Bir Duygusal Hikaye; “Güneşin Battığı Yer”


Bir Duygusal Hikaye; “Güneşin Battığı Yer”

Hikaye Oku:

Duyumların pınar olup taştığında
Ulaşmak için nehir aradığında
Yüreğin parça parça

Çiçeklerin kokusunu soluduğunda
Şahlandığında basmak için bağrına
Heyecanla kendine koş.

İstanbul’un taşlı sokaklarından, Nagihan Teyzenin evine doğru yürürken onu ne halde bulacağımı düşünür, her seferinde kapısını korkarak çalardım. Hasta olduğunda, beni arar, bulamazsa telâşlanır, bir başına öleceğini sanırdı. Sohbet ederken konuyu mutlaka eski günlere getirir, babamın çocukluk anılarını tekrar tekrar anlattırır, sonra da “Ah nerede o zamanın insanları?” der iç geçirirdi. En çok dinlemek istediği anı, dedemlerin yemek sofralarındaki halleriydi. Babam, büyük bir ailenin içinde büyümüş.

Büyükbaba, babası, amcaları, gelinler, torunlar sevgi, saygı içinde, bir çatı altında yaşarlarmış. Kalabalık oldukları için yemek vakti iki sofra açılırmış. Sofranın birine büyükler, diğerine çocuklar otururmuş. Bir gün, yemeğin arkasından sofraya karpuz gelmiş. Birkaç karpuzu birden kesen Emine Hanım, karpuzların göbeğini, en kırmızı yerlerini büyükbabanın sofrasına, kelekleri de diğer sofraya kondururmuş. Emine Hanım, evin yemek işleri ile uğraşan emektarmış. Büyükbaba bu duruma için için güler, Emine Hanıma bir şey demezmiş. Ama her seferinde büyükler, bir kaç dilim karpuz yedikten sonra ” Hanım, biraz da öteki sinideki karpuzun tadına bakalım”. der, tabakları değiştirirmiş. Sonra da; usulca; “kimseyi incitmeden haksızlığı giderelim” dermiş. Gençler değişimden çok hoşnut olurmuş.
Emine Hanım, bu aileyi beslemekten son derece memnunmuş. Evin büyük bir kileri varmış. Çuvallarla alınan, un, pirinç, bulgur, nohut, fasulye gibi kuru yiyeceklerle, Emine Hanımın yaptığı turşular, reçeller, tarhanalar, bulunurmuş . Kesinlikle bu kilere girmek yasakmış. Hele turşu, reçel çıkarmak özel bir yetenek gerektiriyormuş. Verilen emeğin boşa gitmemesi için kilere herkes giremezmiş. Yani; Emine Hanım buna izin vermezmiş. Nagihan Teyze bunları anlattırır, sonra da; “büyük baba ne dermiş, ne dermiş?” der sessiz ve içten gülerdi.

Hastalığı sırasında sık sık ziyaretine gider elimden geleni yapmaya çalışırdım. Bazen, kolay, zahmetsiz yemekler pişirmemi isterdi. En çok çorbayı severdi. “iyi ettin de çorba kaynattın” der, höpürtmemeye gayret gösterir, küçülmüş, fersiz gözlerini kısarak çalardı kaşığı çorba tasına. Yemek işin bahanesiydi. Onun istediği, sohbetti, can yoldaşıydı.

Bir ziyaretimde, büyük babanın en yaşlı döneminde başından geçen olayı anlatmıştım. Hayran kalmış tekrar tekrar dinlemek istemişti. “Büyük baba artık iyice yaşlanmış. Sadece, camiye gitmek için evden dışarı çıkarmış. Bir cuma günü, babam, dedem ve büyükbaba Fatih Camisine gitmişler. Namaz
sırasında biri gelmiş, büyük babanın kollarını kaldırmış, hırkasını çekerek çıkarmış, ve hırkayı alarak kaçmış. Bunu gören dedem ve babası adamın peşine düşmüşler. Hırkayı hırsızdan alıp gelmişler. “Neden hırsıza müsaade ettin” diye büyük babaya söylenmişler. Büyük baba sakin bir şekilde; “Siz neden bu kadar telaş ettiniz ki. Keşke hırkayı almasaydınız. Evde bir hırkam daha var. ” demiş. Onlar; “Olur mu canım, adam hırsız. Başkasının malına el uzatılır mı ? Hem de gündüz gözüyle” demişler. O zaman büyük baba daha da sakinleşerek ; ” Burada sizin anlayamadığınız hakikat, O adamın bu hırkaya benden daha çok ihtiyacı olmasıdır. Keşke, onun ihtiyacını bizler anlayabilseydik de hırkayı elimizle verseydik. İzinsiz alması elbette doğru değil. Önemli olan, haklı bir alacağın varsa bunu kavgasız almaya çalış. Kavga etmeniz gerekiyorsa vazgeçin. Bu daha hayırlıdır.. İşi, asıl sahibine ve zamana bırakın” demiş. Dedemler, açıklamalardan sonra utanmışlar. Bu düşünceler insan olmanın etten, kemikten öte bir şey olduğunu hatırlatıyor. Nagihan Teyze de bunu biliyordu.” Veren el, alan elden hayırlıdır” derdi. Dinlerken gözlerini kısar, dalar, uzaklara gider; “Hey gidi eski insanlar. İnsan gibi insanlar ” der başını iki yana sallardı. Bu baş sallayışta çok şey gizliydi. Hiçbir zaman dert yanmaz, geçmişinden söz etmezdi. Sanki dünyaya böylemgelmişti. Bu tavanı çatlak ve alaca badanalı odanın duvarlarından ötesini hiç görmemişti. Çocuk olmamış, başında kavak yelleri esmemiş, bir evi, aşıyla işiyle idare etmemişti. Sabir yumağı idi. Hüznünü kendi yaşar, sevincini benimle paylaşırdı. Bu sevincin ne kadarı gerçek ne kadarı gönül almak içindi bunu bilemiyorum.

Bu gün onu son yolculuğuna uğurlamaya giderken; yaşlılığını iyi yaşayamadığını düşündüm. Beş çocuk annesiydi ama hiç birinin yanına sığamamıştı. Neredeydiler, nasıl yaşarlardı hiçbir bilgim yok.
Çocukluğumdan beri yalnız yaşayan komşu teyzemdi. Ben büyüdüm, genç bir kadın oldum. Nagihan teyze hep aynıydı. Ya da yaşlılık omuzlarına vaktinden önce çökmüş, bir daha da kalkmamıştı. Beraber olduğumuz zamanlarda acısını gizliden gizliye paylaştığımı hissederdi. Bundan haz duyardım. Nagihan Teyzeyi ziyaret etmeyi vazife edinmiştim. Gidemediğimde huzursuz olurdum. O da beni merak ederdi.

Aramızda efsunlu bir bağ vardı. Ben onun için; Naciye Hanımın küçük kızıydım. O da benim komşu teyzemdi.

Nagihan Teyzeyi, uğurlamaya gelenler arasında, ağlamaktan yüzü şişmiş, gözleri kan çanağı olmuş bir kadın dikkatimi çekti. Mahalleden biri değildi. Uzak uzak duruyordu ve gerçekten ağlıyordu. Kim olduğunu merak ettim ama; doğrusu yanına gidip de sormak istemedim. Bu bilgilenmenin
artık kimseye yararı olmayacaktı.

Güneşin bir tarafta battığı zaman, diğer tarafta doğduğu zamandır. Son yoktur. Yeni başlangıçlar vardır. Nagihan Teyzeyi bir sondan, yeni başlangıca uğurladık. Korktuğu başına gelmiş, tek başına ruhunu teslim etmişti. Ben, ya da başka birileri yanında olsaydı; değişen bir şey olmayacaktı. Bu yolculuğun geliş biletinin de dönüş biletinin de zamanını yolcusuna sormuyorlar. Ve yanına kimseyi almasına izin vermiyorlar.

Rahatlığın olmadığı bu imtihan dünyasında inanıyorum ki başarılı olmuşsundur. Artık huzurdasın. Güle güle Komsu Teyze, güle güle. Yolun aydınlık , mekânın cennet olsun…

Hikayeler Seher Kece Türker

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir