Japon Masallarından “Kutsal Desteler”


Çok güzel bir masal.

Japon Masallarından “Kutsal Desteler”

Masal Okumak: Bir zamanlar, altı çocuklu yoksul bir köylü varmış. Küçük tarla kalabalık aileyi beslemeye zar zor yetiyormuş ve ileride büyük oğul Taro’ya kalacakmış. Bu durumda ana, baba on yaşındaki ikinci oğulları Ciro’nun keşiş olmasına karar vermiş. Böylelikle bakımı sağlanmış olacak, aileden bir boğaz eksilecekmiş. Komşu köyün sınırına yakın küçük bir tapınakta görevli bir keşişle gidip görüşmüşler. O da Ciro’yu çömez olarak yanına almış. Tapınak bölgedeki bütün tapınaklar gibi gerçekten küçük ve yoksulmuş. Saygıdeğer keşiş bolluk içinde yaşamıyormuş ama yine de Ciro’nun ailesine yardım etmek istemiş. Öte yandan, oldukça yaşlandığı için tapınakta ve ev işlerinde kendisine yardım edecek biri iyi olurmuş. Ayrıca yerine geçecek birini de düşünmesi gerekiyormuş artık.

Böylece, bir gün Ciro’nun saçları kazınmış, üstüne kara bir cübbe giydirilmiş ve genç adam yeni efendisinin evine öğrenci olarak girmiş. Ahşap tapınak köyün biraz dışında, ormandaki düzlükte küçük bir gölün kıyısındaymış. Tapınağa varmak için pirinç tarlaları arasındaki bentlerden geçmek gerekiyormuş. Tapınak iyice eskiymiş. Sürekli yağışlar duvarlarını soldurmuş, kapının üstündeki yazı neredeyse silinmiş. Ciro oradaki yaşamından memnunmuş. Ama onu en çok orman çekiyormuş. Bir dakika boş zamanı olsa, hemen oraya koşuyor, burcu burcu kokan çiçekler topluyor, sırtüstü uzanıp iç içe geçmiş yaprakların arasından gözlünü güneşe dikiyormuş.

Saygıdeğer keşiş çok yalın bir yaşam sürdüğü için, pek işi olmuyormuş. Ciro su, odun getiriyor, tapınağı süpürüyor, aziz heykellerinin ve kütüphanedeki kitapların tozunu alıyor, kimi zaman mutfakta da yardımcı oluyormuş. Ona en ağır gelen öğrenimmiş. İşaretleri yazmak Ciro’ya dünyanın en zor işi gibi geliyormuş. Hele anlaşılmaz duaları çok istediği halde anımsayamıyormuş. Keşiş dualar ezberletirken ya da okuma öğretirken onu dinlemiyormuş. Kendi başına çalışması gerektiği zaman da ormana kaçmayı yeğliyormuş.

Keşiş onunla konuşmuş, azarlamış, bunların hiçbir yararı olmamış. Ne zaman eline bir kitap alsa, ağaçların dışarıya gelmesini işaret ettiğini görürmüş. Ormanın büyüleyici kokusu, kuşların ötüşü onu çağırırmış. İşte o zaman öğrenim falan bitiyormuş. Artık dışarı sıvışmak için uygun bir an kollamaktan başka bir şey yapmıyormuş.

En sonunda keşişin sabrı tükeninceye kadar, böyle sürüp gitmiş durum. Ciro yine kitaplarını otların üzerinde bırakıp dersini çalışacak yerde korularda
koşuyormuş.

Keşiş oğlanı çağırmış. Ciro’nun bir duayı başından sonuna kadar ezbere söyleyemediğini görünce dehşete kapılmış. Çünkü büyük İyi şenliklerine çok
az kalmış. “Üzgünüm oğlum ama senden iyi bir keşiş olmaz”, demiş. “Çünkü bilgiye ve dualara saygı duymayan keşiş bir işe yaramaz. İnsanlara yardım
edecek yerde, onlara yük olur. Fakat bu kararı vermek benim için çok zor oldu. Seni evine göndermekten başka seçeneğim kalmadı. Zaman yitirmeden
hemen yola çık”.

Ciro yıldırım çarpmışa dönmüş, ağlamaklı olmuş. Ah, şu sevimsiz dersler olmasa, keşiş olmak istermiş!

Keşiş oğlanın bu kadar üzüldüğünü görünce ona acımış. Lake bir sandıktan dört deste kâğıt almış ve bunları Ciro’ya uzatmış. “Seninle ne yapacağımı
gerçekten bilmiyorum. Fakat kızmadığımı göstermek için, bu dört deste kâğıdı sana veriyorum. Her birinde tapınağımızın bir işareti ve kutsal bir ayet
vardır. Bunlar Buda’nın sözleri. Zor durumlarda sana yardım edeceklerdir. Bunları iyi sakla. Haydi, git artık”, demiş.

Ciro’nun sesini çıkaracak cesareti yokmuş. Kâğıtları cübbesinin altına sokmuş, keşişin önünde eğilmiş, sonra gözleri dolu dolu arkasını dönerek kapının önündeki hasır sandaletlerini giymiş.

Ciro gerçekten çok üzgünmüş. “Böyle birdenbire beni karşılarında görünce annem, babam kim bilir neler söyleyecekler!” diye düşünüyormuş. Gözlerinden yeniden yaşlar dökülmeye başlamış.

Ama daha birkaç adım yürümemiş ki orman hışırdamaya ve kokusuyla onu öyle çekmeye başlamış ki hemen bütün üzüntüsünü unutmuş. Evine doğru
yönelecek yerde sevgili ormanında koşmaya başlamış. Şimdi istediği kadar zamanı olduğuna göre, daha önce ayak basmadığı ormanın derinliklerine
gidebilirmiş.

Kelebekleri kovalamış, bir çalılığın arkasına saklanıp bir taşın üstündegüneşlenen bir kertenkeleyi seyretmiş, kuşların cıvıltısını dinlemiş. “Geç olmuştur, ormandan çıkış yolunu arama zamanı geldi”, diye düşündüğü sırada, sanki ufukta bir fırtına yükseliyormuş gibi orman birden kararıvermiş.

Ormanın sesleri birdenbire kesilivermiş.

Çevresine bakınmış ve düzlüğü tanımakta güçlük çekmiş, zaman ne çabuk geçmiş! “Ah, yakınlarda birileri olsaydı bari!” demiş kendi kendine. Birden, düzlüğün öteki ucunda kendisine doğru topallayarak ilerleyen küçük, yaşlı bir kadın görmüş. Çok yaşlı olmalıymış; çünkü iki büklümmüş. Başında kocaman bir bone varmış. Her yeri yamalı etekliğini beline ip gibi
ince bir kemerle tutturmuş.

Yaşlı kadın dişsiz ağzıyla ona gülümsemiş. “Burada sana rastlamak, ne mutluluk!” demiş. “Kazınmış başından, kara cübbenden anladığım kadarıyla ileride keşiş olacaksın. Sana rastlamam iyi oldu. Böylece saygıdeğer keşişi görmek için köye kadar yürümekten kurtuldum. Bugün kocamın birinci ölüm yıldönümü. Saygıdeğer keşişten onun için dua etmesini isteyecektim. Sana rastladığıma göre, bizim ocağın mihrabı önünde dua etmen yetecektir. Zavallı, yaşlı bir kadından bunu esirgemezsin, değil mi!”

Nasıl davranacağını bilmiyormuş Ciro. Karanlık ormanda tek başına olmadığına memnunmuş. Dua etmesini bilmediğini söylemesi gerekir miymiş! Söylese bile, kadın ona inanmaz, dileğini yerine getirmek  istemediğini düşünürmüş. Bu durumda kabul etmiş ve onunla gitmiş.

Düzlükteki küçük bir kulübeye doğru yürümüşler. Acaba daha önce onu nasıl farketmemiş! Garip! Kulübe o kadar küçükmüş ki iki kişi zor sığarmış oraya. Bir köşede uyduruk bir sunağın bulunduğu bir raf, diğer köşede ocak varmış. Ciro sunağın önünde diz çökmüş. Değişik dualardan hatırladıklarını biraraya getirerek büyük bir zorlukla dua okumaya başlamış. Terliyormuş, kıpkırmızı kesilmiş. Yaşlı kadın onu dikkatle dinliyormuş. Duanın tam olması gerektiği gibi olmadığını anlamıyor gibi görünüyormuş.

Ciro duayı bitirince yaşlı kadın başını eğmiş: “Sen iyi bir oğlansın”, demiş. “Sana içtenlikle teşekkür ederim. Zavallı kocam unutulmadığı için mutlu olmuştur. Ama geç oldu, köy de uzak. Kaybolabilirsin. Geceyi burada geçir. Sana yulaf lapasından başa verecek bir şeyim yok. Ama sanırım
beğeneceksin”.

Ciro çoktan acıkmış ve yulaf ezmesi tam ona göreymiş. Yemekten sonra,  yaşlı kadın yere bir yatak hazırlamış. Ciro hemen uyumuşsa da rahat değilmiş. Belki lapayı fazla kaçırmış, belki de kulübenin havası azmış. Her neyse, bir o yana, bir bu yana dönmüş durmuş. Bir uyumuş, bir uyanmış; sonunda iyice uyanmış. Bir yana dönerken eli bir hayvan ayağına gelmiş, hayvanın kürkünü ve tırnaklarını apaçık hissetmiş. Ocağın aydınlığında bu hayvan ayağına iyice bakınca bunun yaşlı kadının ayağı olduğunu anlamış. Ciro korkudan donup kalmış. Yaşlının gerçek bir insan olmadığını, kendisini yemek için inine çeken bir tilki ya da porsuk olabileceğini düşünmüş. Hemen oradan kaçması gerekiyormuş.

Ağır ağır, büyük bir dikkatle ayağa kalkmış. Ama yaşlı kadının üstünden geçeceği sırada kadın uyanmış ve “Nereye gidiyorsun oğlum”, demiş, “gecenin bu saatinde!”

“Nine, dışarı çıkmaya ihtiyacım var”, demeyi akıl etmiş Ciro.

“Ama dışarısı karanlık. Kaybolabilirsin. Evin çevresi çukurlarla dolu, bir çukura düşebilirsin. Kaybolmayasın diye, sana bir ip bağlayacağım”.

Yaşlı kadın Ciro’ya bir ip bağlamış ve dışarı bırakmış. Ciro daha düzlüğe varmadan yaşlı kadın ipi çekmeye başlamış ve “Çok kalma”, diye bağırmış.

“Olur olur, hemen dönerim”, diye cevap vermiş Ciro. Bu arada ne yapması gerektiğini düşünüyormuş. Birden keşişin kendisine verdiği kâğıtları hatırlamış. Belki bu durumdan kurtulmasına yardım ederlermiş. Bu arada yaşlı kadın ipi yeniden çekmiş ve onu çağırmış.

“Geliyorum nine”, diye cevap vermiş. Bir yandan da ipi çözüyormuş.

Sonra destelerden birini ipe bağlamış ve tabana kuvvet kaçmaya başlamış. Yaşlı kadın yeniden ipi çekerek onu çağırdığı zaman, çok uzaklaşmamış.
Bir mucize olmuş; kutsal tomar sanki Ciro bağlıymış gibi ağırlaşmış ve oğlanın sesiyle “Geliyorum nine”, diye cevap vermiş. Ciro buna pek sevinmiş
ve koşmaya başlamış.

İpi her çekişinde “Geliyorum nine!” diye cevap vermesine karşın, Ciro’nun bir türlü gelmemesi üzerine yaşlı kadın şüphelenmiş. Oğlanın bu kadar uzun
süre dışarıda ne yaptığını görmek için kalkmış.

Oğlanın ortalıktan kaybolduğunu görünce kâğıt destesini öfkeyle çiğnemiş. Sonra kurbanının hangi yöne gittiğini bulmak için, toprağı koklamaya başlamış. Bulur bulmaz büyük bir hızla oğlanın peşine düşmüş, koşarken ormanda şiddetli bir bora estirmiş.

Ciro karanlıkta çok uzaklaşmadan arkasında korkunç bir soluk ve homurtu işitmiş. Arkasına dönmüş, korkudan yere düşer gibi olmuş. Arkasından koşanı görüyormuş ama bu topal yaşlı kadın değil, ormanların korkunç hanımı Yamamba imiş. Delikleri kocaman bir burnun yanındaki kanlı gözleri ateşten tekerlekler gibi dönüyormuş. Ürküntü veren ağzından ateş kırmızısı bir dil beline kadar sarkıyormuş. Kır saçları rüzgârda yele gibi uçuşuyormuş. Ciro’nun kulübede farkettiği kemikli uzun kollarının ucundaki korkunç tırnakları ve ayaklarıyla yeri dövüyormuş. Ciro’nun bir adımına karşılık, Yamamba iki sıçrayış yapıyormuş. İyice yakınına gelmiş ve tırnaklarını uzatmış. Ciro son derece umutsuz olarak ikinci desteyi yakalamış ve
Yamamba’nın ayaklarının önüne atmış.

O anda, azgın dalgalı bir ırmak Ciro’yu Yamamba’dan ayırmış. Ciro derin bir soluk almış. Zaman yitirmeksizin ormandan çıkmış. Hava ağarmaya başladığından pirinç tarlaları arasındaki bentler üzerinde koşmaya devam etmiş.

Yamamba kendisini aşılmaz dalgaların kıyısında bulmuş. Ciro’yu karşı kıyıda koşarken görünce öfkeden avaz avaz bağırmış, tepinmiş. Ama kendini çabuk toparlamış, kollarını sıvazlamış ve suya doğru eğilerek başlamış suyu içmeye. Karnında su kaynamaya başlamış ama ırmağın suyunda pek bir azalma olmamış gibiymiş. Ama yine de Ciro bir an arkasına dönünce ırmağın genişlik ve derinliğinin varı yarıya azaldığını görmüş. Derken geriye kala kala küçük bir su birikintisi kalmış. O da bir anda Yamamba’nın karnında kaybolmuş.

Yamamba izlemeyi sürdürmüş ama eskisinden daha az hızlıymış. Çünkü ter içinde kalmış ve koşarken iki eliyle karnını tutmak zorundaymış. Biraz hızlı attığı her adımda korkunç ağzından sular çıkıyormuş. Bu haliyle bile Ciro’dan hızlıymış. Aradaki uzaklık gittikçe kapanıyormuş.

Ciro pirinç tarlaları arasında koşarken yön değiştiriyormuş. Yamamba da her yön değiştirme çabasında biraz durmak zorunda kalıyormuş. Çünkü su dolu karnı rahat hareket etmesini engelliyormuş. Ama bu taktiğin de Ciro’ya pek yardımı olmamış. Az sonra ensesinde kısa kısa soluklanma ve homurtu işitmiş. O zaman üçüncü kutsal desteyi çıkarmış ve arkasına atmış. O anda, destenin düştüğü yerde alevlerden bir göl ortaya çıkmış. Alevler çıtırdıyor, çatırdıyormuş.

Yamamba koyu bir duman içinde gözden silinmiş. Rahatlayan Ciro derin bir soluk almış ve daha hızlı koşmaya devam etmiş. Çünkü uzakta bir köyün çatılarını görür gibi olmuş. Var gücüyle koşuyormuş. Ama bir tepeye varınca arkasında tıslayan bir ses işitmiş. Arkasına dönünce alevlerden bir buhar bulutu çıktığını ve ateşin giderek söndüğünü görmüş. Yamamba ateşin ta yakınına yerleşmiş ve karnına bastırmış. O zaman, burun deliklerinden ve ağzından iki dere çıkmış. Alevlerin üstüne büyük bir sel boşalmış ve hepsini tek tek söndürmüş.

Ciro sonunu görecek kadar beklememiş. Tepeden aşağı koşarak inmiş. Ama ter içinde kalmış, isten simsiyah olmuş. Yamamba yine arkasındaymış. Tırnaklarını uzatıp tam avını yakalayacağı sırada, Ciro son kutsal desteyi çıkarmış ve arkasına atmış.

Tomar yere değer değmez gümüş bir şimşek çakmış ve keskin kılıçlardan bir dağ oluşturmuş.

“Böyle bir engeli Yamamba bile aşamaz”, demiş kendi kendine Ciro. Ama hızını azaltmamış. Az sonra, sabah sisi içinde göl kıyısındaki küçük tapınağı karşısında bulmuş. Tapmakla arasındaki uzaklığı daha yarılamadan arkasında homurtular ve ulumalarla birlikte bir tıkırtı işitmiş. Yamamba aklına koymuş bir kere oğlanı yemeyi. Kılıçlar dağına bile saldırmakta duraksamamış. Kılıçları saplarından yakalıyor, kırıyor, parçalıyor ve ot saplan gibi aralıyormuş.

Bu arada, önceki gün terkettiği sessiz tapınağın yanına varmış. Keşişin oturduğu kulübenin kapısını umutsuzca çalıyormuş. Ama keşiş derin bir uykuya dalmış gibiymiş; çünkü hiçbir hareket olmamış. Buna karşın, uzaktan Yamamba’nın solukları ve humurtuları işitiliyormuş. Ciro bütün gücüyle kapıyı çalmış. Umutsuzca “Saygıdeğer efendi, saygıdeğer efendi!” diye bağırmış.

Sonunda içeride bir şeyler kımıldamış. Uykulu bir ses: “Ne var?” diye sormuş “Saygıdeğer efendi, saygıdeğer efendi, bırak içeri gireyim”, diye yalvarmış Ciro. Çevresine korkulu bakışlar atıyormuş. Yükselen sis içinde, kudurmuş Yamamba’nın gittikçe yaklaştığını görüyormuş. Elbiseleri lime lime olmuş, saçları yanmış. Ama ateşten gözleri daha korkunçlaşıp kocaman doymak bilmeyen dili daha kırmızılaşmış.

Kulübenin içinde keşiş esniyormuş. “Sen misin Ciro! Ne istiyorsun?” diye karşılık vermiş. “Ben dün evine göndermedim mi seni! Biliyorsun, sen asla iyi bir keşiş olamazsın”.

“Yalvarıyorum size, beni bağışlayın. Ne olur, içeriye gireyim. Yamamba peşimde”, diye bağırmış Ciro, korkudan aklını kaçırmak üzereymiş.

“Saçmalama! Buralarda ne işi var Yamamba’nın! Haydi, uslu uslu evine dön. Sana gerçekten ihtiyacım yok”.

“Saygıdeğer efendi, saygıdeğer efendi. Neredeyse yanıma geldi. Bırak, içeriye gireyim”, diye yakarmış Ciro. Kapıya iyice yapışmış. Yamamba’nın ateşten gözleri küçük gölün bentleri üstünde parlıyormuş. Tırnaklarıyla avludaki taşları takırdatarak yaklaşmaktaymış.

Oğlanın yakarmaları keşişin fikrini değiştirmiş. İblis tam Ciro’yu yakalayacağı anda, kapının kolunu itmiş ve kapıyı açmış. Ciro eşikten içeriye düşmüş. Ne pahasına olursa olsun, avını elinden kaçırmak istemeyen Yamamba’nın uzun dili arkasındaymış. Ama keşiş kapıyı çarparak kapatmış. O zaman, havada korkunç bir çığlık yükselmiş ve Yamamba kaybolmuş. Her şey eski haline dönmüş. Ufukta güneş yavaş yavaş yükseliyor, ışıkları odayı dolduruyormuş. Saygıdeğer keşiş Ciro’nun başını okşamış. Ona kendisini bir kere daha deneyeceğini söylemiş. Bu kararından hiç pişman olmamış. O günden sonra, Ciro öğrencilerin en çalışkanı olmuş. Dünyada hiçbir şey, ağaçların en baygın kokusu bile, bir daha onu ormana götürememiş.

Japon Masalları – Çeviren – Temel Keşoğlu

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir