Hikayelerle Yeryüzü Ayetleri 10. Bölüm


Hikayelerle Yeryüzü Ayetleri 10. Bölüm

“Bir Rüzgar Nasıl Eser?”

“Ve aşılayıcı olarak rüzgârları gönderdik…”
Hicr Suresi, 22. ayet

Gözlerimize İnanamadık! Adam boyunda çıtaları vardı. Üzeri kasapların kıyma sardıkları o kalın yağlı kağıda benzeyen, fakat kırmızı renklisi ve daha incesi ile kaplıydı.

Ben diyeyim on metre, siz deyin on beş metre kuyruk. Ama ne kuyruk! Geçip giderken, tiril tiril titreyen ve her haliyle “Bırakın uçayım!” diye bağıran bembeyaz bir kuyruk!

Sormagir Mahallesi, mahalle olalı böyle uçurtma görmemişti. Şu Tayyar, çok acayip çocuktu be! Biz, gazete kâğıdından yaptığımız el kadar şeytan uçurtmalarını uçuramazken, Çin ejderhası gibi uçurtma ile önümüzden geçip rüzgârlı tepeye gidiyordu…

– Tayyar uççak mı bu?

– Niye uçmasın?

– Terazisi yamuk gibi!

– Ne yamuğu be!

Fareli köyün fareleri gibi Tayyar’ın peşine takıldık. Önde Tayyar ve uçurtması, arkada uçurtmanın haşmetli kuyruğunu büyük bir maharetmiş gibi kasım kasım kasılarak taşıyan yarım düzine çocuk,  daha arkada benim gibi uçurtmanın ipinin kopması, jelatininin cartdadanak yırtılması, çıtalarının havadayken kırılması gibi birtakım felaket senaryoları yumurtlayan fesat güruhu…

Rüzgârlı tepeye vardık. Bu devasa uçurtmanın nasıl uçtuğunu görmek istiyorsak da, asıl görmek istediğimiz, rüzgârın bunu alıp kuyruğunu muyruğunu birbirine dolaması ve bir elektrik direğinin başına geçirmesiydi.

Tepeye vardık. Tepe yerinde idi ama rüzgârdan en küçük bir eser yoktu. Püflettiğimiz karahindibaların tüyleri bile, uçuşacaklarına, olduğu gibi yere iniyordu. Tayyarın bahtına, o gün en küçük bir rüzgâr bile esmemekteydi.

“Tayyar sal bi la sal bi! Belki eser rüzgâr!”

“Tayyar, motor takacaktın sen buna!” “Tayyar, bu havada uçurtma uçurulur mu? Hiç esmiyo!” “Accık üfleyelim mi Tayyare!”

Tayyar, hem becerikli bir çocuktu hem de hepimizden daha olgundu.

“Allah’ın rüzgârı biter mi? Bugün esmezse yarın eser!” dedi ve uçurtmasının kuyruğunu itina ile çıtaların üzerine sarıp sarmalayıp tepeden indi. Biz de arkasından, hurraaaa yuvarlandık.

Ertesi gün, vakit öğle falandı. Bir hafta önce, yağan yağmur yüzünden top sahasının kenarında biriken gölcüğün başına çökmüş; elimizdeki deterjan kutuları ile çamurlu suda, henüz yumurtadan çıkmış iribaşları tutmaya çalışırken biri bağırdı:

“Anaaaa!” Hepimiz, başımızı kaldırıp gökyüzüne baktığımızda, kıvrıla kıvrıla süzülen beyaz bir kuyruğun ucunda ateş kırmızısı bir nokta gördük.

“Tayyar`ın uçurtmasııııııı!!!”

He ya! Bu Tayyar’ın uçurtmasıydı çünkü o gün hava, acayip rüzgârlıydı.

RÜZGÂR ESER, AMA NASIL?

Isınan hava yükselir! Bunu anneannen bile bilir. İyi de neden? İşte anneannen bunu bilemez. Pek merak ettiğini de zannetmiyorum.

– Nasıl?

– Senin anneannen bir meteorolog mu?

– Ee… şey, o başka canım…

Isınan hava kütlesi yükselir çünkü ısındığı için genleşir ve basıncı düşer? İşte hava durumlarında sık sık işittiğimiz “ALÇAK BASINÇ” budur. Ancak hava basıncının alçaklığı “gönül alçaklığı” gibidir ve tıpkı alçak gönüllü insanlar gibi havanın da yükselmesine sebep olur!

Soğuk hava ise daha yoğundur. Molekülleri birbirine daha yakındır. Sanırım üşüdükçe birbirine sokulmak yeryüzündeki her şey için geçerli bir kanun… Yoğun havanın basıncı da yüksek olur. Bu da YÜKSEK BASINÇ demektir. Yüksek basıncın adı yüksektir ama havası alçaktır. Çünkü yüksek basınçlı soğuk hava, aşağıya iner.

Alçak basınçlı sıcak hava ile yüksek basınçlı soğuk hava karşılaştıklarında ise birbirlerine yer   verirler. Sıcak hava yükselir, soğuk hava onun yerine geçer. İki hava kütlesi böylece hareket etmiş olur. İşte bu hareket rüzgârdır. Rüzgârın şiddetini, iki hava kütlesi arasındaki basınç ve sıcaklık farkı belirler. Fark ne kadar büyükse, havanın hareketi o kadar hızlı olur. Yani rüzgâr o kadar sert ya da yumuşak eser..

Bahar sabahları miniminnacık, serin ve çiçek kokulu meltemler böyle eser…

Evlerin çatılarını çatır çatır söken, asırlık tozlu çınarları kökleyen, koyunların ayaklarını yerden kesen kasırgalar böyle eser…

Tayyar’ın beyaz kuyruklu kırmızı uçurtmasını uçuran ve sürünüp geçerken yerden topladığı papatya kokularıyla başımızı döndüren rüzgârlı tepelerin rüzgârı da öyle…

SERİN VE TATLI BİR NİMET

Yaz günlerinde iyice ısınan karalar, alçak basınç merkezi haline gelirler. Çünkü hava ısınmış ve genleşmiştir. Denizler ise nisbeten çok daha serin olduğu için oradaki hava serin ve yoğundur. Bu
yüzden denizler yüksek basınç merkezidirler.

Bu durum, karada yaşayan ve sıcaktan dili damağına yapışmış insanlar, hayvanlar ve cümle börtü böcek için büyük bir nimettir. Çünkü denizlerdeki serin hava, karalardaki sıcak hava ile yer değiştirir.

Böylece, gün ortasında serin bir meltem eser. Ve camii avlusunda abdest sırası bekleyen dedeler, bastonlarını dizlerinin arasına sıkıştırıp, yılın dört mevsimi üzerlerinden çıkartmadıkları yeleklerinin düğmelerini şöyle bir gevşeterek:

“Oh ne güzel esti be mübarek!” derler.

Aynı vakitlerde evlerin pencereleri aralanır.

Cadde ortalarında top oynayan çocuklar, kollarını şöyle iri iri açar ve sıska bedenlerini rüzgâra tutarak serinlerler…

Bu, Allah’ın sıcak yaz günlerinde bunalan kullarına gönderdiği serin ve tatlı bir nimettir.

Bazen hanımeli kokar, bazen kekik bazen de ıhlamur…

“AŞILAYICI RÜZGÂRLAR”

Yakın bir zamana kadar rüzgâr ile yağmur arasındaki tek ilişki, rüzgârın yağmur bulutlarını sürükleyip götürmesinden ibaret zannedilirdi. Evet bu, başını gökyüzüne kaldırıp bulutların geçişini izleyen herkesin görebileceği bir şeydi. Ama rüzgâr ile yağmur arasındaki ilişki bundan ibaret değildi.

Rüzgâra, gökyüzüne yoğunlaşma çekirdeği taşımak gibi önemli bir görev verilmişti.

Okyanus yüzeyinden kalkan tuz zerrecikleri, çöllerden savrulan toz zerrecikleri, yanardağların atmosfere püskürttüğü küller rüzgârlar aracılığı ile atmosferin üst tabakalarına kadar taşınıyor ve böylece atmosferdeki su buharı “aşılanarak,” tekrar su zerrecikleri haline gelmeleri sağlanıyordu.  Ancak bundan sonra oluşan dev bulutlar, rüzgârların sırtına bindirilerek, yeryüzünde takdir edilen yerlere gönderiliyordu.

Eğer rüzgârlara böyle bir özellik verilmemiş olsaydı, atmosferdeki su buharı hiçbir zaman yoğunlaşmayacak ve yeryüzündeki hayatın sesi, nicedir akmayan paslı çeşmelerden çıkan acıklı bir “tıssssss”dan ibaret kalacaktı.

BİTKİLER ÂLEMİNDE DE AŞILAYICI RÜZGÂRLAR ESER

Rüzgârların en önemli vazifelerinden bir tanesi de, bitkileri aşılamaktır!

Yeryüzündeki sayısız bitki türüne ait polenler, çiçek tozları ve tohumlar, rüzgârlar vasıtasıyla birinden bir diğerine taşınır ve böylece bitkilerin döllenerek çoğalmaları ve nesillerinin devamı sağlanır.

Bu bilgi de, tıpkı rüzgârın yoğunlaşma çekirdeklerini taşıması gibi, biz insanlar için yakın zamana
kadar bilinen bir şey değildi, yeni öğrendik; daha doğrusu yeni anladık. Çünkü gökyüzünün, gökyüzündeki bulutların, o bulutların karnında yaratılan kar, yağmur ve dolu tanelerinin ve bütün çiçeklerin, ağaçların adını bile bilmediğimiz türlü ot ve bitkilerin Rabbi, 1400 sene önce bizlere bunu bildirmişti:

“Ve aşılayıcı olarak rüzgârları gönderdik…”
Hicr Sûresi, 22. ayet

SON

ÖZKAN ÖZE

Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 1036 – Çocuk Kitapları: 267

Hikayenin Bölümleri

  1. Bölüm
  2. Bölüm
  3. Bölüm
  4. Bölüm
  5. Bölüm
  6. Bölüm
  7. Bölüm
  8. Bölüm
  9. Bölüm
  10. Bölüm

Çocuk Hikayeleri, Hikaye, hikaye oku, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler, dini hikayeler, çocuklar için hikayeler, Diyanet işleri çocuk kitapları, kitap, dini, eğitici çocuk hikayeleri,

 

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir