Hikaye: “GEMİYİ İSTİLA EDEN SALYANGOZLAR”


Hikaye: “GEMİYİ İSTİLA EDEN SALYANGOZLAR”

— SOS! SOS! Nokta, hat(çizgi), hat, hat, nokta nokta, nokta, hat. SOS! Tat, tââ… tat, tat, tââ… tat… SOS! Hat, hat, nokta, hat, nokta. SOS!

Telsiz Unkapanı şilebinden geliyordu. En yakın liman başkanlığının telsizcisi, Unkapanı şilebine morsla sormuştu:

— Ne var?

Gelen cevap kısaydı:

— Adalar Denizi, sıfır sıfır üç derece kuzey, sıfır sıfır bir derece üç saniye batıdayız. Gemiyi salyangozlar ele geçirdi. Tehlike büyük. SOS! SOS! Unkapanı şilebinden son alınan haber, işte bu kadar çıktı. Liman başkanlığının telsizcisiyle, başka yerlerdeki, seferde olan gemilerin telsizcileri boşu boşuna manipleye bastılar. Unkapanı şilebinden başka hiçbir cevap alınmadı. Haber bikaç dakika içinde Adalar Denizi’ndeki bütün gemilere verildi. Telsizler durmadan çalışıyordu:

— Unkapanı şilebini salyangozlar ele geçirdi.

 * *
— Salyangoz mu? — Evet salyangoz.

— Ne salyangozu?

— Ne bileyim ben ne salyangozu? Telsizcinin son sözü salyangoz olmuş. “Salyangozlar gemiyi zapt etti” demiş, sonra susmuş.

— Salyangozu anlamadım. Bu bizim bildiğimiz sümüklüböcek olmasın sakın?

— Sümüklüböcek mi? Sümüklüböcek gemiyi zapt eder mi yahu?

— Peki öyleyse nedir bu salyangoz? Yanlış anlamış olmasınlar?

— Zannetmem… Bir kişi değil ki, bütün telsizciler aynı imdat işaretini almışlar… Bizim telsizci onsekiz yıllık telsizci. “Unkapanı şilebi salyangozların eline geçti” demiş.

— Demek, sana göre bu salyangozlar, sümüklüböcek olamaz.

— Sümüklüböcek gemiyi zapt edebilir mi kardeşim?

— Orasını bilmem. Şimdi biz kurtarma gemisine ne diye bildirelim?

— Biz ne aldıksa, onu satarız. Salyangoz, salyangoz…

* * *

— Unkapanı şilebini salyangoz…

— Evet…

— Bunlar korsan filan olmasın?

— Bilmem ki…

Salyangoz korsanları.

— Bak şu haritaya.

— Sardunya Adası var, Sakız var, Sisam Adası…

— Sardunya’yı salyangoz anlamasınlar?

— Bilmem… Belki de Sardunya korsanlarıdır.

Unkapanı şilebine İstanbul limanından beş ton salyangoz yüklenmişti. Salyangozlar sandıklar içinde ambara kondu. Bu salyangozlar Fransa’ya gidecekti. Daha başka yükler de alan gemi yola çıktı… Geminin hareketinin ertesi gecesiydi. Kaptan yatağında uyuyordu. Yüzünde gezinen yumuşacık ve ıslak bişeylerle uyandı. Elini yüzüne attı. Yumuşak, cıvık bişey… Bişey değil, bikaç şey… Gece lambasını yaktı… Yaz sıcağında han odasında tahtakurusu istilasına uğramış gibi, bütün vücudunu, yatağı, salyangozlar sarmıştı. Kaptan bağırarak kamarasından fırladı. Ayağını attığı yerde çıtır çıtır salyangoz eziyordu. Kimisi kabuklarından çıkmış, kimisi sırtındaki kabuğunu taşıyan binlerce salyangoz…

Kaptanın sesini ilk duyan, dümenci ile nöbetçi tayfa olmuştu. Sese koştular. Daha doğrusu koşmak istediler ama koşamadılar… Dümenci ilk adımını atar atmaz, bir salyangozun üstüne bastı. Basmasıyla da ayağı kayıp güvertenin üstüne kapaklanması bir oldu. Elinin altında da iri ceviz büyüklüğünde bişeyler kıpırdayıp duruyordu.

O sırada ikinci çarkçı güverteye fırladı. Bütün makine dairesini salyangozlar sarmıştı. Yerler, duvarlar, makineler, pistonlar, saatler…

Yalnız makine dairesini böyle sanan çarkçı, güverteye çıkarken büsbütün şaşırdı. Merdivenler, tırabzanlar; hatta geminin direkleri, halatları bile salyangozla örtülmüştü…

Gemicileri bir korku aldı. Tehlike gerçekten büyüktü. Çünkü hiçkimse bu küçük hayvancıklara elini süremiyordu. Hatta kaptanı bir öğürtü almış, doğru helanın musluğuna koşmuştu. Ama helayı, musluğu, pencereleri de salyangozlar istila etmişti. En son bağırarak güverteye çıkan ateşçi oldu. Kazan dairesinde salyangozlardan bir karış boş yer kalmamıştı.

Gemi su alsa, delinse, pervanesi kırılsa, korku bu denli büyük olmazdı.

Tayfalar çalı süpürgeleriyle salyangozları süpürüp denize atıyorlar ama onlar biyandan ağır ağır, boşalan yerleri doldurmaya devam ediyorlardı. Sanki durmadan doğuruyor, biyerden kaynıyordu…

Salyangozlar gemicilerin üstüne yürümeye başladılar. Son çare, imdat istemek… Telsizci, büyük bir tiksinti içindeydi, ençok iğrenen oydu. Saatlerdir öğüren kaptan emir verdi:

— Çabuk, imdat iste!

Telsizci, salyangozların kapladığı telsiz aletine yaklaştı. Elini sürmeye iğrendiği için, ayaklarıyla telsizi kaplayan salyangozları itti, telsizi çalıştırdı:

— SOS! SOS! Gemiyi salyangozlar ele geçirdi. Salyangozlar ayaklarından yüzüne doğru yürümüşlerdi. Bağırarak dışarı fırladı. Telsizi görecek, manipleye basacak hali yoktu.

* * *

Unkapanı şilebi bu mücadele içinde Marsilya’ya kapağı attı. Gemiyi salyangozlardan temizleyemediler ama batmadan kurtarabilmişlerdi.

Şilebi bir ilaçla, mesela zehirli bir dumanla temizlemekten başka çare yoktu. Kaptan, ikinci kaptan, çarkçıbaşı, makinist, daha bikaç gemici kendilerini karaya dar attlılar. Hemen bir otele gittiler, soyundular. Elbiselerinin ceplerinden bile salyangozlar çıkıyordu. İlk iş otelde banyoya girdiler, yıkandılar. Elbiselerinin üstünde salyangozların gümüş parlağı izleri duruyordu. İki gün gemide yemek yiyemeyen gemiciler, hemen otelin lokantasına indiler. Kaptan garsona,

— Aman bize yemek… dedi.

— Ne emredersiniz? —

Ne olursa olsun. Biz yoldan geldik. En iyi yemeğiniz neyse getirin.

Tıka basa karınlarını doyurdular. Çarkçı,

— Çorba çok nefis! dedi. Makinist,

— Kızartma da enfes! dedi. Kaptan,

— Ya bu haşlamaya ne buyurulur! dedi.

İyice karınlarını doyurdular. Bir gemici,

— Dana eti bu, dedi.

— Sanmam.

— Dana eti kardeşim. Buzdolabında dinlendiriyorlar, sonra şaraba yatırıyorlar. İşte böyle yumuşuyor.

— Kuzu eti…

— Bana kalsa balık!

— Garson, baksanıza garson!

— Efendim?

— Bu kızartma ne eti?

— Beğendiniz mi mösyö? Geçen hafta Türkiye’den bir gemi salyangoz gelmişti.

— Neee?

— Şu haşlama?

Garson, müşterilerini memnun ettiği için gülümseyerek:

— Evet, dedi. O da salyangoz.

— Neee? Çorba?

— Bizim patron, lokantanın yemeklerine çok önem verir efendim. Paradan kaçmaz. O da salyangoz çorbası.

— Salata?

— Evet mösyö… Salyangoz salatası!

Aziz Nesin

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir