Hazret-i Abdülkadir-i Geylânî


Hazret-i Abdülkadir-i Geylânî

Hikaye Oku; Zaman İçinde Zaman, Mekan İçinde Mekan

zaman içinde zaman

Evliyaullah’ın sertâc-ı ibtihâcı, mahbûb-ı Sübhânî, Gavs-ı Samedânî, Pîr-i A’zam Cenâb-ı Abdülkadir-i Geylânî Hazretlerine hizmet edenlerden biri, Hazret-i Gavs’ın cemâlli bir zamânında huzûr-ı seniyyelerine çıkarak:

“Efendim, Cenâb-ı Hak zâtınıza  kudretinin tesarrufunu bahşetmiştir. Onun için istediğiniz kimselere ufak bir nazar-ı âlînizle bir çok rütbeler verebiliyorsunuz. Kulunuz da epey size hizmet etdim, bana hâlâ bir şey ihsân etmediniz, niyâz ediyorum” diyor.

Koca Gavs:

“Peka’lâ, bugün bana bir helva pişir de, bakalım Kudret neler ihsân eder, senin de gönlün olsun” buyuruyorlar.

Adamcağız, “Bâşüstüne” diye sevinerek, helvayı pişirmeye başlıyor. O esnâda da Hindistan’dan bir hey’et gelerek Hazret-i Abdülkaadir-i Geylânî’ye arz-ı ubûdiyyet ettikten sonra: “Efendimiz, hükümdârınıız öldü, bize bir hükümdâr göstermenizi niyâza geldik” diyorlar. Bunun üzerine Hazret-i Pîr, helva pişiren adamını  çağırarak:

“Nasıl, Hind padişahlığını kabül eder misin?” diye ferman buyuruyorlar, adamcağız pür neş’e:

“Aman efendim, ihsan buyurdunuz” diye can atarak sevinirken, Hazret-i Gavs: “Yalnız, seni şu şartla oraya pâdişah yapıyorum, ne kazanırsan yarı yarıya olacak” buyuruyorlar. Pek tabiî olarak tâlib, bu emri minnetle kabül ediyor.

Nihayet adamcağız hakikaten söylendiği gibi Hindistan’da büyük bir saltanata, muazzam saraylara, mutantan debdebelere, hasnâ müstesnâ zevcelere, hüsn-i âne mâlik cariyelere mâlik olduğu gibi bir de erkek evlâda sâhib oluyor. Aradan da on bir sene geçiyor, ve bir gün Hazret-i Abdülkaadir-i Geylânî’nin teşrifleri haberi çıkıyor. Hükümdar, Gavs-ı Samedânî’yi istikbal ederek sarayında birkaç gün hizmetinde bulunduktan sonra Cenâb-ı Pîr artık avdet edeceklerini haber veriyorlar.

Padişah: “Efendim biraz daha rağbet edip bizleri sevindirin” diye niyazda bulunuyorsa da Hazret-i Gavs’ın muhakkak teşrif edeceklerini anlayınca: ”Efendim bâri kusurlarımızı afv buyurun” diyor. O vakit Sultan Abdülkaadir-i Geylânî Hazretleri, hükümdâra:

“Yalnız sizinle bir sözümüz vardı. Sizi biz buraya padişah olarak gönderirken ne kazanırsanız yarı yarıya olacak diye bir söz vermiştiniz. Binâen’aleyh buraya geldikten sonra ne kazanmış iseniz hisablaşmak istiyorum” buyuruyorlar. Padişah bunun üzerine bütün servetini tesbit etdirerek yarı yarıya ayırıyor ve Hazreti Gavs’ ın huzuruna arzediyor. Sultânü’l-Evliyâ:

“İyi amma siz bir erkek evlâd da kazandınız, onu da taksim etmemiz lâzımdır” buyurunca, padişah:

“0 nasıl olacak?” diye soruyor. Cenâb-ı Gavs cevâben:

<

p style=”text-align: justify;”>”Çocuğu ikiye böleceğiz, size istediğiniz tarafı vereceğim” diye emrediyorlar.
Çocuk ortaya getiriliyor. Gavs-ı A’zam Hazretleri keskin kılıçlariyle: “Destür ” deyip çocuğu tam ikiye ayıracakları esnâda, pâdişah belindeki mücevher işlemeli giranbahâ hançerini çekerek:
”Eeey sehhâr herif! Senelerce bana hizmet etdirdiğin yetişmiyormuş gibi şimdi de tesadüfün bana verdiği ni’meti elimden almak istiyorsun” diye tam Hazret-i Gavs’ın göğsüne saplarken bir de bakıyor ki elindeki kaşık helva tenceresine saplanıyor. Ne saraydan eser var, ne saltanatdan ve ne de çocukdan bir iz…

Bu hâl karşısında hayretler içinde kalan tâlibe, Cenab-ı Pir tebessüm ederek:

”Oğlum karışdır helvayı… Biz bahil değiliz veririz, amma meyânesl gelmeden de olmaz…“ buyuruyorlar.

Ey tâlib-i hakikat!

<

p style=”text-align: justify;”>Şimdi sen buna ister rü’yâ de, ister hayâl de, hulâsa ne dersen de. Bizim diyeceğimiz ise bu hâl: Zaman içinde zaman, mekân içinde mekân olmasıdır, Makam-ı Zât’a sâhib olan evliyâullaha Cenâb-ı Hak icad ve idam kudreti ihsân ettiğinden bu gibi şeyler onlar içün oyuncak gibidir.
Zavallı talib, eğer ihlâs ile tam teslim olmuş olsa idi ve Hazret-i Pir: “Çocuğu da taksim edeceğiz” diye emrettiklerinde: “Efendim taksime ne hâcet, ben de sizin, çocuk da sizin” diye kalbiyle inkıyâdını göstermiş olsaydı, elbette o kaşık hançer olup Hazret-i Pîrin göğsüne saplanmazdı.Hazret-i Gavs hakikatte çocuğu parçalayacak değildi ya. Onlar hayat almaz, hayat verir, hayat…

Şemseddin Yeşil

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir