Hikaye “Kaplumbağalar Timsah  Yiyordu”


Hikaye “Kaplumbağalar Timsah  Yiyordu”

I.

Orhan, sıradanlığın her şeyi kendine dönüştürme gücünün farkındaydı ve bunu seviyordu. Herkesten gizlediği bir alışkanlığı vardı lakin Orhan’ın. Kitap sayfalarını yeme alışkanlığıydı bu. En çok da dayısından kalma eski sararmış dergi yapraklarını iştahla yemeyi severdi. Hikaye 

İlkokul birinci sınıftayken (doğduğu yerde ana sınıfı yoktu ve zaten okula iki sene geç yazılmıştı) okumayı ilk söken öğrenci o olduğu için öğretmeni ona bir hikâye kitabı hediye etmişti. O güne kadar hiç kitap okumayan Orhan, içinde garip duygular beslemişti kitabın sayfalarına karşı. Kitabın ona okuması için verildiğinin farkındaydı ama gelin görün ki her sayfa çevirişinde parmakların ucunda oluşan sürtünme ona garip bir haz veriyor, sayfaların kokusu başını döndürüyordu. Bir yandan da kitaba bir şey olursa başına geleceklerden korkuyordu. Hikaye , Hikaye 

Kitabı o gece bitirmişti. Gece uyumadan önce içindeki dinmez arzuya yenilmiş, kitabın sonundaki yazarın başka kitaplarından bahsedilen sayfalardan birinin ucundan bir parçayı heyecanla koparmış,önce biraz çiğnedikten sonra da yutmuştu. Hikaye 

O gece rüyasında koyu kahverengi kocaman bir leyleğe binmiş neresi olduğunu bilmediği bir hedefe umutla ve istekle bulutların arasında yolculuk yaptığını; yolculuk boyunca da leyleğin kanatlarından kopardığı tüyleri afiyetle yediğini görmüştü. Önceleri bunun farkında olmayan leylek, varoluş amacı Orhan’ı taşımakmış gibi havada süzülmeye devam ediyordu ta ki kanatlarındaki tüy sayısı azalıp havadaki aerodinamiği bozulana kadar. Orhan, durumu fark eder etmez bir şeyler yapmaya çalışıyor ama leylek hızla irtifa kaybediyordu. Hikaye 

Tam yere çakılır gibi olduğunda, Orhan yatağında bir titremeyle uyanır gibi olmuş ardından da sabah hatırlamayacağı bir sürü rüya görmüştü. Hikaye 

Orhan alışkınlığından hiç de şikâyetçi değildi. Sadece bunun çevredeki insanlar tarafından pek de hoş karşılanmayacağını bildiği için üç ay sonra evlenme planları kurduğu nişanlısına bile söyleyememişti. Hayatta her insanın, günlük yaşamı arasına fark edilmeyecek şekilde sızmış, sayamayacağı kadar alışkanlığı var ve bu da onlardan biri, diye düşünüyordu. Hikaye 

Sabahları kahvaltıdan hemen sonra koltuğuna oturur, gazetesini her sabah dükkânını açan esnaf rahatlığıyla biraz silkeler, üçüncü sayfa haberlerinden başlardı okumaya. Hikaye  

Bunu hem ülke ve dünya gündeminden haberi olmasını istediği için hem de gazete sayfalarının tadı ona kitaplardan, dergilerden, ansiklopedilerden aldığı tattan çok farklı geldiği için yapardı. Bazı günler, gazetenin tamamını bitirdiği -yediği- de oluyordu. Hikaye 

Öyle gelişigüzel sayfaları yemeyi de sevmezdi hem. Bu sabahki gazetede mesela ilgisini çeken Kaplumbağalar Timsah Yiyordu haberini eline aldığı makasla ciddiyetle sayfadan kesmiş, haberdeki yarı dinozor yarı kaplumbağaya benzeyen tuhaf hayvanın resminden başlamıştı yemeye. Haber şöyleydi:

Dev kaplumbağaların, kendisine tehlike yaratabilecek bütün sürüngenleri yediği, böylece hayatta kalmayı başardığı dile getirilirken, bunların arasında timsahların bile bulunduğu bilgisi verildi. Dev kaplumbağa fosilleri ilk olarak 2005 yılında, Columbia’daki bir kömür madeninde bulunmuştu.

Bu nedenle ‘kömür kaplumbağası’ olarak anılan bu dev yaratığın kafası bir futbol topu büyüklüğünde, kabuğu da 1,5 metre uzunluğundaydı. Hikaye  

Bilim adamları, ‘Kömür Kaplumbağası’nın yaşadığı devirde, yılan ve timsahların da dev boyutlarda türleri olduğunu hatırlatıyor. Bu dönemde bazı türlerin boyutlardaki büyüklük, iklim değişikliği, avcı hayvanların sayısının az olması ve yemek bolluğuna bağlanıyor. Hikaye  

Futbol topu büyüklüğünde bir kafa! Hayatı boyunca bir kez bile olsun futbol topunun olmadığını, ona sahip olamadığını düşündü. Hikaye  

Bisiklet sürmeyi bilmediğini de. Bir an ne kadar da çok şey bilmediğini düşündü. Yüzmeyi de bilmiyordu mesela… Hikaye 

Ağabeyi bisiklet sürerken ve gel sana da öğreteyim dediğinde ne yapmıştı, ya da arkadaşları denizde yüzmeye giderken o gitmeyip neyle uğraşmıştı. Hatırlamıyordu. Bunları düşünürken havada belli bir noktaya dikilen gözleri hafızasının derinliklerine inen puslu koridorlarda gezindiğinde o nokta daha da yoğunlaşmıştı. Tam bir şey hatırlar gibi olduğunda, nokta sanki mikro bir kara deliğe dönüşmüş ve önüne ne geldiyse yutmuştu.

Kara deliğin öteki ucunda gündelik hayattan bir sürü hatıra, nesneler, koşuşturmalar, sevinçler, bağrışmalar vardı. Aradığı şey yoktu ama. O ana kadar sıkışıp yoğunlaşan nokta gitgide, sabaha doğru açılan çiçekler gibi ağır ağır açılmaya başlamıştı. Hâlâ hatırlayamıyordu.

Sanki hatıralarını silmeye yeminli düşsel bir silgi vardı peşinde ve hatırlamak istediği ne varsa ondan önce yetişip siliyordu onları. Gazetesini katlayıp masaya koyarken, masada duran elektrik faturasına gözü takıldı. Yetmiş iki lira yazıyordu. Geçen aydan beş lira daha fazlaydı bu. Asıl önemli olan bugünün son ödeme tarihi olmasıydı. Esperanto kursu da vardı bugün. Kursun çıkışında öderdi.

II.

Esperanto kursunun çıkışında ilk iş elektrik faturasını yatırmaya yakınlarda bir PTT şubesi aramaya koyulmuştu. Kalan son iki saati vardı. Vakit kaybetmeden yoldan geçen bir kadına, “Yakınlarda bir PTT şubesi var mı?” diye sordu. Kadın güzelce tarif ettikten sonra o, ilk sağdan dönmeyi unutuverdi. Biraz daha beyhude dolandıktan sonra birkaç kişiye daha sora sora neyse ki buldu.

Kuyrukta tahminen on kişi vardı. Her birinin işi beş dakika sürse, yaklaşık olarak bir saat kuyrukta sıra bekleyeceği anlamına geliyordu.

Başka işi yoktu. Şubenin kapanmasına da haddinden fazla acele ettiği için daha bir buçuk saate yakın zaman vardı. Endişelenilecek bir durum yoktu anlayacağınız. Şubenin önünde, büyük bir ihtimalle şube inşa edilmeden çok önceleri de orda bulunan, kalın gövdeli, geniş yapraklı çınar ağacındaki yuvasından düşen kuşu yerine geri koymaya çalışan insanları izlemeye başladı vakit geçirmek için. Ağaca tırmanmanın yolu yoktu ve yuvaya ulaşabilmenin tek yolu itfaiye ekiplerini aramaktı. Bundan daha mühim bir sorun vardı yalnız, yavruyu yuvaya geri koyduktan sonra annesi kabul edecek miydi onu? Bu soru, muhtemelen, banliyöde oturan ve sanayi bölgesiyle evi arasında her gün bir saatlik yolculuk yapan ve bu süre zarfında can sıkıntısından günün geri kalanını hakkında düşüncelere dalan adamın aklına ilk gelmişti.

Diğerleri, ilk ne zaman ve kimden duyduklarını bilmedikleri fakat doğruluğundan şüphe de etmedikleri ve karşı çıkabilecekleri herhangi bir argümanları da olmadığı için bu bilgiye hemen inanıp daha doğrusu zaten aklımızın bir köşesindeydi de sen hatırlattın diye adama hak verip başka bir çıkar yol bulma üzerine derin düşüncelere daldılar.

Olup bitenleri izlerken önünde sadece orta yaşlı, takım elbiseli, saçlarını geriye doğru taramış bir adamın kalmış olduğunu fark etti Orhan ve ilerlemesi gereken bir aranın olduğunu, onla saçlarını geriye doğru tarayan adam arasında. Aradaki boşluğun hemen kapanmasını bekleyen bir sürü gözün bir o bir de adam arasındaki bir an önce doldurulması gereken-boşluk arasında gidip gelmesinin verdiği tedirginlikten dolayı da hemen kapattı arayı.

En son adamın da işi bitince sıra ona gelmişti. Cebinden daha önce ayarladığı yetmiş iki lirayı vermek için çıkarttı ki görevli memur tutarı söyler söylemez versin. Verdi de nitekim görevli memurun bıkkın bakışları eşliğinde.

Dışarıya çıktığında ne kuştan ne de çevresinde bir görev bilinciyle onu yuvasına geri koymaya çalışan insanlardan eser vardı. seçme hikayeler

Aslına bakarsanız ne ağaç ne de yuva vardı görünürde. Şubenin önünde park etmiş 2002 model Opel Corsa’dan ve silecekleriyle camı arasına sıkıştırılmış park cezası makbuzundan başka hiçbir şey yoktu. Gördükleri gündüz düşü dedikleri şeyden olmalıydı. Çok da kafa yormadı.

Eve doğru yola çıkmaya başlayabilirdi. Hikaye  

Öylesine gri, öylesine ağır bir hava vardı ki sanırsınız cıva buharı dolmuş her yere. Bu ona tedirginlik veriyor lakin tedirginliği fark edilmesin istiyor. Üstüne çullanıp tüm negatif enerjisini alacaklar yoksa. (Evlerindeki boş pilleridolduruyorlarmış onla). Kukla gibi yürümeye başlıyor. O zaman onlar gibi olur, kimseler de fark etmez. Eve de az kaldı zaten. Ara yollara sapmamalıyım, diye düşünüyor, daha bir dikkatli oradakiler. Gelirken uzun uzun süzüyorlar sonra sen tam yaklaşmaya başlarken başka bir işle uğraşıyormuş gibi yapıp, sen arkanı döner dönmez de tekrar süzmeye başlıyorlar. Riskli orası anlayacağınız. Olabilecek en doğrusal yoldan gidiyor. Sakin ve huzurlu yuvasına ulaşabilmek için bu kadarına katlanabilirdi. Evinin çatısı da görünmeye başladı. Neşeli bir kukla gibi hissediyor kendini. Dükkânların pleksiglas tabelaları ve billboardlar onla hareket edecek sanırsınız. Evine kadar eşlik edecekler, sonra inceliklerini karşılıksız bırakmamak için pencereden el sallayarak uğurlayacak onları Orhan da. seçme hikayeler

Bunları düşünürken dudağının kenarından başlayan hafif bir gülümseme kaplıyor tüm suratını. Yanından geçen bir kadının küpesine gözü takılıyor. Yoldan geçen bisikletli bir çocuğa araba çarpıyor acı bir korna sesinin ertesinde. Post apokaliptik bir dünyaya fırlatılmış hissediyor kendini, evvelinde fırtınaların koptuğu, hortumların fır döndüğü, fırtınaların dev dalgalarınsa haşinleştiği. Hortumun kıyıdan uzak yerleri, dalgalarınsa denize yakın yerleri yutmuş olduğu. Yeryüzünde tüm ağaçlar köklerinden kopup fırtınayla kilometrelerce uzaklara sürüklenmişlerdi. Aynı şekilde temeli yerinde duran tek bir bina bile yoktu. Ne de herhangi bir insan olduğundan, olduğu yere çöküp gri bulutları izleyerek bekliyordu sanki olduğu yerde. seçme hikayeler

Etraftan olayı daha net görmek isteyen meraklı insanlar akın ediyorlar olay mahalline. Durmak istemiyor yerinde, seğirterek eve doğru yol almaya devam ediyor. seçme hikayeler

III.

Evin kapısından içeri adım atar atmaz fırın alarmının ötmeye başladığını duyuyor. O evden ayrılır ayrılmaz eve gelen nişanlısı vakit kaybetmeden hazırlıklara girişmiş, akşama kadar eve dönmeyeceğini bildiği için de gönül rahatlığıyla üzümlü kurabiye yapımına başlamıştı ve şimdi bu durum alarmın ötmesiyle birlikte o anlatmadan önce ortaya çıktığı için gülüyordu. Gülmüştü Orhan da karşılıksız bırakmamak için. seçme hikayeler

Evine daha önce hiç görmemiş gibi bakıyordu. Koltuk takımlarının mavi tonunun keskinliğine şaşıyordu. Daha önce hiç dikkatini çekmemişti. Evde daha önce dikkat etmediği başka neler var diye geziniyorken, nişanlısı fırından aldığı üzümlü kurabiyeleri geniş bir tepsiye almış, “Biraz soğumadan ve çay da demlenmeden sakın dokunma!” diye uyarmıştı, işin tadını kaçırmak istemeyen bir sürpriz doğum günü partisi düzenleyicisi tavrıyla. seçme hikayeler

Orhan, nişanlısı mutfakta çayla uğraşırken dayanamayıp kurabiyelerden, diğerlerinden biraz daha iri olanını eline almıştı. Önce eliyle sertliğini ve sıcaklığını kontrol ettikten sonra da ağzına doğru götürmüştü. Dişlerinin arasına alıp iyice basınç uyguladığı anda ense kökünde dayanılmaz bir acı hissetti. Isırdığı kurabiye değil de beyinciğiydi sanki.  seçme hikayeler

Kontrolünü kaybedip düşüyor Orhan.

İki oda bir salon bir evde kanepede öylece uzanırken buluyor kendini. Radyonun başında annesi, kederli bir sese sahip ve muhtemelen sürgünde olan bir adamın sesini daha net duyabilmek için radyonun frekans ayarlarını kurcalıyor, “Anne” diyor, “Hışt,” diyor annesi, “baban gelmeden şunu dinlememe izin ver.” seçme hikayeler 

Dış kapıdan sesler geliyor. “Baban geldi,” diyor, radyoyu kapatıp vitrininin üstünde bir yerlere saklıyor. Babası işinden memnun değil ve her eve geldiğinde bunun nedenini açıklayıp onlara da onaylattırıyor. Onaylıyorlar. Ablası içeri giriyor sonra Orhan’ı kucağına alıp Bugün de okula götüreyim mi diyor. Olur, diyor Orhan sevinçle. seçme hikayeler 

Öğretmen dâhil ablası Nurten’in sınıfındaki herkes onla ilgileniyor, sınıf arkadaşları o günkü harçlıklarını ona harcamaya çalışıyorlar.

Uzun yemyeşil saçları var ve sapsarı gözleri. Herkes saçlarını okşayıp “Keşke bizimki de böyle olsaydı,” diyor. Sınıfın ilerde melankolik bir kötümsere dönüşecek olan en zayıf kızıysa Nurten’e, Orhan’ı sakın sokağa tek başına salmamalarını yoksa Çingenelerin o yemyeşil saçlarını kesip yastık dolgusu olarak kullanacaklarını, sapsarı gözlerini ise oyup yerine kara kara düğmeler dikeceklerini anlatıyor.

Düğmelerini kapatmayı hiç beceremiyordu. Ablası en alttaki açık düğmeyi fark edip ilikliyor. Okuldan döndükten sonra annesine olanları anlatıyor. Annesi onu hiç mi hiç dinlemeyip, mahalledeki akranlarımın ikinci sınıfa başladığından onunsa hâlâ okula gitmemekte direnmesinden yakınıyor. Saçlarının kesilmesini istemediğinden iki yıldır okula gitmemekte diretiyordu. Annesi ne yapıp ettiyse de ağlayıp sızlayıp babasına sığınmıştı. seçme hikayeler

Babası ömrü hayatı boyunca okul görmemiş  biriydi ve ona kalsa hiç okul okumasına gerek yoktu. Ona göre okul, insanı en sonunda delirten bir kurumdu. İnsanlar can sıkıntısından icat etmişlerdi okulu. Uzaktan akraba Ferid’in hali ortadaydı. Yıllarca didinmiş memleketin en iyi okullarında okumuş bir elektrik mühendisiydi. Üniversiteyi birincilikle bitirmiş mastırı da dereceyle tamamladıktan sonra en nihayetinde doktora tezinin son aşamasında güneş enerjisi yerine lityum-kadmiyum karışımı bir maddeyle çalışan pil önerisi kabul görmeyince adama bir haller olmuş, o koca beş senede yazdığı tezi yırtıp atmış, kendini Memleketin Ruhsuzluğu adını verdiği bir projeye vermişti. Kimselerle görüşmemesi
şöyle dursun bazen kendini bile unuttuğu oluyormuş. Annesiyle babası da öldükten sonra onların evine kapanıp günlerce yiyip içmeden yaşıyormuş orada. Ziyaretine gelen akrabalarına da sanki onlar yokmuşçasına davranıyormuş. seçme hikayeler

Kurabiye kokusu geliyor burnuna. Ablasının sesini işitiyor ve hemen anlıyor durumu. Koşa koşa mutfağa yöneliyor. Uzatılan kurabiyeyi alıyor. Daha sıcak, soğumasını bekliyor, beklerken de en sevdiği çizgi filmi kaçırmamak için odaya koşturuyor.

Odaya girdiğinde ilkin babasının kollarında baygın yatan annesini görüyor. Gözü yirmi yıllık Grundig marka radyo kasetçalara kayıyor, elindeki kurabiyeyi düşürüyor. Ablası arkadan gelip kucağına alıyor onu ve diğer odaya bırakıyor. “Sakın ses etme,” diye tembihliyor, eline oyuncak kaplanını tutuşturarak.

Gözlerini açıyor Orhan zorlukla. Ense kökündeki dayanılmaz ağrı, yerini bir gevşeme haline bırakmıştı. Nişanlısı bir yandan gözlerini açtığına sevinmiş bir yandan da olanlardan kendisini sorumlu tutarcasına kaygılı bir ses tonuyla “Ne oldu?” diyor. “Bir şey yok, iyiyim,” diyor Orhan, “tansiyonum düştü herhalde.”

Yazan: Uğur Ercan 

Mardin doğumlu. Ankara’da yaşıyor. Orta  Doğu Teknik Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü öğrencisi.

hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, öykü, hikaye arşivi, hikaye arşivleri, öykü arşivleri, seçme hikayeler, hikayeler, hikaye yaz, 

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir