Warning: Cannot modify header information - headers already sent by (output started at /home/hikayelerimizden/public_html/wp-config.php:1) in /home/hikayelerimizden/public_html/wp-includes/feed-rss2.php on line 8
klasikler arşivleri - Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/tag/klasikler Hikaye Çeşitleri Mon, 04 Dec 2023 18:50:06 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hikayelerimizden.sirv.com/WP_hikayelerimizden.com/2020/06/c/r/n/cropped-hikayelerimizden.png?w=32&h=32&scale.option=fill&cw=32&ch=32&cx=center&cy=center klasikler arşivleri - Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/tag/klasikler 32 32 Hikaye “Bıldırcın”  https://hikayelerimizden.com/klasikler/hikaye-bildircin.html https://hikayelerimizden.com/klasikler/hikaye-bildircin.html#respond Mon, 04 Dec 2023 18:50:06 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=9274 Hikaye “Bıldırcın”  Şimdi size anlatacağım olay başımdan geçtiği zaman on ya­şında kadar vardım. Olay yazın geçmişti. O zaman Rusya’nın güneyinde bir çift­likte oturuyorduk. Çiftliğin çevresinde birkaç fersah ötelere ka­dar bozkırlar uzayıp gidiyordu. Yakınlarda ne bir orman, ne de bir dere vardı. Pek derin olmayan, fundalıklarla kaplı sel yatak­ları, dümdüz bozkırı yeşil yılanlar gibi kesiyordu. Bu […]

The post Hikaye “Bıldırcın”  appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Hikaye “Bıldırcın” 

Şimdi size anlatacağım olay başımdan geçtiği zaman on ya­şında kadar vardım.

Olay yazın geçmişti. O zaman Rusya’nın güneyinde bir çift­likte oturuyorduk. Çiftliğin çevresinde birkaç fersah ötelere ka­dar bozkırlar uzayıp gidiyordu. Yakınlarda ne bir orman, ne de bir dere vardı. Pek derin olmayan, fundalıklarla kaplı sel yatak­ları, dümdüz bozkırı yeşil yılanlar gibi kesiyordu. Bu sel yatak­larının dibinde küçük derecikler sızıyordu. Ötede beride en sarp tepelerde gözyaşı kadar berrak sularıyla kaynaklar görü­nüyordu. Çiğnenmiş keçi yolları oraya gidiyor, suyun önünde­ki cıvık çamurda kuşlarla öteki küçük hayvancıkların ayak izle­ri birbirini kesiyordu. İyi su, insanlar kadar onlara da lazımdı.

Babam, ava düşkün bir insandı. Çiftlik işleriyle uğraşmadı­ğı, hava da güzel olduğu zaman tüfeğini alır, av çantasını boy­nuna asar, ihtiyar köpeği Trezor’u çağırır, keklik ve bıldırcın vurmaya giderdi. Tavşanları avdan saymazdı, onları zağar av­cılarına bırakırdı, bu avcılara da tazıcılar derdi. Bizim taraflar­da bunlardan başka av hayvanı bulunmazdı. Ama mesela gü­zün çullukların da geldiği olurdu. Ama keklik ve bıldırcın, he­le keklik çoktu. Sel yataklarının kenarlarında ikide bir onların eşinerek çizdiği tozdan yuvarlaklara rastlanırdı. İhtiyar Trezor hemen ferma yapar, bu sırada kuyruğu titremeye, alnının de­risi kırışmaya başlardı. Babamın da yüzü sararır, bu sırada usulcacık tüfeğin horozunu kaldırırdı.

Babam beni sık sık yanına alırdı. Bu, benim için büyük bir zevkti. Pantolonumun paçalarını çizmelerimin konçuna sokar, matarayı boynuma takar kendimin de bir avcı olduğumu sanırdım. Vücudum ter içinde kalır, ufak taşlar çizmelerimin içine gi­rerdi; ama yorgunluk nedir bilmezdim, babamdan da bir adım geri kalmazdım. Tüfek patlayıp kuş yere düşünce her zaman yerimde sıçrar, hatta bağırırdım; öyle neşelenirdim ki!.. Yaralı kuş otlar arasında yahut Trezor’un dişleri arasında kanlar için­de çırpınırken ben yine de neşelenir, hiç acıma duymazdım. Kendim tüfekle ateş edebilmek, keklik yahut bıldırcın vurmak için neler vermezdim!.. Ama babam on iki yaşıma basmadan ön­ce tüfeğim olmayacağını, o zaman bile tek namlulu tüfek vere­ceğini ve yalnız toygarları vurabileceğimi söylemişti.

Bizim oralarda toygar kuşu pek çoktu; iyi, güneşli günlerde sürü halinde parlak gökyüzünde uçuşurken hep yukarı doğru yükselir ve yukarı yükseldikçe, sanki çıngırak çalarlardı. Onla­ra gelecekteki avım olarak bakar, omzumda tüfek yerine ta­şıdığım sopa ile onlara nişan alırdım. Yerden birkaç arşın yük­sekte havada durup titreyerek süzülüp birdenbire otların ara­sına dalmadan onları vurmak pek kolaydı. Bazen kırda, uzak­ta, ekilmiş yerde yahut otlar arasında toy kuşları dururdu; işte insan böyle kocaman bir av vurursa, ondan sonra ölse de hiç gam yemezdi.

Onları babama gösterirdim; ama o, toy kuşunun her zaman pek dikkatli olduğunu ve insanı yakınına sokmadığını söyler­di. Bir defa yaralı olduğu için sürüden ayrılıp tek başına kaldı­ğını sandığı bir toy kuşuna gizlice yaklaşmayı denedi. Trezor’a peşinden gelmesini, bana da hiç yerimden kımıldamamamı emretti; tüfeğini saçma ile doldurdu, tekrar Trezor’a döndü, hatta ona gözdağı verir gibi fısıltıyla seslendi:

“Arrier!.. Arrier!..” Kendisi iki büklüm oldu, sonra toyun bulunduğu tarafa doğru­dan doğruya değil de kenar kenar ilerlemeye başladı. Trezor, gerçi iki büklüm olmadı, ama o da pek tuhaf yürüyordu; topallıyormuş gibiydi, kuyruğunu arka ayakları arasına kıstırmış, dudağını ısırmıştı. Dayanamadım, hemen hemen sürünerek babamın ve Trezor’un peşi sıra gittim. Ama toy bizi üç yüz adım bile yaklaştırmadı; önce koştu, sonra kanatlarını çırparak uçtu gitti. Babam ateş etti, ama sadece peşinden bakakaldı… Trezor da ileri atılıp havaya baktı. Ben de baktım… Hem öyle gücü­me gitti ki!.. Kuş biraz bekleseydi ne olurdu sanki!.. Saçmalar mutlaka onu bulurdu…

İşte bir gün, tam Petrov günü arefesinde babamla ava git­miştik. O zaman genç keklikler henüz küçük olduğu için ba­bam onları vurmak istemiyordu. Küçük meşe kümelerine doğ­ru yürüdü, çavdar tarlasının yanında daima bıldırcınlar bulu­nurdu. Orasını biçmek zor olduğu için otlar uzun zaman el değmeden dururdu. Orada çiçek de çoktu: tuna burçağı, yon­ca, çıngırak çiçekleri, mineler, kır karanfilleri. Oraya kız kardeşimle yahut hizmetçi kadınla gittiğim zaman kucak dolusu çi­çek toplardım; ama babamla gittiğim zaman tek çiçek koparmazdım, böyle bir hareketi bir avcıya yakıştıramazdım.

Trezor birdenbire ferma yaptı; babam, “Pil!..” diye bağırdı, Trezor’un tam burnunun dibinden bir bıldırcın fırladı ve uçtu. Ama pek tuhaf uçuyordu. Havada yuvarlanıyor, ters dönüyor, yere düşecekmiş gibi yapıyordu. Trezor var kuvvetiyle onun arkasından… Oysa kuş intizamla uçtuğu zaman böyle yapmaz­dı. Babam, saçmaların sadece köpeğe isabet etmesinden kor­karak ateş etmekten çekiniyordu. Baktım, Trezor birdenbire havaya zıpladı ve ham!.. Bıldırcını yakaladı, getirip babama verdi. Babam kuşu aldı, karıncığı yukarı gelmek üzere avucuna koydu. Yaklaştım, “Ne o” dedim, “yaralı mıydı?” Babam, “Hayır!” diye cevap verdi. “Yaralı değildi; ama herhalde bura­larda, yakın bir yerde yuvası var. O da köpeğin kendisini kolayca yakalayabileceğini sanması için böyle yaptı.” “ peki ama, niçin böyle yapıyor?” diye sordum. “Köpeği yavrularının yanından uzaklaştırmak için. Ondan sonra güzel güzel uçacaktı, Ama bu defa evdeki hesap çarşıya uymadı; pek fazla yapmacık yaptı, Trezor da onu yakaladı.” Ben yine, “Demek ki yaralı değildi?” diye sordum. “Hayır… ama yaşamaz… Herhalde Trezor onu dişleriyle sıkmıştır.”           

Bıldırcına iyice yaklaştım. Babamın avucunda başı sarkık yatıyor, ela gözüyle yan taraftan bana bakıyordu. Birdenbire ona öyle acıdım ki!.. Sanki bana bakıyor ve düşünüyordu:

“Ni­çin ölüme mahkumum? Niçin? Ben sadece görevimi yaptım; küçük yavrularımı kurtarmaya, köpeği uzaklaştırmaya çalıştım ve işte yakalandım!.. Bir zavallıyım ben!.. Bir zavallı!.. Haksız­lık bu!.. Haksızlık!..”

“Babacığım,” dedim, “belki de ölmez.” Sonra bıldırcının kafacığını okşamak istedim. Ama babam, “Hayır!.. İşte bak, şim­di onun ayacıkları gerilecek, bütün vücudu titreyecek, gözleri kapanacaktır.” Tıpkı öyle oldu. Kuşcağızın gözleri kapanır ka­panmaz ağlamaya başladım. Babam, “Niye ağlıyorsun?” diye sordu ve güldü. “Ona acıyorum” dedim. “O, görevini yapıyor­du, oysa onu öldürdü. Bu haksızlık!..” Babam, “Kurnazlık et­meye kalkıştı” diye cevap verdi. “Ama Trezor, ondan daha kur­naz çıktı.” “Zalim Trezor!..”-diye düşündüm… Hem bu defa, babam da bana iyi kalpli bir insan gibi görünmedi. Burada kurnazlığın yeri var mı? Burada kurnazlık değil, yavrularına karşı sevgi var!.. Yavrularını kurtarmak için yapmacık yapması emredilmişse, Trezor da onu yakalamamalıydı!..

Babam bıldırcını çantasına sokacak oldu; ama ben onu ba­bamdan istedim, itina ile avucuma koydum, gözlerini açmaz mı diye üstüne hohladım. Ama kuşcağız kımıldamadı. Babam, “Boş, azizim,” dedi, “onu diriltemezsin. Bak, başcağızı nasıl sallanıyor.” Usulca gagasından tutup hafifçe kaldırdım; ama ben elimi çeker çekmez yine düştü, Babam, “ona hâlâ acıyor musun?” diye sordu. Ben de ona, “Ya küçükleri kim besleye­cek?” diye sordum. Babam dikkatle yüzüme baktı, “Üzülme,” dedi, “erkek bıldırcın, babaları onları besler. Dur bakayım…” diye ilave etti. “Galiba Trezor yine ferma yapıyor… Burada yu­va olmasın? Evet, işte yuva…”

Gerçekten de, otların arasında, Trezor’un burnundan iki adım ötede birbirine sıkı sıkıya sokulmuş dört yavru yatıyordu. Birbirlerine sokulmuş, boyunlarını uzatmış, öyle çabuk çabuk, tıpkı titrer gibi, hep beraber nefes alıp veriyorlardı… Artık tüy­lenmeye başlamışlardı; ama vücutlarında tüy yoktu;| yalnız ince­cik kuyrukları vardı. Avazım çıktığı kadar, “Baba!.. Baba!..” diye bağırdım. “Trezor’u geri çağır!.. Yoksa o, bunları da öldürür!..”

Babam, Trezor’u çağırdı ve biraz yana çekilerek, bir çalının altına oturup kahvaltı etmeye koyuldu. Bense yuvanın yanında kaldım, kahvaltı etmek istemiyordum. Temiz mendilimi çıkara­rak bıldırcını üstüne yatırdım. “Bakın,” demek istiyordum, “ye­tim yavrucaklar, işte anneniz!.. Sizin uğrunuza kendini feda et­ti!..” Yavrular eskisi gibi, çabuk çabuk bütün vücutlarıyla nefes alıyorlardı. Babama yaklaştım, “Bu bıldırcını bana hediye ede­bilir misin?” diye sordum. “Buyur. Ama onu ne yapmak istiyor­sun?” “Gömmek istiyorum!..” “Gömmek mi!..” “Evet… Yuvasının yanına gömmek istiyorum. Çakını bana ver; ona bir mezar ka­zacağım.” Babam şaştı, “Çocukları mezarını ziyaret etsin diye mi?” “Hayır,” dedim, “öyle istiyorum. Burada yuvasının yanında yatmak hoşuna gider!..” Babam bir şey söylemeden çakısını çı­karıp verdi. Hemen bir çukur kazdım; bıldırcını göğsünden öp­tüm, çukura koydum ve üzerini toprakla örttüm. Sonra aynı ça­kı ile iki dal kestim, kabuklarını soydum, bir sazla çaprazlama bağladım, mezara diktim. Biraz sonra babamla oradan uzaklaştık; ama giderken hep dönüp dönüp arkama bakıyordum… İs­tavroz bembeyazdı ve ta uzaktan bile görünüyordu.

Gece bir rüya gördüm: Sanki gökyüzünde idim; hem ne dersiniz? Benim bıldırcıncık küçük bir bulutun üzerine kon­muş, ama kendisi de tıpkı istavroz gibi bembeyaz. Başında al­tından küçük bir çelenk var; sanki bu ona çocukları uğruna fe­dakarlıkta bulunduğu için bir mükafat olarak verilmiş!…

Beş gün kadar sonra babamla yine aynı yere geldik. Sarar­makla beraber, hâlâ yıkılmayan istavrozu da, mezarcığı da bul­dum. Ama yuva boştu, yavrular sırra kadem basmıştı. Babam, ihtiyarın, yani babalarının onları başka bir yere götürdüğünü söyledi; oradan birkaç adım öteden, çalılığın arasından büyük bir bıldırcın havalanınca, babam ona ateş etmedi. Ben de, “Ha­yır!.. Babam iyi kalpli!..” diye düşündüm.

Ama şaşılacak şey: O günden sonra avcılığa karşı duydu­ğum tutku kayboldu, artık babamın bana tüfek hediye edece­ği günü düşünmüyordum!.. Ama büyüyünce ben de atış yap­maya başladım.

Beni avcılıktan uzaklaştıran bir şey daha oldu.

Bir gün arkadaşımla keklik avına çıkmıştık. Yuvaları bul­duk. Ana keklik fırladı, ateş ettik ve isabet ettirdik, ama yere düşmedi, yavrularıyla beraber ileri doğru uçtu. Peşlerinden gi­decek oldum; ama arkadaşım, “Burada oturup onları aldatarak çağırmak daha iyi olur… Şimdi hepsi buraya gelir.” dedi. Arka­daşım yavru keklikler gibi ötmesini pekiyi beceriyordu. Otur­duk, arkadaşım ötmeye başladı. Gerçekten de, önce bir genç keklik cevap verdi, sonra başkası, baktık, sonra ana keklik öt­meye başladı, hem de öyle şefkatle ve yakın bir yerde ötüyor­du ki!.. Başımı kaldırdım, baktım: Birbirine karışmış otların ara­sından bize doğru hızlı hızlı geliyor; oysa bütün göğsü kan içinde!.. Demek, ana kalbi dayanamamış!.. Orada kendi kendi­me öyle bir zalim göründüm ki… Ayağa kalktım ellerimi çırptım. Keklik hemen uçtu, yavruların da sesleri kesildi. Arkadaşım, “Deli!..” dedi… “Bütün avı berbat ettin…”

Ama o günden sonra öldürmek, kan dökmek, bana gittikçe daha ağır gelmeye başladı.

Ivan Turgenyev

hikaye, öykü, hikaye oku, dünya klasikleri, klasikler, hikaye arşivleri, hikaye arşivi, hikaye örneği, hikaye örnekleri, öykü arşivleri, Ivan Turgenyev, Turgenyev, seçme hikayeler, 

The post Hikaye “Bıldırcın”  appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/klasikler/hikaye-bildircin.html/feed 0
Seçme Öykülerden “KADINA GÜVENMEK DOĞRU MU?” https://hikayelerimizden.com/klasikler/secme-oykulerden-kadina-guvenmek-dogru-mu.html https://hikayelerimizden.com/klasikler/secme-oykulerden-kadina-guvenmek-dogru-mu.html#respond Thu, 25 May 2023 11:25:29 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=9064 Seçme Öykülerden “KADINA GÜVENMEK DOĞRU MU?” O’HENRY JeffPteters: – Daha önce de söylediğim gibi kadınların dalaverecilikteki yeteneklerine hiçbir zaman inanmamışımdır. Kadına en masum dolandırıcılıkta bile ortak olarak güvenmek doğru değildir, dedi. – Bu iltifatı hak etmişlerdir. Namustan yana sağlam olduklarını söyleyebiliriz, yanıtını verdim. Jeff: – Namuslu olmamalarına bir neden yok ki dedi. Erkekler neci oluyor? […]

The post Seçme Öykülerden “KADINA GÜVENMEK DOĞRU MU?” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Seçme Öykülerden “KADINA GÜVENMEK DOĞRU MU?”

O’HENRY

JeffPteters:

– Daha önce de söylediğim gibi kadınların dalaverecilikteki yeteneklerine hiçbir zaman inanmamışımdır. Kadına en masum dolandırıcılıkta bile ortak olarak güvenmek doğru değildir, dedi.

Bu iltifatı hak etmişlerdir. Namustan yana sağlam olduklarını söyleyebiliriz, yanıtını verdim.

Jeff:

– Namuslu olmamalarına bir neden yok ki dedi. Erkekler neci oluyor? Kâh ölesiye çalışarak, kâh dolandırıcılık ederek kazandıktan. Kimin için? Kadınlar için! Ama ne de olsa kadınları işte hepten yabana atmamalı. Ancak saçlarının ve duygularının fazlaca okşanmasına izin verdiler mi kötüdür. Hiç bakmazlar. Evini toprağını kutuya koymuş, yorgun argın, kır bıyıklı bir koca ve beş çocuklu bir baba rolü adayını derhal hazır bulundurmalısınız.

örneğin, Cairo’da Andy Tueherte “evlendirme bürosu” adı altında kurduğumuz dolapta yardımcı olarak kullandığımız dul bayanı alalım:

Reklama yetecek kadar sermayeniz, öyle bir masa ağzını dolduracak kadar bir tomarınız oldu mu evlendirme bürolarında iyi para vardır. Altı bin dolarımız vardı. Bu tutarı iki ayda iki katına çıkarmayı umuyorduk, iki ay dedim. Çünkü tasarladığımız biçimde bir dolap yasal bir nitelik almadan en çok iki ay çalışabilir.

Şu biçimde bir duyuru hazırladık:

“Nakit üç bin doları ve taşrada değerli emlaki bulunan güzel sevimli, ev kadını bir dul evlenmek isteğindedir. Yoksul sınıfların genel olarak daha erdemli oldukları kanısında bulunduğundan, sevginin ne olduğunu daha çok bilen varlıksız erkekleri yeğlemektedir. Sadık, dürüst olmak, emlak yönetmeyi becerebilmek, parasal girişimlere para yatırmak konusunda uzman bulunmak koşuluyla isteklilerin yaşlı ve gösterişsiz olmalarına karşı çıkılmaz. İsteklilerin aşağıdaki adrese başvurmaları rica olunur…

Peters and Tucker eliyle  Kimsesiz dul Cairo, İllinois” işin edebiyat yanını bitirdikten sonra:

– iyi, dedim. Bunun yapacağı zarar bize yeter. Amma velakin kadını nerede bulacağız.

Bu sözüme Andy biraz sinirlendiyse de kendini tutarak :

– Jeff ben seni mesleğinde gerçekçi olarak tanırım.

Oysa sen gerçekçi düşüncelerini unutmuşa benziyorsun. Kadına ne gerek var? Wall Street’te su ve deniz tahvilleri satılırken deniz kızının sözünün geçtiği mi oluyor? Evlenme duyurusunda kadına ne gerek var? diye karşı çıktı.

Derhal işe el koydum.

– Andy, beni biliyorsun. Yasanın basılı kurallarına aykırı olarak giriştiğim bütün işlerde her zaman uyguladığım ilke belli. Satılan mal var olmalı, gözle görülebilmeli, istek olduğunda sunulabilmeli. Bu ilkeyi savsaklamamak, tren tarifelerini akıldan çıkarmamak, değişik kentlerde yürürlükte olan yönetmelikleri iyice bellemek sayesindedir ki bir puroyla bir beş dolarlığın çözemeyeceği bütün işlerde polisle karşılaşmaktan kurtulabildim. Planımızı başarıyla uygulamaya koyabilmek için, söz konusu olan sevimli dulu, güzel veya çirkin, yurttaşlık yasası hükümlerine göre, gerektiğinde, yargıcın Önüne çıkarabilmeliyiz.

Andy aklını başına alarak:

– Hakkın var. Savcılık veya emniyet müdürlüğü soruşturmaya girişecek olursa, böyle bir kadının bulunması kuşkusuz bizim için daha iyi olur. Fakat, evlenmeyle ilgisi olmayan bir evlenme işine vaktini vermeye, para yatırmaya razı olacak kadını nereden bulmalı, diye yanıt verdi.

Andy’ye bu işi becerecek birini tanıdığımı söyledim. Gezgin cambazhanelerde su satarak ve diş çekerek geçinen Zeke Trotter adındaki eski bir dostum, bir yıl önce sindirim zorluğuna karşı her zaman keyif çatarak aldığı sıvı yerine doktorun öğütlediği bir ilacı almış ve karısını dul bırakmıştı. Evlerinde çok kalmıştım. Kadıncağızı bu işte kullanabileceğimizi düşündüm.

Mİsis Trotter’in oturduğu kasabadan 60 mil uzaklıkta bulunuyorduk. Hemen trene atlayıp gittim. Kulübeyi olduğu yerde buldum. Yalakta aynı ayçiçeklerini, bahçede aynı horozları gördüm. Güzellik, yaş ve emlak dışında, Misis Trotter duyurudaki özelliklere aynen uyuyordu. Bununla birlikte göze de pek kötü görünmüyordu.

Yenir yutulur gibiydi. Ona bu işi vermek Zeke’nin anısına saygı göstermek demekti…

Madam Trotter’e ne istediğimizi anlatınca:

– Namuslu bir iş mi? diye sordu.

– Misis Trotter, hiç merak etmeyin. Biz Andy ile hesapladık. Adalet nedir bilmeyen bu geniş ülkede, duyuruyu okuduktan sonra güzel elinize bir yüzük geçirerek paranıza ve mallarınıza konmak isteyecek en az üç bin kişi çıkacaktır. Tarafınızdan söz verilen şeylere karşılık her biri size tembel bir serseri iskeleti sunacaktır. Yaşamda yerini bulamamış, iğrenç bir servet avcısından, bir dolandırıcıdan artakalmış bir iskelet!

Andy ile toplumun bu asalaklarına iyi bir ders vermeyi kararlaştırdık. Geleneğe saygılı, iyi ahlak sahibi bir evlenme bürosu maskesi altında bir örgüt kurmaktan kendimizi zor aldık. Amacımızı anladınız değil mi?

Misis Trotter:

– Anladım efendim, anladım, diye karşılık verdi. Sizin bereketli olmayan bir işle uğraşmayacağınızı bilmeliydim. Peki, bana ne gibi bir görev düşüyor? Bu üç bin serseriyi birer birer mi, yoksa toptan mı geri çevireceğim?

– Hiç merak etmeyin. Sizin işiniz kekâ! Sakin bir otelde kurulup keyfinize bakacaksınız. Yazışma ve işin ticari yanları Andy ile benim üzerimde olacak.

Şahsen, Ancak tren parasını elde edebilen en istekli adayların kendileri gelip sizinle evlenme isteklerini sözlü olarak bildireceklerdir. Siz de yalnızca bu gibilerin yüzlerine hayır yanıtı vermek zorunda olacaksınız. Size otel giderlerinden başka haftada 25 dolar ödeyeceğiz.

Misis Trotter:

– Beş dakika izin verin. Gidip pudra kutumu alayım. Evin anahtarını komşuya bırakayım. Ondan sonra aylığım işlemeye başlasın, yanıtını verdi. Böylece dul bayanı Cairo’ya götürdüm. Bürodan kuşku çekmeyecek kadar uzak, fakat aynı zamanda gerektiğinde kolayca ele geçecek kadar yakın bir aile oteline yerleştirdim. Andy’ye durumu bildirdim.

Andy:

– Çok iyi, diye yanıtladı. Vicdanın artık rahat. Gözle görülebilir bir yem bulduk. Oltayı sarkıtalım. Gelirleri avlayalım.

Aynı duyuruyu ülkenin, uzak yakın, değişik yerlerinde çıkan birçok gazeteye verdik. Aynı duyuruyu diyorum. Başka duyurular kullanmaya kalksaydık çalıştırmak zorunda kalacağımız yazman ve öbür kişilerin çiklet şapırtısı savcılığın rahatını bozmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Bankaya Trotter hesabına 2 bin dolar yatırdık. Banka defterini de iyi niyetimizden kuşkulanacak olanlara gösterilmek üzere kendisine bıraktık. Esasen bizim eski dostun karısına güvenim tamdı.

Verdiğimiz duyuru hep aynıydı. Ama gelen mektuplara yanıt yetiştirebilmek için Andy ile günde 12 saat çalışmak zorunda kalıyorduk.

Günde yüze yakın başvuru oluyordu. Ülkede, çekici bir dulla evlenip parasını kullanmak sıkıntısına katlanacak bu kadar çok meteliksiz fakat gönlü bol insan olduğunu bilmiyordum doğrusu!

Büyük bir kısmı boş işler peşinden koşmaktan ve bıyık uzatmaktan başka bir şey yapmadıklarını kabul ediyor. Toplumun kendilerini anlayamadığını itiraf eyliyor, fakat aynı zamanda yüreklerinin sevgiyle taştığından emin olduklarını belirterek çekici dulun kendilerini hayat arkadaşı olarak seçmekle ömrünün en akıllı davranışında bulunmuş olacağını söylemek istiyorlardı.

Peters and Tucker kuruluşu her başvuruyu yanıtlıyor, gönderilen mektuptaki içten anlatımın dulun büyük ilgisini uyandırdığını ve üzerinde derin bir etki bıraktığını bildiriyor, daha ayrıntılı bir mektup yazmasını ve mümkünse içine fotoğrafını da koymasını rica ediyordu. Peters and Tucker, aynı  zamanda gönderilen ikinci mektubun çekici müşterilerine teslim ücretinin iki dolar olduğunu ve bunun ikinci mektupla birlikte gönderilmesinin gerektiğini belirtiyordu.

Dolabın basit güzelliğini görüyor musunuz? Ev bark sahibi olmak isteyen bu soylu kişilerden yüzde doksanı, bir çaresini bulup iki dolar ediniyor ve bize gönderiyorlardı. Böylece konu kapanıyordu. Ancak tek bir yakınmamız vardı: İki doları alabilmek için zarfları kesip açmak zorunda kalıyorduk.

Birkaç müşteri kendileri geldiler. Kendilerini Misis Trotter’e gönderdik. Gerekeni o yaptı. Birkaçı yine gelerek yol parası istediler. Uzak yerlerden de ikinci mektuplar gelmeye başlayınca gündelik girdimiz 200 doları buldu.

Bir gün öğleden sonra en sıkı biçimde çalışmakta olduğumuz bir sırada -ben bir dolarlıklarla iki dolarlıkları ayırıyor ve ayrı ayrı iki puro kutusuna yerleştiriyordum, Andy de ıslıkla “senin için evlilik çanları çalmayacak” havasını tutturmuştu- ufak tefek fakat işini bilir biri belirdi. Duvarlara bakıyor, sanki ünlü Gainisborugh’nın yitik tablolarını arıyordu. Herife bakar bakmaz iftiharla göğsüm kabardı. Çünkü işimizi dört başı mamur görmüştük. Açık yanını bırakmamıştık.

Herif:

– Maaşallah bugün posta bereketli, dedi. Kalkıp şapkamı aldım.

– Buyur bakalım, sizi çoktandır bekliyorduk, gel sermayemizi gör. Washingtondan ayrıldığınız zaman cumhurbaşkanı dostumuz nasıldı? dedim.

Kendisini Riverview Oteli’ne götürdüm. Misis Trotter’le tanıştırdım. Banka hesabını gösterdim. Dulun hesabında iki bin dolar bulunduğunu gördü.

Sonunda:

– Bu işte pek hile yok gibi görünüyor, dedi.

– Ne sandındı, yanıtını verdim. Eğer evli değilsen kal, bayanla konuş, senden ücret almayız.

– Teşekkürler ederim. Bekâr olsaydım kalırdım. Hoşça kalın Mister Peters, dedi.

Üç ay içinde beş bin dolar kazandıktan sonra artık işe son vermenin zamanı geldiğini düşündük. Birçok kişiden yakınmalar gelmişti. Misis Trotter de yavaş yavaş bıkıyordu. Kendisini görmeye gelen istekliler pek çoğaldığından işten hoşlanmamaya başlamıştı.

Dükkânı kapatmaya karar verdik. Misis Trotter’e son haftalığı ödemek ve verdiğimiz iki bin dolarlık çeki tahsil etmek üzere otele gittim.

Onu okula gitmek istemeyen bir çocuk gibi ağlar buldum.

– Ne oluyor? Bir şeye mi canınız sıkıldı? Yoksa evinizi mi göreceğiniz geldi? diye sordum.

– Hayır Mister Peters, diye başladı. Öyle bir şey yok. Bununla birlikte Zeke’nin dostu olduğunuz için derdimi size açmakta sakınca görmüyorum. Mister Peters, âşık oldum. O derece seviyorum ki onsuz yapamayacağım. Bu ana kadar düşlerimde yaşatmış olduğum erkek…

– Evlenin. Sevginiz karşılıklıysa birleşin. Duygularınıza, anlattığınız biçimde o da yüreği acıyla dolu olarak karşılık veriyor mu?

– Tabii. Fakat ne yazık ki beni şu sizin duyuru dolayısıyla görmeye gelenlerden biri. İki bin doları almadıkça evlenmekten kaçmıyor. Wilkinson adında bir bey, dedi. Ve adını söyler söylemez yeniden aşıkane kasılmalar içinde çırpınmaya başladı.

– Misis Trotter, ben kadınların duygularına herkesten çok saygı gösteririm. Üstelik çok sevdiğim bir dostun hayat arkadaşlığını etmiş bulunuyorsunuz. Kararı yalnızca ben verecek olsam iki bin dolar sizin olsun. Bu işten beş bin dolar kazandığımıza göre size iki bin doları hibe edebiliriz. Fakat ortağım Andy Tucker’in görüşünü almam gerek. Andy iyi bir adamdır. Ama işini de pek bilir. Yarı yarıya ortağız. Onunla bir konuşayım. Bakalım bir şeyler yapmaya çalışırız, dedim.

Otele dönüp Andy’ye sorunu anlattım.

– Bunu çoktandır bekliyordum zaten, duyguları ve seçme hakkı söz konusu olduğu zaman kadına kesinlikle güvenilemez, dedi.

– Andyciğim, bir insan kalbini kırmaya neden olmak iyi bir şey değildir, yanıtını verdim.

– Hakkın var Jeff. Esasen seni her zaman cömert, mert, yumuşak yürekli bir insan olarak tanımışımdır. Bense belki fazla katı yüreklilik etmiş; her şeyden, herkesten gereksiz yere kuşkulanmışımdır. Hiç olmazsa bu seferlik dediğini yapacağım! Git Misis Trotter’e söyle, iki bin doları bankadan alsın, sevdiği adama versin, dedi.

Yerimden fırlayıp Andy’nin eline sarıldım. Beş dakika elini bırakmadım. Sonra koşup Misis Trotter’e haber verdim. Kadıncağız üzüntüsünden nasıl ağladıysa, sevincinden de öyle ağlamaya başladı.

iki gün sonra Andy ile toplanıp yollanmaya hazırlandık.

– Buradan ayrılmadan gidip Misis Trotter’e hoşça kal desek iyi olur. Seninle tanışmak ve teşekkürlerini bildirmek ister herhalde, dedim.

Andy;

– Ne gerek var. Gitmesek daha iyi olur, acele edelim, treni kaçırmayalım, yanıtını verdi.

Hep yaptığımız üzere sermayemizi kuşağına sarmak üzere çıkardım. Bunun üzerine Andy elini cebine atarak bana bir deste para uzattı:

– Ötekilerinin üstüne koy, dedi.

– Nereden bu? diye sordum.

– Misis Trotter’in iki bin doları.

– Sende ne geziyor?

– Kendisi verdi. Bir aydan beri haftada üç gün onu görmeye gidiyorum.

– Villiam Wilkinson sensin demek!

– Elbet, dedi.

O ‘ HENR Y

NEW-YORK’U NASIL SEVDİ?

Seçme Öyküler

hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye yaz, seçme hikayeler, klasikler, dünya klasikleri, O’henry, öykü, öyküler, kısa hikaye, kısa hikayeler, 

The post Seçme Öykülerden “KADINA GÜVENMEK DOĞRU MU?” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/klasikler/secme-oykulerden-kadina-guvenmek-dogru-mu.html/feed 0
Hikaye “BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ”nden https://hikayelerimizden.com/klasikler/hikaye-bir-delinin-hatira-defterinden.html https://hikayelerimizden.com/klasikler/hikaye-bir-delinin-hatira-defterinden.html#respond Sat, 10 Dec 2022 15:36:27 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8697 Hikaye “BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ”nden 4 Ekim Bugün çarşamba olduğu için, genel müdürün odasında çalıştım. Mahsus erkenden geldim, ne kadar kalemi varsa hepsini yonttum… Bizim müdür çok akıllı adam besbelli: Yazıhanesi kitap dolaplarıyla dolu… Kitapların bazılarının adlarını okudum, hep çeşitli bilimler hakkında. Bizim anlayamayacağımız kadar yüksek eserler – Fransızca, Almanca filan… Zaten adamın yüzüne bakmak […]

The post Hikaye “BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ”nden appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Hikaye “BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ”nden

4 Ekim

Bugün çarşamba olduğu için, genel müdürün odasında çalıştım. Mahsus erkenden geldim, ne kadar kalemi varsa hepsini yonttum…

Bizim müdür çok akıllı adam besbelli: Yazıhanesi kitap dolaplarıyla dolu… Kitapların bazılarının adlarını okudum, hep çeşitli bilimler hakkında. Bizim anlayamayacağımız kadar yüksek eserler – Fransızca, Almanca filan… Zaten adamın yüzüne bakmak yeter, haşmet taşıyor! Ağzından bir tek gereksiz laf çıktığını duymadım. Bazen evrak getirince,

– Hava nasıl? diye sorar.

– Yağıyor Ekselans, derim.

Öyle bizlere benzemez. Devlet adamı. Ne olursa olsun, bana ayrı bir sevgisi olduğunun da farkındayım. Bari kızı da… Şey… Aah… Neyse, susalım!..

O gününki “Arı”yı okudum. Şu Fransızlar ne ahmak millet. Nedir istedikleri? Elime geçse, hepsine basardım sopayı vallahi… Bir de Kursklu bir derebeyinin pek hoş bir baloyu anlatışını okudum. Ne güzel yazar şu Kursklular! Bir aralık saatin yarımı çaldığını duydum; bizimki dairesinden henüz çıkmamıştı… Ama bir buçuğa doğru öyle bir şey oldu ki, bunu anlatmaya hiçbir kalemin gücü yetmez: kapı birdenbire açıldı, ben de müdür geliyor diye dosya elimde yerimden fırladım. Müdür değildi…

O’ydu… Tanrım! Azizlerim!.. Ya üstünde ki beyaz elbise… Tıpkı bir kuğuya benziyordu. Bakışı, güneş! Güneşin ta kendisi… Selam verdi bana. Sonra,

– Babam gelmedi mi? diye sordu. (Ne sesti o, ne ses!.. Kanaryalar onun yanında hiç…)

Diyecektim ki ona,

– Küçük hanımefendi! .. Kulunuz, köleniz olayım küçük hanımefendi!..

Diyemedim ama. Allah canımı alsın, dilim varmadı! Sadece,

– Hayır efendim, henüz gelmediler, deyiverdim; o kadar.

O da bir bana, bir raflardaki kitaplara baktı, sonra elindeki mendili düşürdü. Atılarak yerden kaptım, ama kör olası cilalı parkede az kalsın kapaklanıyordum! Mendilini sundum. Nasıl anlatayım o mendili! En ince
patisten, kar gibi beyaz, generallere yakışır amber kokusu sinmiş, minnacık bir mendil. .. Teşekkür etti, güzel dudaklarını belirsizce oynatarak gülümsedi ve odadan çıktı. Ben de bir saat daha oturdum. Sonunda Ekselansın uşağı geldi.

– Eve gidebilirsiniz Aksenti İvanoviç, dedi. General dışarı çıktılar. Nefret ederim uşak güruhundan! Antrede bacak bacak üstüne atarak kurulur, selam vermeye üşenirler. Küstahlıklarına da diyecek yoktur!
Geçen gün biri yerinden kıpırdanmaya bile lüzum görmeden tütün kutusunu, “Buyrun, siz de sarın bir tane…” diye uzattı. O herif, karşındaki bugüne bugün bir memur, soylu bir adam, senin gibi uşak parçası değil, mankafa!

Antreden şapkamı aldım, tabii paltomu kendim giydim, çünkü hiçbiri aldırış etmedi. Eve gittim. Bir süre yatağa uzanıp dinlendim. Sonra çok güzel bir şiiri deftere kopya ettim:

“Sevgilimi bir saat görsem
Bir yıl görmedim sanırım,
Yaşamaktan nefret eder,
Yaşayabilir miyim, derim.”
Puşkin’den olmalı…

Akşam paltomu sırtıma attım. Ekselansın kapısında hayli durdum. Bekledim, belki bir yere giderler de arabaya binerken onu bir daha gö­rürüm diye… Umudum boşa çıktı.

BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ – GOGOL

(Çeviri-Nihai Yalaza Taluy, Varlık Yayınları, 2004)

hikaye, hikayeler, aşk hikayeleri, klasikler, dünya klasikleri, Rus klasikleri, Gogol, Bir Delinin Hatıra Defteri, Nikolay Gogol, Dramaturji,

The post Hikaye “BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ”nden appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/klasikler/hikaye-bir-delinin-hatira-defterinden.html/feed 0
Hikaye Oku; “Gelip Geçenler” https://hikayelerimizden.com/efsaneler/hikaye-oku-gelip-gecenler.html https://hikayelerimizden.com/efsaneler/hikaye-oku-gelip-gecenler.html#respond Wed, 14 Apr 2021 15:07:41 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=7962 Hikaye Oku; “Gelip Geçenler” Hikaye Oku: Geceleyin bir sokakta dolaşmaya çıkarız da, adamın biri uzakta boy göstererek – çünkü önümüzde sokak bayır yukarı çıkmaktadır ve ayrıca dolunay vardır – karşıdan koşup bize doğru yaklaşırsa, ister zayıf ve pejmürde kılıklı biri olsun, isterse ardı sıra seğirten biri yakalayın diye bağırsın, onu tutmaya kalkmaz, koşarak yoluna devam […]

The post Hikaye Oku; “Gelip Geçenler” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Hikaye Oku; “Gelip Geçenler”

Hikaye Oku: Geceleyin bir sokakta dolaşmaya çıkarız da, adamın biri uzakta boy göstererek – çünkü önümüzde sokak bayır yukarı çıkmaktadır ve ayrıca dolunay vardır – karşıdan koşup bize doğru yaklaşırsa, ister zayıf ve pejmürde kılıklı biri olsun, isterse ardı sıra seğirten biri yakalayın diye bağırsın, onu tutmaya kalkmaz, koşarak yoluna devam etmesine karşı durmayız. Hikaye okuma.

Çünkü vakit gece olup sokak önümüz sıra dolunayda bayır yukarı çıkıyorsa, buna karşı elden ne gelir! Hem belki bu iki kişi söz konusu kovalamacayı kendileri için bir eğlence diye düzenlemiştir; belki her ikisi de bir üçüncü kişinin peşine düşmüştür; belki birincisi suçsuz yere kovalanmaktadır; belki arkadan gelen bir cinayet işler, biz de suç ortağı oluruz; belki ikisinin de hiç haberi yoktur birbirinden ve her biri davranışının sorumluluğunu kendisi yüklenerek yatmak üzere evine yollanmaktadır; belki uyurgezer kimselerdir ikisi de; belki birincisinin üzerinde silah vardır. Ve nihayet yorgun olamaz mıyız? Yorgun düşecek kadar şarap içmedik mi? Derken, arkadan gelen ikincisini de göremez olup seviniriz.

Franz Kafka

hikaye, hikaye oku, hikaye yaz, franz kafka, franz kafka hikayeleri, klasikler, dünya klasikleri, kısa hikayeler, dehşet hikayeleri, hikaye okuma, hikaey arşivleri, en güzel hikayeler, 

The post Hikaye Oku; “Gelip Geçenler” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/efsaneler/hikaye-oku-gelip-gecenler.html/feed 0
Hikaye “EVİN YOLU” https://hikayelerimizden.com/klasikler/hikaye-evin-yolu.html https://hikayelerimizden.com/klasikler/hikaye-evin-yolu.html#respond Fri, 09 Apr 2021 15:49:04 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=7938 Hikaye; “EVİN YOLU” Hikaye: Fırtınanın ardından havada bu ne inandırıcı güç! Yaptığım iyi işler karşıma çıkıp üzerime çullanıyor; doğrusu, benim de buna karşı koyduğum söylenemez. Yolu tutmuş gidiyorum; yürüyüş tempom sokağın bu başında, bu sokakta, bu semtte genellikle söz konusu tempodur. Kapılara ve masalar üzerine indirilen tüm yumruklardan, kadeh tokuşturulurken savrulan tüm nüktelerden, yataklardaki sevgili […]

The post Hikaye “EVİN YOLU” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Hikaye; “EVİN YOLU”

Hikaye: Fırtınanın ardından havada bu ne inandırıcı güç! Yaptığım iyi işler karşıma çıkıp üzerime çullanıyor; doğrusu, benim de buna karşı koyduğum söylenemez.

Yolu tutmuş gidiyorum; yürüyüş tempom sokağın bu başında, bu sokakta, bu semtte genellikle söz konusu tempodur. Kapılara ve masalar üzerine indirilen tüm yumruklardan, kadeh tokuşturulurken savrulan tüm nüktelerden, yataklardaki sevgili çiftlerinden, yeni yapılmakta olan binalardaki iskelelerden, evlerin duvarları arasında sıkışıp kalmış karanlık sokaklardan, genelevlerdeki sedirlerden haklı olarak ben sorumluyum.

Geçmişimi geleceğimle karşılaştırıyorum; ama ikisini de kusursuz buluyor, birini ötekisine üstün göremiyor, benim işte öylesine yüzüme gülen talihin adaletsizliğine atıp tutmaktan kendimi alamıyorum.
Ancak odama girince, biraz düşünceye kaptırıyorum kendimi; ama merdivenleri çıkarken üzerinde düşünmeye değer bir şey ele geçirdiğim için değil. Pencereyi ardına kadar açmamın ve bahçeli gazinoların birinde hâlâ çalan müziğin pek bir yararı olmuyor.

Franz Kafka

hikaye, hikaye oku, öykü, masal, franz kafka, franz kafka hikayeleri, franz kafka öyküleri, dünya klasikleri, klasikler, 

The post Hikaye “EVİN YOLU” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/klasikler/hikaye-evin-yolu.html/feed 0
Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/klasikler/hikaye-oku-3.html https://hikayelerimizden.com/klasikler/hikaye-oku-3.html#respond Tue, 06 Apr 2021 13:49:03 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=7926 Hikaye Oku “İş Adamı” Hikaye Oku: Üç beş kişi acıyor olabilir bana, ama bunu hiç sezdiğim yok. Küçük dükkanım beni tasalara boğuyor, bu tasalar alnımda ve şakaklarımda zonklamalara yol açıyor, ileride rahata kavuşacağım umudunu ise bende uyandırmıyorlar, çünkü dükkanım küçük. Hikaye Her gün yapılacak işleri saatler öncesinden belirlemem, yardımcımın belleğini uyarak tutmam, içine düşülmesinden korktuğum […]

The post Hikaye Oku appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Hikaye Oku

“İş Adamı”

Hikaye Oku: Üç beş kişi acıyor olabilir bana, ama bunu hiç sezdiğim yok. Küçük dükkanım beni tasalara boğuyor, bu tasalar alnımda ve şakaklarımda zonklamalara yol açıyor, ileride rahata kavuşacağım umudunu ise bende uyandırmıyorlar, çünkü dükkanım küçük. Hikaye

Her gün yapılacak işleri saatler öncesinden belirlemem, yardımcımın belleğini uyarak tutmam, içine düşülmesinden korktuğum yanılgılara karşı onu uyarmam, bir önceki sezonda bir sonraki sezonun modasını, çevremdekiler değil de, o kendi içine kapalı taşra sakinleri arasında söz konusu olacak modayı
kestirmem gerekiyor.   Hikaye

Param yabancı ellerde; ne durumda olduklarını bilemem bu kişilerin, başlarına gelebilecek bir felaketi önceden sezemem, sezemeyince de onu nasıl savarım? Belki bu kişiler har vurup harman savuran insanlara dönüşmüşlerdir de, bahçeli bir gazinoda bir şölen düzenlemekte, daha başkaları da Amerika’ya
kaçarken kısa bir süre bu şölene katılmaktadır. Hikaye

Bir iş gününün akşamı kepenkleri indirip, ansızın önümde dükkanımın bitip tükenmeyen gereksinimlerine ayıramayacağım saatler buldum mu, sabahleyin benden önce uzağa yollanmış girişim hevesim dönüp gelerek varlığımdan içeri saldırıyor, ama burada fazla dayanamayarak beni de kendisiyle amaçsız çekip götürüyor. Hikaye

Ancak ben bu ruh durumundan asla yararlanamıyor, evin yolunu tutmaktan başka şey yapamıyorum; çünkü elim yüzüm pis ve tere bulanmış, giysim leke ve toz içinde; başımda çalışırken giydiğim kasket, ayağımda sandık çivileriyle dört bir yanı çizilmiş botlar. Dalgalar üzerinde yürüyorum sanki; yolda iki elimin parmaklarını çabuk çabuk sağa sola oynatıyor, karşıma çıkan çocukların saçlarını sıvazlıyorum. Ama yol kısa; hemen eve varıyor, asansör kapısını açıp giriyorum içine. Hikaye

Birden yalnız olduğumu görüyorum. Yürüyerek merdivenleri çıkanlar bu çıkışta azıcık yorulur, biri gelip açana kadar kapının önünde hızlı hızlı soluyan ciğerleriyle bekler; öfkelenip sabırsızlanmak için ellerinde neden vardır; hole girip şapkalarını askıya asarlar ve ancak koridorda yürüyüp birkaç cam kapı önünden geçerek odalarına varınca başlar yalnızlıkları. Hikaye

Oysa benim yalnızlığım daha asansörde başlar: Ellerimi dizlerime dayayıp dar ve uzun aynaya bakarım. Asansör çalışmaya koyulunca, şöyle derim kendi kendime: Hikaye

“Susun! Çekilin geri! Ağaçların gölgesine, vitrinlerin kumaş dekorlarının arkasına, çardakların içine mi ulaşmak niyetiniz? “

Dişlerimin arasından konuşurum; merdivenin korkulukları, asansörün buzlu camları önünden çağlayanlar gibi kayar aşağı.

“Uçup gidin! Benim asla görmediğim kanatlarınız köylük bir ovaya taşısın sizi ya da Paris’i diliyorsanız oraya götürsün. Din adamlarından oluşan alaylar üç aynı sokaktan gelir, birbirlerine yol vermeksizin birbirlerinin içinden geçip giderler; alayların son saflarının ardında boş alan yine açık seçik belirirken, pencerenin sağlayacağı görünümün keyfini çıkarmazlık etmeyin!

Mendiller sallayın, dehşete kaptırın kendinizi, duygulanın, arabayla önünüzden geçen güzel bir bayan gördünüz mü, övücü sözler söyleyin kendisine. Hikaye

Ahşap köprü üzerinden yürüyerek çaydan geçin! Suda yıkanan çocukları başlarınızla selamlayın ve binlerce tayfanın uzaktaki bir zırhlıdan yükselecek hurra sesinden hayretinizi esirgemeyin!

O gösterişsiz adamın peşine takılın! Bir kemerli geçide kıstırdınız mı, nesi var, nesi yok, soyup alın üzerinden! Adam soldaki sokağa sapıp boynu bükük yoluna devam ederken, elleriniz ceplerinizde, arkasından bakın! Hikaye

Atlarını dörtnala kaldırmış, sağdan soldan dağınık gelecek polisler sizi gerilere doğru sürecektir. Bırakın onları, boş sokaklar kendilerini mutsuz kılacaktır, biliyorum. Ve buyrun işte, daha şimdiden atlarını sürüp çifter çifter uzaklaşmaya başladılar; köşebaşlarını usulcacık dönüyor, alanlardan uçar gibi geçiyorlar.”

Derken çıkmam gerekiyor asansörden; asansörü aşağı salıp zili çalıyor ve kapıyı açan hizmetçiyi selamlıyorum.

FRANZ KAFKA

hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, franz kafka hikayeleri, psikolojik hikayeler, dünya klasikleri, klasikler, iş adamı, kısa hikayeler, hikayeler, hikaye arşivleri,

The post Hikaye Oku appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/klasikler/hikaye-oku-3.html/feed 0
Kısa Hikaye; “Bekarın Mutsuzluğu” https://hikayelerimizden.com/kisa-hikayeler/kisa-hikaye-bekarin-mutsuzlugu.html https://hikayelerimizden.com/kisa-hikayeler/kisa-hikaye-bekarin-mutsuzlugu.html#respond Wed, 24 Mar 2021 17:07:29 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=7897 Kısa Hikaye; “Bekarın Mutsuzluğu” Kısa Hikaye Oku: Öyle görülüyor ki, pek kötü şey bekar kalmak. Bir akşam insanlar arasında geçirilmek istendi mi yaşlı bir adam olarak onurunu güçlükle koruyup başkalarından kendisine kapılarını açmasını beklemek. Hastalanmak ve yatağın bulunduğu köşeden haftalar boyu boş odayı seyretmek. Tanışlarla hep sokak kapısı önünde vedalaşmak. Asla yanında eşiyle dar merdivenlerden […]

The post Kısa Hikaye; “Bekarın Mutsuzluğu” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Kısa Hikaye; “Bekarın Mutsuzluğu”

Kısa Hikaye Oku: Öyle görülüyor ki, pek kötü şey bekar kalmak. Bir akşam insanlar arasında geçirilmek istendi mi yaşlı bir adam olarak onurunu güçlükle koruyup başkalarından kendisine kapılarını açmasını beklemek. Hastalanmak ve yatağın bulunduğu köşeden haftalar boyu boş odayı seyretmek. Tanışlarla hep sokak kapısı önünde vedalaşmak. Asla yanında eşiyle dar merdivenlerden çıkamamak, odasında sadece başkalarının odalarına açılan ara kapıların bulunduğunu bilmek. Akşam yiyeceğini bir elinde eve taşımak. Başkalarının çocuklarına hayran hayran bakıp boyuna ” Benim yok! ” diye yineleyememek, kılık kıyafet ve davranışında çocukluk anılarındaki bir ya da birkaç bekarı kendine örnek almak.

Ve böyle de olacak; şu farkla ki, gerçekte de bugün ve yarın bir vücut ve sahici bir kafayla, yani elleriyle dövmek için bir alınla ortada kalacak insan 

Franz Kafka

Hikaye, Hikaye oku, kısa hikaye, kısa hikayeler, öykü, kısa öykü, franz kafka hikayeleri, dünya klasikleri, klasikler, bekar,

 

The post Kısa Hikaye; “Bekarın Mutsuzluğu” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/kisa-hikayeler/kisa-hikaye-bekarin-mutsuzlugu.html/feed 0
Kısa Hikaye https://hikayelerimizden.com/kisa-hikayeler/kisa-hikaye.html https://hikayelerimizden.com/kisa-hikayeler/kisa-hikaye.html#respond Tue, 16 Mar 2021 13:15:43 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=7870 Kısa Hikaye “Dağlara Doğru Gezinti” “Bilmiyorum!” diye bağırdım kof bir sesle. “Zorla mı, bilmiyorum. Kimse gelmiyorsa, kimse gelmiyor işte. Kimseye bir kötülükte bulunmadım, kimse de bana kötülükte bulunmadı, ama kimse bana yardım etmek istemiyor. Bitip tükenmeyen kimseler. Ama öyle de değil pek: Bana kimsenin yardım elini  uzatmayışı fena ancak, yoksa bu hiçkimseler güzel; böyle bir […]

The post Kısa Hikaye appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Kısa Hikaye

“Dağlara Doğru Gezinti”

“Bilmiyorum!” diye bağırdım kof bir sesle. “Zorla mı, bilmiyorum. Kimse gelmiyorsa, kimse gelmiyor işte. Kimseye bir kötülükte bulunmadım, kimse de bana kötülükte bulunmadı, ama kimse bana yardım etmek istemiyor. Bitip tükenmeyen kimseler. Ama öyle de değil pek: Bana kimsenin yardım elini  uzatmayışı fena ancak, yoksa bu hiçkimseler güzel; böyle bir hiçkimseler topluluğuyla bir gezinti yapmayı – niçin olmasındı  hani – ne çok isterdim. Elbet dağlara doğru, başka nereye? Bu hiçkimseler nasıl da birbirine sokulurdu; bir sürü çapraz uzanmış ya da iç içe geçmiş kollar, birbirinden minicik adımlarla ayrılan bir sürü ayak! Kuşkusuz, hepsi de fraklı. Şöyle böyle yürüyüp gidiyoruz; vücutlarımızın ve kollarımızla bacaklarımızın arasındaki boşluklardan bir rüzgar esiyor. Dağda boyunlarımız özgürlüğe kavuşur. Bir ezgi mırıldanmayışımız şaşılacak şey! ”

Franz Kafka

Hikaye, Hikaye oku, hikayeler, franz kafka hikayeleri, öykü, franz kafka öyküleri, kısa yazılar, kısa hikayeler, klasikler, dünya klasikleri, 

hikaye, hikayeler, hikayelerimiz, öykü, öyküler, öykülerimiz, Türk hikayeleri, masallar, masallarımız, 

The post Kısa Hikaye appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/kisa-hikayeler/kisa-hikaye.html/feed 0
Hikayelerimizden  Hikaye Etiketleri ve Hikaye Kategorileri https://hikayelerimizden.com/hikaye-2/hikayelerimizden-hikaye-etiketleri-ve-hikaye-kategorileri.html https://hikayelerimizden.com/hikaye-2/hikayelerimizden-hikaye-etiketleri-ve-hikaye-kategorileri.html#respond Wed, 22 Jul 2020 10:59:59 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=6699 Hikayelerimizden  Hikaye Etiketleri ve Hikaye Kategorileri https://hikayelerimizden.com/ sitemizin hikayelerine ulaşmak için hikaye arama etiketlerinden bazı hikaye etiketleri aşağıdaki gibidir. Bu hikaye arama etiketleri ile sitemize kolayca ulaşabilirsiniz. hikaye, hikaye oku, hikaye yaz, hikaye okumak, hikayeler, hikayelerimiz, hikayelerimizden, hikaye arşivleri, öykü, öykü oku, öykü arşivleri, masal, masal oku, masal okumak, masal yaz, masal arşivleri, ahlaki hikayeler, […]

The post Hikayelerimizden  Hikaye Etiketleri ve Hikaye Kategorileri appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Hikayelerimizden  Hikaye Etiketleri ve Hikaye Kategorileri

https://hikayelerimizden.com/ sitemizin hikayelerine ulaşmak için hikaye arama etiketlerinden bazı hikaye etiketleri aşağıdaki gibidir. Bu hikaye arama etiketleri ile sitemize kolayca ulaşabilirsiniz.

hikaye, hikaye oku, hikaye yaz, hikaye okumak, hikayeler, hikayelerimiz, hikayelerimizden, hikaye arşivleri, öykü, öykü oku, öykü arşivleri, masal, masal oku, masal okumak, masal yaz, masal arşivleri, ahlaki hikayeler, düşündürücü hikayeler, en güzel hikayeler, kaliteli hikayeler, eğitici hikayeler, hikaye sitesi, hikaye okuma sitesi, hikaye okuma siteleri, seçme hikayeler, hikaye özetleri, şiir,  şeklindedir.

Sitemizin zengin içerikli hikaye kategorileri ile de hikaye arayarak hikaye okumak için hikaye sitemize uluşabilirsiniz.  Bu hikaye kategorilerimiz aşağıda verilmiştir.

Aşk Hikayeleri, Atasözü ve Deyim Hikayeleri, Başarı Hikayeleri, Bilgelik Hikayeleri, Çanakkale Gerçekleri, Çocuk Hikayeleri, Çocuk Klasikleri, Dede Korkut Hikayeleri, Dehşet Hikayeleri, Dini Hikayeler, Düşündüren Eğiten Hikayeler, Duygusal Hikayeler, Efsane, Eğlenceli Hikayeler, Guy de Maupassant Hikayeleri, Halk Hikayeleri, Hikaye, İbretlik Hikayeler, İngilizce Hikayeler, Kadın Kahramanlar, Kısa Hikayeler, Klasikler, Korku Hikayeleri, Kurtuluş Savaşı Hikayeleri, Macera Hikayeleri, Masal, Mesneviden Hikayeler, Mitolojik Hikayeler, Keloğlan Masalları, Nazım Hikmet, Nasrettin Hoca’dan Seçmeler, Ömer Seyfettin Hikayeleri, Roman Özetleri, Seçme Hikayeler, Tarihi Hikayeler, 

The post Hikayelerimizden  Hikaye Etiketleri ve Hikaye Kategorileri appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/hikaye-2/hikayelerimizden-hikaye-etiketleri-ve-hikaye-kategorileri.html/feed 0
Hikaye Oku: “Tapınan’la Söyleşi” https://hikayelerimizden.com/klasikler/hikaye-oku-tapinanla-soylesi.html https://hikayelerimizden.com/klasikler/hikaye-oku-tapinanla-soylesi.html#respond Sat, 27 Jun 2020 13:58:27 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=4860 Hikaye Oku: “Tapınan’la Söyleşi” Franz Kafka Hikayeleri: Bir vakitler bir kilise vardı, her gün oraya giderdim; gönlümü kaptırdığım kız akşamları bir yarım saat burada diz çöküp tapınır, ben de rahatlıkla kendisini seyrederdim. Bir gün kız gelmedi; canım sıkılmış, tapınanlara bakıyordum ki, çelimsiz vücuduyla kendini boylu boyunca döşemenin üzerine atmış genç bir adam ilişti gözüme. Zaman […]

The post Hikaye Oku: “Tapınan’la Söyleşi” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Hikaye Oku: “Tapınan’la Söyleşi”

Franz Kafka Hikayeleri: Bir vakitler bir kilise vardı, her gün oraya giderdim; gönlümü kaptırdığım kız akşamları bir yarım saat burada diz çöküp tapınır, ben de rahatlıkla kendisini seyrederdim.

Bir gün kız gelmedi; canım sıkılmış, tapınanlara bakıyordum ki, çelimsiz vücuduyla kendini boylu boyunca döşemenin üzerine atmış genç bir adam ilişti gözüme. Zaman zaman başını var gücüyle tutuyor, ahlayıp oflayarak taşlar üzerinde duran ellerinin ayalarına indiriyordu.

Yalnızca birkaç yaşlı kadın vardı kilisede; başörtüleriyle sarıp sarmaladıkları başcağızlarını sık sık yana eğerek Tapınan’a bakıyorlardı. Şahsına karşı gösterilen ilgi, mutlu kılar gibiydi genç adamı; çünkü her sofuluk nöbetinden önce gözlerini çevresinde gezdiriyor, kendisine bakanların çok olup olmadığını anlamak istiyordu. Bense bunu yakışıksız bir davranış olarak gördüm, kiliseden çıkar çıkmaz gidip kendisiyle konuşmaya ve neden bu türlü tapındığını sorup öğrenmeye karar verdim. Evet, benim kızın gelmeyişine içerlemiştim.

Ama ancak bir saat sonra doğrulup kalktı adam, titizlikle istavroz çıkardı, arada bir duraklayarak kutsal su kurnasına yürüdü. Hemen seğirtip kurna ile kapının arasına dikildim, bana bir açıklamada bulunmadan ona yol vermeyeceğimi biliyordum. Kesin bir tavırla konuşacağım zaman, konuşmaya hazırlık olarak hep yaptığım gibi ağzımı büzdüm; vücudumun ağırlığını ileri uzatılmış sağ ayağıma verip sol ayağımı parmak uçları üzerinde gevşecik tuttum, çünkü bu da bir sağlamlık veriyordu bana.

Hani adam, kutsal suyla yüzünü ıslatırken göz ucuyla bana bakıyor olabilirdi. Belki de beni daha önceden fark ederek endişeye kapılmıştı, çünkü hiç beklenmedik bir anda fırlayıp çıktı kapıdan. Cam kapı çat diye arkasından kapandı. Hemen peşi sıra seğirttim; kapının önüne çıkınca, baktım kayıplara karışmıştı; çünkü yakında birkaç dar sokak bulunuyordu ve yoğun bir trafik vardı.

Sonraki birkaç gün adam ortalarda gözükmedi, ama benim kız yine eskisi gibi kiliseye gelmeye başlamıştı. Omuz kısımlarında saydam danteller görülen gömleğinin yanmayı dantellerin altında kalıyordu siyah bir giysi giyiyor, dantellerin alt kenarından aşağı inen ipek kumaş güzelim bir yaka oluşturuyordu. Kız artık geldiğinden adamı unutmuştum ve sonradan kiliseye yine düzenli uğrayıp alışık olduğu gibi tapınmasını sürdürdüğünde de kendisiyle ilgilenmedim. Ama o hep büyük bir aceleyle, yüzü benden başka yana dönük, yanımdan geçip gidiyordu. Belki de onu hareket eder durumdan başka türlü düşünemediğim için bana öyle geliyor, durduğu zaman bile kendisini kilisenin içinde sessiz saklı süzülüp gidiyormuş görüyordum.

Bir gün odamda fazla oyalanmış, geç kalmıştım. Yine de kalkıp gittim kiliseye. Ama benim kızı bulamayarak eve dönecek oldum. Baktım yine döşemenin üzerine serilmiş yatıyordu bu genç adam. Derken eski olay geldi aklıma, içimde bir merak uyandı.

Parmak uçlarıma basarak kapıya vardım, burada oturan kör bir dilencinin eline birkaç kuruş tutuşturup kapının açık kanadının arkasına, dilencinin hemen yanı başına sıkıştım. Bir saat oturup bekledim ve belki kurnazca bir yüz takındım bu arada. Olduğum yerde kendimi rahat hissettim ve ileride sık sık buraya gelmeye karar verdim. Bekleyişimin ikinci saatinde, Tapınan için burada böyle pineklemeyi saçma buldum. Ama yine de bir üçüncü saati beklemekle geçirmeye başladım; artık kızmıştım; örümceklerin giysimin orasına burasına tırmanmasını ister istemez sineye çektim. Derken içeride kalan son kimseler de, sesli sesli soluyarak kilisenin karanlığından dışarı çıktı.

Sonunda o da göründü; sakınarak yürüyor, ayaklarını basmadan önce parmak uçlarıyla yeri usulcacık yokluyordu.

Doğrulup kalktım, kestirmeden uzun bir adım atarak onu yakaladım. “İyi akşamlar!” dedim ve elim yakasında, onu ite kaka basamaklardan aşağı indirip, kilisenin önündeki aydınlık alana çıkardım.

Aşağıda tamamen kararsız bir sesle, “İyi akşamlar, canım efendim!” diye yanıtladı. “Bana kızmayınız ne olur! Sizin bu son derece sadık bendenize kızmayınız!”

“Pekala!” dedim. “Ancak size sormak istediğim birkaç şey var. Geçen hafta elimden kurtuldunuz, ama şimdi pek başaramayacaksınız bunu.”

“Siz merhametli birisiniz beyciğim, eve gitmeme izin verirsiniz sanırım. Ben acınacak bir kimseyim, gerçek bu.”

Sesim o sırada yanımızdan geçen tramvayın gürültüsüne karışarak, “Hayır, hayır!” diye haykırdım. “Sizi koyveremem. Tam da benim hoşlanacağım şeyler bunlar. Siz, benim için bir devlet kuşusunuz. Bravo bana ki, sizi yakalayabildim!”

Bunun üzerine dedi ki: “Hay Allah! Hayat fışkıran bir kalbiniz, sanki mermerden oyulmuş bir kafanız var. Benim için devlet kuşu diyorsunuz; bana göre ne kadar mutlu olmalısınız. Ancak, benim mutsuzluğum sallanıp duran bir mutsuzluktur; sivri bir uçta sallanıp duran bir mutsuzluk; dokunulmayagörsün, dokunanın üzerine yıkılır hemen. İyi geceler beyciğim!”

“Güzel,” dedim ve sımsıkı tuttum sağ elini. “Soracaklarımı yanıtlamazsanız, burada, sokak ortasında bağırırım; şu anda dükkan ve mağazalardan çıkan bütün tezgahtar kızlar ve dışarıda onları gözleyen sevgilileri dört bir yandan koşup gelerek buraya toplanır; çünkü sanırlar ki, bir kupa arabasının atlarından biri yığılıp kalmıştır yere ya da buna benzer bir şey olmuştur. O zaman sizi gösterir, nasıl biri olduğunuzu anlatırım kendilerine.”

Ben böyle deyince, ellerimin birini bırakıp birini öpmeye başladı. “Bilmek istediklerinizi söyleyeceğim. Yalnız ne olur, şu karşıki yan sokağa girelim.” Ben, başımı sallayarak peki dedim; karşı sokağa yürüdük.

Ne var ki o, birbirinden hayli aralıklı sarı fenerlerle aydınlatılan sokağın karanlığıyla yetinmedi, beni eski bir eve doğru çekip, ahşap bir merdiven önünde asılı duran ve içinden yere gaz damlayan lambanın altına götürdü.

Cebinden özenle bir mendil çıkarıp, basamaklardan birinin üzerine yaydı. “Buyurun oturun, beyciğim!” dedi. “Sorularınızı oturduğunuz yerden daha kolay sorabilirsiniz. Ben, ayakta kalacağım; sorularınızı ayakta daha iyi yanıtlayabilirim. Ancak ne olur, eziyet etmeyiniz bana!”

Bunun üzerine oturdum. Başımı kaldırıp gözlerimi kısarak ona baktım ve, “Siz tam bir tımarhane kaçkınısınız,” dedim. “Evet, tam bir tımarhane kaçkını. Kilisedeki o davranışınız da nedir öyle? Ne sinirlendirici, sizi görenler için ne tatsız şey! Size bakmaktan nasıl kendini vererek tapınabilir insan!”

Vücudunu duvara yapıştırmıştı, yalnızca başı havada serbest oynuyordu. “Sinirlenmeyin canım! Hani sizi ilgilendirmeyen şeylere ne diye sinirlenesiniz. Kendim salakça davransam, buna içerlerim; ama salakça davranan bir başkası ise, sevinirim doğrusu. Onun için, başkalarının beni seyretmesi yaşamımın amacıdır dersem, bana kızmayınız!”

“Neden bahsediyorsunuz siz kuzum!” diye bağırdım. Alçak tavanlı hol için fazla yüksek çıkmıştı sesim; ama ses tonumu alçaltmaktan da çekindim. “Sahi, neden Bahsediyorsunuz siz? Evet, durumunuzu seziyorum, hatta sizi ilk gördüğüm anda sezmiştim. Deneyim sahibiyimdir; bunun karada bir deniz tutmasından başka şey olmadığını söylersem şaka ediyorum sanmayın. Öyle bir deniz tutması ki, gerçek isimlerini unutmuşsunuzdur da, şimdi çabuk çabuk ve rasgele isimler saçarsınız nesneler üzerine. Aman çabuk! Aman çabuk! Ne var ki, kendilerinden pek uzaklaşmaya kalmadan, yine isimlerini unutursunuz. ‘Babil Kulesi dediğiniz kavak çünkü bir kavak olduğunu bilmez ya da bilmek istemezdiniz kırda yine isimsiz iki yana sallanıp durur; aslında sizin ‘Sarhoş Nuh’ demeniz gerekirdi ona.”

“Söylediklerinizi anlamadığıma doğrusu seviniyorum,” deyince biraz afalladım.

Sinirlenmiş, “Ama sevinmekle anladığınızı gösteriyorsunuz,” diye yanıtladım hemen.

“Ona ne şüphe, Sayın Beyciğim. Ama konuştuklarınız da tuhaf şeyler hani.”

Ellerimi bir yukarıdaki basamağın üzerine koyarak arkama yaslandım, boksörlerin son kurtuluş çaresi sayılıp karşı tarafın saldırısını olanaksız kılan bir konumda sordum: “Başkalarının da sizinle aynı durumda olduğu varsayımından yola koyularak kendinizi kurtarmak istemeniz hoş doğrusu!”

Bunun üzerine cesaretlenir gibi oldu; vücuduna bir birlik ve bütünlük sağlamak üzere ellerini kavuşturdu, biraz isteksiz, “Ancak bunu herkese karşı yaptığım yok,” dedi. “Örneğin size karşı; çünkü elimden gelen bir şey değil. Ama elimden gelse sevinir, o zaman kilisedeki insanların ilgisini gereksinmezdim. Bu ilgiyi de neden gereksindiğimi biliyor musunuz?”

Soru karşısında çaresiz kaldım. Elbette bildiğim yoktu bunu, sanırım bilmek de istemiyordum. Zaten buraya gelmeyi de ben istemedim, diye geçirdim içimden; gel gör ki, bu adam beni anlattıklarını dinlemeye zorlamıştı. Dolayısıyla, o anda başımı sallamam yeter, sorduğu şeyi bilmediğimi açıklayabilirdim; ama başımı bir türlü oynatamadım.

Karşımda dikilen o ise gülümsedi. Sonra başını dizlerine doğru eğdi ve uykulu bir yüzle anlatmaya koyuldu: “Kendi yaşantılarıma dayanarak yaşadığıma inandığım bir an olmadı hiç. Diyeceğim, çevremdeki nesneleri ancak kırık dökük tasarımlar halinde algılayabiliyorum; öyle ki, nesneler bir vakit var olmuşlar da, şimdi ortadan silinip gidiyorlarmış gibi geliyor bana. Her zaman, beyciğim, nesneleri, kendilerini bana göstermeden önceki durumlarıyla görmeyi dilemişimdir. Bu durumlarıyla güzel ve dingin olmalılar. Herhalde böyledir; çünkü insanların nesnelerden sık sık bu yolda söz ettiklerini işitiyorum.”

Derken benim susup da hoşnutsuzluğumu yalnızca yüzümdeki seğirmelerle açığa vurduğumu görerek sordu: “Yoksa insanların böyle konuştuklarına inanmıyor musunuz?”

Başımı sallayarak dediklerini doğrulamam gerekiyormuş gibi geldi bana, ama yapamadım.

“Sahi, inanmıyor musunuz sözlerime? Oh, dinleyin bakın! Çocukken bir gün kısa bir öğle uykusundan gözlerimi açmıştım; henüz üzerimde tam bir mahmurluk vardı; annemin doğal bir tonla balkondan aşağı şöyle seslendiğini işittim: ‘Ne yapıyorsun hayatım? Bu ne sıcak böyle?’ Bir kadın bahçeden karşılık verdi: ‘Yeşillikler ortasında ikindi kahvesi içiyorum.’ Bu sözleri ikisi de üzerinde pek düşünmeden, sanki biri ötekisinin ne diyeceğini önceden biliyormuş gibi, açık seçiklikten biraz uzak bir edayla söylemişti.”

Ansızın bana bir soru yöneltilmiş gibi bir sanı uyandı içimde; bir şey arar gibi, elimi pantolonumun arka cebine attım. Ama aradığım bir şey yoktu, sadece konuşmanın beni ilgilendirdiğini belirtmek için dış görünümümü değiştirmek istemiştim. Beri yandan, anlatılan olayın, benim bir türlü akıl erdiremeyeceğim kadar tuhaflığım ileri sürdüm. Hem gerçekliğine inanmadığımı ve benim sezinleyemediğim bir amaçla uydurulmuş olabileceğini ekledim. Sonra gözlerimi yumdum, çünkü sancıyorlardı. “Oh, sizin de benim gibi düşünmeniz ne iyi! Bunu söylemek için beni yolumdan alıkoymanız, bencillikten uzak bir davranış doğrusu! Değil mi ama; dimdik ve sert adımlarla yürüyemediğim, bastonumla kaldırım taşlarına vurmadığım ve yanımdan gürültüyle geçen kimselerin giysilerine sürünerek ilerlemediğim için ne diye utanayım ya da ne diye utanalım! Daha çok, kemikli omuzlarıyla bir siluet gibi, arada bir vitrin camlarında kaybolup binalar boyunca sekip gittiğim için haklı olarak inatla yakınmam gerekmez mi? Şu geçirdiğim günlere bakın bir! Niçin her şey bu kadar berbat yapılmış; yüksek evler, ortada görünür bir neden bulunmaksızın çöküveriyor bazen.

Enkaz yığını üzerine tırmanıyor, karşıma kim çıkarsa soruyorum: ‘Nasıl olur a canım? Bizim kentte daha yeni bir bina sonra beşincisi bugün düşünsenize bir! Bakıyorum, kimse bana cevap vermiyor.

Çok vakit insanlar sokakta devrilerek, cansız serilip kalıyor yerde. Derken dükkan ve mağaza sahipleri, dükkan ve mağazaların mallardan geçilmeyen kapılarını açarak çevik adımlarla seğirtiyor, ölüyü alıp oradaki bir eve taşıyorlar; dışarı çıkıp birbirleriyle konuşmaya başlıyorlar ardından: ‘Günaydın Gökyüzü de soluk bugün eşarpların sürümüne diyecek yok öyle savaş!’ Söz konusu evden içeri süzülüyor, parmağımı bükerek elimi birçok kez kaldırıp indirdikten sonra apartman yöneticisinin penceresini tıklatıyorum. ‘Beyefendi,’ diyorum nazik, ‘demin sizin buraya bir ölü getirdiler. Onu bana gösterir misiniz lütfen.’ Adamın bir karara varamamış gibi başını salladığını görerek kesin bir tonla ekliyorum: ‘Beyefendi! Ben gizli polisim. Hemen bana ölüyü göstermenizi istiyorum!’ Adam, ‘Bir ölü mü?’ diye soruyor ve sanki kendisine hakaret edilmiş gibi bir sesle, ‘Hayır! Ölü falan yok bizim burada!’ diye ekliyor. ‘Bizim burası namuslu bir evdir.’ Bunun üzerine selam verip uzaklaşıyorum.

Ama derken büyük bir alandan geçmek zorunda kalınca, her şeyi unutuyorum. İşin güçlüğü bozguna uğratıyor beni, ikide bir kendi kendime düşünüyorum: ‘Kibir ve azametlerinden bu kadar büyük alanlar yaparlar da, ne diye alanın bir başından öbür başına taştan bir korkuluk yapmazlar?’ Bugün güneybatıdan bir rüzgar esiyor. Alan üzerindeki havada hırçın bir hal var. Belediye Sarayı’ndaki kulenin sivri ucu küçük çemberler çiziyor. Bu curcunayı neden susturmaya çalışmazlar? Bütün pencerelerin camları takırdıyor, sokak fenerleri bambu kamışları gibi eğilip bükülüyor. Sütun üzerindeki Meryem Ana’nın pelerini kıvrım kıvrım; fırtına, pelerini çekip çekiştiriyor. Peki ama, bunu kimsenin gördüğü yok mu? Kaldırım taşları üzerinde yürümeleri gereken erkek ve kadınlar havada süzülüyor adeta. Rüzgar biraz soluklanacak oldu mu, durup birbirleriyle birkaç laf ediyor, eğilerek birbirlerini selamlıyor, ama rüzgar yeniden esmeyegörsün, karşı duramayıp hep birden tabanları kaldırıyorlar. Şapkalarına sımsıkı sarılmaları gerekiyor, ama yumuşak bir hava karşısında bulunuyorlarmış gibi yine de gülüyor gözlerinin içi. Bir tek ben korkuyorum.”

Onun bu sözlerinden alınmış, dedim ki: “Daha önce anlattığınız olay var ya, hani anneniz ve bahçedeki kadınla ilgili, doğrusu ben hiç de tuhaf bulmuyorum. Böylesi çok olay görüp işittim, hatta kendim yaşadım bazısını. Bu sizin anlattığınız, nihayet pek doğal bir şey. Sanır mısınız, balkonda olsaydım, ben de aynı soruyu sormaz, bahçeden de aynı yanıtı vermezdim? İşte öylesine sıradan bir olay.”

Ben bunu söyleyince, halinde pek mutlu bir ifade belirdi. Şık giyinmiş olduğumu, boyunbağımın hoşuna gittiğini açıkladı. Hem ne narin bir tenim varmış. Ve itiraflar, sonradan geri alındıklarında her zamankinden kesin nitelik kazanırmış.

Franz Kafka

 

The post Hikaye Oku: “Tapınan’la Söyleşi” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/klasikler/hikaye-oku-tapinanla-soylesi.html/feed 0