Parlak Teyze


Parlak Teyze

Parlak Teyze Hikayesi

Hikaye Oku: Akşam sefası kapattı penceresini. Bir şeyler fısıldıyor. Bahar mucize. Kadrini bilene.

Bahar yağmurları durdu. Hava biraz daha ısındı. Artık çocuklar, bisiklete biniyor, top oynuyorlar. İnsanlar kıpır kıpır. Doğanın uyanışı bütün canlıları etkisi altına almış. İlkbahar”,  Yeniden doğus.. Tazelik.. Kavak yelleri estiren sıcacık pırıltı.. Herkes sokağa atmış kendini. Ya da farkında olmadan baharın büyüsü ile kendisini sokakta bulmuş. Her birinin yüreği kimseye benzemeyen duygular için atmakta.

Parlak Teyze, kızının yeni aldığı ev, kışın gelip görmüştü. Evi görmekle kalmamış, çevresini de gözlemlemişti. Kimseye gözlemlerinden söz etmemişti. Söz etmek istemediğinden değil; konu açılmamıştı, söylemesine fırsat olmamıştı.
Bahar gelince, bir mart ayı sabahı, özenle bağladığı, ıhlamur, çam, kara yemiş, gül, kavak fidanlarını atmış otobüsün bagajına gelmiş İzmit’e. Kızı,onu kollarında taşıyacağından fazla bir yükle kapıda görünce  şaşırmış;

“Anne bunlar ne!” diye bağırmıştı. Parlak Teyze, bunlar, fidan, balkona koyalım. Yağmur kesilince bahçeye dikeceğim. ” demişti.

– Mutfak penceresinden, bahçede hüküm süren bahara bakıyordum. Sitenin yeşil alanında bir çalışma, hareket gördüm. Eğiliyorlar, kalkıyorlar. Site adına bir çalışma yapılıyorsa benimde katkım olsun diye yanlarına gitmeye karar verdim. Hava oldukça serin ve yerler yaştı. Parlak Teyze, elindeki küçük kazıcı aletle toprağı kazıyor, diğerleri onu izliyordu. Toprağı kazmak için uygun alet bulamamış. “Burada olamayacağını düsünseydim, Hendek’ten aletimi de getirirdim.” Demişti. Benim yanlarına gitmemle bir sohbet basladı. Önce; komsularla sıradan hal hatır sorma konuşmaları yapıldı. Sonra; Parlak Teyze, enerji dolu çalışmasını sürdürürken bana;

– Sen, neredensin? Yani; kökenin neresi? diye sordu.

– Şebinkarahisarlıyım.” Dedim şöyle bir düşündükten sonra, çalışmasına devam ederek ;

– “Ben, bilmem oralari. ” dedi.

– “Aman Parlak Teyze, bilmezsen ne olur ? Sen, o kadar çok şey biliyorsun ki senin yanında bizler hiçbir şey bilmiyoruz.” dedim. Bu sözlerden çok hoşlandı;

– “Hee, doğru söyledin.” Dedi, içten gülümsemeyle.

– “Siz, nereleri bilirsiniz?” dedim.

-“OOO ben, çok yerlere gittim çok. İzmit, Adapazarı, Gölcük, Karamürsel, Ankara’da, İstanbul’ da hastanede yattım. Benim, paşa oğlum. Beni oralarda baktırdı.” Dedi.

– “Geçmiş olsun Teyze, neyiniz var? ” Topraktan başını kaldırdı. Hafifçe belini doğrulttu;

– Neyim yok ki kızım. Tansiyon var, şeker var, safra kesem alındı, romatizmam var. Her şey var ama şikayetçi değilim. Yaş seksen. Halime şükürler olsun. Ayaktayım, geziyorum. Sağlığım yerinde. Benim kızın hiç hali yok, hemen yoruluyor. Gelin desen ondan beter. Hiç zor görmemişler. Her şeyden yoruluyorlar.

Ben, toprakla uğraşmayı severim. Ömrüm böyle geçti. Toprakla uğraşmasam, hastalanırım, ölürüm. Dedi. Hem konuşuyor, hem toprağı kazıyordu. Birinci çukur yeterince açıldı. Çam fidanını itina ile eline aldı  “Bismillahirahmanirahim” diyerek çukura yerleştirdi. Yaş toprağı, tek bir, taş bırakmadan elleriyle ayıkladı, çukura doldurdu. Lastik ayakkabılı ayakları ile basarak, toprağı sıkıştırdı. Benden, bir kova su getirmemi istedi. Hemen getirdim;

– Toprak ıslak ama olsun, bu başka. Şimdi can suyu vermek lazım. Hoşuna gider dedi. İki masrapa suyu fidanın altına döktüm.

– Tam dibine dök hayrın olsun. Dedi. Sonra; küçük camın yapraklarına bir bebeği okşarcasına dokundu, sevdi;

– Haydi yavrum, yolun açık olsun beni utandırma, dedi. Hiçbirimizin yardımına izin vermiyordu;

– Ben, taa Hendek’ten , hasta adamı evde bırakıp, fidanlarımı dikmeye geldim. Dedi. Altı fidanı da aynı heyecan ve titizlikle dikti. Hepsini ayrı ayrı sevdi, okşadı. Sonra; çimlerin arasındaki yabani otları temizlemeye başladı. Eline bir ot aldı ;

– Bunun ne olduğunu bilemezsin, dedi.

– Ayrık otu değil mi ?

– Evet, ayrık. Nereden bildin ? Aferin.Benim kız bilemedi.

– Ben de toprakla uğraşmayı severim. Dedim. Sonra; ayrık otunun hikayesini anlatayım diye söze başladı;

– Bu ot çok arsızdır. Taşın üstünde bile biter. Yedi yıl taş üstünde kalmış, ne oluyor acaba? Bir an başım döner gibi oldu. Demiş.

Hepimiz güldük.

– Dana burnunu bilir misiniz ? dedi. Onu yok etmezseniz; bütün bahçelere uçarak geçer, her şeyi mahveder. Domuz girse, bahçe ancak bu hale gelebilir. Dedi.

Daha dikilecek birkaç fidan vardı. Biz üşümeye başladık. Bazı komşular usulca evlerine kaçtılar. Parlak Teyzenin kızı ;

– Anne kalanları ben diktiririm. Hadi, eve girelim. üşüdün. Hasta olacaksın. Hendek’ e nasıl gideceksin? dedi. Keşke demeseydi. Parlak teyze, kahraman edasıyla başını kaldırdı, tam doğrulamayan beline elini koydu. Kaşlarını çattı. Yüz çizgileri gerildi. Ne yaptığının bilicindeydi;

– Gidecek olan benim, sana ne oluyor. Sen bunları kurutursun. Kaç gün oldu, hiç ilgilenmedin. Hepsini yerlerine yerleştirmeden bir yere gitmem. dedi. Gözleri şimşek gibi çakıyordu. Bütün kızgınlığına rağmen kırpışan bal rengi gözlerinden sevgi yayılıyor, tomurcuk oluyor,  çiçek oluyor, kelebek oluyordu. Kimseye bakmadan kalan fidanları dikti. İşini bitirmişti. Yüz çizgileri rahatladı. Yüzüne hafif bir pembelik geldi. Şimdi sıra son görevdeydi. Teker teker fidanlarının başına gitti. Onları okşadı, vedalaştı ;

– Beni utandırmayın. Yolunuz açık olsun dedi. Sonra bize döndü;

– Büyüdüklerini göremem ama büyüyeceklerini biliyorum, benden hatıra olsunlar. Dedi. Bu sırada, çamurdan kocaman olmuş ayakkabılarını temizledi. Hep birlikte içeri girdik.

Parlak Teyze, bir saat sonra, giyinmiş, torbasını eline almış kızı ile yola çıkmıştı. Yorgun görünmüyordu. Bana el salladı. Pencereyi açtım;

– Güle güle, yolun açık olsun, ellerin dert görmesin. Dedim. Güldü. Mutluydu. Hiçbir beklentisi olmadan, gelecek için insani bir çalışma yapmıştı.

İçime sevinçle beraber hazan doldu. Bu duygularda neler saklıydı? Sevgi, saygı ve mahcubiyet …

Hikayeler Seher Kece Türker

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir