Aziz Nesin’den Çok Güzel Bir Hikaye; “OKUL AİLE BİRLİĞİ”


Aziz Nesin’den Çok Güzel Bir Hikaye; “OKUL AİLE BİRLİĞİ”

Bu Okul Aile Birliği toplantısına gitmem gerekli mi, değil mi, hiç bilmiyordum. Söyleyecek bir sözüm yok. Olsa da kalabalıkta hiç konuşamam.

Toplantıya geç kalmışım. Ben okula gittiğim zaman, öğrencilerin ana babalarıyla öğretmenler salonda konuşmaya başlamışlardı.

Salonun kapısını açıp adımımı yeni atmıştım, ayakta bir kadın yumruğunu sıkarak,

— Geç kalıyorlar efendim, geç kalıyorlar!., diye bağırdı.

Utancımdan kulaklarıma kadar kızarmıştım.

— Yolların durumu… Dolmuş bulunmuyor… Otobüs yok… diye kekeledim.

Ayaktaki kır saçlı kadın,

— Bütün bunlar idareyi ilgilendirmez, dedi.

Acaba hangi idareden söz ediyor?.. Tramvay İdaresi mi, Otobüs İdaresi mi?

Kadın,

— Okul idaresinin şikâyetlerinden en büyüğü, öğrencilerin okula geç gelmeleridir; dedi. Dokuzda ders başladığımı göre…

Kadının öğrencilerin geç kalmalarından yakındığını öğrenince biraz rahatladım.

Oturduğu yerden başka bir kadın,

— Asıl siz, dedi, kız çocuklarına ipek çorap giymelerini yasak etmelisiniz. Yalnız öğrencilere değil, kadınlara bile yasak etmeli ipek çorabı…

Gözüm bunları söyleyen kadının bacaklarına gitti.

— Ben de hanımefendinin düşüncesine katılıyorum, dedim.

Kadının bacakları, gördüğüm kadın bacaklarının en çirkiniydi. Bacakları kuyu çengeli gibi eğri olduktan başka, ayak bilekleri dizkapağından daha kalındı. Bacağının şiş şiş mavi varisli damarları kalın çorabın dışından bile belli oluyordu.

Gözlerim kadının bacaklarında,

— Okula giden bütün kızlarımız siyah, kalın çorap giymelidirler, dedim.

Buraya gelirken hiç konuşmak niyetinde değilken, neden kendimi tutamayıp birden çorap konusuna karıştığımı bilmiyordum.

Öğrencilerden birinin babası olduğunu sandığım bir bay yerinden fırladı,

— Çoraptan önce konuşacak önemli şeylerimiz var, diye bağırdı, çorap meselesi solda sıfır kalır. İlkönce yabancı dil işini konuşmalıyız. Bana kalırsa, bütün dersler Almanca okutulmalıdır. Ben uzun zaman Almanya’da bulundum. Orada da çocuklar bütün dersleri Almanca okuyorlar.

Toplantıya geç gelmenin utancından kurtulm ak için,

— Ben Almanya’da bulunmadım ama, ben de derslerin Almanca okutulması düşüncesindeyim, dedim. Neden derseniz, çünkü dünyadaki bütün ilerleme, teknik, herşey, Almanların sayesinde oluyor. Alman çocukları dersleri Almanca okumasalardı…

Gözlüklü bir bay,

— Efendim, dedi, bu konumuzun dışındadır. Hangi yabancı dilin öğretileceği bakanlığa kalmış bir iş. Bununla birlikte okulumuzda Almanca öğretimi de var. Biz burada daha çok, velilerle okul idaresi arasında bir işbirliği…

Almanca üzerine konuşan adam,

— Haftada kaç saat Almanca dersi var? diye sordu.

Gözlüklü adam,

— Her sınıfta değişir, dedi. İlk sınıfta altı, yedinci sınıfta sekiz saat…

— Az… diye adam bağırdı.

Ben de,

— Az! diye bağırdım.

Yaşlı bir erkek,

— Siz, dedi, önce çocuklara şu futbolu yasak edin. Pabuç yetiştiremiyoruz. Her ay bir pabuç eskitiyorlar.

Saçları kırlaşmış kadın,

— Bizim kızlarımız futbol oynamazlar, dedi.

Yaşlı adam,

— Oğlanlar oynuyor, dedi.

— Biz erkek çocuklarına karışmayız. Burası kız okulu.

— Kız okulu mu?.. Yahu burası Maçka Sultanisi değil mi?

— Beyefendi, yanılıyorsunuz… Maçka neresi, Horhor neresi… Burası Horhor Kız Ortaokulu…

— Haaa… Küçük torunumun gittiği mektep. Ben şey sandım. Herneyse, kız olsun, oğlan olsun, şu futbolu yasak edin bir. Sonra da, çocuklarımız günden güne bizim eski geleneklerimizden…

Kadın öğretmen,

— Bütün bunların başlıca nedeni çocukların okula devamsızlığıdır, dedi. Anneler, babalar bu hususta daha dikkatli olmalıdırlar.

Yanımda oturan bir genç adam yavaşça bana,

— Müsamere ne zaman? diye sordu.

— Bilmiyorum, dedim. Müdür beye sorun.

— Müdür hangisidir?

— Burada müdüre benzeyen üç kişi var… Hangisi bilmem.

Adam, müdür diye gözüne kestirdiği birine,

— Müdür bey, müsamere ne zaman başlayacak? diye sordu.

Kendisine sorulan adam,

— Kim müdür bey? diye etrafına bakındı.

Gözlüklü kadın,

— Müdür bey hasta, bu toplantıya katılmadı, dedi.

Yanımdaki adam, gözlüklü kadına,

— Müsamere ne zaman? diye sordu;

Kadın,

— Ne müsameresi? dedi.

Yanımdaki genç adam utanarak yerine oturdu. Bana,

— İşe bakın beyim, dedi. Ben eve gidince o kızın pestilini çıkarmaz mıyım? Bir güzel dayağı hak etmedi mi?

— Meseleyi bilmediğimden size hiçbişey söyleyemem, dedim.

— Benim kız, baba bugün okulda müsamere var, diye beni kandırmış. Gördünüz mü beyim? Bir de üstelik, ben de harmandalı oynayacağım, dedi. Annesi gebe olduğundan gelemedi. Bizim kız harmandalı oynayacak diye koştum, geldim.

Bütün bu konuşmalar sırasında, kız öğrencilerin kalın siyah çorap giymelerini isteyen kadın, başkalarını da kendi düşüncesine çekmek için, sağına soluna kalın çorap propagandası yapıyordu. Derslerin Almanca okutulmasını isteyen de, etrafındakilere Almanya’daki hayatını anlatıyordu.

Solumdaki genç adam:

— Affedersiniz, dedi, demindenberi neler konuşulduğunu bitürlü anlayamıyorum.

Ben de adama kısaca, bu toplantıda çarpışan düşünceleri özetledim:

— Şu ihtiyar adam çocuklara futbolun yasak edilmesini, geleneklerimize göre terbiye verilmesini istiyor. Bu kadın öğretmen de çocukların okula geç gelmelerinden, devamsızlıklarından şikâyetçi. Şu kadın da…

Adam,

— Ben şuradan bir çıkabilsem, dedi.

— Neden? dedim.

— Yanlış gelmişim. Ben buraya sendika toplantısı var diye geldim. Arkadaşlar bana burasını tarif etmişlerdi. İyi ki konuşmak için söz almadım. Yoksa grev hürriyeti, diye başlayacaktım.

Kır saçlı kadın ayağa kalktı,

— Efendim, dedi, yoksul öğrencilerimiz var. Okulumuzdaki altıyüzyetmiş çocuğumuzdan hemen yarıya yakını ders kitaplarını bile alamayacak durumdadır. Hiç olmazsa, yüz çocuğa öğle yemekleri vermek istiyoruz. Bunun için yardımlarınızı…

Bir kadın hemen fırladı,

— Her Allahın günü yardım, dedi. Bizim kız hergün yardım parası istiyor. “Vermezseniz okula gitmem. Arkadaşlarıma karşı mahcup oluyorum,” diyor. Bu yardım paraları ne oluyor, öğrenebilir miyiz? Hergün yardım olmaz ki… Şu işi bir aylığa bağlayalım da hesabımızı kitabımızı bilelim.

Ben atıldım:

— Çok doğru…

Öğretmen olduğunu sandığım kır saçlı kadın kıpkırmızı oldu. Yardım paralarının hesabını soran kadına,

— Sizin çocuğunuzun adı ne? diye sordu.

— Gülten Yaşoba.

Kır saçlı kadın,

— Hımmm, dedi, 3 B, 141 Gülten Yaşoba… Kızınız okullar açıldığı zaman bir hafta okula geldi. Ondan sonra hiç gelmedi. Biz de size mektupla bunu bildirdik.

Kadın,

— Yani ben yalan mı söylüyorum, dedi, kız hergün benden yardım parası alıyor. Sonra yanındaki kadına,

— Eve de gelmiyor kardeş, dedi, bu kız nereye gidiyor? Babasından ayrıldım. Kız babasının yanında…
Salonda otuz kişi kadar vardık. Herkes kendi kendine, ama yüksek sesle konuşuyor, kendi düşüncesini savunuyordu.

Kır saçlı kadın,

— Anlaşılmıyor efendim, dedi, konuşmak isteyenler lütfen sırayla konuşsunlar.

Hepimiz ellerimizi havaya kaldırıp söz istedik. İlk sözü alan bir yaşlı adam oldu.

— Muhterem muallime¹ hanımlar, muallim² beyler, diye söze başladı, ondan sonra da futbolun çocukların ahlakını nasıl bozduğunu, ilk defa Yezitlerin Hazreti Hüseyin’i şehit ederek, başı ile top oynadıklarını, bu oyunun o zamandan kaldığını, top oynamanın günah olduğunu anlattı.

Konuşma o kadar uzun sürdü ki, hepimiz,

— Biz de konuşacağız, diye bağırdık.

Sırası gelenlerden biri, hali vakti yerinde olanların, çocuklarının sefertasına iki kişilik yemek koymalarını öne sürdü. Yemeği olmayan yoksul çocukların karnı böyle doyacaktı. Oradan hayat pahalılığına, iyi yağ bulunmadığına, derken kömür sıkıntısına geçti.

Adamı bitürlü susturamıyorduk. Zorla oturttuk ama yine susturamadık. Oturduğu yerden konuşuyordu.

Konuşma sırasının bana gelmeyeceğini anladığım için kendiliğimden fırladım ,

— Sayın bayanlar, baylar!… diye söze başladım.

Ama daha önce ne söyleyeceğimi bilmediğimden, konuşmamın ilgi çekmesi için söze Nasrettin Hoca’nın bir fıkrası ile başladım. Fıkranın sonu aklıma gelmediğinden yarı yerde,

— Sonunu hepiniz bilirsiniz, dedim.

Hiç duralamaya gelmezdi. Başka birine söz sırası verilebilirdi. Demindenberi hep okul idaresine muhalif durumda olduğumdan öğretmenler kızıp benim kızı sınıfta bırakırlar diye korktum.

— Çocuklarımız sınıf geçemiyorlarsa, bütün suç ana babaların, dedim. Anneler, babalar çocuklarıyla ilgilenmiyorlar. Çocuklarının hangi okula gittiğini, kaçıncı sınıfta olduğunu bilmeyen babalar bile var.

İyice coştum. Öğretmenler beni sık sık alkışladılar.

Kır saçlı kadın,

— Geç oldu, dedi, konuşmanızı gelecek toplantıya bırakalım.

— Daha yeni söze başlamıştım, dedim.

Okuldan ayrılırken, öğretmenler bana teşekkür ettiler.

Eve gidince karım,

— Neden bu kadar geç kaldın? diye sordu.

Saatime baktım, gecenin onu…

— Okul Aile toplantısına gittim, dedim. Çok güzel bir konuşma yaptım. Ana babalar çocuklarıyla hiç ilgilenmiyorlar. Sonra çocuklar sınıfta kalınca suçu öğretmenlere atıyorlar.

Kızım,

— Aşkolsun baba, dedi, bütün öğretmenler, yine babanız gelmedi mi diye sordular. Neden toplantıya gelmedin?

Karım kuşkulandı.

— Bir de çocuğun yanında yalan söylüyorsun, dedi.

Gece yarılarına kadar gez, dolaş… Sonra Okul Aile Birliği…

— Geldim ya kızım, dedim, hatta konuştum bile…

Kız,

— Ben oradaydım baba… dedi.

— Sen Horhor Kız Ortaokulunda değil misin?

Kızım,

— Aman babaaa, dedi. Ben Beyazıt Lisesinin son sınıfmdayım.

Annesi,

— Aaaa, dedi, kız sen Modern Koleje gitmiyor musun?

— Ordan çıkardılar ya anne…

Kızımı,

— Terbiyesiz! diye payladım, insan annesine babasına bu kadar zamandır hangi okula gittiğini, kaçıncı sınıfta olduğunu söylemez mi? Bu zamanın çocuklarında ana babaya saygı diye bişey kalmamış…

 

Muallime¹: Kadın öğretmen.
Muallim²: Erkek öğretmen.

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir