Yaşanmış Bir Hikaye “ALMANLAR VE EŞEKLER”


Yaşanmış Bir Hikaye “ALMANLAR VE EŞEKLER”

Yazan: Dr. Ayfer KARA

I. Dünya Savaşı sırasında 1918’de cereyan eden Nablus Muharebelerini kaybettikten sonra bizimle birlikte savaşan Almanlar, Akdeniz İtilaf Devletlerinin elinde olduğu için kuzeye doğru çekildiler. Samsun Limanı’na ulaşıp Karadeniz’den gemilerle Tuna Nehri üzerinden Almanya’ya döneceklerdi. Eylül ayıydı, Alman askerî alayının Karadeniz’e ulaşmak için Hekimhan’dan geçeceği haberi kasabanın kahvehanelerinde hemen her gün konuşuluyordu. Kasabalılar bu konuda endişeli olmakla birlikte farklı kültürden, farklı dinden olan bu arabalı askerleri çok merak ediyorlar, onları ve arabalarını görmek için sabırsızlanıyorlardı. Kasabanın ileri gelen akıllı insanları arabaların hangi yoldan, nasıl Samsun’a ulaşacağına kafa yoruyorlar ve tartışıyorlardı. Çünkü Hekimhan-Sivas yolu topraktı ve yeterince düzgün değildi. Yağmur yağdığında çamurdan çıkılmıyordu. Kasabadan Sivas’a giden yol şimdiden çamur deryasına dönmüştü bile. Almanların kullandığı araçların bu yolda hareket etmesi imkânsızdı. Esnaf, Almanların gelecek olmasına çok mutlu oldu. Hiç kazanmadıkları kadar para kazanacaklardı. Esnaf olmayan halk ise Alman askerlerinin kendilerine ne gibi bir menfaat getireceğinden habersizdiler.

Alman askerî alayının yola çıktığı haberi ekim sonuna doğru kasabaya ulaştı. Nihayet kasım ayı başlarında Almanlar kasabaya ayak bastı, onların gelişiyle küçük kasaba çarşısı bayram yerine döndü. Çarşı Taşhan’ın içindeki ve etrafındaki 45-50 dükkândan oluşuyordu. Zaten kasabaya yabancı olarak birkaç memur, nadiren de cambazlar veya saz şairleri gelirdi. Kasaba esnafının para kazanacağı düşüncesi diğer fakir yerlileri kıskandırıyordu. Yerlilerden sadece birkaç kişi yazın kuruttukları sebzeleri, meyveleri, pekmezleri, kesmece ve pestilleri Sivas’ta satarak para kazanıyordu, çoğu ise yazın ürettiklerini kışın yiyerek yaşamlarını sürdürüyorlardı. Herkesin evinde en az bir ineği vardı ama herkesin binek hayvanı yoktu. Eşeği ve katırı olan insanlar şanslı sayılıyordu. Ama onlar da bu hazır yiyici eşeklerin kışın yem yemesine tahammül edemeyip sık sık kahvehanelerde lafını ediyorlardı. Halbuki zavallı eşekler genellikle ineklerin yemliğinden arta kalan tozlu samanları yiyorlardı. Bir değer gördükleri de yoktu. Yük çok ağır olduğunda inatlaşıyorlar ve sahiplerinden eşek sudan gelinceye kadar sopa yiyorlardı. Yağmurlardan sonra birkaç gündür karayel esiyordu, belli ki kar yağacaktı. Eşeklerin aç ama tembel yatacakları günlere az kalmıştı. Belki kışın ortasında odun biterse birkaç kere bağ evlerine gidip geleceklerdi. Alman askerleri kasabaya girdikleri gün Hamamcı Mustafa’nın Taşhan’daki hamamında soluğu aldılar. Bir güzel yıkandı paklandılar. Askerler hamamcıya kirli elbiselerle birlikte birkaç kalıp sabun verdiler. Hamamcı Mustafa’nın eşi bir güzel iç çamaşırlarını önce külle yıkayıp kaynattı ve sonra da sabunladı. Hiç böyle kaliteli iç çamaşırları ve kokulu sabunlar görmemişti. Askerlerin beyaz iç çamaşırlarını sergiler gibi damın üzerindeki ipe astı. Gelen geçen bu iç çamaşırlarına bakıyordu. Kadınlar iç çamaşırına bakarken erkekler de subayların ayna gibi cilalı botlarından gözlerini alamıyorlardı.

Askerlerin kasabaya gelişinin ikinci gününde ilk kar yağdı, çok yağmamıştı sanki toprağın ağaçların üzerine tül örtülmüştü. Alman Askeri alayının komutanı tercümanı aracılığıyla kahvehanede bulunanlara Hekimhan merkez ve civar köylerde ne kadar yük hayvanı varsa onları fiyatlarının çok üstünde paralar vererek satın alacaklarını duyurdu. Herkes bu habere sevindi. Çünkü bu mevsimde eşekleri satmak iyi olacaktı. Eşeğini bağda bırakıp yabana seyiplemiş olanların pişmanlık gözlerinden okunuyordu. Hemen kahvehaneden çıkıp doğruca bağa koşup eşeklerine bakacaklardı. Bunlardan biri de Sarı Mehmet idi. Sarı Mehmet zayıf ve uzun boylu bir adamdı, bir yıldır evliydi ve henüz çocuğu yoktu. Küçük yaşlarda hem yetim hem öksüz kalmıştı. Onu on sekizinde uzak akrabalarından dul bir kadınla evlendirmişlerdi. Dedesinden kalma bahçesinde her baharda aldığı birkaç kuzuyu büyütür sonbaharda onları satar, parasıyla gaz, yağ ve tuz gibi temel ihtiyaçlarını karşılardı. Kuzulardan başka kendi gibi kaburgası çıkık sarı bir ineği ve açık gri renkli, güzel yüzlü bir eşeği vardı. Eşeğiyle araları pek iyi değildi, eşek inatlaşıp yürümediğinde eşeğin kulaklarını kemirirdi. Sarı Mehmet doğruca bağ evine koştu ama eşeği orada yoktu. Sonra yan bahçedeki sumakların arasında eşeğini gördü. Bu eşekten hiç hazzetmezdi. Zavallı eşek ondan bir öğün yem, üç öğün tekme yerdi. Eşeğin kürüğünü almış, kendisini bağda bırakmıştı. Eşeğe “Gülü sen burda mıydın?” diye sevecenlikle yaklaştı. Eşek, Sarı Mehmet’i görünce ayağa kalktı ve ona bir tekme savurdu. Sarı Mehmet aşağı dereye doğru yuvarlandı. Bir ayağı derenin buz gibi suyuna girdi ama çok kızmışa benzemiyordu. Ellerini suda yıkadı, çalıların arasındaki patikadan yukarı doğru tırmandı, bahçe evinin tahta kapısını açıp içeri girdi. Burası tek göz bir evdi, hayvanlar da içeride yatardı. Onların kaldığı yer küçük 30 cm’lik bir duvarla oturma ve mutfak bölümünden ayrılmıştı. Sedirin üzerine oturdu, ıslak çorabını çıkardı ve düşünmeye başladı. Bu eşeği nasıl razı edip de Han’a götürecekti. Gözü arpa çuvalına ve kasadaki elmalara takıldı. Çuvaldan bir avuç arpa aldı ve her zamanki gibi “Hınzır eşek gel” demedi. Tatlı bir sesle “Gel gülü, sana ne vereceğim?” diyerek eşeğe yaklaştı. Eşek arpayı görünce sevinçle anırmaya başladı ve afiyetle arpayı yedi. Sarı Mehmet eşekle arayı düzelttikten sonra üzerine binmeye kıyamadı, sanki eşek biraz zayıflamıştı. Sarı Mehmet önde eşeği arkada Han çarşısına doğru yola koyuldular. Yolda giderken heybeden birkaç elma çıkarıp eşeği besledi. Eşek gönüllü geliyordu, eşeği yularından çekiştirmiyordu. Çarşıya geldiklerinde bir Alman teğmen yanlarına yaklaştı, “Selamün aleyküm” dedikten sonra Cebinden tomarla para çıkardı. Sarı Mehmet’in gözleri yuvasından fırlayacaktı. Teğmen çarşıya adımını atan ilk eşeğe diğer insanları da satmaya özendirmek için 2 Reşat (1 reşat altın= 7.20 gr) altın edecek kadar Osmanlı lirası saydı. Alman teğmen eşeğin yularını tuttu ve eşeği okşamaya başladı, bakkaldan üzüm ve fındık alıp eşeğe yedirdi. Sarı Mehmet karısından bile bu özeni görmemişti. Karısı ona “Ciğerinin bağından alasıca” derdi ve her sabah önüne evde peynir olduğu halde sadece bulgur çorbası koyardı. Sarı Mehmet eşeğe gösterilen ilgiyi kıskandığından mı yoksa eline geçen paranın mutluluğundan mı bilinmez gözlerinden yanağına birkaç damla yaş süzüldü. Bu yüksek fiyatı gören duyan herkes yük hayvanlarını Alman askerlerine satmak için çarşıya getirmeye başladılar. Alman askerleri geleli 5 gün olmuştu ama hâlâ yeterince eşek, katır yoktu Alman askerleri binek hayvanlarını Taşhan’daki ahıra yerleştirdiler, her gün onları gezdirdiler ve diğer hayvanları kendi elleriyle pastalarla, bisküvilerle, elmalarla ve üzümlerle beslediler. Ayrıca bu hayvanlara ekstra şefkat gösteriyorlardı. Bazıları “Helal olsun adamlara eşeğe bile saygı gösteriyorlar” diyor, bazıları “Ula la bunlar manyak, aslı ötesi eşek sevgiden ne anlar? Haydi uşaklar eşşeğe diyneğnen vurun, hele bu herifler ne diyecekler?” diye oradaki küçük çocukları teşvik ediyorlardı. Çocuklar sanki çok iyi bir şey yapıyor gibi gülerek şımarıkça eşeklere değnekle vuruyorlardı. Alman askerleri ricacı bir tavırla alttan alarak belki de bildikleri tek Türkçe kelime ile “yapma, yapma” diyerek çocukları engellemeye çalışıyorlardı. Sarı Mehmet de Alman askerlerinden öğrendiklerini uygulamaya başlamıştı, çocukları kovalarken “Şu Alamanlardan medeniyet, saygı ve sevgi öğrenin accık” diyordu. Sarı Mehmet Almanların eşeklere gösterdiği özeni defalarca herkese anlattı ve o günden sonra evindeki hayvanlarına kendi de itina gösterdi. Daima köpeğini eşeğinin sırtını bindirdi, kendi eşeğin yanında yürüdü. Sahipleri ve köpekler birbirlerine benzerler. Sarı Mehmet’in köpeği de ona benziyordu. Bir daha sabahları peynir varsa bulgur çorbasını asla içmedi. Eeee ne de olsa o bir eşekten daha fazlasıydı.

Yeteri kadar yük hayvanını temin eden Alman askerleri silah teçhizatının ve cephanenin hepsini hayvanlara yükleyerek iki tomofili (otomobil) de katırlarla çekerek Sivas’a doğru yola çıktılar. Birkaç tomofil ve kamyonu da mecburen Hekimhan’da bıraktılar. Eşeklere ne oldu bilinmez, Almanlar Samsun Limanı’na ulaştıklarında muhtemelen eşekleri serbest bıraktılar. Eşeklerin bazıları kurda kuşa yem oldu, bazıları da Alman askerleriyle geçirdikleri güzel günlerin özlemiyle ağır yüklerin altında can verdi. Hekimhan’da kalan Alaman kamyonlarını ise demirciler parçalayıp erittiler; kazma, kürek, tahra, balta, orak gibi tarım aletlerinin yapımında yıllarca kullandılar. Belki şu anda birçoğumuzun ambarlarında bulunan tarım aletlerinden birkaçı Alman kamyonlarının çeliklerinden yapılmıştır.

Not: Ağabeyim ve ben bu hikâyeyi çok ilginç bulduğumuz için Han çarşısında esnaf olan büyükbabam merhum Osman KARA’ya defalarca anlattırırdık.
Yazan: Dr. Ayfer KARA

hikaye, hikaye oku, tarihten hikayeler, gerçek hikayeler, yaşanmış hikayeler, tarihi hikayeler,  savaş hikayeleri,  Ayfer KARA Hikayeleri, 

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir