Yaşanmış, Gerçek Hikaye;”Umut Dünyası”


Yaşanmış, Gerçek Hikaye;”Umut Dünyası”

Türkiye Beyin Yılı Nöroloji Öyküleri’nden Alınmış Gerçek Bir Öyküdür

Hayatta en çok istediğim şey gerçek oluyordu. Ölüyordum! Evet, ölüyordum. Karanlık yollarda yürürken bir daha bu yollardan geçer miyim diye düşünmeye başlamıştım bile. Oysaki daha dün gece bu yoldan geçerken yine lanet okumuştum: “Aynı, lanet, karanlık ve benim gibi yapayalnız sokaklar” diye.

Yürürken önce ayaklarıma, ayaklarımdan da ellerime kadar olan vücuduma iç çekerek baktım. “Sonunda sizden kurtuluyorum” diye. Çok acımasızdım kendime karşı, biraz insafsız, acımasız ama hep yalnız. En çok da buna seviniyordum. Ölsem bile arkamda ağlayacak kimse yoktu. Gerçektende yok muydu? Bir daha düşündüm, galiba yoktu. Bu gibi bir sürü soruyu düşünerek eve vardım. Merdivenleri zorla çıktım yine, soluk soluğa kalmıştım. Ellerim yine titriyordu, ayaklarımı da doğru düzgün atamıyordum, hareket bozukluklarım doruk noktasındaydı. Aynaya doğru yürüdüm. “Ölüyorum” dedim aynadaki siluetime. “Üzülür müsün, ölürsem?” dedim aynadaki kendime. Yüzüm biraz solgundu, gözlerimde bir tuhaftı. İyice yaklaştığım zaman gözlerimin renginin değiştiğini gördüm. Gözbebeğimin etrafı kahverengi ve yeşilimsi bir renk almıştı. İşte bu ölümün rengiydi. Ölümün rengi yavaş yavaş bedenime doğru yayılıyordu, artık onu bütün hücrelerimde hissediyordum.

Peki doktor bunu fark etmemiş miydi acaba? “Aman nasıl olsa o doktor ben değilim herhalde fark etmiştir” dedim ve uykusuz gecelere doğru yol aldım. Sabah ilk işim evdeki bütün saatleri toplamak oldu. Hepsini topladım ve doğruca bodruma indirdim. Son zamanlarımı (ki eğer zamanım varsa) zamanı bilmeden geçirmekti. Ama tuhaf olan şuydu ki ben bunu niçin yapıyordum. Ölmekten mi korkuyordum ama ben hep ölmek istemiştim. Yalnız kalmaktan mı korkuyordum acaba ya da sevdiğim insana bir kez bile seni seviyorum demeden gitmeyi mi?

Yoksa bungee jumping yapmadan, çocuklarım olmadan, alın teriyle biriktirdiğim paraları bir günde harcamadan mı, kırmızı ışıkta karşıya geçmeden, avazım çıktığı kadar bağırmadan nereye gidiyorum ki ben?

Olmazdı, bunları yapamadan ölemezdim ben. Al sana işte binlerce ölmeme nedeni. Kalbimle beynim böylelikle birbiriyle çatışırken bu yalancı dünyayı bir kez daha göremem diye dışarıya çıkmaya karar verdim. Yolda yürürken yolun karşısında yine onu gördüm. Duraksadım. İçimden “Ben ölüyorum artık, seni mezarda da severim nasıl olsa” dedim. Ama söyleyecekleri mi içimden geçirdim sadece. Gözyaşlarım akmış olmalı ki yanıma gelip “Bir şeyiniz yok ya hanımefendi” dedi. Suratına “Ölüyorum ya! Daha ne olsun” demek istedim ama her zamanki gibi yapamadım.

Sinirimden gülme krizine girince adam aniden benden uzaklaşmıştı. “Hoşça kal” dedim arkasından, bir daha görüşmemek dileğiyle. Kara sevdamla ilk ve son kez böyle konuşmak nasip olmuştu.

Yavaş yavaş polikliniklerin olduğu tarafa doğru yöneldim. Doktor bey her zamanki gibi beni görünce gülümsedi. Ölecek insana yapılan son iyilik; sadece gülümsemekti.

“Bugün nasılız bakalım” dedi Doktor Bey, hala gülümsüyordu. Sonuçların hepsi elindeydi. “Doktor Bey ben ölecek miyim?” dediğimde yüzüme tuhaf tuhaf bakıp kahkahayı basmıştı. “Ne ölmesi” dedi “İlahi siz de çok tuhafsınız.” “Ama bunun neresi komik ki ben karaciğer sirozu değil miyim? Benim bildiğim bütün tanıdıklarım yani siroz hastası olanların çoğu öldü” dedim. Bir sürü tıbbi terimlerle dolu cümlelerin hepsini anlamayınca sade bir dille benim merakımı gidermeye çalıştı. “Evet, sizin karaciğerinizde bir sorun var ama bu sizin siroz olduğunuz anlamına gelmez. Vücudunuzun bakır oranı yüksek, bu yüzden bu depresyon haliniz, gözünüzdeki Kayser Fleischer hal kası, hareket bozuklukları ve nörolojik bulgular başka bir hastalığın nedeni, kısacası siz Wilson hastasısınız. “Neeee! Wilson hastası mı?”

Duyduklarıma çok şaşırmıştım. Wilson muydu, o da neydi ki. “Peki, ben ölecek miyim Doktor Bey?”dedim, bu cümleyi bugün kaç kez kullandım bilmiyorum ama o kelimeyi duymak istiyordum. “Tabi ki hayır, sizinki erken teşhis olduğu için çok şanslısınız, eğer biraz daha geç kalınsaydı o zaman karaciğer nakli şart olurdu,” dedi ve gülmeye başladı. “Siz ölmekten bu kadar çok mu korkuyorsunuz?” diye devam etti. Bunu kendime itiraf etmem bir hayli zaman almasına rağmen tek gerçek benim hem hayattan hem de kendimden aşırı korkuyor olmamdı. Cevap vermeyince ki cevabı kendiside gayet iyi biliyor üstelemedi.

Hayatımı baştan yazacak o muhteşem ikili: Penisilamin ve çinko asetat içeren reçeteme yazmıştı. Hastane den ayrılırken düşünmeye başladım. Gerçekten ölmüyordum. Bu Wilson da neyin nesiydi. Tuhaf olan şuydu ki mutluluktan içim içime sığmıyordu. Caddelerde koşup bir an bağırmak geldi içimden ama kendimi zor tuttum neyse ki.

Hastalığımın üstünden bir ay geçti nerdeyse. O depresif halimden eser kalmamıştı. Ellerimde ve ayaklarımda hareket bozukluğu da kalmamıştı artık. Konuşurken ve yemek yerken de yutma zorluğu yaşamıyordum. Haplarım bitince eczaneye gitmek için evden çıkmıştım. Şimdi mis gibi çiçek kokan havayı içime çekip rüzgarı hissedebiliyordum. Caddenin ortasında sanki başka dünyadan gelmiş gibi bana tuhaf bakan insanlar umurumda değildi. İnsanlar bir tuhaf geliyordu gözüme. Sanki insanlar çok iyiydiler. Acaba ben bunu önceden nasıl görmemiştim. Hastalık beni böyle yapmıştı anlaşılan. Hastalığım benden gitmese de hastalığımla yaşamayı öğrenmiştim.

Bakır düzeyimi normalleştirme çabası hastalığımı yok etmese de hastalığımın ilerlemesine engel olmuştu. Wilson içimdeydi ben de Wilson’un içinde, ayrılmaz ikili olmuştuk onunla. Lakabımda “Wilson” idi artık arkadaşlarım öyle çağırıyordu beni.

Hayatıma artık kaldığım yerden devam ediyordum. Bodruma koyduğum saatlerin getirdim, hepsini yerleştirdim üstelik “Goong” diye çalan kocaman bir saat daha aldım, bana zamanın ne kadar kıymetli olduğunu göstersin diye. Geceleri de yürüyüşe başladım, yapmak istediklerimin hepsi olmasa da yavaş yavaş birer birer yapmaya karar verdim.

Hastalığımın üzerinden bir yıl geçmesine rağmen ben hala aynı bendim Sevdiğim kişiyi yine sokakta gördüm ona doğru koştum bugün yine sevdiğimi söylemedim ona, o yine eskisi gibiydi. Hala farkına varmadı ama ben ölesiye kadar asla söylemeyecektim onu sevdiğimi. Şuan hala karşımda bana yaklaşıyor ama ben yine söylemeyeceğim. Olsun en azından hayattayım ya, mutluyum umutlarım da var gerisi olmazsa da olur. Umutlarımız olduğu sürece o da olacaktır günün birinde yeter ki zamanımız olsun, o yeter bize..

Mine Yaldız

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir