İşte Böyle Başladı


İşte Böyle Başladı

Hikaye Oku;

Kadın, bilgisayarın başına oturdu. Bir süre elleri çenesinde öylece durdu. Bekledi, bekledi ve yazmaya başladı. Bu minicik bir nottu. Not küçüktü belki ama anlamı büyüktü onun için. ” Sayın Abdi Bey, faks çekmek istiyorum. Lütfen ilgilenir misiniz? ” Yazıyı okudu. Altına sadece “ben” yazdı. Yazıyı, yazıcıdan çıkardı. Faksın başına geçti. Yine bir süre bekledi, düşündü, düşündü ve kararını uygulamayı gerekli gördü.. Çekilen faks yerine ulaşmış, onay kağıdı alınmıştı.

Abdi Bey, kağıdı fakstan yırtarcasına çekti aldı. Bu kısa yazının ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. Başından aşağı kaynar sular dökülmüşcesine bütün bedenini ateşler basmıştı. Ne düşündüğünü bilmez halde kağıdı küçük parçalara bölerek çöp kutusuna attı. Kadın, küçük bir cevap beklemeye koyuldu. Yazdığı mektubu, Abdi Bey’in haberi olmadan fakslamak istemiyordu. Sekreterin ya da orada çalışan herhangi birinin okumasını doğru bulmuyordu. Aslında onların mektubu okumaları bir şey ifade etmez. Ama, hoş da olmazdı. Bu yüzden , “Evet, faksın başındayım.” Demek için telefon açmasını bekliyordu Abdi Bey’in. Bir türlü telefonu çalmadı. Acaba yerinde yok mu? diye telefon numaralarını bir çırpıda yeniden çevirdi Mehtap. Açılan telefondan sesini duydu. Oradaydı ve yanıt vermiyor, kendini “yok” dedirtiyordu. Buna rağmen Mehtap, birkaç kez de faks numarasını çevirdi. İstiyordu ki; “Her halde bir aksilik var.” Sanılsın ve telefon edilsin. Saatler geçti, yanıt gelmedi. Kadın, tekrar tekrar ofis telefonunu, el telefonunu, faks numarasını çaldırdı. Açılan telefona cevap ve faksa sinyal sesi verilmiyordu.

Bu sırada ofiste, bir heyecan ya da kargaşa dalgası esiyordu. Abdi Bey, sanki telefonun kimden geldiğini bilmiyormuş gibi davranıyor sinir harbi yaratıyor, bir yandan da dalga geçtiğini ima etmeye çalışıyordu. Bu hareketlerinin asıl nedeni ise korkuydu. Gelecek faks yazısında neler yazılı olacağını aşağı yukarı tahmin edebiliyor, birinin okumasından korkuyordu. Düşünemediğinden mi, aksiliğinden mi bilinmez Mehtap Hanıma bir telefon açmayı beceremedi. Paradan başka bir şey düşünmeyen sadece maddeden oluşan ama etrafındakilere karşı bin bir maskesi olan saygın biri. Bu görünen yüzü tabii.  Mehtap’tan gelen sessiz telefonları önce sekreterine sonra yanına gelen herkese dinletti. Bunun nedeni kendini ak göstermekti. O gece kötülük yuvası iş yerinde herkese kabus yaşattı. Faksın başında gece yarılarına kadar on beş yaşlarında bir çocuğu bekletti. Çünkü; o zavallı, kimsesiz ve muhtaçtı. Onu susturmak kolay olurdu. Korkuyordu, ya faks gelirse ya olmadık biri okursa ..

Mehtap böyle bir şey yapamazdı. Ancak onuru kırılmıştı. Ayağa kalkmak istiyordu. Ve bu durum Abdi Bey’in maskelerinin bir bir düşmesini sağlayacaktı. Her tavrında, her sözünde akıl almaz yalanlar, alçak dağları ben yarattım havaları çalıyordu. Bu tavırlara birinin , onun anlayacağı bir dille “dur ” demesi gerekti.

Mehtap, o salı günü faksı çekemedi. Ama, kendini bilmez Abdi Beyi rahatsız etmek için defalarca telefonunu çaldırdı. Artık yok yere bir telefon savaşı başladı. Ok yaydan çıkmış belirsiz bir hedefe doğru gidiyordu. Savaşı kim başlattı dersiniz. Mehtap değil mi? Görünürde öyle ama işin iç yüzü içler acısı doğrusu. Abdi Bey, paranın verdiği rahatlıkla kendine bir imparatorluk kurmuş. Her pisliği açık açık yapıyor fakat yanındakiler kesinlikle şikayetçi olamadıkları gibi ağızlarını bile açamıyor. Sonunda işsiz kalmak hatta işkence çekmek var. Güzel, çok da güzel olmaları önemli değil, dul ya da evli, zengin , az paralı , hatta arkadaş eşlerini, yaşı kaç olursa olsun tuzağa düşürüyor. Kendi ifadesi ile ” Ben, istediğim kadını, istediğim zaman kendime aşık ederim. İşim bitince de bırakırım.” Mehtap bunun ne anlama geldiğini bilemedi. Çünkü, şimdiye kadar başına böyle aptal bir iş gelmemişti. ” Bu nasıl aşk, hemencecik nasıl ayrılıyorsunuz? Yaşanan birliktelik bir kalemde nasıl silinir?” diye de sormuştu. ” Abdi Bey de ” telefonlarına cevap vermem. Araya soğukluk sokarım. Kendiliğinden olup-biter” demişti. “Ama sen öğle bırakacağım bir insan değilsin.” Diye de ilave etmişti. Çevresinde bulunan canlı cansız her şeyin sahibi hissediyordu kendini. Çok zavallıydı aslında. Karşısına çıkan ve gözüne kestirdiği kadını önce, göklere çıkarır. Ayağını yerden keser. Sonra da son hızla yerin dibine batırabilirdi. Nasıl işine gelirse öyle davranır. İnsanları küçük düşüren durumlar yaratmakta ustadır ayrıca. “Ben, ne yaptım. Farkında değilim.” gibi umursamaz tavırlar takınır. İş sahasında önemli bir şahsiyetmiş gibi tanınan sanal devlerden. Aslı ise zavallı bir pigme. İşte Mehtabi bu duruma getiren son sözleri ” Mehtap, canım sen her şeyi yazarak daha iyi anlatıyorsun. Diyeceklerini yaz.” Demesiydi sesini işitmek istemiyorum anlamında bir ifade ile. İşte, Mehtap bu yüzden faks çekmeye uğraşıyordu. Olan olmuştu. O da tuzağına düşmüştü. Hiç olmazsa bir ders verebilirdi adi herife. Onun paralarla oynayıp insanları kandırması, saygın biriymiş gibi yaşaması gerçeği bilenleri çileden çıkarıyordu. Ama ne yapabilirsiniz ! Son yılların moda davranışı bu. İnsanın aklına” içerdekiler mi deli, dışarıdakiler mi ?” sözünü getiriyor. Damlarda bulunanların çoğu böylelerinin ortaya çıkardığı mecburi suçlular.. Psikolojik baskı ile perişan olmuş mağdurlar. Ve Onlar, mücadele edecek gücü bırakmazlar insanlarda. Bunlardan biri, hatta diyebiliriz ki en ileri geleni Abdi Bey’dir. Telefon savaşında ikinci hafta doldu. Hala başladığı yerde Mehtap. Abdi Bey’in arada bir “Alo, efendim.” Ya da ” Canim, emret sultanım” sözlerinden başka bir şey yoktur ortada. Telefonu açınca kim olursa olsun böyle seslenirdi.

Sonraları bu sessiz telefonlar onu ürkütmeye başladı. Bu yüzden konuşmak istiyordu. ” Kim olduğunu biliyorum. Numaranı tespit ettim.” Ve arada küfürlü sözler söylenmeye de başladı. Olayın en garip yani, ikinci eşi hastayken yıllarca metres hayatı yaşaması, hem karısını hem metresini sürekli başka kadınlarla aldatması.

Karisi öldükten bir yıl sonra metresiyle evlendi. Çok zaman geçmeden onu da bu oyuna alet etti. Ne çocuklarının annesi olan hasta karısı, ne eve kapattığı metresi, ne gelin, ne damat ne de torun sahibi olması onu durdurmaya yetmiyordu. Her türlü durumu aleyhine çevirmekte ustaydı. Bazen gelen telefonları karısına açtırıyor, Mehtap’in duyması için kadına açık saçık iltifatlar yapıyor. Evlendiğine, mutlu olduğuna inanmasını istiyordu küçümen akli ile. “Beni deli etmeye çalışıyorsun. Ama; önce sen deli olacaksın.” Dedi bir telefona yanıt olarak. Bir sürü saçmalık sürüp gitti.

Mehtap, bunları yaşadığı için son derece üzgündü. Onu tanıdığı saati hayatında yok sayıyordu. Allah’tan, ondan bir hediye ya da başka bir şey almamıştı. Sahip olduğu, az gelirli kadınlara ufak tefek para, ve koca teker kaşar peyniri, sucuk v.s vererek minnet duymalarını sağlıyordu. Şükürler olsun ki, Mehtap böyle bir şey almamıştı. İhtiyacı yoktu zaten. Şimdiye kadar otobüse bile binmemişti. Yazlığı, kışlığı, bilmem kaç evi, arabası vardı. Nasıl bir çıkmaza girmişti? Farkına varamadan tuzakların. Şimdi bu igrenç tablonun içinde olmak onun canını acıtıyordu.

Hikaye söyle başlar. Mehtap ve Abdi Bey, yılın son ayında bir gece saat yirmiden yirmi ikiye kadar birbirlerinden habersiz ayni ortamda bulunurlar. Saat yirmi iki on beş gibi Mehtap bu ortamdan ayrılmaya karar verir. Oraya bir arkadaşının daveti üzerine gitmiştir. Çünkü; burada içki içilmektedir. Bu durumdan rahatsız olmuştur. Tam kapıdan çıkarken mekanın sahibi olarak Mehtap Hanımı uğurlamaya gelen Abdi Bey, yarım saat süren bir konuşma yaparak kadını şaşırtır. İş merkezinin sahibi olduğunu, tekrar gelmesini, onu burada görmekten mutlu olacağını söyler. Sanki; olacaklar Mehtap’a malum olmuştu. Onun için erkenden ayrılmak istemişti. Ama Olmadı, olamadı.

Kadın, işi için Ankara’ ya İzmir’e gidiyordu. Bu sıralarda Abdi Bey, telefonla durmadan arıyor, binbir güzel sözle kadını kandırmaya çalışıyordu. Öyle, olgun, aklı başında, yumuşak, kibar laflar ediyordu ki, aldanmamak, tecrübesiz biri için imkânsızdı. Son telefondan sonra Mehtap dayanamadı, nasıl olduğunu anlayamadan kendini adamın yanında buldu.. Aslında merakını yenmek istiyordu. O gün ve bir hafta ara ile iki gün aklı başında dost insanların sohbeti şeklinde geçti görüşmeleri. Üçüncü görüşmede Mehtap’ı karısının ihtişamlı mezarına götürdü. Karısının arkasından bu kadar ağlayan bir erkek insana güven veriyordu. Zaten Abdi Bey’in amacı da buydu. Duygu sömürüsü yaparak kendini acındırmak.. Her şey planladığı biçimde yürüdü. Ve o gece olanlar oldu. İş artık çığırından çıkmış geri sayım o dakikada başlamıştır. Mehtap bunu hissetmişti ve bir şey yapamıyordu. Kısa süreli muhteşem bir rüya görmüş ve büyüsüne kapılmıştı. Abdi Bey, bazı düşüncelerini, yaptıklarını yılışık biçimde itiraf, bazılarını da imâ ediyordu her fırsatta.. Oysa kadın onunla ortak noktalar bulmuş. Paylaşacağı birinin olmasından mutluluk duymuştu. Bir insanın bu kadar kötü ruhlu olacağını ve bu derece rol yapacağını hayalinize bile sığdıramazsınız. Hevesi geçince olanları sakin biçimde anlatabiliyor. Bu tanım eksik oldu..

Heves bile değildi yaptığı İş. Sadece bir kadını tuzağa düşürmek ve bundan zevk almaktı. Karşısındakini şok etmek için her şeyi deneyebilirdi. Yaptıklarını hiç çekinmeden kendi ahlâkında olan insanlarla paylaşıyor, birbirlerine kadın bile gönderiyorlardı. Ve bu kadınlar sıradan kadınlar olmuyordu. Ona güvenen yakın çevresinden kadınlar. Nasıl olsa kadın da kimseye söyleyemez. Çünkü; o bir kadın ve artık suçlu. Yaşananların hepsini ifade bile edemiyordu Mehtap. Ayrıntıları, bilenlerin dudakları uçuklar, belki de kulaklarını tıkar duymak istemezler.

Bir maceraya atılmıştı saf duygularla. Bunun macera olduğunun bile farkında değildi. Büyülenmiş gibi, adamın ayağına gidiyor, giderken de şimdiye kadar çekmediği sıkıntılara katlanıyordu.  Üstelik adam ondan yirmi yaş büyüktü. Ve başına geleni kavradığı zaman buna tahammül edemedi. Yaptıklarına pişmandı. Aslında kendi iradesi ile yaptığı bir şey yoktu. Tamamen etki altına alınmış ve yönlendirilmişti. Televizyonda “kandırıldım.” Diyen kadınlara kızardı Mehtap. “İnsan nasıl kandırılır? İstemediğin bir şey zorla yaptırılamaz” derdi. Yaptırılırmış. Hem de aklından bile geçmeyen şeyler, istiyormuş havasında yaptırılırmış. Bilgilenmişti mehtap. Ve bu bilgilenme ondan çok şeyler alıp götürmüştü. Artık o, yürüyen bir cenazeydi. Sinirleri yıpranmıştı. Belki; psikolojik tedaviye ihtiyacı vardı. Diğer yandan, ailesine, çocuklarına karşı sorumluydu. Bu devreyi kolay atlatması için Allah’tan başka yardımcısı yoktu. Önce, Abdi Bey’in özür dilemesi gerekiyordu.

Ve bu durmak bilmez telefon trafiği Abdi Bey’in pes etmesine neden oldu. Gerçekten çiçeği burnunda evli görünen kart evlilerin huzuru kaçmıştı. Daha doğrusu güvensizlik baş göstermişti. Mehtap’ın çileden çıktığını, durmayacağını anlamıştı. Ve çaresiz telefonu çevirdi bir gece vakti. “Mehtap, özür dilerim. Sen, bu duruma düşürülecek kadın değilmişsin. Ama ben anlayamadım. Bu dert bana yeter. Ölüm sebebim bile olabilir. Faksını lütfen çeker misin?” Dedi. Mehtap, hiçbir şey olmamış gibi sadece “tamam” dedi. Mektubu fakslamanın önemi yoktu. Acı çeksin istiyordu. Sonuna kadar düşündüklerini yapmaya kararlıydı. Zaten Abdi Bey de onun delirdiğine karar vermişti. Durumu alttan alarak düzeltmeye çalışıyordu. Sözde kısa yoldan kendini kurtarmaya bakıyordu. Mehtap bunu anlamıştı. Çok üzgündü kendi adına. Kalemi eline aldı. “İçimden geçenleri anlatmalıyım.”dedi. Onun da huzuru kaçsın. Hayatı biraz karışsın istedi. Telefon etmesinin nedeni de huzur kaçırmaktı. Kendini Kaf Dağı’ndan aşağı atsın beyefendi. Yapmacık kibarlıklarla bu iş yürümez. Karşı karşıya kaldığı bu acımasız durum Mehtap’ı çileden çıkarmıştı. Çünkü, onun istediği biraz sohbet, biraz can yoldaşlığı belki ara sıra başını koyacağı bir omuz arayışı ya da birazcık şefkât, candan bir dost… Onuru kırılmış, her yanı kanıyordu için için. Ve içini kağıda dökmeye başladı.

Merhaba,

Canını sıktığım için kusura bakma. Sesimi duymak istemediğin için yazmak zorunda kaldım. Geçen yıl bu zamanlar seni tanımıyordum. Ve çok mutlu bir kadındım. İyi bir eş, iyi bir anne, iyi bir iş kadını, iyi bir komşu, iyi bir arkadaş, iyi bir dinleyici, iyi bir dost.. Gülmek de ağlamak da yakışırdı. Acı tatlı her olayın iyi yönünü görebilirdim. Kısaca “o kadın” olmadan önce hayatından memnun ender insanlardan biriydim. Neşeliydim. Hayattan zevk alıyordum. Küçük mutluluklarımı şölen havasında yaşıyor, bunu yakınımdakilere de yansıtıyordum. Her şey öylesine güzeldi ve ben bunun farkındaydım. Ne zamana kadar? Sen yoluma çıkana kadar. Bu satırları yazarken, yazıyı okurken yüzünün alacağı şekil gözümün önüne geldi. “Amaan, amma da uzattın, ne olmuş, ne yaptık sanki?” dediğini, alaycı bir ifade ile yüzünü buruşturduğunu görür gibiyim. İki yüzlü olmak kolay değil benim için. Paylaşamayacağın sırrının olması gibi. Başkasıyla paylaşınca sır olmaktan çıkar zaten. Bu daha da korkunç. “Ne olursa olsun hayat devam ediyor.” Demek senin için kolay. Biliyor musun (bildiğini sanmıyorum.) insan kendinden kaçamıyor, kandıramıyor. Diğer insanlardan kaçmak onları kandırmak kolay. Kendini kandırmayı başaran ender insanlardan biri sensin. Bu yetenek tam sana göre doğrusu. Sen, kendi camianın ve ailenin yüz karasısın. Kızların, oğlun senden nefret ediyor. Umarım ayağın bir gün kocaman kayaya çarpar. Bunu duymak, süründüğünü düşünmek bana huzur verecek. Bundan emin olabilirsin.

Yalan bütün kötülüklerin anasıdır. Seninle yalanların üzerine kurulmuş bir öykü başladı. Ve yarım bırakıldı. Benim dürüstlüğüm seni şaşırttı. Yalan üretemez hale geldin. Korktun, kaçtın. Nereye, kimden kaçabildin? Bari aynaya bak da kendine itiraf et. Ta en baştan olmayan duygularının ardından beni ne durumlara sürükledin. Yönlendirdin. Zayıf anlarımı kendince, haince değerlendirdin. Yaptıklarını ve yaptırdıklarını kaleme bile yazdıramıyorum. Öyle adi, iğrenç şeylerdi ki; ben, yaşadığım, gördüğüm halde inanamıyorum.

Senden hiçbir beklentim yoktu. Yalancı yumuşaklığın, yalancı sözlerin, yalancı tavırların, kendimle mücadele ettirdi ve kandırmayı başardın. Hatta kendimi suçlar oldum. “Bu, karısı yeni ölmüş acılı adam kötü şeyler düşünemez” diyordum. Demez olsaydım. Oysa sen ipini çoktan koparmış, öyküler yazmış, bitmemiş öyküler üzerine yeni öyküler, yetmezmiş gibi masallar yazmışsın. Bütün bunları süreklilik içinde yaparak içine sindirmişsin. Ama bu sefer yanlış kapıyı, yanlış zamanda çaldın. Nelere sebep olduğunu asla anlayamazsın. Kadın düşmanı, ama önceden kadın düşmanı olduğunu söylemiştin. Aslında sen hala kadın düşmanısın. Gençliğinde başından geçen ihanetin etkisi seni deli etmeye devam ediyor. Özellikle seçtiğin kadınlara düşmanlık yapıyorsun. Senin görünürdeki konumuna yakışmayan riya dolu bir  durum. “Bizim dostluğumuz pazara kadar değil, mezara kadar.” derken de yalan söylüyordun. Kendini çok akıllı sanma. Ofiste dönen her şeyin farkındayım. Sen aptalsın. Benim yalanla, riya ile işim olmaz. Sen bunu anlayamazsın. Çünkü; kişi kendinden bilir işi. Kendine bir iyilik yap ve tedavi ol. İnancın varsa tövbeye gel. Gerçi, Ramazan ayında sevaptır diye şarap içiyordun. Ne demekse ben anlamadım. Bu satırları iki nedenle yazıyorum. Birincisi, içimi kemiren bu duyguları anlatıp rahatlamam gerekli. İkincisi, senin maskelerini düşürmek. Hâlâ, konuşuyorsun kimi insanlara anlatmaya devam ediyorsun. Seni Allah’in lanetine havale ediyorum.

Hastaneye ziyaretime geldiğin için teşekkür etmiş, kurtlu, B.. marka, madlen çikolatalar için edememiştim. Zahmetin için teşekkürler. Mezarlığı eskisi gibi ziyaret etmiyorsun. Ne çabuk vazgeçtin. O zavallı kadını ziyarete devam edeceğim. Nergis mevsiminde ve ummadığın zamanlarda. Sana bir şey diyeyim mi Abdi Ağabey, mezar taşı ile övünme. Herkes topraktan geldi, toprağa gidecek. Mermerler kimsenin işine yaramaz. Şimdilik bu kadar.

Sence kal.

Ben-hiç kimse biri.

Mektubu faksladı. Ve beklemeye başladı Mehtap.. Artık telefon açılıyordu. Olanlar korkutmuştu Abdi Bey’i, daha ileri gidilmesine mani olmak istiyordu. “Merhaba Mehtap, mektubu okudum. Beni bana anlatmışsın. Teşekkür ederim. Aslında ben daha da kötüyüm. Beni kendime getirdin. Sağ ol.” Dedi. Mehtap, “Daha bitmedi, devamı var.” Dedi. “Mehtap, vazgeç artık. Uğraşma. Senin için üzülüyorum.” Mehtap,” Sen kendine üzül. Sonuna kadar okumalısın. Arkası yarın, öbür gün… ” dedi ve telefonu kapattı. Bir daha ne mektup yazdı, ne de telefon açtı Mehtap. Zaten bu işler ona göre değildi. Hem de bu kadar zaman harcamak yeterdi. Onun varlığından söz etmek bile kendine haksızlık oluyordu. Kötü bir çarka takılmış, sürüklenmişti. Hepsi bu. Ama hayatı kökten değişmişti. Beş yıl sonra Abdi Bey’in kontrol için gönderdiği arkadaşı bile değişiklik karşısında şok olmuştu. Bu arkadaş gördüklerini gidip nerelerde nasıl anlattı bilinmez. Mehtap bu dünyanın içinde bir görüntüden ibaretti artık. Her işten elini, eteğini çekmişti. Defterini kendi elleriyle dürmüştü sanki..

1997-Ekim

Abdi Bey, Bir süre daha kirli işlerine devam etti. Sonra her şeyi oğluna bırakarak kendini emekliye ayırdı. Kızları ile barıştı. Yapmacık hareketlerine devam etti mecburen. Ama asla yabancı bir kadınla görüşmedi. Bir iki kere kalp krizi geçirdi. Öylesine yaşıyor, yaşıyordur herhalde.

Hikayeler Seher Keçe Türker

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir