Keloğlan Masalları; “Keloğlan ve Vefasız Arkadaşı”


Keloğlan Masalları; “Keloğlan ve Vefasız Arkadaşı”

Bir varmış, bir yokmuş, Allah’ın kulu çokmuş. Çok yemesi, çok demesi günahmış. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellâl iken, pireler berber iken, ben dedemin beşiğini sallar iken Zamanın birinde, kel bir oğlancık varmış. Anacığı ile birlikte çok yoksul bir hayat yaşarlarmış. 

Bu Keloğlanın Rüstem isimli bir de arkadaşı varmış. Keloğlanla Rüstem çok iyi arkadaşlarmış. Öyle ki yedikleri içtikleri ayrı gitmezmiş.  Ancak Rüstem çok kıskanç bir çocukmuş. Anlayacağınız bir gözünü öbür gözünden bile kıskanırmış.

Keloğlan ise çok masum, iyi niyetli ve saf kalpliymiş ki, çok sevmekte olduğu arkadaşı Rustem’in bu çok kötü huyunu hiç bilmezmiş. Kendisi gibi bilirmiş.

Zamanla yoksulluk Keloğlanın  canına tak etmiş. Hayat çekilmez olmuş…

Gurbet ellere çıkıp iş bulmaya karar vermiş. Ancak, tek başına gitmek istememiş, çünkü hiç gur­bete çıkmamış. Bu yüzden bu fikrini arkadaşı Rustem’e söylemiş. O da kabul etmiş Keoğlanın bu  fikrini. Birlikte yola çıkmaya karar vermişler. Keloğlan anasının elini öpmüş, tam evden çıkacakken, anası, kuruş kuruş biriktirdiği bir miktar para­yı oğlunun avucuna sıkıştırmış ve iyice tembih etmiş:

“Ey benim saf oğlum, dünyalar çiçeği çocuğum. Bilirim ben seni, birlikte olduğun arkadaşına dikkat et. Herkesi kendin gibi saf ve temiz sanma. Yoksa, başın çok ağrır. Gurbete ilk defa çıkıyorsun. Ne hain ol, ne de hainliğe uğra. Hadi uğurlar ola, kara talihin açık ola. Yalnız, çok bekletme beni, gözlerimi yollarda koma emi!”

Rustem’le köy dışında buluşan Keloğlan, azık torbaları ellerinde kara gurbet yollarına çıkmışlar. Az g gitmişler uz gitmişler, bir yere gelip oturmuşlar. Karınları da çok acıkmış. Oturup azıklarını yemişler bir güzel. “Ya bismillah” diyerek, yeniden yollara düşmülşer. Dağ, dere, tepe aşıp bir kasabaya girmişler. Karınları yine çok acıkmış, ama azıkları bitmiş. Rustem, Keloğlan’ın parası olduğunu bilirmiş, ken­disinin de parası varmış ama, bunu O’na hiç söylememiş.

Rustem, kendisini acındırırarak, şöyle demiş: “Keloğlan gardaşlığım, yoktur beş param, varsa olsun haram. Açlıktan bir hal olduk, yolumuza yürü­mekten aciz kaldık. Yap bana bir iyilik. Fırından koca birer somun alalım, açlığımızı bastıralım”.

Çok yufka yürekliymiş ya Keloğlan, doğru girmiş fırına iki somun ekmek ve biraz helva alıp çıkmış. Bir çeşme başına varıp, güzelce karınlarını doyurmuşlar. Az gitmişler, uz gitmişler, altı ay bir güz gitmişler. Karınları öyle acıkmış ki, mideleri gurul gurul etmeye başlamış. Ama, Keloğlan’ın parası tükenmiş. Arkadaşında da olmadığını sanıyormuş:

“Yahu demiş Keloğlan, kaldık beş parasız, ne olacak bizim halimiz?”

O kadar aç gözlüymüş ki Rustem, hâlâ, cebinde parası olmadığını söylemekteymiş. Karınlarına taş bağlayıp yollarına devam etmişler. Bir yokuştan yukarı çıkarken, bayılıp düşmüşler açlıktan. Bir süre öylece kalmışlar. Biraz ham erik yemişler ve tekrar yürümüşler. Büyük bir ormanlığın yanına gelmişler. Birdenbi­re etraflarının eşkıyalar tarafından sarılması ile neye uğradıkların anlayamamışlar. Ama, Rüstem çok daha fazla korkmuş, çünkü, tüm foyası şimdi ortaya çıka­cakmış. Parasını eşkıyalar alacakmış. Pos bıyıklı eşkıyanın biri, yüksek sesle emir vermiş. “Heey, Keloğlan, önce sen çıkar bakayım altın­ları, paraları!” Kendinden emin bir şekilde, söylenmiş Keloğlan:

“Yok param, yalansa ölsün anam, ister inan ister inanma, yalnız kötülük yapma bana!”

Eşkıya, hiç inanır mı? Tutmuş kulağından, çekiştire çekiştire, “Ulan”, demiş “süt çocuğu, kel kafanı koparırım bak. Beni zorlama, çıkar dök şuraya, üstündekileri”. Bizimki pek neşeliymiş. Nasıl olsa bir şey bulamayacaklarmış. Hiç ciddiye almazmış gibi bir eda içindeymiş. Buna sinirlenen eşkıya, kuşak altlarını, iç ceplerini, çarığının içini bile aramış Keloğlan’ın, tabii hiçbir şey bulamamış… Keyifli keyifli gülmüş Keloğlan;

“Demedim mi ben size, anacığımın verdiği üç beş kuruşum vardı. Yolda bitirdim. İnanmazsanız Rüstem’e sorun”.

Haramibaşı, çirkin bir kahkaha atmış. “Yok anasının gözü, kim kimin şahidi ulan? Dazlak kafanı yüzerim ha… Peki, şimdi çok sevgili arkadaşını görelim bakalım”. Hemen savunmaya geçmiş Keloğlan, “O zavallıyı da boşuna aramayın. Yoktur beş parası, gözlerine baksana kör talih karası”. Rustem, asıl şimdi çok daha perişan hale düşmüş. Bu çok sevgili arkadaşına yalancı çıkmak, haramilerin yapacağı kötülükten daha fazla üzmüş kendisini. Buna rağmen, yalan söylemekten geri durmayan Rustem, “Ben de Keloğlan’dan nafakalandım. Yoktur pa­ram, varsa olsun haram”.

Fakat harami başı, yutmamış. Çünkü, bu oğlan, hiç de Keloğlan gibi saf görünmüyormuş. Kötü kötü eşkiya ba­ğırmış, “Ulan” demiş “Ananın sütü daha ağzında kokuyor, bir de bize yalan söylüyorsun. Ben ararsam fena olur. En iyisi mi, dök şuraya paraları”. Hâlâ direnirmiş Rustem, “Arayın şu çarpık oğlanın üstünü”, diye emir ver­miş Harami başı. Hemen aramışlar ve gömleğinin iç cebinden epey para çıkmış. Tabii yüzü gözü kıpkırmızı olmuş utancından, korkusundan. En çok, arkadaşının yalanını anlamasından, yerin dibine girmiş sanki…

Çok sinirlenen eşkıyalar, öyle bir girişmişler ki Rustem’e, ağzı burnu kanamış. Yüzü gözü morarmış dayaktan. “Hadi defol, cehennem ol buradan”, diyerek kovmuşlar. Keloğlan anlamış arkadaşının vefasızlığını ancak, korkusundan tir tir titrermiş. Acaba, kendisini de dövecekler miymiş? Yalvaran bir dille şöyle demiş, “Etmeyin eylemeyin, beni öldürmeyin! Bırakın gideyim yoluma, kavuşayım garip anama”.

Fakat harami başı, hiç de sandığı ve korktuğu gibi konuşmamış. Şöyle demiş, “Sen, çok temiz ve safsın. Yalan söylemedin bize. Biz senin gibi harbi insanları severiz be Keloğlan.” Keloğlan çok sevinmiş bu duruma. Eşkıyaların başı, “Şimdi sana bir yer tarif edeceğim”, diye devam etmiş konuşmasına, “Bak, şu tepeyi görüyor musun; hah işte o tepeye çık, sağ tarafa bakınca, büyük bir mağara göreceksin. Mağaraya in, sağ köşesinden itibaren otuz metre kadar ileride büyük bir taş göreceksin. Üzerinde dev resmi vardır. O taşın altını kaz, altın bulacaksın”.

Eşkıyalara dünyalar dolusu teşekkür edip hemen yola çıkmış Keloğlan. Tepeye tırmanıp, zirveye ulaşmış. Şöyle bir bakınmış, söylenen mağaraya doğru gitmiş. Kısacası üzerinde dev resmi bulunan taşın yanına varmış. Etrafına bakınmış, kimseler yokmuş. Sivri bir taşla taşın altını oymaya başlamış. Çok fazla yorulmadan bir testi altın bulmuş. Dünyalar Keloğlan’ın olmuş.

hikaye, hikâye, hikaye arşivleri, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye okumak, hikaye siteleri, hikaye yaz, hikayelerimiz, masal, masal oku, masal okuma, öykü, öykü oku, story, kısa hikayeler, çocuk masalları, kısa masallar, kısa hikayeler, masallar oku, hikayeler oku, keloğlan, keloğlan masalları,

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir