Keloğlan’la Devler Masalı


Keloğlan’la Devler Masalı

Bir varmış, bir yokmuş Tanrının kulu çokmuş. Çok yemesi, çok demesi günahmış. Memleketin birinde, vaktin bir zamanında, bir Keloğlanla ihtiyar bir ninesi varmış. Bu Keloğlan yerinden kıpırdamaz, evden çıkmaz, hiç de çalışmazmış. Elinde maşa, mangaldaki külleri eşeler, sedire yaslanıp mindere yan pala oturur, kediler gibi mır mır mırlanır, uyuklar dururmuş. Ninesi bunun halinden âciz kalıp, ocağı yakmaya, çorbayı pişirip kurtarmaya yetişemez olmuş. Sonunda bin nasihat, şu kadar temsilli “söz, hem de yalvarıp yakarmadan sonra, canına yetmiş de sopayı kapmış, bu Keloğlanı evden kovalamış. Keloğlandır, bakmış olacak gibi değil, ninesi elinde sopayla kapıya dikilmiş de kas kas gerilmiş. Kendine avludan bir tahta kılıç yontmuş, düşmüş yollara, yürümüş yokuşlara. Gide gide giderek, birim birim sekerek, tepelerden yel gibi, derelerden sel gibi geçerek. Bir aralık kel başına sinekler üşüşmüş, tahta kılıcının yüzüyle vurup on tanesini öldürmüş. Tahta kılıcının üstüne, “Bir vuruşta on arslan öldüren Keloğlan” yazmış da yine yürümüş. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe, düz gitmiş. Gün dönmüş, akşam olmuş. Bir ağacın dibinde konaklayıp yatacağı sırada “uzaktan bir ateşin yandığım görmüş. “Biraz yiyecek verirler, hem de yatacak yer gösterirler” diye düşünmüş, ateşin harlayıp parladığı yere doğru yürümüş. Yanaşmış, sokulmuş da, bir de ne görsün?. Devler dernek kurmuş derlenmiş, koca kazanları ocağa vurmuş, yemek pişirmiyorlar mı? Selâm vermiş, pervasızca bir kenara oturmuş, kılıcını da kucağına yatırmış. Keloğlanı bu hâliyle, hem de kucağındaki kılıçla gören devler:

– Nedir o kucağındaki koca alâmet?

Diye sormuşlar. Keloğlan da:

-Kılıçtır, hem de bana göre bir kılıçtır. Bir vuruşta on tane arslan öldürmüştür. Hele üstündeki yazıya bakın demiş de devlere bir bir göstermiş. Devler, bakmışlar da, iyice ürkmüş yılmışlar. Keloğlan bu hali görünce, lâfı sürdürmüş:

Derneğinizi gördüm, sizden bir çuvalcık altın almaya geldim. Davranın hele!

Deyince bu devler de büsbütün telâşa varıp:

– Hele bir sabah ola, hayrola. Sen yat uyu, biz de gidip altınları toplayalım. Sabaha bir çuval altını tedarik ederiz. *

Demişler. Bunun üzerine Keloğlan eve girmiş de yatağının içine eğri bir odun kütüğü yatırıp yorganı örtmüş, kendisi de tavan arasına çıkıp beklemiş. Akşam olup gece çökünce, devler yavaşça içeri girmişler, Keloğlanın yatağına yaklaşmışlar, yataktaki kütüğü kıyasıya sopalamaya girişmişler. Sonra da bırakıp savuşmuşlar. Gecenin bir vaktinde devler birer köşeye devrilip uyumaya, horultuları da dağı dereyi yankılamaya başlayınca, Keloğlan tavan arasından inmiş, kütüğü yatağından çıkarmış, kendisi girip yatmış. Sabahleyin erkenden bu devler uyanıp eve girince ne görsünler? Keloğlan dim dik, dipdiri karşılarında sırıtıp durmuyor mu?

– Aman Keloğlan, bu gece nasıl uyudun? Diye sorunca da Keloğlandır:

– Yatak yumuşak, hem de rahattı, ama birazcık pire vardı, sırtım çok kaşındı. Demiş. Bunu duyunca devleri bir tasalı düşüncedir almış. Vurduğumuz sopalar şuna pire ısırığı gelmiş. Aman Allah şundan nasıl kurtuluruz?» diye telâşlanmışlar. Keloğlandır:

– Haydi bakalım, sabah oldu, vâde erdi, getirin şu altınları hele!

Diye bağırmış. Ama devler ıkınıp sızıldanıp:

– Bu gece dört köşeye adam saldık, parayı denkleştiremedik, bizi bağışla. Yarına muhakkak buluruz. Demişler. Ertesi günü akşam olmuş, hava kararmış, devler derlenmiş, kafa kafaya vermişler:

– Aman bu sefer sağlam gidelim. Keloğlanı kaynar su ile haşlayalım. deyip kavil karar etmişler. Bunu duyan Keloğlan yine yatağın içine eğri bir odun kütüğü yatırıp yorganı örtmüş, kendisi tavan arasına çıkıp beklemiş. Akşam olup gece çökünce, devler yavaşça içeriye girmişler..

Aşağıdan taşıyıp getirdikleri bir kazan dolusu kaynar suyu yatağın üstüne boşaltmışlar. Sonra olduğu gibi bırakıp savuşmuşlar. Gecenin bir vaktinde devler bir köşeye devrilip uyumaya, horultuları da dağı dereyi yankılamaya başlayınca, Keloğlan tavan arasından inmiş, gelip bir köşede yatmış. Sabahleyin bu devler erkenden uyanıp eve gelmişler, yukarıya çıkmışlar. Bir de ne görsünler? Keloğlan dimdik, dipdiri karşılarında sırıtıp durmuyor mu?

– Aman Keloğlan, bu gece nasıl uyudun?

Diye sorunca da Keloğlandır:

-Yatak yumuşak, hem de rahattı. Ama yün yorganla yün döşek biraz terletti, sabaha karşı azıcık bunaldım. Demiş. Bunu duyunca devleri bir tasalı düşüncedir almış. Döktüğümüz bir kazan dolusu kaynar su şunu biraz terletmiş. Aman Allah, şu Keloğlandan nasıl kurtuluruz ? diye iyice telâşlanmışlar. Keloğlandır:

-Haydi bakalım, sabah oldu, vâde erdi, getirin şu altınları hele Diyor. Devler ıkınıp sıkınıyorlar, ürküp şaşırıyorlar, kafa kafaya verip danışıyorlar.

– Biz sana bu parayı veririz, ama bir şartımız var. Bahçedeki gülleleri hepimizden uzağa atarsan, atarsın altınları. Lâkin atamazsan kelleni keseriz ha!

Demişler. Keloğlan da bu şarta razı olmuş. Hep birlikte, bahçeye çıkmışlar. Bu devler sıraya girmişler, birer birer iri demir gülleleri sallayıp fırlatmaya girişmişler ki, her biri ötekini aşırtmacasına. Sonunda sıra Keloğlan’a gelmiş.. Bakmış ki, önündeki gülleyi fırlatmak şöyle dursun, yerden kaldırmaya gücü yetmeyecek… Ye kinmiş de bir öne, bir arkaya, bir sağa bir de sola bakmış. Bu hali gören devler:

Hele Keloğlan, önüne ardına, sağına, soluna ne bakınıp duruyorsun öyle?

Diye sormuşlar. Keloğlandır:

– Tasarlamadan, hesaplamadan atmak olmaz. Sağa atsam nenem, sola atsam nazlı yâr, öne atsam kardaşlar, arkaya atsam gerek.

Demiş de davranmış. Hemen devler:

– Hele dur Keloğlan, etme. arkada da bizim kardaşlarımız var.

Demişler de, Keloğlanı, bu kazalı belâlı işten vazgeçirmişler. Keloğlandır, yarışı kazanmış, kılıcını sıyırıp çekmiş:

– Haydi bakalım, yarış bitti, vâde erdi, haydi getirin şu altınları, yoksa hepinizin kellesini uçursam gerek. Demiş. Hemen bu devler davranmışlar, bir deveye bir çuval dolusu altını yüklemişler. Devin biri yularını çekerek Keloğlanın peşinden yürümüş. Az gitmişler, uz gitmişler, yoldan aşıp yan gitmişler. Dönmüş dolaşmış, akşamın bir vaktinde, Keloğlanın nenesinin evine varmışlar. Keloğlan kapıyı tıklamış, nenesi açmış:

– Aman nene, sen içerideki bakırları tangırdat, ben de devin üzerine yürüyüp kesecekmlş gibi yapayım da, şu ceviz kafalı alâmeti korkutup kaçıralım.

Diye fıslamış. Nene, hemen taşlıkta bakırları tangır tungur yuvarlamış, Keloğlan da:

– Aman tutun, gelin tutun, dayılarım, emmilerim, kardeşlerim, babam, dedem, hele varın, çevirin!

Diye bağırmış. Bu dev, altın yüklü devenin ipini koyuvermişde tabanları sırtını döverek, adım adım sekerek, soluk soluğa kaçmış ki  ardından anca dumanı görünüyor.

Keloğlan bir çuval altını nenesine vermiş. Konu komşuya bir büyük ziyafet hazırlatmış. Ben de gittim bu doyuma. Diş kirası hediyeler verdiler. Ben eve gelirken, yoluma ördekler çıktılar. “Vrak, vrak” diye bağrıştılar. Ben de “bırak, bırak!” diyorlar sandım. Bıraktım kaçtım. Eli boş, karnı aç geldim.

Tahir Alangu

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir