Hikaye Oku; “Köprü Altında”


Hikaye Oku; “Köprü Altında”

Hikaye Oku; “Köprü Altında”  Bir tek yedikleri içtikleri ayrı giden iki arkadaştılar. Daha da önemlisi sırdaştılar. Bir orman köyünde yaşıyorlardı. Hayvan otlatır, süt sağar, tarlaya birlikte giderlerdi. Uzun kış gecelerinde elişi yapar, dertleşir, yavuklularından söz ederlerdi. Radyo dinler, bazen müziğin havasına kapılır, işlerini bırakıp kurtlarını dökerlerdi. Köyde düğün olacağı zaman ne giyeceklerini kararlaştırır , heyecanla hazırlanırlardı. Zehra demek, Emine, Emine demek Zehra demekti. Birinin Emine’ye bir sözü varsa; çekinmeden Zehra’ya söyleyebilirdi, Aynı durum Zehra için de geçerliydi.

Hasat sonrası köyde düğünler başlamıştı. Köyün ileri gelenlerinden Hasan Ağanın da oğlu evlenecekler kervanındaydı. Ağanın şehirde çok tanıdığı vardı. Bazılarını düğüne davet etmiş. Şehirden çok sayıda konuk gelmişti. Hepsi iyi giyimli, güler yüzlü insanlardı. Köyde, on beş gün kadar kalacaklardı. En güzel mevsimdeydiler. Hasat olmuş, işler bitmişti. Düğünün havası da herkesi sarhoş etmişti. Bağda, bahçede oturuyor eğleniyorlardı. Konukları rahat ettirmek için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlardı.

Şehirden gelip, köyde günlerce kalan az olurdu. Bu nedenle konuklara çok özel davranılıyordu. Konuk gençlerden biri, Zehra’yı gözüne kestirmiş, sürekli onu süzüyor, nereye giderse yakınında bir yere geliyordu. Zehra, delikanlının ilgisinden hoşnuttu. Kendini farklı hissediyordu. Başında kavak yelleri esmeye basladı. Davranışlarına dikkat eder oldu. Edalı yürümeye, dik ve kibar oturmaya çalışıyordu. Bazen, ayaklarını nereye koyacağını şaşırdığı oluyordu.

Delikanlıyı göremediğinde gizliden arar olmuştu. Kimdi bu delikanlı, bilmiyordu. Bir kere yüreği kıpırdamıştı, eteklerinde ziller çalıyordu.. Nedense yabancı delikanlıyı kendine yakın buluyordu. Ona dokunmak ihtiyacı içindeydi. Bu düşüncesinden kendi kendine utandı. Sanki aklından geçenleri herkes anlamış gibi kızardı, ter bastı.

Zehra, köylü güzeliydi.Siyah saçlarını yazmasının altından sarkıtmış, alnına perçem bırakmıştı. Teni buğday, gözleri bal rengindeydi. Boyluydu. Yeni diktikleri uzun fistanının içerisinde daha da güzel görünüyordu. Yüzünün hafif pembeleşmesi, ona bir kat daha güzellik katıyordu. Zehra güzelliğinin farkındaydı, bakışlarına anlam vermesini biliyordu.

Emine de güzel bir köylü kızıydı. Onunla da ilgilenen şehirli delikanlı vardı. Zehra ile ilgilenen delikanlı gibi sürekli peşinden dolaşmıyor, kaçamak bakışlarla gülümsüyordu sadece. Kendince eğleniyordu besbelli.

Düğün gecesinden önceki hazırlıklar, eğlenceler, gelenek görenek ne varsa hepsi tamamlandı. Kına gecesi yapıldı. Ertesi gün, köy halkı davul, zurna sesiyle uyandı. Horonlar tepildi. Aslında köyün adetlerinde alkollü içki içmek yoktu ama şehirli konuklar vardı ya onlara karşı ayıp olmasın diye içki getirilmişti. Herkes kendince bir sebepten sarhoştu. Düğünden her biri ayrı tat alıyordu.

Yaşlılar, bir başka havada. Yeni bir ocağın açılmasının mutluluğunu duyuyorlar, anıları onlara “hey gidi günler hey” dedirtiyordu.

Gençler bir başka penceredeydiler. Yavukluları ile görüşebilmenin heyecanını çekiyor, macera peşinde kosuyorlardı. Köyde, böyle günler en çok onların işine yarardı.

Düğün sahipleri, konukları memnun etmek için çırpınıp duruyorlar. Tatlı bir telaş sürüyordu. Çocuklar, düğünü yaşıyordu. Onların çocuk olmaktan başka sorunları yoktu.

Eğlence, devam ediyor. Aynı mekanda, aynı davul, zurna eşliğinde herkes ayrı havadaydı.

Zehra, bir ara şehir delikanlısı ile göz göze geldi. Şimdiye kadar kaç kere göz göze gelmişlerdi ama bu başkaydı. Şehirli, eli ile işaret ediyor “gel” diyordu. Zehra, şaşırmıştı. Buz gibi olmuştu. Ne yapması gerektiğini bilemiyordu. Hem gitmek, hem gitmemek istiyordu. Emine’ ye baktı. Sırdaşı her şeyin farkındaydı. “Git” işaretini yaptı , başıyla, gözüyle.

Yavaşça yerinden kalktı Zehra kız. Patika yoldan ormanın içine doğru yürüdü. Ağaçlar arasında, orman isçilerinin dinlenmeleri için yapılmış bir kulübe vardı. Oraya doğru gidiyordu. Bunu neden yaptığını kendisi de bilmiyordu. Şaşkındı. Bir maceraya kapılmıştı, korktu bir an. Onca gözün önünden geçerek bu kuytu yere gelmesi onu ürküttü. Geri dönmeyi düşündü. Karışık duygular içinde kendisi ile savaşırken, kulübeye varmıştı. Şehirli de vakit kaybetmeden arkasından yetişti.

Zehra, korkularını bir yana bırakarak,delikanlıya karşı hatalı davranışta bulunmamak için, kibar ve neşeli olmaya gayret etti. Konuşacaklarını düşlemeye başladı bir çırpıda. Adini bile bilmediği yabancıya nasıl seslenmeliydi? Önce adını sorarım. O,belki benim adımı biliyordur. Derken, içinden gülüyordu. Her genç kız gibi duygularına gem vuramıyor, olanca gücüyle açık davranıyordu. Oysa beklediği, güzel giysilere bürünmüş gizli şehir eşkiyasıydı. Gelir gelmez “Nihayet yalnız kalabildik.”Dedi. Zehra’ya saldırip, vahsice soymaya basladı. Bir hareketle kızı yere yatırdı. Kızcağız bağıramadı bile. Köylüyü başına toplayıp da ne yapacaktı, bu daha da korkunçtu. Aklına gelmeyen başına gelmişti. Hayalleri başlamadan bitmişti. Aşık olduğunu sanmıştı. Kendini şehirde, bir şehirli gibi bile hayal etmişti. Düşündükleri bir iki günlük hayalden öteye geçemedi. Saflığının tuzağına düşmüştü. Şaşkın, korku içinde ve çaresizdi. Öylece, heykel gibi duruyordu. Şehirli, ” Güzel kızsın. Senin gibisini görmedim. Hoşçakal. Teşekkür ederim.” Deyip gitti.

Zehra’nin gözleri buğulandı. Sonra ip gibi gözyaşları kendi kendine aktı. Ne bir hıçkırık ne de bir ses vardı Zehra’ da. Kendinde değildi. Kötü şeyler olmuştu. Bildiği buydu. Hayalet gibi sallanıyordu. Düğün bitip herkes evine gidinceye kadar kulübede hareketsiz oturdu. Her şey ,onun için anlamını yitirdi.. Perişan bir halde evine doğru yürüdü. Eve nasıl gelebildiğini bilmiyordu. Kendini insan gibi hissetmiyordu. Birkaç saat içinde dünyası kararmıştı. Ne kaçacak yeri, ne şikayet edeceği biri vardı. Sıkışmıştı. Dört bir yanından cenderelerdeydi.
………………………………….

Gün her zamanki gibi başladı. Zaten güneş hiçbir şeye aldırış etmez. Hep gider ve gelir. Sabahleyin köyde konuk yoktu. Kimi akşamdan, kimi horozların öttüğü saatlerde yola çıkıp gitmişlerdi. Artık her şey normal haline döndü, sakinlik çöktü. Hayvanların sesleri, çocukların gülüşmeleri duyulur oldu. Değişiklik Zehra’daydı, derdiyle baş başa kaldı. Durumunu sadece sırdaşı biliyordu. Kısa süre sonra; Zehra,hamile olduğunu anladı. Ne nedir, nasıl? sorularına yanıtı yoktu. Bildiği bu yükünden kurtulması gerektiğine kilitlenmiş olmasıydı.. Kının içip, bahçe duvarından aşağı defalarca atladı. Öğrendikleri kocakarı yöntemlerini denedi. Emine’nin de desteği ile hamileliğine son verdi.

Ve alaca karanlıkta iki kafadar bebeği köyün deresi üstünde bulunan küçük köprünün ayakları altında bir yere gömdüler. Gömdükleri bir parça kan pıhtısıydı. Bebeğe benzemiyordu. Yine de gelişi güzel bir yere atmaya gönülleri razı olmadı. Kendini yorgun ve suçlu hissediyordu Zehra. Kanaması vardı.

Ama bu durumundan kimseye söz etmedi . Zor anlar yaşadı ve zaman geçtikçe onun bedeni rahatsızlığı da son buldu. Ruhu ise asla iyileşemedi. Günler geçtikçe yarası büyüdü büyüdü, kanadı içine sığamaz oldu.

Aradan iki uzun yıl akıp geçti. Zehra evlenmedi. Eski Zehra’nın yerinde yeller esiyordu. Artık bambaşka biriydi. Gözlerindeki “ben Zehra’yım ” diyen ışıltısı yok olmuştu. Yaşama da kendisine de küskündü.

Emine köyden biri ile evlendi. Mutluydu. Bir de kızı oldu. Sırdaşı bebeğini büyütmesinde ona yardımcı oluyordu. Eskisi gibi olmasa da aralarındaki sevgi bağı devam ediyordu. Bir süre sonra iki arkadaşın arası incir çekirdeğini doldurmayan bir sebepten açıldı. Zehra, asılsız bir dedikodu duymuş, sırrının açığa çıkmasından korkmuştu.

Aradan bir iki hafta geçip, Zehra’dan haber alamayan Emine daha fazla dayanamayarak, çocuğunu sırtladığı gibi soluğu Zehra’nın yanında aldı. Onun mutsuzluğuna dayanamıyor, destek olmak istiyordu. Dostlukları bir çırpıda silinecek gibi değildi. “Seninle ne günler geçirdik. Hiç birini unutamayız. Birlikte büyüdük. Beraber ağladık, beraber güldük. Biliyorsun, sen olmasan ben, bir şeyin altından kalkamam. Sonra, derenin kenarında kesip yediğimiz kavun, karpuzları, dereye atıp yarıştırdığımız kabukları ne çabuk unuttun.” Dedi. Son sözler Zehra’yı çok yaraladı.”Artık yaşamanın ne anlamı kaldı. Demek dedikleri doğruymuş. Emine benim iyiliğimi istemiyor.” Dedi. Söylediklerini kimse duymadı. Yaralı gönlü bir daha kanadı. Dereden söz etmenin sırası mıydı?

Emine, bir şeyin farkında değildi. Aslında arkadaşı üzülmesin, kötü anıları hatırlamasın diye çaba gösteriyordu. Ama; Zehra, saplandığı düşüncenin dışına çıkamıyordu. Bataklık, onu karanlığa çekiyordu. Hasta ruhu battıkça batıyordu.

Kimin içinde ne fırtınalar ne zaman kopar, ya da ne renk çiçekler hangi mevsim açar bilinmez.

Zehra’nın içinde kasırga patlamıştı. Ve kimse farkında değildi. Birden verdiği kararın etkisi ile can arkadaşı ile barıştı. Sarıldılar, ağlaştılar, güldüler. Emine, evine sevinç içinde döndü.

Ertesi sabah Zehra, Güneş doğmadan, kimseye görünmeden köprünün altına gitti. Bir süre dalgın uzaklara baktı. Sonra köprünün ayağı altında bir yeri tırnaklarıyla yolarcasına eşti. Elleri kanadı. Zehra hiç aci duymuyordu.

Dere usul usul akıyor, güneş sarı saçlarını gönlünce köyün üstüne seriyordu. Kuşlar şarkılarını söylüyor, karıncalar çalışıyordu. Her gün olduğu gibi, sabah vakti olağanüstü güzelliği içindeydi. Zehra’nın,hiçbir şey umurunda değildi. Aslında umurundaydı. Neden böyle olmuştu. Böyle yaşamayı nasıl hak etmişti. Neden, neden? diye sessizce kendine sordu. Cevabını bulamadı. İsyan edecek gücü de yoktu.

Getirdiği ipi köprünün ayağına bağladı. Sağlamlığını kontrol etti. İlmeği boynuna geçirdi. Sonra gözlerini kapadı. Bir şey görmek istemiyordu. Ne anıları tazelemek ne de arkasında bıraktıklarını düşünmek “Allah’im affet” dedi. Ve acelesi varmış gibi kendini sonsuzluğa bıraktı. Artık ne sıkıntısı ne de utancı kalmıştı.

Cansız bedenini bulduklarında, dua etmekten başka yapılacak şey yoktu…Onu bu şekilde ölüme götüren nedeni kimse bilmedi. Zehra amacına ulaşmıştı.

İnsanın ömründe yaşantısını değiştirecek dönüm noktaları vardır. Bu noktaya gelenlere Allah, bir çok seçenekler sunar. Hangisini beğenirsen o yolda devam edersin. Aslında bütün yollar aynı noktaya çıkar. Zehra’nın yaşantısındaki ilk dönüm noktası kulübeye gitmeyi seçtiği andı. İkincisi de …
Seher Keçe Türker -1991 NİSAN

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir