Aslında Gerçekler Düş Mü?


Aslında Gerçekler Düş Mü?

Aslında Gerçekler Düş Mü?

Hikaye Oku: Düşümde Düş gördüm, uyandığımda gerçekler düştü.

Adam, gecenin uğultusu ile uyandı. Karanlıkta rüzgarın şöleni vardı. Odanın içinde bir aşağı bir yukarı gezindi. Pencerenin arkasında durdu. Perdeyi araladı. Dışarıya göz attı. Düşünce yumağı halinde bir süre daha dolaştıktan sonra pencereyi açtı. Yıldızlı, ayaz ve kar kokan havayı içine çekti. Karısı gürültüye uyanmıştı. Homurtuya benzer bir ses çıkararak yatağında döndü. Gözlerini açmadan; “Ne dolaşıyorsun, sabah mı oldu ?” dedi, sitemkar bir sesle.  “Yok Hanım yok.. Beni uyku tutmadı da.” demeye çalıştı adam.

Cevap alamadı. Zaten uyuyordu kadın.
Evleri buraya yapılmadan önce de bahçeyi gölgelendiren çınar ağacı, bilge adam olgunluğunda başını ağır ağır sallıyor, tipiye, güneşe aldırmadan etrafını gözlemliyordu.

Uykusunu kaçıran, rüzgarın çılgın esişi değildi. “Biz, ne fırtınalar gördük, ne lodoslar atlattık. “Diye geçirdi içinden. “Ben, biraz kamburum.” Dedi. İşin aslı aklına takılan olaydı. Söze kimden, nereden başlamalıydı ? Karar veremiyordu. ” Önce kızı anlatayım.” Diye düşündü. ” Cesur. Aşkını, bildiği değerlerden üstün tutan bir kız. Her gün ayni vakitte, ormanın aynı noktasında beliriyor. Peşinde olduğu sevdasının yolunu bellemiş. Hep aynı yol.. Karlı dağlarda gülümseyen kardelenlere benziyor. Ya da sarı yabani bir güle.

Aniden durdu. Başını ellerinin arasına aldı. Sıktı sıktı. Çatlayacak gibiydi. Ağrımıyor, sızlamıyordu. Bir sıkıntı vardı içinde ve onu dışarı çıkaramıyordu. Yeniden düşünceye daldı. Başının neler çektiğini unutur gibi yaptı. “Yoksa; delikanlıyı mı anlatmalıyım ? “Aniden geriye döndü. Elini çenesine götürdü. Düşündü. “O, daha da cesur. Çıplak kayaların üstünden, güneşin çizdiği yoldan ormana doğru koşuyor. Koşuyor..” Yine sustu. Düşüncelerinin yönünü değiştirdi. “En iyisi çevreden söz edeyim. Güneş her seher ormanın bir yerinden ortaya çıkar. Çıkış yeri tam olarak görünmez. Hep doğudan doğar ama her gün değişik noktalardan gösterir kendini. Geldiğinde, orman emprimelerini giyinir. Dağınık sarı saçlarını savurur, yeryüzünün renk cümbüşünü okşayarak salınır. İşte o zaman ormanın, mahmurluğundan çıkıp mutluluk şarkısı söylediğini duyarsınız. Derenin şırıltısı, yaprakların ışıklanması, çiçeklerin gülümsemesi kısaca; börtü böceğin , bütün renklerin bir ağızdan “Hayat burada. Hayat burada, uyanın.” dediklerini hissedersiniz.

Güneş, saçlarını kayaların üstünden toplayıp örmeye başlayınca; lacivert akşam gelir, kurulur buralara.” Birden irkildi adam. Gözleri biraz daha yuvarlaklaştı. Göz bebekleri dışarı zıplayacakmış gibi tetikte bekliyordu.. Üşümüş gibiydi. Ellerini ovuşturdu. “Konuyu dağıttım galiba.” Dedi. Yeniden kızı düşünmeye başladı. “Bu kız, yörenin sarı basmalı, al yazmalısı. Dolgun bir başağa benziyor. Hem cesur, hem korkak. Törelerine meydan okurcasına ; ” Aha yine geldim. Kimin ne diyeceği varsa desin. ” diyenim.
Hem özgür, hem tutsak. Şu kıza bakın hele ! Neleri göze alıp, dereyi aşıp, ormanı geçip geliyor. Ormanın kıyısına mıhlanıyor. Dışına bir adım atmıyor.”

“Ya oğlan !..” dedi. Bir iç çekti. ” O, kayalıkların bir yerinden aniden ortaya çıkar. Sadece kendisinin bildiği gizli yolu olmalı. Güneş ışınlarının ormandan firar etmiş ışık demetinin üzerinden kayalığın ucuna gelir. Ormanın içine bir adım atmaz. ” Adam, yine yine susturdu düşüncelerini.

“Bu durum artık beni sıkıyor. Ne olacaksa olsun” dedi cesaretle içinden. Sonra; karar vermiş gibi durdu.

Nereye baktığı belli olmadan uzaklara doğru daldı. Heykel gibiydi. Bekledi. Bekledi..

Bahçedeki bilge çınar, ağır ağır başını sallıyordu.

“Törelere karşı duran kız, aslında korku içindedir. Arkasını ormana dayamış, çıplak kayalıktan ürküyor. Özgür gönlü, tutsak bedenine hükmedemiyor. Olmadı kızım, Olmadı işte!.. Kendine işkence yapma. Yapmamalısın.” Diye mırıldandı.

“Ya oğlan ! Özgür bedeni , töre bağımlısı sevdalı gönlüne söz geçiremiyor. Ne onunla ne de onsuz. Kıvrım kıvrım bir bilmece Efsane kızın, çözdükçe örülen saçları gibi.

“Yine konuyu dağıttım. Ben de lime lime oldum.” Diye içinden konuştu adam. Başını sallayarak; “Anlaşılır gibi değil ki genç insan, sır dolu yollarından yürüyüp, buluşmayı göze alıyorlar.

Bakışıyorlar. Elleri gönülleri kenetleniyor. Sonra; elleri alev almış, gözleri çakmak olmuş halde ayrılıyorlar. Kalplerinin çırpınışına dayanıyorlar. Bildirdan bu yana değişen bir şey yok. Bunlar… Bunlar cesur, yürekli, sevdalı değiller. Basbayağı korkaklar. Korkaklar… Bu günlerin hesabını vereceksiniz. Korkaklar…Hem de kendinize. Ne sandınız? Kaçan günleri, uçup giden zamanı yakalayabileceğinizi mi ? Hadi bakalım bu günü de boş geçirin. Kimin umurunda? Kimsenin .. Anlıyor musunuz? Bu sizin senaryonuz. Siz oynuyorsunuz. Size adınıza yazılmış. Oyuna hakkını verin. Kimden korkuyorsunuz. Hakem de siz, savcı da . Korkaklar. Korkaklar!” Adam, artık sesli düşünüyordu. Hatta haykırıyordu. Görünürde öfkeliydi. Aslında yardım etmek istiyordu kendince.. ” Keşkeler yaşamayın. Zamanınız varken kendinize gelin. Uyanın gaflet uykunuzdan uyanın.” Diye var gücüyle bağırıyordu açık pencereden. Ve terliyor, üşüyor, yanıyordu..

Bu sırada odanın kapısı gıcırdayarak açıldı. Elinde çay tepsisi ile karısı gelmişti. “Bey, çayını getirdim.” Dedi göbeğini sallayarak. Onun gözü ormandaydı. Konuşmadan, ters ters çay tepsisine baktı.

“Şimdi çayın sırası mı?” der gibi. Kadın tepsiyi masaya bıraktı. Umursamaz bir tavırla kapıyı çarptı, gitti.

Adam kaldığı yerden devam etti. “Şimdi onlar gelecek. Ormanın kıyısına ya da kayaların ucuna. Ne fark eder canım. İkisi de aynı şey…”Saatlerce pencerenin önünde dondu, kaldı. Onlar gelmedi.

“Ah bir gelselerdi! Bak neler olacaktı. Dün neden söylemedim. Sanki.. Doğru zamanı yine kaçırdım.”  Diye hayıflandı. Başka bir şey düşünemiyordu. Çılgın gibiydi. Bilge ulu çınar, başını ağır ağır sallıyordu. Ve çoğalmıştı. Sanki; bir ormandı. Bir yanı da kayalık…

Kapıyı hızla açan kızı, bir çırpıda babasının kucağına sıçradı. “Uyan baba sabah oldu. Her taraf güneş doldu.” dedi. Adam uyumuyordu zaten. Yoksa uyuyor muydu? Bunu kestiremedi. Karmakarışıktı. Çocuğu kucağından atarcasına yere bıraktı. Koşarak pencereyi açtı. Mevsim bahardı. Görünürde ne orman vardı ne de kayalıklar. Kalemini aradı. Yoktu. Yazar mıydı? Oyun mu yazıyordu ? Gözcü mü, muhtar mıydı?

Hayır, hayır düşümde düş görmüş olmalıyım.” Dedi. Güneş, yükselmişti yine. Gerçekler mi düştü ne, neydi anlayamadı.. ” O, çılgın adam ben değildim galiba.” diyebildi. ” Ben buyum işte. Keşkeleri bitmeyen..

Yapmak isteyip de yapamadıklarım benim karabasanım. Ruhum, bedenimden çıkmış isyan ediyor. Boğuluyorum, boğuluyorum. Ben kamburum zaten” diye mırıldanarak haykırıyordu yüreğinden.

Kendini arıyordu. Bulduğunda da kabullenemiyordu. Kendi, kendinden ürküyordu. Asil yüzü, etrafında dolanıyor, gün ışığına çıkmak için çırpınıyordu. O da bunun farkındaydı. Farkındaydı, farkında olmasına ama kabuğunu kıramıyordu. Bir kor vardı içinde çılgın mı çılgın. Ha tutuştu, ha tutuşacak. Tutuşamıyordu. Ya da tutuşmasına izin vermiyordu.

Boş bir çuval gibi yığıldığı yerden kalktı. Hiçbir şey olmamışcasına, hüzünlerini, düşlerini yeniden bohçaladı, gönlünün bir köşesine gizledi. Her zaman yaptığı gibi ; beyninde çıkan fırtınaları, kasırgayı unutmak, yok saymak istiyordu. Evin kapısını açtı; “Hayır hayır ben kambur değilim. İnanın değilim.”

Dedi içinden. Kamburu görünen yerde değildi zaten. Yine kendini, onun olmayan günün akışına bıraktı.

Bahçedeki ulu çınar, hep aynı yerinde durdu, bekledi. Gün oldu çoğaldı. Gün oldu bir başına kaldı. Bunları gören, bilen yoktu. Gerçek olan; bilge başı daha dumanlıydı ve her geçen gün biraz daha yavaş sallanıyordu.

Hikayeler –  Seher Keçe Türker

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir