Kayıp Çocuk


Kayıp Çocuk Hikayesi

Yıllar önce Alaska’nın Güney sahilindeki bir köyde bir adam, karısı bir de oğlu yaşarmış. Çocuk çok zeki ve cesurmuş. Zamanla iyi bir avcı olmuş. İlkbahar olunca ava çıkar, zıpkını ile balina avlarmış. Fakat babası gibi balinaya tapmazmış. Babası bu hayvanları büyük kuvvet ve kudret sahibi sanır, ara sıra onlara yalvarırmış.

Bir kış günü çocuk av peşinde dolaşırken üstüne çıkıp gezindiği dereli tepeli buz parçası, asıl sahilden kopup ayrılmış ve rüzgârla karadan açılmaya başlamış. Biraz sonra sahil ile arada geniş, dalgalı ve pırıltılı bir deniz meydana gelmiş. Çocuk şaşırıp bakmış ki engine açılmış, sahile yürüyerek, yüzerek gitmenin olanağı yok! “Eyvah!” demiş. Halbuki bu, felâketin başlangıcıymış. 

O sırada bir fırtına çıkmış, şiddetli uğultularla rüzgâr esmeye başlamış. Denizde dağ gibi dalgalar meydana çıkmış. Derken ada gibi kocaman bir buz parçası fırtına ile bölünmüş. Çocuk bakmış ki, pek yüksek, pek sivri bir buz tepesinin üzerinde kalmış. O kadar sivri ve o kadar dikmiş ki, çocuk minare tepesindeymiş gibi yerinden kımıldayamamış. Bütün gece korkudan ve soğuktan olduğu yere yapışmış; büzülüp kalmış.

Böylece sabah olmuş. Çocuk bakmış ki buzdan minare üstünde yalnız başına oturuyor. Gayet koyu mavi bir deniz her tarafı çevirmiş, hiçbir sahil görünmüyor. Üstünde bulunduğu buz parçası da akıntı ve dalgalarla bir yöne doğru alabildiğine akıp gidiyor.

Çocuk, “Eyvah! demiş. “Öyle bir kapana tutuldum ki, kurtulmanın imkânı yok.” Gayet üzgün bir halde denizi seyrederek, ufukları gözetleyerek akşamı etmiş, gece olmuş, karanlık çökmüş, yer, gök korkunç bir hal almış. Zavallı çocuk aç, uykusuz, soğuktan titremekte. Takatsizlikten ve ümitsizlikten bitkin bir halde.

Ne yapacağını şaşırmış; “Bari kendimi öldüreyim de kurtulayım” diye içinden geçirmiş. Avcı bıçağını kınından sıyırmış, tam bıçağı kalbine saplayacağı sırada elini birisi tutmuş, açık ve gür bir sesle:

– Ne yapıyorsun? demiş. Kendine yazık etme!

Çocuk şaşırmış. Aklı başından gitmiş. Elindeki bıçak da denize fırlamış. Sonra birden ayaklarının yerden kesildiğinin farkına varmış. Gökyüzüne doğru çekildiğini anlamış. Tam bu sırada, “Aman ne oluyorum?” diye korkudan bayılmış.

Kim bilir ne kadar sonra ayrıldığında, gözünü açıp bakmış ki, gökyüzünde duruyor. Her taraf gündüz aydınlığı, ne üşümesi kalmış, ne de kederi.

Çocuk bu bol ışık ve güzel hava içinde bir müddet şaşkınlık ve hayranlıkla etrafına bakınırken, yanında ihtiyar bir adam belirmiş. Ve çocuğun elinden tutarak evine götürmüş. Onu tıpkı kendi öz evladı gibi yedirip içirmiş.

Diğer taraftan, çocuğun anne ve babası çok kederli ve üzgün, bir müddet oğullarının dönmesini beklemişler. Onsuz yiyip içtikleri hep zehir olmuş. Ne yapacaklarını, çocuklarını, nerede arayacaklarını şaşırmışlar. Komşuları da bu anne ve babanın haline acıyor, onları teselli etmeye çalışıyor, fakat bütün bunların hiçbiri çocuğun dönmesine yardımcı olamıyormuş. Bütün köy halkı çocuk için “Eyvah, ne iyi çocuktu, yazık, yazık!” demekten başka bir şey yapamıyorlarmış.

Köyün kenarında küçük bir kulübede bir ihtiyar kadın ile torunu küçük bir kız varmış. Bir gün o çocuk büyükannesine demiş ki:

-Büyükanne! Ben o kaybolan çocuğu bulup getirirsem iyi olur, değil mi’?

-Elbette kızım, keşke getirebilsen. Ama bütün köyün akıllı adamlarının yapamadığı bir işi senin gibi küçük bir kız çocuğu nasıl yapabilir? Keşke, keşke yapabilsen.

Halbuki kızcağız hep onu düşünüyor, annesiyle babasının hallerini hatırlayarak onlara acıyor ve çocuklarını bulup onlara götürsem ne büyük mutluluk olurdu, diye söyleniyormuş.

Gece gündüz bu düşünce aklından, bu istek gönlünden çıkmaz otmuş. Hep bunu düşüne düşüne artık başka bir şey düşünmez olmuş. Hatta o kadar ki, ne yemek ne içmek aklına gelmiyormuş. Hatta geceleri gözüne bir damla uyku bile girmez olmuş.

Bir gece büyükannesi uyurken, çocuk oturup eski kandile gözlerini dikmiş. Herkesin sevdiği çocuğun kaybolup gitmesiyle köyün üzerine çöken ümitsizliği düşünmeye koyulmuş.

Kandildeki yosun fitilin titreyen ışığına dalmış, ona öyle geliyormuş ki, ışık titredikçe ona göz kırpıyor ve sanki, “Senin gönlündekini ben biliyorum,” demek istiyor. Kız, bu hayal ile ailesi duyup uyanmasın diye yavaşça:

– Canım kandil, gözüm kandil! diye yalvarmaya başlamış. Gidip şu çocuğu bulabilir misin? Senin gözlerin o kadar keskin ki, her şeyi görebilirsin. Seni gören ne kadar akıllı der. Allah’ını seversen git de şu çocuğu bul.

Sanki Tanrı’nın önündeymiş gibi, diz çökmüş boynunu bükmüş ve öylece saatlerce kandile yalvarmış.

İhtiyar büyükannesi bu sırada ayı postunun üstünde rahatsız olmuş gibi sağa sola dönmeye başlamış. Küçük kız kendine gelip yatağına döneceği sırada, birden bire kandilin yerinden kımıldadığının farkına varmış. Kandil kızın gözleri önünde bir sönmüş, bir parlamış ve titrek bir ışık çıkarmaya başlamış. Sonra hop hop diye havaya sıçrayarak yükselmiş, yükselmiş.

Nihayet kıza gülerek veda edercesine iki tarafına sallanarak, her Eskimo evinin tavanında bulunan delikten süzülerek kaybolup, gitmiş.

Kız sevinçle:

– Aman büyükanneciğim ! diye bağırmaya başlamış. Bizim kandil gökyüzüne o çocuğu getirmeye gitti.

Büyükannesi uyanmış. Titremeye başlamış. Kızının bu hali onun delirdiğini gösterdiği için, büyükanneyi bir telaş almış. Fakat etrafına bakınca kandilin odada bulunmadığını anlayarak, biraz sakinleşmiş. Karanlık ve soğuk da o nispette çok olduğu için büyükanne bütün bu olayları daha sonra incelmek üzere, çocuğu koynuna almış ve ona sarılarak tekrar derin bir uykuya dalmış.

Kandil gökyüzüne çıkınca, doğru o çocuğun olduğu eve gitmiş. Hop hop sıçrayarak pencereden içeriye girmiş. O kadar hızlı yürüyormuş ki, yere biraz yağ dökülmüş. Ev sahibi kandili görünce, onu tutmaya çalışmış. Halbuki o, tuttum tutuyorum dedikçe kandil onun elinden sıyrılıp kaçıyor, köşede oturan çocuğa “Gel! Gel!” diye işaret eder gibi havada hop hop sıçrıyormuş.

Nihayet çocuk: “Bu garip işte mutlaka bir şey var!” diye düşünerek yerinden fırlamış. Kandilin üstüne çıkıp oturmuş. Kandil çocuğu alınca:

Haydi bakalım! diye fısıldamış. Doğru küçük kızın küçük kulübesine gidiyoruz.

Sabah olunca küçük kız gözlerini açmış. Akşamdan beri olup bitenleri o ana kadar bir rüya sanan kız, heyecanla etrafını araştırmış.

– Kandil acaba yerinde duruyor mu? Gece gördüklerim hakikaten sadece bir rüya mı? diye mırıldanmış.

Bu niyetle etrafına bakınınca, kandilin biraz ilerdeki ocağın yanında parıl parıl parlayarak kendisine baktığını görmüş. Eskisi gibi parlayıp sönerek yanıyor, hiçbir şey olmamış gibi masum masum kızın yüzüne bakıp duruyormuş. Zavallı çocuk: “Dernek hakikaten rüyaymış!” diye üzülüp dururken, kandilin önüne bir gölge, bir karartı gelmiş. Küçük kız sevinç içinde:

– Demek rüya değilmiş! diye ellerini çırpmış. Hemen büyükannesine koşarak onu uykudan uyandırmış.

Büyükannesi uyanınca, olup bitenler onu da önce büyük bir şaşkınlığa, sonra da sevince uğratmış. Şaşkınlıkları geçtikten sonra konuşmaya başlamışlar.

Oğlan annesini, babasını, bütün akraba ve dostlarının hallerini sormuş. Sonra aralarında anne ve babayı şaşırtmak, sevindirmek için güzel bir oyun düşünüp bulmuşlar.

Önce ihtiyar kadın vakit geçirmeden çocuğun evine gidecek, elbiselerinin eski olduğunu söyleyerek bir elbise isteyecek, fakat hiç belli etmeden sanki kendisi giyinecekmiş gibi elbiseyi alıp çıkacakmış.

Bu kararla, ihtiyar kadın hemen evden çıkmış ve kaybolan oğlanın evine gitmiş.

Çocuğun anne ve babası üzgün olmalarına rağmen, ihtiyar kadını dostça ve güler yüzle karşılayarak, ne istediğini sormuşlar.

Kadın:

– Bize oğlunuzun elbiselerinden bir takım verirseniz çok iyi olacak, demiş. Zamanla da benim de üzerime giyilecek hiçbir şeyim kalmadı. Havalar da çok soğuk geçiyor.

Çocuğun babası:

Ah, bizim oğlan, artık anlaşıldı ki öteki dünyaya gitti. Geri gelip de elbise mi giyecek, hiç olmazsa sizin giydiğinizi görür de seviniriz, diyerek çocuğunun en yeni parkası ile biraz da yiyecek vererek, kadını uğurlamış. Kadın sevinerek, dua ederek evden çıkıp koşa koşa kendi evinin yolunu tutmuş. Çocuğun annesiyle babasını pek kederli gördüğü için, onlara çok acımış, hasretlerine bir an önce son verebilmek için acele ve telaş ile çocuğa elbiselerini giydirmiş.

İki çocuk el ele tutuşarak köyün yolunu tutmuşlar. Köylüler orada şarkı söylemek, çalgı çalmak, oyun oynamak için toplanmışlar.

Küçük kız önce içeriye girerek türkü söylemek için izin istemiş. Peki, diye eline bir davul vermişler. Kız, türküye başlamış. Hiç kimsenin o zamana kadar işitmediği bir türkü söylüyormuş. Bu türküde gördüğü bir rüyayı anlatıyor, kandilin çocuğu nasıl kurtardığını, nasıl bulup getirdiğini güzelce dile getiriyormuş.

Çocuğun annesi ile babası soluk benizleriyle köşede oturuyormuş.

Annesi:

-Aman evladım! diye bağırmaya başlamış.

Babası da:

-Ah, keşke bu kızın anlattıkları hakikat olsa, diye sızlanıyormuş.

Tam bu sırada çocuk bir kahkaha atarak, gülüp oynayarak içeriye girmiş. Orada bulunanların hepsi büyük bir şaşkınlık içinde kalmışlar. Anne ile baba ne yapacaklarını bilmez bir hale gelmişler. Çocuklarına sarılıp, sevinçten ağlamaya başlamışlar. Ortalık birdenbire bir bayram yerine dönmüş. Çünkü, çocuk hem çok akıllı, hem de çok terbiyeli uslu olduğu için onu herkes kendi öz evlatları gibi seviyormuş.

Küçük kız bu mutlu insanları kendi hallerine bırakıp, evine dönmüş. Büyükannesine demiş ki:

Büyükanneciğim işte bu gece rahat bir uyku uyuyacağım. Çünkü, şimdi bütün köy halkı gülüyor,

Ertesi gün çocuk, kurtarıcısını ziyarete gelmiş ihtiyar kadınla torununu evlerine çağırarak, anne ve babasının kendileriyle bir aile gibi oturup konuşmak istediklerini bildirmiş.

Kadın ile torunu kalkıp onlara gitmişler. Bolluk ve neşe içinde yaşamışlar. Çocuk da büyüyünce çok iyi bir avcı olmuş. Evlerinden hiç yiyecek eksik olmamış. Bol, sıcak kürklere sarılıp, üşümeden yaşayıp gitmişler.

Küçük kız büyüyünce evin hanımı olmuş. Büyükannesi de Eskimolar’da evleri büyükanneler yönettiği için evlerini yönetmeye başlamış.

Dünya Çocuk Klasikleri

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir