Hikaye Okuma; “Bir Kızın Mektubundan”


Hikaye Okuma; “Bir Kızın Mektubundan”

Hikaye: Herkes gidip yattıktan sonra doğrulup kalktım usulcacık, gidip pencereyi açtım. Evimizdeki bütün pencereler gibi gıcırdamadı, hafifçecik döndü yuvalarında, ellerimden çok önünde birikmiş havanın itmesiyle içe doğru hareket etti. Bir tomurcuk nasıl açılırsa açılıverdi öylece… Kanatları, tomurcuk üzerini örten gösterişsiz, sert yapraklar gibi ayrılmıştı birbirinden, çiçeğin çanak kısmından içeri bakabiliyordum şimdi, sayısız, karanlık yapraklar altında saklı yatan gecenin o çiçeklere benzeyen çanağından içeri bakabiliyordum.

İşte “seyahat” denilen şey, Helene! Bu masal kitabının ne sade bir ismi var; ilk sayfası parmaklarımın arasında hışırdayıp duruyor, olağanüstü şeylere karşı çocukken duyduğum o korkuyla sayfaları çevirmekte duraksıyorum çünkü. İşte bunun adı “seyahat” yalnızca. Aslında bir başka isim bulunmalıydı bunun için, öyle değil mi Helene? Yardım et de düşüneyim, bir başka isim gelsin aklıma, hayatım! Ya da hiç umulmadık bir anda böyle bir isim ele geçirdim mi, yardım et, en iyisi susup açığa vurmayayım onu, şimdi ya da düşte keşfettim mi böyle bir isim, nedir şu düş dediğin? Kendi yorgunluğumuzdan başka şey düşünmeyerek evdeki odalarda aylak aylak, ağır ağır dolanıp durduğumuz uzun ikindilerde birbirimize anlattığımız bütün o düşler nedir aslında? Matta seninkiler bile, canım Helene, görkem ve güzellikte benimkileri haydi haydi gölgede bırakan seninkiler bile burada gündüz vakti bir Noel ağacı izlenimi uyandırmaktan öteye geçmeyecektir, karanlık, yoksul bir Noel ağacı. Bağışla Helene: Ama kendini bu kadar çok düşlere vermen belki iyi bir şey değil. Sabahları çokluk sersem gibi bir kafayla uykudan uyanıyor, bütün bir öğle öncesini gözlerin gerilere çevrilmiş olarak geçiriyorsun. Alnın sararıp solmuş, senin için henüz sönmemiş bir ışık sanki aydınlatıyor bu alnı. Aklın fikrin gördüğün düşlerde, içinde yaşadığın gün için gözlerinde ayrılmış bir yer yok. Ve ellerin (o zarif ellerin!) bir işe koyulduklarında kimselerin dönüp yüzüne bakmadığı öksüz iki kardeş gibi sağda solda deviniyor. Suskun ağzın da soluk, açılmış duruyor biraz, beyaz taştan ağızlar gibi tıpkı, içinden pınarların fışkırdığı bol keseden, ışıl ışıl, akacakları bir kadeh olmasa da korkmadan, çekinmeden. Söz konusu saatlerde senin dudaklarının arasından dökülüyor bu pınarlar. Ve öyle sessiz sedasız, ortalığı velveleye vermeden akan şey de senin yaşamın ve yadırgatıcı baharlarının seni şımarttığı o susuz bahçeleri sularıyla besliyor bu yaşam.

Bana darılma sakın, Helene! Ancak, kendimin de bu durumu ne çok sevdiğimi anladığımdan bu yana düşlerdeki büyük tehlikeyi seziyorum. Duyularımızın yüzünü bugünden bir başka yöne çevirerek yaşadık hep, Helene. Annelerimizi gözümüz pek görmedi ve babalarımızın kırk yıldaki bir sevecenliği bize kadar ulaşamadı. Odamın duvarlarının rengini söylememi istersen, bilmiyorum derim. Lütfen git bize, boş odadan gir bak ve sonra yaz bana ne renk olduklarını. Biz, bütün duvarlara saydam gözüyle baktık. Meğer nasıl bir yanılgı içinde büyümüşüz bu duvarlar arasında. Önceki gün tuhaf bir şey yaşadım. Aydınlık, sıcak öğle saatleri bağlar arasındaki taşlı yollar ışıl işlidir burada, göz kamaştırırlar, hele in cinin top oynadığı bu günlerde. Taş duvarlar arasında yürür de yürürsün, boyun kadar da vardır yükseklikleri duvarların, senin boyundan da aşağı değillerdir. Yolun beyaz tozlarına bakmaktan gözlerin yorgun düşüp bir mahmurluk çöker üzerine, duvara yaslanırsın. He var ki, duvarlar da gözleri kamaştırmaktan geri kalmaz. Ama tepedeki dimdik güneş yol üzerine düşer, geride aydınlık izi kalır sadece. Sonra, üzerlerindeki kaplama çatlayıp kabardığından engebeli ve buruş buruştur yollar, renkleri daha sıcak bir tondadır, gözler tutunabilir onlara. Kimi yerleri bir kırmızımsılığı içerir, sanırsın ki bir Meryem Ana Çiçeğinin boyası çıkmıştır buralara. Çatlaklar arasından fışkırmış küçük, ince ve uzun otların gölgeleri önlerine düşmüştür, halıları andıran bu gölgeler üzerinde ilerleyerek bakışlar ulaşır onlara. Ama aralıkların kendileri hepsinden daha karanlıktır, içleri kadehler gibi ağızlarına kadar karanlıkla doludur. Derken bir aralıktan ötekisine atlamaya başlar gözlerin, içmediği bir kadeh kalsın istemez. He var ki, bir de bakarsın o koyu siyahlık gerilere kaçmıştır, sanki bir dalga gibi küçük kadehler içinden yürüyüp gitmiştir ve boşalmış durur şimdi kadehler, gri renkteki sığ diplerini artık görebilirsin. Çıtır çıtır sesler çıkaran hayvancıklar karanlığı kendileriyle alıp götürmüştür: Onu fazla gürültülü bir hareketinle ürkütüp elinden kaçırmışsındır. Çünkü (ancak sonradan farkına vardım bunun) gözlerim dönüp dolaşıp nerede karar kıldı biliyor musun: Gözlerde. Binlerce bakıp duran gözde. Her aralıkta ufak bir kertenkele uyanık bekliyordu ve bana bakan gözler aralıklardaki siyah rengi oluşturmuştu. Binlerce kertenkele bakmış, görmüştü beni.

Ve biliyor musun ne düşünüyorum: Bütün duvarlar öyledir. Yalnızca duvarlar mı, bütün nesneler! Bir hafiflik kazandıklarında ister yukarılarda bir yerlere fırlatalım onu, ister ateşten bir yük gibi yere bırakalım, her seferinde bir göz açılır, tutup yakalar onu ve öncekinden daha parlar bir bakışa dönüştürüp bize geri yollar. Bizler bu yeni bakışla bakmayı sürdürür, bizlere en yakın nesneye yöneltir onu, karşılığında daha güzel bir bakış elde ederiz. Bu da büyük bir mutluluk değil midir sence? Ve ne kadar çok nesneye bakarsak, karşılığında o kadar şahane bakışlara kavuşuruz, çünkü her bakış bir öncekinden daha görkemlidir. Oh, Helene, pek çok göze bakmaktan alıkoyalım kendimizi, olmaz mı?

Ama bir gözün bulunmadığı yere de bakmamak gerektiğini bilmem anlıyor musun şimdi? Çevremizde gözlerimizi içecek kör düşmanların olduğunu biliyor musun? Tüm bakışlardan yoksun kalana ve boş göz kapaklarımızla ortalıkta dolaşana kadar işin peşini bırakmayacak düşmanların… Gözlerini düşlerin dudaklarından çekip al, Helene! Nesnelere yönelt onları, güneşe yönelt, iyi kalpli insanlara ayrıca; yönelt ki gözlerin yeniden bakışlarla dolsun… Sevgili Helene! Keşke yanımda olsaydın şimdi! Keşke annen ve baban seni bizim yanımızda bıraksalardı da, bendeki değişikliği görebilseydin! Gözlerimde binlerce göz var şimdi. Gözlerimin içine bakabilseydin her şeyi anlar, sen de bir solukta benim gibi ileri bir aşamaya ulaşırdın. Ve tutup öperdin beni. Ve ağlardın. Şimdi benim ağladığım gibi; bu saatte gülüşüm fazla güncel, fazla çocuksu ve en başta fazla gürültülü çünkü.

Senin…

Rainer Maria Rilke

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir