biyere girdin mi, önce helanın nerede olduğunu sorup öğreneceksin… Haydi bakalım, git de ara bul!..

Çocuk gitti. Adam bana anlatmaya başladı:

— Kimi babalar, çocuklarını böyle yerlere yalnız başlarına bırakırlar. Hiç doğru değil… Gece vakti çocukları eğlence yerlerine yalnız göndermek yanlıştır; ahlakları, terbiyeleri bozulur. Ben hayatta çocuğumu hiç yalnız bı- rakmamışımdır.

Başımı öbür yana çevirince, adam konuşmasının arkasını sol yanındakine anlatmaya devam etti:

— Bir baba, oğlu ile arkadaş olmalıdır beyefendi. Ben daima böyle yapmışımdır.

Çocuk geldi. Babası,

— Geç kaldın, dedi, hayatta daima, biyere gittin mi çabucak işini yapıp döneceksin…

Güreşler sürüyor, adam susmak bilmiyor. Artık bu gevezeye dayanamayıp yanından kalktım, oturanların ayaklarına basarak, ayaktakileri ite kaka ordan uzaklaştım.

Biraz sonra da güreşler bitti. Adım adım dışarı çıkıyorduk. Öğütçü adamın sesini arkamdan duydum. Çocuk yoktu yanında. Birden beni görüp,

— Kayboldu, dedi.

— Kim? dedim.

— Bizim çocuk kayboldu…

— Merak etmeyin, koca delikanlı kaybolur mu, kapıda bekliyordun

— Hayır, beklemez.

— Eve gelir öyleyse…

— Gelmez… Biliyorum, gelmez. Bitti artık… Benim yedi oğlum, dört kızım var, hepsi gitti, bir bu kalmıştı.

— Bu kadar çocuk!.. Maşallah, onbir çocuk!..

— Hepsi bir kadından değil, dört kadınla evlendim. Kadınlar gitti, çocuklar gitti… Bir bu oğlum kalmıştı.

— Şaşılacak şey, bu çocuk nasıl dayandı?

— Bu, biraz şeycedir, nasıl söyleyeyim, biraz saf… On- yedi yaşında, hâlâ bitürlü ilkokulu bitiremedi. Kapıdan çıktık, ayrılırken,

— Güreşlerde kim yendi, allahaşkınıza dedi, bizimkiler mi galip, onlar mı? Hiç anlayamadım…

— Ben de anlayamadım, dedim, yarın sabah gazetelerden okur, öğreniriz.

Aziz Nesin

 

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir