Warning: Cannot modify header information - headers already sent by (output started at /home/hikayelerimizden/public_html/wp-config.php:1) in /home/hikayelerimizden/public_html/wp-includes/feed-rss2.php on line 8
masallar oku arşivleri - Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/tag/masallar-oku Hikaye Çeşitleri Wed, 22 Feb 2023 14:18:02 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hikayelerimizden.sirv.com/WP_hikayelerimizden.com/2020/06/c/r/n/cropped-hikayelerimizden.png?w=32&h=32&scale.option=fill&cw=32&ch=32&cx=center&cy=center masallar oku arşivleri - Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/tag/masallar-oku 32 32 GURBET HiKAYELERİ “YARA” https://hikayelerimizden.com/secme-hikayeler/gurbet-hikayeleri-yara.html https://hikayelerimizden.com/secme-hikayeler/gurbet-hikayeleri-yara.html#respond Wed, 22 Feb 2023 14:18:02 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8971 GURBET HiKAYELERİ “YARA” Refik Halid Karay Güneş çoktan batmıştı; fakat çiftlik gene, sabah oluyormuş gibi, şevkini kaybetmeyen bir aydınlık içinde, kuş cıvıltılarıyla dolu, gölgesiz, hüzünsüzdü. Sıcak iklimlerin akşamlarında, zaten, bizim sabahlarımızda duyulan neşe daha doğrusu, bir hayata, rahata giriş keyfi vardır. Gözlerinizin çiğ ışıktan ve göğsünüzün nefes darlığından kurtulacağını düşünerek bir şeyler yapmak, bir zevke […]

The post GURBET HiKAYELERİ “YARA” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
GURBET HiKAYELERİ “YARA”

Refik Halid Karay

Güneş çoktan batmıştı; fakat çiftlik gene, sabah oluyormuş gibi, şevkini kaybetmeyen bir aydınlık içinde, kuş cıvıltılarıyla dolu, gölgesiz, hüzünsüzdü.

Sıcak iklimlerin akşamlarında, zaten, bizim sabahlarımızda duyulan neşe daha doğrusu, bir hayata, rahata giriş keyfi vardır. Gözlerinizin çiğ ışıktan ve göğsünüzün nefes darlığından kurtulacağını düşünerek bir şeyler yapmak, bir zevke hazırlanmak istersiniz. Ben de emirerine dam üstünde nargilemi hazırlatmıştım, kahvemi bekliyordum; birden avluya dört atlı girdi, dört silahlı Bedevi …

Bu dediğim tarihte Sultan Hamit’in Suriye’ deki çöl çiftliklerinden birinde müdürdüm. O zamanlar böyle yerlere subaylardan kahya, askerlerden korucu gönderilirdi; aşiret Araplarının akınlarına karşı koymak için …

Gelenlerin en yaşlısı, kısrağından inip karşıma dikildi.

Sordum:

“Hayrola, ya Şeyh?”

Mesele her zaman olan işlerden: İki aşiret, bir gazve (savaş, cenk) esnasında çarpışmışlar, bu dört kişi güç bela baskından kurtulup bana sığınmış, geceyi geçirmek istiyorlar.

Dördü de silahlarını bırakıp etrafıma, damın toprak zeminine çömeldiler. Yaşlısı maşlahlıydı; öbürleri sadece birer entari giymişlerdi; abonoz saçları upuzun, örülü ve cıvık yağlıydı; kulaklarından demir halkalar sarkıyordu. Bunlar konuşmuyorlardı; dişleri bembeyaz ve gözleri simsiyah parlayarak bizi dikkatle dinliyorlardı.

Ne konuşacaktık? Şammar aşiretinin kaç çadırı, Hadidilerin kaç koyunu vardı? …

Bir aralık karşımdaki gencin birisi hafifçe inledi. Şeyh sordu:

“Hasta mısın?”

“Hayır.”

“Yaralı mısın?”

“Galiba!

Ve omzunu işaret etti,

Ere seslenip feneri getirttim. Oralarda fener ve lamba ancak böyle işlerde, mühim sebepler oldukça kullanılır. Ay olmasa da yıldızlar yakından pırıldaşır; yıldızlar bile örtülse gene gökte ışık yerine geçen bir cila parlar. Bedevi’nin sırtına baktık. Sol tarafından bir kurşun yemiş. Kan, içine sızmış olacak ki entarisi boyanmamış. Yalnız yaranın ağzında kurumuş kahve telvesini andıran pıhtılar birikmiş; güneşten
kerpiç kesmiş olan kan pıhtıları …

“Kurşun içeride kalmış!” dedim.

Şeyh başıyla tasdik etti. Sonra hiçbir şey demeden erin elinden feneri aldı, avluya indi. Yere eğilmiş, uzun uzun, bir şeyler aradığını yukarıdan görüyorduk.

Neden sonra geldi: Bir çürük değnek parçası ve mundar bir paçavra ile …

Yoğurt süzdüğümüz eski, çürük torbadan atılmış bir parça …

Bu paçavrayı değneğe iyice; sıkıca sardı; dişleriyle bir de düğüm yaptı.

“Zeytinyağı bulunur mu?”

“Olacak. .. “

Gençlerden birine döndü, bir şeyler söyledi. O, aşağı indikten biraz sonra burnuma mutfaktan yana, tavada yakılan bir zeytinyağı kokusu geliyordu.

Anladım ki bir ameliyata hazırlanıyoruz.

Yaralının sırtından entarisini çektiler. Şeyh benden çakımı istedi ve uzun ağzını açıp birden yaranın içine daldırdı.

Bir kavunun bereli, acı yerini oyup nasıl atarsak öyle yaptı. Fakat bu parçanın elyafı bedenden tamamen ayrılmamıştı ki çektiği zaman çıkmadı; altından lastik bağlara takılı imiş gibi çakının ucundan kayıp tekrar yaradaki yerine girdi. Çekip koparmak lazım gelmişti; hem de epeyce asılarak …

Yaralı “Off” bile demedi; sadece, omzunu, şöyle, bir sinek konmuş gibi oynatmıştı. Şeyh buna bile kızdı:
“Ayıp!” dedi. Genç taş kesildi.

Şimdi Şeyh ‘in iki parmağı – kirli, kara tırnaklı kadit parmakları – yaranın içine paslı bir kıskaç, bir kerpeten gibi sokulmuştu. Kurşunu bulmuş, yakalamış olacaktı ki yerinden oynatmak için tıpkı çekiçsiz ve kesersiz nasıl bir tahtadan çivi çıkarmaya uğraşırsak, öyle, iki tarafa sallamaya, ırgalamaya başladı. Sonra büktü … Sağa büktü, sola büktü. Her büküşünde yaradan koyu, kalın bir kan tabakası kabarıyordu.

Sönük petrol ışığının altında katran gibi görünen ve sıcaklığı duyulan bir kan tabakası … Sade sıcaklığı değil, öğürtücü kokusunu da duyuyordum. Çocukluğumun Kurban Bayramı kokusu!

Şeyh, yere, ayaklarımızın altına bıraktığı deminki tıkacı eline aldı; ben gözlerimi istemeyerek kapadım. Açtığım zaman bu tıkaç yaranın içinde idi; belli ki biraz güçlükle girmişti, zor işliyordu. İşliyordu diyorum; zira Şeyh’in merhametsiz eli bunu taş ocaklarında barut deliği açanların küsküsü gibi sert, granit sırtına bir tarafına daldırıp daldırıp çıkarıyor ve her çıkarışında etrafa kan, pıhtı zifosu serpiştiriyordu. Bir aralık kan fazlalaştı. Tıkanmış bir musluk yalağına nasıl bir tel veya değnek soktuğunuz zaman, aşağıdan yer bulamayan su taşarsa, öyle mecrasız bir kan kabartısı …

Bu kan yavaş yavaş azaldı, duruldu, kesildi.

O zaman Şeyh yaralıya ilk defa, şefkatle hitap etti:

“Sabret evlat!”

Bedevi genci cevap vermedi, “Gık!” demedi, hatta kımıldamadı, bir adalesi bile titremedi. Anladım ki müthiş bir şey olacak! Bu iş de oldu: İsli tavasıyla kaynar zeytinyağını getirmişlerdi; yağ pek ustalıklı bir şekilde, bir damlası etrafa sıçratılmadan, dar ağızlı bir şişeye hunisiz mayi aktarılır gibi, yaraya ağır ağır boşaltıldı.

Zavallı Bedevi buna da dayanmaya çalıştı. Fakat sonunda bir:

“Ya Allah!” dedi, diz üstü çöktü.

Ben, bozuk Arapçamla, ora dilini takliden; “öldü” manasına:

“Mut!” diye haykırdım.

Şeyh cevap verdi:

“Halas!”(kurtuluş, kurtulma)

Ertesi sabah uyandığım vakit dört at ve dört Bedevi duruyordu. Gazveciler veda ve teşekkür için beni bekliyorlar.

Yaralı belki solgundu, süzüktü, ateş içindeydi. Fakat bu Bedevilerin rengini, halini sezmek o kadar güçtür ki… Elimi öptü; yalnız şunu söyledi:

“Şu bindiğim kısrağım gebedir; yavrusu senindir!”

Kısrağına atlarken ona kimse yardım etmedi. Arkalarından baktım. Dördü de dik, dinç görünüyorlardı; dördü de keyifli gibi idiler. Ben kızıl kanlı, yaraya dökülünce yanık et kokusu veren kaynar zeytinyağını düşünüyor, dişlerimi sıkıyordum.

***

Siz o tayı görmeliydiniz … Ha, evet söylemeyi unuttum:

Vakadan (olay) üç sene sonra, ben çiftlikte yokken bir Bedevi gelip bir tay bırakmış, “Paşaya vaat etmiştim, kendisi bilir!” demiş, gitmiş.

Paşa dediği benim … Daha o zaman teğmendim. Fakat Bedevi’nin gözünde bir Türk subayı daima paşadır.

Şişli, 1 938 – Refik Halid Karay

çocuk masalları, gurbet hikayeleri, hikaye, hikaye arşivleri, hikaye oku, hikaye okuma, Hikaye Okumak, hikaye siteleri, hikaye yaz, hikayeler oku, hikayelerimiz, Kısa Hikayeler, kısa masallar, masal, Masal Oku, masal okuma, masallar oku, Öykü, öykü oku, Refik Halit Karay, story, yara,

The post GURBET HiKAYELERİ “YARA” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/secme-hikayeler/gurbet-hikayeleri-yara.html/feed 0
Anadolu Efsaneleri “Görmeli Köprüsü” Efsanesi https://hikayelerimizden.com/efsaneler/anadolu-efsaneleri-gormeli-koprusu-efsanesi.html https://hikayelerimizden.com/efsaneler/anadolu-efsaneleri-gormeli-koprusu-efsanesi.html#respond Mon, 15 Feb 2021 16:26:01 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=7777 Anadolu Efsaneleri “Görmeli Köprüsü” Efsanesi Efsaneye göre; bir usta ile kalfası, Mersin’in Mut ilçesi yakınlarında çoşkun bir ırmak üzerinde köprü yaparlar. Bu köprü bugün Gezmeli Köprüsü diye bilinir. Bu köprünün yapılmasına büyük emek veren kalfa Süleyman ustasına bir sebepten dolayı darılır, yanından ayrılır. Süleyman, aynı ırmağın başka bir çoşkun yerine gidip köprü yapmaya karar verir. […]

The post Anadolu Efsaneleri “Görmeli Köprüsü” Efsanesi appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Anadolu Efsaneleri “Görmeli Köprüsü” Efsanesi

Efsaneye göre; bir usta ile kalfası, Mersin’in Mut ilçesi yakınlarında çoşkun bir ırmak üzerinde köprü yaparlar. Bu köprü bugün Gezmeli Köprüsü diye bilinir. Bu köprünün yapılmasına büyük emek veren kalfa Süleyman ustasına bir sebepten dolayı darılır, yanından ayrılır.

Süleyman, aynı ırmağın başka bir çoşkun yerine gidip köprü yapmaya karar verir. Başlar köprüyü yapmaya. Gel zaman, git zaman kalfanın köprüsü de biter. Süleyman, eserini görmesi için ustasına haberciler gönderir. Hakikî bir usta olan diğeri, ne kalfasının kendisini çağırmasına, ne de yanından ayrılmasına kızmayarak yeni köprüyü görmeye ge­lir. Kalfasının eserini gördükten sonra beğendiğini
belirtir, herkesin de bu köprüyü görmesini İster.

Kalfasına der ki:

«Güzel yapmışsın, eline sağlık- Bu köprüyü, güzelliğini herkes görmeli. Bunun adı Görmeli Köprüsü olsun.»

Bu görüşmeden sonra köprüye o ad verilir.

Efsane,  Anadolu Efsanesi, Efsaneler, Efsanelerimiz, Söylence, Efsane Söylenceleri, Efsane Hikayeleri, hikaye, hikâye, hikaye arşivleri, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye okumak, hikaye siteleri, hikaye yaz, hikayelerimiz, masal, masal oku, masal okuma, öykü, öykü oku, story, kısa hikayeler, çocuk masalları, kısa masallar, kısa hikayeler, masallar oku, hikayeler oku, güzel hikayeler,

The post Anadolu Efsaneleri “Görmeli Köprüsü” Efsanesi appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/efsaneler/anadolu-efsaneleri-gormeli-koprusu-efsanesi.html/feed 0
+18 Duygusal Hikayeler; “Çiğ Yumurtalar” https://hikayelerimizden.com/duygusal-hikayeler/18-dehsetli-ve-duygusal-hikayeler-cig-yumurtalar.html https://hikayelerimizden.com/duygusal-hikayeler/18-dehsetli-ve-duygusal-hikayeler-cig-yumurtalar.html#respond Wed, 23 Dec 2020 10:18:19 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=7673 +18 Dehşetli Ve Duygusal Hikayeler; “Çiğ Yumurtalar” Hep eli yüreğinde, o günün gelip çatmasından korkardı anam. Biri ablasının, öteki kaynının oğlu olunca baş eğmek, susmak ve ağlamak kalıyordu ona. İlk karşılaştıklarında, vuruşturulan çiğ yumurtalar gibi en az birinin kırılıp yere saçılacağını, ötekinin de iflah olmayıp hapis damlarında çürüyeceğini söylerdi. Uykudan uyanır uyanmaz, amcamların mayıs kokan […]

The post +18 Duygusal Hikayeler; “Çiğ Yumurtalar” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
+18 Dehşetli Ve Duygusal Hikayeler; “Çiğ Yumurtalar”

Hep eli yüreğinde, o günün gelip çatmasından korkardı anam.

Biri ablasının, öteki kaynının oğlu olunca baş eğmek, susmak ve ağlamak kalıyordu ona. İlk karşılaştıklarında, vuruşturulan çiğ yumurtalar gibi en az birinin kırılıp yere saçılacağını, ötekinin de iflah olmayıp hapis damlarında çürüyeceğini söylerdi.

Uykudan uyanır uyanmaz, amcamların mayıs kokan sıcacık ahırında alırdım soluğu. Salman Ağam, babamdan bile çok severdi beni. Ahırına girdiğimde, karanlığa alışana değin hiçbir şey göremez, bir yere çarpmamak için kollarımı uzatır onu beklerdim. O, karanlıkta da görürdü. Kör gibi ayakta dikilirken, kendimi birden kucağında bulurdum. Aylarca görmediği yavrusuna kavuşmuş gibi sarılır, sıka sıka canımı çıkarırdı. Geniş omuzları, kalın kolları, kütük gibi sağlam sıcak gövdesiyle Salman Ağam, anlatmakla bitiremediği masal kahramanlarının en güçlüsüydü. Onunla ilgili aklımın almadığı durumlar vardı. Sorup öğrenmek isterdim ama oyuna öyle dalardık ki hep unuturdum.

Neden hep ahırda hayvanlarla birlikte yaşıyordu? Yaşıtları, kış boyunca sabahtan akşama dam üstlerinde, aşık, ceviz, yumurta, el sende, saklambaç oyunları oynarken o bir çeşit hapis hayatındaydı. Hüzünlü ve acı içinde kıvrandığını görüyordum.

Yarı karanlık ahırda, inek, öküz, manda demez hepsinin üstüne oturtur geri çekilir, korkumla alay ederdi. Ona göre, erkek adam ne düşer ne ağlar ne de korkardı.

Boynuzlu ve boynuyla yük taşıyan hayvanlar, sırtlarında bir yabancıya hiç mi hiç katlanamazlardı. Huysuzlanır, arkalarını bir o yana bir bu yana çevirirlerdi. O halleri, ağlamakla gülmek arasında gidip gelmeme neden olurdu. En çok kır eşeğin üstünde rahat ederdim. Salman Ağam, üstüne beni oturtmak için eşeğe yaklaşınca hayvanın dişil kıpırdanışını, ağzını garip biçimde açıp açıp kapatmasını, aralarında bir çeşit iletişim gibi algılardım. Onun aylarca, hatta yıllarca süren ahır hapisliğine katlanmasının sırrı bu ilişkilerde saklıydı belki de.

Çok sıkıldığı zamanlarda, ahırdaki kucak kavuşmaz, hayvanların sürtünmesiyle parlamış, cilalı gibi duran ardıç direklere yumruklar indirir,

“Aaah Leyla Gelin ah, yaktın beni yaktın!” diye inlediğini görürdüm. Sevdiği kadını, buluttan sıyrılıp çıktığında her yanı aydınlatan sonra yeniden bulutların ardına gizlenen dolunaya benzetirdi.

“Adamım ölmüşüm, bitmişim ben, küçüksün duaların kabul olur, dua et de Allah canımı alıp kurtarsın bu çileden! Ahdimi alsam, şöyle bir sarılıp yatsam, ömrüme yanmayacağım,” der sevdiğine sarılır gibi yeniden bağrına basardı beni.

Sonra unutulurdum birden. Gözlerini ahırın küçük ışık deliğine diker, karşısında, yoluna ölümü göze aldığı sevdiği varmış gibi konuşmaya başlardı.

“Madem bağırıp alemi ayağa kaldıracaktın, Erikli’den su alırken neden gözlerimin içine bakıp da güldün, bu gece seni bekliyorum der gibi başını salladın!?”

Sevdiği de ona, “İki gözüm önüme aksın, gençliğime doymayım öyle bir şey yaptıysam,” demiş gibi:

“Boşuna yemin etme Leyla’m, yaptın, yaptın!” diye sürerdi konuşma.

Söylediklerinden, Leyla adında bir geline fena halde yanık olduğundan başka bir şey çıkaramazdım. Durumunun iç açıcı olmadığını hissetmem gözlerimin dolmasına neden olurdu. Doluktuğumu fark edince yeniden bağrına basar, “Senden başka kimsem yok adamım, Allah bile beni unuttu,” diye herkese sitem ederdi.

O’nu yitirdikten sonra dilim tutulmuş, uzun süre konuşamamış, herkesi korkutmuştum. Belki bir yıl sonra, konuşmayı yeni söker gibi babama:

“Salman Ağam neden öldürüldü baba?” dediğimde, dilimin çözüldüğünü görerek çok sevinmişti.

Sorumun ağırlığı karşısında sevincinin gölgelendiğini görünce, işini kolaylaştırmak için kucağına oturup gözlerinin, dolukan gözlerinin içine bakmıştım. Saçlarımı okşayıp, yanaklarımdan öperek başlamıştı konuşmaya. Sesindeki hüzün içimi, anlattıklarından daha beter acıtmıştı.

“Ha babam ha, sen de mi unutamadın Salman Ağanı? Ahırda saklandığı iki yıl boyunca ve ölümünden sonra çektiklerimizi anlatmak öylesine zor ki,” demişti.

“Yıllardır iki ateş arasında yaşadık. Aşağı tükürsek sakal, yukarı tükürsek bıyık! Bir taraf benim, öteki taraf ananın kardeşinin oğlu. Birine selam versek diğeri düşman kesiliyordu bize.

Rahmetli Salman Ağan, o güne değin köyümüzde hiç görülmemiş, duyulmamış bir aykırılık, yolsuzluk yaptı yavrum. ‘Eline, beline, diline sahip ol’ diyen töremizi çiğnedi. Hem de köyün en kalabalık en yavuz ailesine karşı yaptı bunu. Nefsine uyup; kocası askere gitmiş bir gelininin namusuna tamah etti. Kim olsa böyle bir hakareti karşılıksız bırakmazdı. Keşke başını alıp köyden gitmesine önayak olsaydık. Ama bilemedik. Yıllardır benzeri bir olay köyümüzde yaşanmamıştı ki!”

Gözlerinin içi ağlıyordu babamın.

“Olacak işte” dedi, “iki yıl boyunca düşmanlarıyla karşılaşmamak için ahıra kapandı da… O gün çobanımız hastalanmış, davarı yaylağa çıkaramamış. Herkesin işi başından aşkın! Olacakla öleceğin önüne geçilmiyor. Bir geceliğine davarın başına Salman Ağanı göndermiş amcan. Arada bir, davara mala yardım etmek için ahırdan çıktığı oluyordu. Sabah, sürüyle köye dönerken Teyze’nin Hasan’la karşılaşıyorlar Erikli Pınarın önünde…”

Gerisini benden daha iyi kim bilebilirdi ki?
*
İnsanıyla, hayvanıyla köyün yarısından çoğunun sulandığı Erikli Pınar’da bir tenhalık vardı o gün. Önünde uzunca bir oluk, üst açık geniş avlusunda çimek taşları ve yunak kazanlarını oturtmak için sayısı değişen ocaklar bulunurdu avluda. Birkaç ailenin birden temizliğe giriştiği, kız-oğlan çıplak çocukların ve annelerin bağırtılarının ayyuka çıktığı günler, bayram yerine dönerdi Erikli Pınar.

Ağlamayım, gevezelik edip kafasını şişirmeyim diye anamın ağzıma tıkadığı kenger sakızı, keskin dişlerim arasında ezip yumuşatmaya çalışıyordum. Bir yandan başımdan aşağı döktüğü kaynar suyla haşlanırken, bir yandan ufalanıyordum anamın avuçları arasında.

Çimdirirken konuşmadan duramazdı anam.

“Kolunu kaldır, belini bükme! Daha çimdireli on beş gün olmadı, çamurda ağnamış balak gibi olmuşsun, nedir senin elinden çektiğim!”

Önce kulaklarımızı tırmalayan bir çığlık sesi duymuştuk… Sabuna kapattığım göz kapaklarım kendiliğinden açılıvermişti. Anamın gözlerinin dışarı pörtlediğini, taş kesildiğini görmüştüm. Elindeki su dolu bakır tası fırlatıp atmıştı. Pınarın duvarına çarpan tasın sesi, bağırtısına karışarak yankılanmıştı.

Gözlerim acıyordu. Ağlıyordum. Anam sele kapılmış gibi yok oluvermişti bir anda.
Çıplak ve yalnızdım.

Ardınca koşmak geldi aklıma. Pınarın önünde kirli suların yayılarak aktığı, akmaktan çok dinlendiği dereyi, ayağıma batan taşlara aldırmadan geçtim. Dereye doğru, söğütlerin gölgesine koşuşan koyun sürüsü sarmıştı her yanımı. Koyunlar, sert tırnaklarıyla çıplak ayaklarıma basıyor canım acıtıyorlardı. Aralarından sıyrılıp çıkmam olanaksızdı. Biraz ötede ne zaman biriktiğini anlayamadığım bir kalabalık vardı. Bağırtılar, çağırtılar, koyun melemelerine karışıyordu. Teyzemin oğlu Hasan Ağamın, söğütlerin arasından arkasına bakarak, düşe kalka evlerine doğru kaçtığını gördüm. Sürü, ıslak gövdemi çıkardığı tozla sıvayarak, gölgeliğe ulaşmak için kısa sürede uzaklaşmıştı yanımdan. Yine tek başıma yine çırıl çıplak ortadaydım. Kalabalık yarıldı, iri bir adam, sırtında kafasından kanlar saçılan başka bir adamı taşıyordu köye doğru. Yüzünü kan örtmüştü adamın.

Kimdi bu adam?…

Anamı hiç böyle görmemiştim, bir yandan çırpınıyor bir yandan ağlayıp bağırıyordu.

“Kader gözün kör olsun, kör olsun kader!”

O telaşı içinde yine de beni gördü. Bir anda kendimi kucağında buldum anamın. Göğsü nasıl da inip kalkıyordu. Büyük bir kargaşa vardı çevremizde. Pınarın önünde, bir kovuğa tıkılmış giysilerimi aceleyle giydirdi. Yine kucaktaydım. Eve doğru koşuyorduk.

Yüksekçe bir duvar ayırıyordu amcamlarla bizim evi. Sönmüş arı kovanına benzeyen bizim evin sessizliğine karşın amcamlara girip çıkanın sayısı belirsizdi. Anam yandaki kıyameti görmüyormuş gibi doğru evimize daldı. Sedirin üstüne fırlatıldım.

“Kapıdan dışarı çıkarsan öldürürüm seni! Ben gelene değin yerinden kıpırdamayacaksın,” diyerek, gözyaşları içinde fırlayıp gitti.

Anamın sözünü tutup koyduğu yerde bir süre kıpırdamadan oturmuştum.

Kimsenin umurunda olmadığımı anlayınca dışarı çıktım. Amcamlarda çok kötü, çok büyük şeyler olduğunu hissediyordum. Koşuşan, ağlayan, sızlayan, kanayan insanlar arasından Salman Ağamı bulmak umuduyla ahıra doğru yürüdüm. Kocaman, şapkalı adamların başına biriktiği biri yatıyordu sekide. Çevreye saçılmış kan lekelerini görünce, her yerle birlikte ben de dönmeye başlamıştım. Düşmemek için, yanımdaki direğe yapıştım. Kimsenin beni görmediği gibi kendim de bilmiyorum ne yaptığımı. İyice sokuldum kanayan adamın yakınına.

“Salman’ım yavrum, yiğidim, gözümün kökü!” diye hırıltılı, tükenmiş sesiyle iki yana sallanarak ağlayan Salman Ağamın anasını gördüm. Yığılıp kalmıştı, kanlar içinde yatan oğlunun ayak ucuna. Korkudan ağlayamıyordum. Şapkalı adamlar Salman Ağamın ellerini tutmaya çalışıyorlardı. Her koluna iki kişi yapışmıştı. Bıraksalar, kafasındaki yarıktan tutup ikiye bölecekti kendi başını. Fışkıran kan, adamların ellerini kollarını kırmızıya boyamıştı. Kıpırdamasın diye iki kişi de bacaklarının üstünde oturuyordu. Ayaklarında renkli, işlemeli çorapları vardı. Kan bulaşmamıştı çoraplarına.

Başındakiler hastaneden, doktordan, taşımak için ihtiyaçları olan bir at arabasının bile köylerinde bulunmamasının utancından söz ediyorlardı. Kağnıyla iki saatten fazla sürermiş, hastanın dayanması mümkün değilmiş o yola.

Damın üstünde devam eden kavgada yaralananları getiriyorlardı arada. Salman ağamın iki abisi de baygın indirildi damdan.

“Atlı araba geliyor! Yaylı geliyor!” diye bağıran çocuklar avluya girdiğinde Salman Ağamın eli kolu yanına çoktan düşmüştü. Gırtlağından çıkan hırıltı, kadınların gülüyorlar mı ağlıyorlar mı ayıramadığım korkunç sesini bastırıyordu. Babamı ilk kez gördüm. Hiç kimseyi görecek durumda değildi. Yaylıyı, olayı duyar duymaz kente koşmayı akıl eden babam getirmişti.

Götürdüler… Nedense onun artık acı duymadığını düşünüyordum. Dam üstündeki kavga da sönmüş gibiydi. Adamlar hep birlikte, atlı arabanın arkasından yürüyüp uzaklaştılar.
Son görüşüm oldu Salman Ağamı.

 

The post +18 Duygusal Hikayeler; “Çiğ Yumurtalar” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/duygusal-hikayeler/18-dehsetli-ve-duygusal-hikayeler-cig-yumurtalar.html/feed 0
Keloğlan Masalları; “Sihirli Sofra Masalı” https://hikayelerimizden.com/masal-2/keloglan-masallari/keloglan-masallari-sihirli-sofra-masali.html https://hikayelerimizden.com/masal-2/keloglan-masallari/keloglan-masallari-sihirli-sofra-masali.html#respond Sat, 19 Dec 2020 20:18:35 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=7669 Keloğlan Masalları; “Sihirli Sofra Masalı” Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal, pireler berber iken ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, bir zamanlar, uzak ülkelerin birinde yoksul bir kadınla oğlu yaşarmış. Öylesine yoksullarımış ki, kadıncağız biricik keloğluna dahi güçlükle bakıyormuş.  Keloğlan da, aksine bu durumu hiç umursamazmış. Her şeye […]

The post Keloğlan Masalları; “Sihirli Sofra Masalı” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Keloğlan Masalları; “Sihirli Sofra Masalı”

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal, pireler berber iken ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, bir zamanlar, uzak ülkelerin birinde yoksul bir kadınla oğlu yaşarmış. Öylesine yoksullarımış ki, kadıncağız biricik keloğluna dahi güçlükle bakıyormuş.  Keloğlan da, aksine bu durumu hiç umursamazmış. Her şeye gülüp geçen, güçlü bir çocukmuş.

Günlerden bir gün, anası keloğluna seslenmiş:

— “Heyy Keloğlum! Unumuz bitti. Ambardan biraz buğday al değirmene götür, öğüt de getir, akşama ekmek yapıp yiyelim.”

Keloğlan ambara gidip buğday çuvalını sırtına alıp değirmenin yolunu tutmuş. Değirmene yakın bir yerde bakmış ki, Anne keklik ve yavruları yiyecek arıyorlar.

— “Bu kuşları da Allah yarattı!” deyip elindeki buğdayları kekliklere dağıtmış.

Eve dönünce annesi sormuş, hani Keloğlan buğdaylar nerede? Yoksa buğdayları sattın mı?

— “Yok ana, değirmenci yoktu, buğdayları değirmencinin oraya bıraktım geldim.” demiş.

Ertesi gün yine Keloğlan’ın annesi Keloğlan’ı değirmene yollamış. Keloğlan; “Belki kuşlar hepsini yememiştir, en azından birazını alır, anneme değirmenden bunlar çıktı derim.” demiş. Buğdayı döktüğü yere gelmiş ama bir tane bile buğday tanesi görememiş. Belki akşam rüzgarıyla toprağın altında kalmıştır diyerek, elindeki çubukla toprağı eşelemeye başlamış. Birdenbire toprağın altından bir dev fırlamış dikilmiş karşısına.

– “Ne diye benim evimin üstünü eşeliyorsun be Keloğlan?” demiş.

Keloğlan:

— “Dün buraya buğdaylarımı serpmiştim, acaba arada kalan oldu mu diye toprağı eşeliyordum. Nereden bileceğim senin evinin burada olduğunu?”

Dev:

– “Bre Keloğlan sen şaşkın mısın? Hiç buğday buraya dökülür mü? Kuşlar hepsini yer süpürür.” demiş.

Keloğlan:

— “Ben de kuşlar yesin diye serptim zaten. Ama anneme bunu diyemedim. Annem de buğdayları getir diye tutturuyor” demiş.

Dev Keloğlan’ın iyi kalpli biri olduğunu anlamış.

– Üzülme demiş Keloğlan, al şu sofrayı her acıktığında “Açıl, sofram, açıl!” de. Sofrada çeşit çeşit yemekler serilir, annenle afiyetle yersiniz.” demiş.

Keloğlan: “Eve gidip annesine durumu anlatmış, annesi önce inanmamış ama daha sonra Keloğlan:

“Açıl, sofram, açıl!” dediği gibi, bir anda sofranın üzerine en güzel yemekler serilmiş. Keloğlan ve annesi doya doya yemek yemişler.

Günün birinde, Keloğlan sofrayı evde bırakmış, hırsızlar da bu fırsatı bilerek Keloğlan’ın sofrasını çalmışlar. Keloğlan, yine eski yoksul haline dönmüş.  Yine Dev’i uyandırmak aklına gelmiş ve sabahleyin değirmenin yolunu tutmuş. Elindeki çubuğu Dev’in yuvasının üzerine sertçe vurmaya başlamış. Dev uyanmış;

— “Ne oldu Keloğlan? Bir sorun mu var?” demiş. Keloğlan olanı biteni anlatmış. Bu defa Dev ona bir eşek vermiş. Keloğlan eşeğin başını sağa çevirince, eşekten altınlar dökülmeye başlamış. Sonra Keloğlan eşeğine binmiş, hamama gitmiş. Eşeği hamamın önünde bağlamış Hamamcıya da:

“Sakın eşeğin başını sağa çevirme!” diyerek sıkıca tembih etmiş ama, adam eşeğin başını sağa çevirmiş. Bir de ne görsün? Altınlar dökülmeye başlamış. Altınları görünce değirmencinin aklı başından gitmiş. Hemen ona benzeyen bir eşek ile onu değiştirmiş.

Keloğlan yine eski fakir haline dönmüş. Yine bana yardım ederse Dev yardım eder diyerek, Dev’in evinin yolunu tutmuş. Olanları Dev’e anlatmış. Dev bu defa ona bir topuz vermiş.

— “Bir ziyafet ver… Hamamcıyı da çağır, bütün köy ahalisini de çağır…” demiş.

Bütün köylü gelip ziyafete konmuşlar. Yemekler yendikten sonra, konuklardan biri kalkıp giderken, topuz o davetliyi bir köşede sıkıştırmış.

— “Adi hırsız, çabuk sofrayı geri getir!” diyerek başlamış sofrayı çalan hırsızın kafasına kafasına vurmaya.

Hırsız pes etmiş. Sofrayı çaldığını itiraf etmiş, gidip evden çaldığı sofrayı geri getirmiş.

Topuz, bu defa hamamcının üzerine gitmiş.

— “Adi hırsız! Tez, çaldığın eşeği geri getir!” diyerek başlamış hırsızın kafasına kafasına vurmaya.  Hamamcıyı da iyice bir pataklamış.

Keloğlan marifetli topuzu sayesinde sihirli sofrasına ve eşeğine kavuşmuş. Bu olay ülke padişahının kulağına gitmiş. Saraya gelmesi için Keloğlan’a haber göndermiş.

Keloğlan da atlamış  eşeğine düşmüş sarayın yollarına…

Padişah maharetini duyduğu Keloğlan’ı tanıyınca onu çok sevmiş. 

Keloğlanı çok seven padişah kızını Keoğlanla evlendirmiş.   

Keloğlan, annesi, karısı, sihirli sofra ve eşeğiyle birlikte çok mutlu yaşamışlar.

Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.

hikaye, hikâye, hikaye arşivleri, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye okumak, hikaye siteleri, hikaye yaz, hikayelerimiz, masal, masal oku, masal okuma, öykü, öykü oku, story, kısa hikayeler, çocuk masalları, kısa masallar, kısa hikayeler, masallar oku, hikayeler oku, güzel hikayeler, Keloğlan, Keloğlan Masalları,Dev Masalları, Sihirli sofra,

The post Keloğlan Masalları; “Sihirli Sofra Masalı” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/masal-2/keloglan-masallari/keloglan-masallari-sihirli-sofra-masali.html/feed 0
“Hikayelerle Yeryüzü Ayetleri 3. Bölüm” https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/hikayelerle-yeryuzu-ayetleri-3-bolum.html https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/hikayelerle-yeryuzu-ayetleri-3-bolum.html#respond Fri, 18 Dec 2020 18:11:49 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=7666 “Hikayelerle Yeryüzü Ayetleri 3. Bölüm” Ya Ay Olmasaydı? “…aydınlık ve nurlu bir ay var eden (Allah) ne yücedir.” Furkan Sûresi, 61. ayet – Sana, “Güneş olmasaydı ne olurdu?” diye sorsaydım, iyi kötü bir cevap verirdin değil mi, Çekirgem! – Evet Usta! Mesela gece gündüz diye bir şey olmazdı hep karanlık olurdu. Işıkları gündüz de yakmak […]

The post “Hikayelerle Yeryüzü Ayetleri 3. Bölüm” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
“Hikayelerle Yeryüzü Ayetleri 3. Bölüm”

Ya Ay Olmasaydı?

“…aydınlık ve nurlu bir ay var eden
(Allah) ne yücedir.”
Furkan Sûresi, 61. ayet

– Sana, “Güneş olmasaydı ne olurdu?” diye sorsaydım, iyi kötü bir cevap verirdin değil mi, Çekirgem!

– Evet Usta! Mesela gece gündüz diye bir şey olmazdı hep karanlık olurdu. Işıkları gündüz de yakmak zorunda kalırdık. Elektrik faturası acayip gelirdi.

– Bravo! Gözlerimi yaşarttın.

– Üstelik Dünya çok serin bir gezegen olurdu. Yılın dört mevsimi kat kat yünlü fanilalar ve eskimolar gibi kürkler giymek zorunda kalırdık.

– Eğer eksi 200 dereceye ‘serin’ demek yeterliyse, evet öyle olurdu Çekirge!

– Yani, serinden biraz daha soğuk olurdu öyle mi?

– Bundan, şüphe bile etme sakın!

– Çekirge!

– Usta!

– Peki, ya Ay olmasaydı?

– Eeeeee! Geceler, şimdikinden çok daha karanlık olurdu.

– Evet bu doğru! Ancak çok da hayatî bir şey olduğu söylenemez. En azından günümüzde öyle… Fakat şairler ve iflah olmaz romantiklerin bundan hiç hoşlanmayacağı kesin…

– Dolunay diye bir şey olmayacağı için, kurt adamlar; ya hep kurt olarak kalırlardı ya da hep adam…

– Dur bi dakika! Bunu saymıyorum. Sana kurt adam diye bir şey olmadığını kaç kere anlattım?

Eğer sevgili babacığın, kurs ücretin konusunda bana bu kadar cömert davranmıyor olsaydı, seni çoktan kovmuştum burdan…

– Peki buna ne dersiniz saygıdeğer efendim: Bizimkisi ile birlikte dünyadaki bazı ülkelerin bayrağında hilal yerine başka bir şekil olurdu!

– Hımmmmm. Zekice bir şey söyledin Çekirge! Ama bunun da çok önemli olduğunu zannetmiyorum!

Başka! Başka! Daha başka bir şey aklına gelmiyor mu senin?

– “Biz Heybeli’den her gece mehtaba çıkardık!” diye bir şarkı olmazdı!

– Çekirge!

– Evet Usta!

– Sen iyileşemezsin… Asla!

Usta ve Çekirge’nin bu konu üzerinde aklı başında bir şeyler söylemesi zor görünüyor.

En iyisi onları baş başa bırakıp, biz bu ciddi konuyu kendi aramızda konuşalım.

Evet, ya Ay olmasaydı?

Olsaydı da şimdikinden biraz daha büyük; ya da biraz daha küçük olsaydı.

Dünyaya daha yakın ya da daha uzak olsaydı?

Dünyanın etrafında daha farklı bir konumda ve daha farklı bir hızda dönseydi?

Kendi etrafındaki dönüşü de şimdikinden farklı olsaydı?

Tüm bu sorulara cevap verdiğimizde, biricik uydumuz Ay’ın, dünyamızın yörüngesine özel olarak oturtulduğunu anlayacaksınız.

Ay’ın Acayiplilikleri

Güneş Sistemi’ndeki bazı gezegenlerin hiç uydusu yoktur. Merkür ve Venüs’ün mesela…

Diğer gezegenlerin ise birden fazla uyduları vardır:

Neptün’ün 13, Uranüs’ün 27, Satürn’ün 30, Jüpiter’in ise 60 kadar uydusu vardır.

Bir tane uydusu olan bir tane gezegen vardır. O da, Dünya’dır.

Ay çapı, dünyanın çapının 4’te 1’i kadardır. Bu öteki gezegenler ve onların uydularıyla kıyaslandığında, oldukça büyük bir orandır. Yani Güneş Sistemi’nde, gezegenine oranla en büyük uydu Ay’dır.

Ay’ın kendi başına bir ışık kaynağı olmadığı, güneşten gelen ışınları yansıttığı artık herkesin bildiği bir şey. Eğer Ay’da ışık saçan bir cisim olsaydı, gece diye bir şeyi hiç göremezdik.

Ay’ın güneşten alıp yansıttığı ışık miktarı %7’dir. Yani Ay, güneşten üzerine düşen ışığın sadece %7’sini yansıtır.

Ay’ın bir yıl boyunca yansıttığı ışık miktarı, Güneş’in sadece 20 saniyedeki aydınlatma gücüne eşittir!

Eh, bir gece lambasının bundan daha çok ışık vermesine de gerek yok zaten!

Ay ile Dünya arasındaki uzaklık 384.000 kilometre kadardır. Bu mesafe, Dünyanın çapının 30 katı kadardır. Yani Ay ile Dünya arasına 29 tane Dünya sığdırabilirsiniz!

Ay’daki yer çekimi Dünya’dakinden 6 kat daha azdır. Bu yüzden Ay’a giden astronotlar hoplaya zıplaya yürümektedirler.

Eğer sırıkla yüksek atlama yarışmaları Ay yüzeyinde yapılacak olsa, atlayan bir atletin uzun süre yere düşmesini beklerdik. Çünkü burada 10 metre atlayan bir sporcu, Ay’da 60 metre atlayabilir.

Ay’ın bir atmosferi yoktur. Bunun sebeplerinden bir tanesi de, hava tabakasını Ay çevresinde tutacak kadar güçlü bir yer çekiminin olmamasıdır.

Atmosfer olmayınca, güneşten gelen ışınların çarpıp yansıyacağı bir tabakadan mahrum kalan Ay’da gökyüzü her zaman simsiyahtır.

Güneşin tam tepede olduğu vakitlerde Ay yüzeyinin sıcaklığı ise –sıkı durun– artı 135 dereceye varır. Ay’ın güneş görmeyen tarafında ise bu sıcaklık eksi 170 derecelere kadar düşer.

Ay hakkında bilgi veren kitaplarda, Mare Nibium (Bulutlar Denizi), Mare Imbrium (Yağmurlar Denizi) gibi, birtakım Ay denizlerinin adı geçer.

Sakın bunların Akdeniz, Karadeniz gibi denizler olduğunu düşünmeyesiniz. Eski zamanlarda, çıplak gözle ya da ilk nesil teleskoplarla Ay yüzeyini görebildikleri kadar gözlemleyen astronomlar, Ay yüzeyinde gördükleri geniş düzlüklere bakıp:

“Bunlar ne ki? Olsa olsa deniz!” diye düşünmüşler.

Zaman içinde bu alanların deniz olmadığı, Ay’da da bırakın bir denizi dolduracak kadar, bir damlacık su bulunmadığı ortaya çıkmış ama o eski astronomların emeğine saygı olsun, hem de, “Yüzlerce yıldır söylenegelen isimler değişmesin, ezberleyene kadar canımız çıktı!” diyerek, öylece bırakmışlar.

Ay’ın Karanlık Yüzü

Aslında Ay’ın karanlık yüzü diye bir şey yoktur. Sadece bizim dünyadan asla göremediğimiz bir yüzü vardır.

Ay bir adanın etrafında tur atan geminin, ada sakinleri tarafından her zaman tek bir yüzünün görünmesi gibi bize tek bir yüzünü gösterir. Bunun sebebi Ay’ın kendi çevresinde dönme hızıyla, dünyanın çevresinde dönme hızının aynı olmasıdır.

Ay’ın arka yüzü, uzaya gönderilen birtakım gözlem uyduları sayesinde artık biliniyor. Görünmeyen yüz, görünen yüze göre, çok daha fazla kratere sahip…

Ya Ay Olmasaydı?

Çılgın Hırsız filmindeki Ay’ı çalma sahnesini hatırlıyor musunuz?

Çılgın Hırsız Gru, Ay’ı küçültüp cebine soktuğunda; dünyada sörf yapan bir adam, altından birden bire çekilen deniz yüzünden, kafa üstü kayalıklara çakılmıştı?

Peki ama neden?

Çünkü Ay’ın Dünya üzerindeki en büyük etkilerinden biri denizlerdeki GEL GİT’lerdir.

Dünyanın bir çekim gücü vardır. Ay’ı kendine çeker. Aynı zamanda Ay’ın da bir çekim gücü vardır. O da dünyayı kendine çeker. Fakat Ay’ın çekim gücü dünyanın çekim gücünden çok daha azdır. Çünkü Ay, Dünyadan küçüktür. Bir cisim ne kadar büyükse çekim gücü de o kadar büyük olur.

Ay, Dünyanın etrafında dönerken, Dünyanın bir yüzü Ay’a diğer yüzünden daha yakındır. İşte bu yakın bölgelerde Ay’ın çekim gücü kendini gösterir. Fakat, karalarda değil, sadece denizlerde!

Çünkü yerkürenin dörtte üçü sularla kaplıdır. Ayrıca Ay’ın çekim gücü, karaları etkileyecek kadar güçlü değildir.

Ay’ın çekim gücü okyanuslardaki suyu kendine doğru çeker ve sular yükselir. Dünyanın bir yüzünde sular yükselirken, öteki yüzünde alçalır.

Ay Dünyanın etrafında dönüp öteki tarafa geçtiğinde yükselen sular alçalmaya başlar. Çünkü bu sefer öteki yüzdeki sular yükselmektedir.

İşte suların böyle yükselip alçalmasına GELGİT ya da MEDCEZİR adı verilir.

Ay’ın çekim gücü, Dünya’nın dönme hızını da etkiler. Ve asıl önemlisi budur. Ay’ın büyüklüğü, Dünyaya olan uzaklığı o kadar mükemmel bir dengededir ki, bu denge bozulacak olsa, dünya şimdiki dünya olmazdı.

Mesela Ay hiç olmasaydı, Dünya şimdikinden çok daha hızlı dönerdi. Bu günlerin şimdiki gibi 24 saatten çok daha kısa olması demektir. Mesela bir gün 8 saat olabilirdi.

Yani 4 saat gece sonra 4 saat gündüz sonra tekrar 4 saat gece…

Bu durumda güneş doğar doğmaz okula gitseniz bile, gece yarısından sonra ancak okuldan çıkabilirdiniz.

Bir günün 8 saat olması demek, dünyanın şimdikinden 3 kat daha hızlı dönmesi demektir.

Hayır! Belki başımız dönmezdi ama kasırgasız, fırtınasız bir gün geçiremezdik.

Rüzgârlar çok sert eserdi.

Kendi etrafında çok hızlı dönen Jüpiter ve Satürn gibi gezegenlerde 1 gün, yaklaşık olarak 10 saattir.
Ve bu gezegenlerde saatteki hızı 500 kilometreyi bulan korkunç kasırgalar hiç durmadan tozu dumana kata kata eser. Öyle ki, bu gezegenlerin atmosferindeki toz bulutları, dünyadaki teleskoplarla bile görülebilir.

Yerküremiz, uzayda 23,5 derecelik bir eğiklikle durur. Bu son derece hassas bir özelliktir. Eğer Ay yaratılıp şu an bulunduğu yerde, bulunduğu büyüklükte tutulmuyor olsaydı, bu açı bozulurdu. Peki o zaman ne olurdu dersiniz?

Dünya’nın Güneş’e karşı duruşu bozulurdu ve kutuplar ile ekvator şimdikinden çok daha farklı miktarlarda ısı ve ışık alırdı.

Böyle bir durumda dünyanın iklimi şimdiki gibi olmazdı. Güneşten gelen ışığın açısı mevsimlere göre değişmez, sabit kalırdı. Dünyanın bir kısmı yanar kavrulur, bir kısmı ise donardı. Ve bu hiç değişmezdi…

Ay’ın dünyadan görünmeyen yüzü, görünen yüzüyle kıyaslanmayacak derecede girintili çıkıntılı ve sayısız kraterle doludur. Bunlar uzaydan gelip doğrudan Ay’a toslayan göktaşlarının meydana getirdiği kraterlerdir. Peki, Ay olmasaydı, o göktaşlarının büyük bir kısmı hangi gezegene toslayacaktı?

Dünyaya elbette!

Eğer uzayın herhangi bir yerinde tıpkı dünya gibi bir gezegen olsa ama o gezegenin Ay gibi bir uydusu olmasa, kimsenin oraya taşınmak isteyeceğini zannetmiyorum…

Dünya, dağları, tepeleri, denizleri, balıkları, ormanları, ağaçları, bulutları, yağmur taneleri ve uydusu Ay’ı ile birlikte tam da bizim yaşaya- bileceğimiz şekilde yaratılmış bir gezegendir.

Her nereye baksak, “Tam da olması gerektiği gibi” görürüz baktığımız şeyi…

Ay, işte bunun için güzel bir örnektir…

Büyüklüğü, dünyaya olan uzaklığı, hem kendi etrafında, hem de dünyanın etrafında dönme hızı ile
tam da olması gerektiği gibidir…

O kadar olması gerektiği gibidir ki, onu oraya Allah’ın yaratıp koyduğuna inanmayanlar, “Bu Ay kendi kendine böyle olamaz, kesin onu uzaylılar oraya koymuşlardır” demek zorunda kalıyorlar. Ay’ın bize görünmeyen yüzünde uzaylıların yaşadığına ve uzak galaksilerden getirdikleri bu dev gemiyi (Ay’ı yani) dünyanın uydusu yaptıklarına inanan insanlar yaşıyor dünyada…

Ay’ın içinin boş olduğuna ve orada koloniler halinde Aylıların barındığına inananlar da az değil…

Bu konularda kitaplar yazıyorlar ve bütün bu zırvalara inanabiliyorlar da; Ay’ı uzaydaki milyarlarca yıldız, gezegen ve öteki gök cisimleri gibi Allah’ın yarattığına, hem de tam olması gerektiği gibi yarattığına inanmıyorlar…

Acayip bir şey duymak istiyorsan, işte duydun!

 ÖZKAN ÖZE 

Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 1036 – Çocuk Kitapları: 267

Hikayenin Bölümleri

  1. Bölüm
  2. Bölüm
  3. Bölüm
  4. Bölüm
  5. Bölüm

Hikaye, Hikayeler, Dini Hikayeler, Çocuk Hikayeleri, Çocuklar İçin Dini Hikayeler,  Hikaye Oku, hikaye, hikâye, hikaye arşivleri, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye okumak, hikaye siteleri, hikaye yaz, hikayelerimiz, masal, masal oku, masal okuma, öykü, öykü oku, story, kısa hikayeler, çocuk masalları, kısa masallar, kısa hikayeler, masallar oku, hikayeler oku, ayet, dini çocuk hikayeleri,ayın karanlık yüzü,

The post “Hikayelerle Yeryüzü Ayetleri 3. Bölüm” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/hikayelerle-yeryuzu-ayetleri-3-bolum.html/feed 0
Kadın Kahramanlar: “Şerife Bacı” https://hikayelerimizden.com/kadin-kahramanlar/kadin-kahramanlar-serife-baci.html https://hikayelerimizden.com/kadin-kahramanlar/kadin-kahramanlar-serife-baci.html#respond Thu, 17 Dec 2020 13:20:00 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=7662 Kadın Kahramanlar: “Şerife Bacı” Şerife Bacı, Kurtuluş Savaşı’nda yaşlı kadın ve erkekler ile birlikte İnebolu’da bulunan cephaneleri Ankara‘ya götürülmesinde çocuğu ve kağnısıyla yer alırken kış şartları nedeniyle Aralık 1921’de donarak öldü… Anlatılan odur ki, cephane ıslanmasın diye battaniyesini cephaneye sarmış bebeğinede sarılıp onun donmaması için uğraş vermiştir… İnebolu ve Kastamonu Havali Komutanı Nurettin PEKER, bu olayı […]

The post Kadın Kahramanlar: “Şerife Bacı” appeared first on Hikaye Oku.

]]>

Kadın Kahramanlar: “Şerife Bacı”

Şerife Bacı, Kurtuluş Savaşı’nda yaşlı kadın ve erkekler ile birlikte İnebolu’da bulunan cephaneleri Ankara‘ya götürülmesinde çocuğu ve kağnısıyla yer alırken kış şartları nedeniyle Aralık 1921’de donarak öldü… Anlatılan odur ki, cephane ıslanmasın diye battaniyesini cephaneye sarmış bebeğinede sarılıp onun donmaması için uğraş vermiştir…

İnebolu ve Kastamonu Havali Komutanı Nurettin PEKER, bu olayı şöyle anlatıyor:

“1921–1922 kışı çok olmuştu. Ankara yolundaki dolu kafileler arasında tabii sayılan don hadiseleri yalnız kendi çevrelerinde birer destan olurken bu hadise kahramanlarından bir tanesi şehrin kapısı sayılan kışla önüne kadar gelmiş, yani taşıdığı millet yükünü canı pahasına menzili maksuduna ulaştırmıştı. Bu hadise şehir halkının gözleri önünde cereyan ettiği için herkesi üzdü, ağlattı.

O günkü vazifelilerden olup bugünün Kastamonu tüccarlarından Cemil Patlaban’ın anlattığına göre (bu destan halk arasında hala yaşamaktadır) 1921 Aralık ayında birdenbire bastıran kar yolları kapamış, cepheye giden taşıt kolları geceye kalmadan yakın hanlara, köylere sığınmışlardı. Böyle fırtınalı bir gecede sabaha kadar yağan kar altında kalmalarının ara sıra olduğu gibi yine kara haberleri beklenirken o gece kar tipisine rağmen vatan aşkı ile ancak Kastamonu Kışlası’nın önüne kadar gelebilen cephane yüklü bir kağnı arabasının yanına ilk gidenin gördüğü acı manzara çok dehşetti. Hadiseyi görenin kışlaya haber vermesi ile Menzil Mıntıka Müfettişi Osman Bey, derhal Merkez Kumandanlığı Askeri İnzibat Posta Başı Muavini Devrekanili Cemil ve Beşiktaşlı Rıfat Çavuşları mahalline koşturmuştur. Her nasılsa kafileden geri kalmış genç kadının cephane yüklü kağnısı ile yorgun argın bir halde ancak kışla önüne kadar gelebildiği ve şehre girmek nasip olmadan şose kenarında sabaha karşı donduğu anlaşılmıştır.

Öküzleri geviş getiren bu kağnı arabasındaki kıymetli yükü korumak için üstüne yorganını örten bu genç kadının bir elinde övendire, kollarını gererek yorganın üzerine abanarak kaldığı vazifeliler tarafından görülmüştür. Rıfat Çavuş öküzleri koşarken, Cemil Çavuş da şehidin üzerindeki karları süpürmüş ve her ikisi de gözyaşlarını dökerek, kollarından ve bacaklarından tutarak kaldırırlarken yorganın altından birdenbire çığlığı basarak ağlayan bir çocuk sesi işitilince şaşırmışlar ve şehit anayı yana çekip hemen yorganı kaldırmışlardır.

Gördükleri şaheser tablo şu olmuştur: Otlara sarılı top gülleleri arasında yerleştirilmiş çulların içinde kundaklı bir kız çocuğunun dondan kurtulduğu ve müdahale üzerine uyanarak meme için ağlamaya başladığıdır. Cephanesini ve yavrusu uğruna kendini feda eden bu kahraman anayı ve yavrusunu arabaya yerleştiren çavuşlar, baş başa ağlaşarak gün doğarken yola düzüldüler. Öküzleri aç ve zayıftı, çekemediler.

Çavuşlar koşuldular. Öküzlere yardım ettiler. Bu mukaddes ve muazzam yükü gurur ve iftiharla fırka dairesinin önüne kadar çektiler. Kumandan ve maiyeti, arabanın başına geldiler. Bir dakika ihtiram sükutu yaptıran kumandan Osman Bey, bu hazin tablo karşısında gözleri yaşararak “Türk Kadını dünyada emsali bulunmayan kahraman bir anadır. Öyle bir anadır ki, tarihte nice kahramanlar, cihangirler doğurmuştur. Arkadaşlar, Milli Mücadeleyi kazanacağımızın en büyük misali işte önümüzde biri ölü, biri diri yatıyor” diyebilmiş ve teessüründen daha fazla konuşamamıştır.

Yavruya süt anası ve ölüye belediyece kefen vesaire masrafı temin edilerek Kastamonu muhitini iyi bilen Cemil Çavuş, ananın hüviyetini tespite memur edilmiştir. Cemil Çavuş, şehidin alaca önlüğünden ve başındaki çarından köyünü keşfederek hanları dolaşmış ve Seydiler köylülerin bularak getirmiş ve göstermiştir. Onlar da tanımışlar. Ağlaşmışlar ve bu şehit ana ile yavrusunu göğüslerine basarak köylerine götürmüşlerdir.

Bu aziz Türk kadınının bugün kendi gibi bir ana olan yavrusu da acaba hangi kahramanları doğurdu? Ey isimsiz kahramanlar. Siz sağ iken vatan var olacaktır.” İstiklal Savaşı’nda adları sanları belirsiz ne analar ve babalar, ne yavrular vardır ki cephane taşırken yol boylarında ölmüşler ve fakat nüfus kütüklerine formalite icabı “eceliyle köyünde vefat” kaydı ile işaretlenmişlerdir. Fakat bunlar Türk şairlerine birer ilham kaynağı olmalıdır.”(1),(2)

(1) Erol Mütercimler, “Bir Vatan Böyle Kurtuldu” isimli kitabında Nurettin Peker’in hatıralarına dayanarak, Şerife Bacı’nın kızının adının Sıdıka olduğunu ve genç yaşta çocuksuz olarak öldüğünü yazmaktadır.

(2) Kastamonu’lu bazı aydınlar bebek Sıdıka’nın bir subay tarafından evlatlık olarak alındığını ve en son Eskişehir’de olduğunu belirtmektedirler. (Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Kadınları)

hikaye, hikâye, hikaye arşivleri, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye okumak, hikaye siteleri, hikaye yaz, hikayelerimiz, masal, masal oku, masal okuma, öykü, öykü oku, story, kısa hikayeler, çocuk masalları, kısa masallar, kısa hikayeler, masallar oku, hikayeler oku, güzel hikayeler, kadın kahramanlar, Kurtuluş Savaşı Hikayeleri, Kurtuluş Savaşı, Kahramanlık Hikayeleri, Şerife Bacı, Çanakkale Savaşı, Hikayeleri, Çanakkale Savaşı

 

The post Kadın Kahramanlar: “Şerife Bacı” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/kadin-kahramanlar/kadin-kahramanlar-serife-baci.html/feed 0
Hikaye Oku : “Kavga” https://hikayelerimizden.com/ibretlik-hikayeler/hikaye-oku-kavga.html https://hikayelerimizden.com/ibretlik-hikayeler/hikaye-oku-kavga.html#respond Thu, 17 Dec 2020 12:49:51 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=7659 Hikaye Oku : “Kavga” Hikaye, Hikaye Oku, hikayeler, hikâye, hikaye arşivleri, hikaye oku, Orhan Kemal, Orhan Kemal Hikayeleri Adam eve neşeyle geldi. Her zaman asık suratla gelişine karşılık bugünkü neşe karısının gözünden kaçmadı. Aptal değildi O. Dünyanın en zeki kadını değilse bile, yine de her gün asık suratla gelen erkeğinin bugünkü neşesini farkedecek kadar zekiydi. […]

The post Hikaye Oku : “Kavga” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Hikaye Oku : “Kavga”

Hikaye, Hikaye Oku, hikayeler, hikâye, hikaye arşivleri, hikaye oku, Orhan Kemal, Orhan Kemal Hikayeleri

Adam eve neşeyle geldi. Her zaman asık suratla gelişine karşılık bugünkü neşe karısının gözünden kaçmadı. Aptal değildi O. Dünyanın en zeki kadını değilse bile, yine de her gün asık suratla gelen erkeğinin bugünkü neşesini farkedecek kadar zekiydi. Hemen her gün gazeteler dolusu zam haberlerini gördükçe neşesi değil yalnız, tatlı uykuları kaçan adamın keyfi nereden ileri gelebilirdi? Maaşına zam mı olmuştu? Para mı bulmuştu sokakta? Çok sevdiği halde yavaş yavaş unuttuğu kahve mi geçmişti eline? Yoksa, evet yoksa zengin bir kadın mı bulmuştu? Zengin kadın, isterse yaşlı, çirkin, hatta yatalak..

Sinirli sinirli sordu:

—  Nedir bu neşenin sebebi?

Adam yalnız neşeli değil, dalgındı da. Kendi kendine bir şeyler hesaplıyor, ölçüyor biçiyor, gülümsüyordu. Bir ara:

—  Hey canına yandığımın be! diye, elini masaya vurdu:

Kadın dayanamadı artık. Adam çıldırmadıysa vardı bir şeyler:

—  Sana söylüyorum!

Adam hala oralı değil. Dürttü, kolundan çekti. Neden sonra karısına döndü, boş, bomboş gözlerle baktı, karısını görmedi.

—  İnsanı patlatmak için bire birsin!

Adam nihayet: Hikaye

—  Ha? dedi.

—  Sevincinin sebebini öğrenmek istiyorum!

Adam belki duydu, belki de duydu anlamadı.

Fakat hep aynı neşeyle, hatta daha da artan bir neşeyle:

—  Çok değil, on beş bin de işimi görür! dedi. Bir on beş bin beni en azından on yaş gençleştirebilir!

Kocasının on yaş birden gençleşmesi mi? O zaman, o zaman kendisi ne olacak? Aralarında sekiz yaş fark vardı. Kocası on yaş gençleşince adamdan iki yaş da büyük mü olacaktı?

—  Cevap ver, ne on beş bini, ne on yaş gençleşmesi?

Adamı sarstı, tekrar sarstı, itti çekti, zorla kendine geldi. Babalarıyla annelerinin çocuklar gibi itişip kakışmasını kahkahalarla seyreden üç kız birbirlerine tutunmuşlardı.

—  Bilet aldım bilet, piyango bileti aldım. Daha doğrusu dairede ortaklaşa aldık arkadaşlarla. Hani büyük değil, orta ikramiyelerden biri, bir vurdu da elime on beş bin geçerse..

Kadın ferahladı:

—  Allah canını almaya. Ben de sanmıştım ki..

Ne sanırsa sansın, oralı değildi adam.

—  Hemen istifayı basar..

Kadının gözleri büyüdü:

—  Eee???

—  Ciğeri iki para etmez hergelelerin tahakkümünden kurtulurum!

—  Yani on beş bini çatır çatır yersin ha?

—  Yok canım, bir iş tutarım. Mesela küçük bir lokanta açar, el kapısından kurtulurum..

Kadın fikri beğenmedi:

—  Hayır şekerim hayır, işini hemen tasfiyeye gitme. Daireden on beş gün izin al. Bak vaziyete, yürütebileceğine aklın kesince bas istifayı!

Adam omuz silkti:

—  Elime on beş geçecek de…

—  Onbeş bin de ne? Bu zamanda onbeş binin ne kıymeti var? Eskinin bin beş yüzü.. Senin eline para geçerse..

Adam sertçe döndü:

—  Evet?

—  Çar çur edersin!

—  Sinirlendirme insanı. Bundan önce birkaç sefer on beş binler geçti elime de çar çur mu ettim?

—  Etmedin ama, edebilirsin. Elin açık. En iyisi nedir biliyor musun? On binini benim namıma bankaya yatıralım. Beş biniyle de üstümüzü, başımızı düzelim. Benim iç çamaşırlarım iyice eskidi. İskarpinlerimin topukları yamuldu. Mantom dersen..

Üçü de okula giden kızlar atıldılar

—  Bizim de bizim de..

—  Benim ayakkabılarım su alıyor!

—  Ya benimkiler?

—  Hep kendinizden bahsedersiniz. Beni düşünen yok ki.

Kadın:

—  Kesin, dedi. Tabi sizi de düşüneceğiz. Birer ayakkabı alalım çocuklara, bir top da patiska. İç çamaşırlarımızı..

Adam:

—  Kostüm, dedi. Bana iyi bir kostüm lazım.

Aslında iki, hatta üç takım lazım ya, şimdilik bir de olabilir. Tabi üç takım olsa elbiseler birbirine yardımcı olur, çabuk eskimez..

—  Tabi, mesela bana da iki manto olsa.. Sonra rujum da hiç kalmadı.

—  Altı tane de gömlek ister bana!

—  Bana da çorap. Naylon çorap.

—  ….?

Yemek boyunca konuşuldu, yemek bitti, ihtiyaçlar bitmedi. Kadın kızlarıyla yardımlaşa yardımlaşa sofrayı kaldırdı, bulaşıkları yıkadı, kocasının yanına döndü. Onu yatak odasında karyolaya sırtüstü uzanmış, cigara içer buldu.

—  Ruju iki, hatta üç, dört tüp alalım, dedi, iyi mal piyasadan hemen kayboluyor!

Adam duymadı. Lokantadan çok kahve yatıyordu aklına. Günde üç beş yüz marka yapan bir kahve. Çayı kaynat kaynat kurut, boyayla muamele et tekrardan kullan. Semaverin terkosunu eksiltme, oooh. Ocakçı, garsondan başka pek bir masrafın olmasın..

Karısına açtı.

Kadın tam o sırada mantoyla tayyör hayali içindeydi. Kocasının kahveciliğe işi döküşünü hiç beğenmedi. Bu zamanda şık mantoyu, kostüm tayyörü kahveci karıları da giyebiliyorsa da, yine de kahveci karısı olmak hoş değildi.

—  Sen yıllar yılı memuriyette pişmiş bir insansın. Ne lokantacılık yapabilirsin, ne kahvecilik, Sonra lokantacı, kahveci..

Karısının burun kıvırışından anlamıştı:

—  Süksesiz işler değil mi?

Kadın canını dişine takarak:

—  Elbette! dedi.

Adam çıldırmışçasına karyoladan yere atladı, başladı karısının soyunu sopunu sayıp dökmeye. Neydi, kimin kızıydı? Kaç paralık insanlardı?

Yıllar yılı çoook, sayılıp dökülmüş, serilip toplanmıştı. Kadın artık kızmıyordu «anasının soğan babasının sarımsak»lığından söz açılmasına.

—  Palavrayı bırak da cevap ver, dedi. On beş bin, bankaya kimin namına yatacak?

Adam hırsla:

—  Benim tabi, dedi.

Bu büyük, çok büyük bir tehlikeydi. On beş binin sahibi bir adam edebilir, genç güzel oynaklardan biri de ona uyabilirdi. Ellerini beline dayayıp hırsla sordu:

—  Peki ben neciyim bu evde?

—  Neci olursan ol!

Korktuğuna uğrayacaktı galiba. «Neci olursan ol!» Yani, benim yanımda zerrece ehemmiyetin yok. Param olunca sana ne minnetim kalacak? Sen olmazsan bir başkası senin yerini alabilir!

Çıldırırcasına dikildi kocasının karşısına:

—  Paralar bankaya benim namıma yatacak, o kadar!

—  Beni tehdit mi ediyorsun?

—  Tehdit mehdit. Paralar benim namıma yatmasın da gör!

—  N’olur? Hikaye

Gerçekten de n’olurdu? Keskin sirkenin zararı küpüneydi!

Bir kenara çekildi, ağlamaya başladı. Adam yeniden evleniyor, yeni karısına çifte çifte mantolar, tayyörler, iç çamaşırları, en iyi markadan rujlar alıyor, koluna takıp sinemaya, eğlence yerlerine götürüyor. Talihsizdi, çok talihsizdi hem de. Babası, annesi olacak hortlayasacılar, ne demeye bu pis herife vermişlerdi sanki?

Adam az önceki kavgayı kendisi etmemiş gibi, yeni bir neşeyle karısının yanına geldi:

—  Parayı bankaya yatırdık da banka ikramiyelerinden güzel bir de köşk çıktı mı.. Ha? Ne dersin?

—  Para kimin namına yatacak sen ondan haber ver!

—  Canım, karıcığım, fark mı var aramızda? Mesele köşkün çıkması!

—  Tabi mesele bu ama, para benim namıma yatarsa daha iyi olur.

—  Öyle olsun, senin namına yatsın. Tamam mı?

Kadın yerinden fırlayarak kocasının boynuna sarıldı:

—  Canım kocacığım benim. Sen dünyanın en iyi kocasısın!

Adamın artık ne yeniden evlenmesini düşünüyordu, ne de ötekine alınması ihtimali olabilecek mantoları, tayyörleri, rujları..

Yazar – Orhan Kemal

Hikaye, Hikaye Oku, hikayeler, Kavga, Macera Hikayeleri, hikaye, hikâye, hikaye arşivleri, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye okumak, hikaye siteleri, hikaye yaz, hikayelerimiz, masal, masal oku, masal okuma, öykü, öykü oku, story, kısa hikayeler, çocuk masalları, kısa masallar, kısa hikayeler, masallar oku, hikayeler oku, güzel hikayeler, seçme hikayeler, ibretlik hikayeler, düşündüren hikayeler,

The post Hikaye Oku : “Kavga” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/ibretlik-hikayeler/hikaye-oku-kavga.html/feed 0
Anadolu Efsaneleri “Ulu Burnu” Efsanesi https://hikayelerimizden.com/efsaneler/anadolu-efsaneleri-ulu-burnu-efsanesi.html https://hikayelerimizden.com/efsaneler/anadolu-efsaneleri-ulu-burnu-efsanesi.html#respond Sat, 12 Dec 2020 13:22:43 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=7650 Anadolu Efsaneleri “Ulu Burnu” Efsanesi Efsane, Anadolu Efsanesi, Efsaneler, Efsanelerimiz, Söylence, Efsane Söylenceleri, Efsane Hikayeleri.  Yeşil Giresun’umuzun Karadeniz kıyısındaki iki köyü arasında, seferdeki vapurların düdük çalarak selâmladıkları bir yer vardır; Ulu Burnu. Keşap İlçesine bağlı Hisarüstü Köyü İle Espiye İlçesine bağlı Gülburnu (Zefre) Köyü arasında, Karadeniz’in sarp kayalarını, oyuklarını ve yemyeşil ormanlarını bir arada görmek […]

The post Anadolu Efsaneleri “Ulu Burnu” Efsanesi appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Anadolu Efsaneleri “Ulu Burnu” Efsanesi

Efsane, Anadolu Efsanesi, Efsaneler, Efsanelerimiz, Söylence, Efsane Söylenceleri, Efsane Hikayeleri. 

Yeşil Giresun’umuzun Karadeniz kıyısındaki iki köyü arasında, seferdeki vapurların düdük çalarak selâmladıkları bir yer vardır; Ulu Burnu. Keşap İlçesine bağlı Hisarüstü Köyü İle Espiye İlçesine bağlı Gülburnu (Zefre) Köyü arasında, Karadeniz’in sarp kayalarını, oyuklarını ve yemyeşil ormanlarını bir arada görmek mümkündür. Doğu ve batı istikâmetlerinde gidip gelen bütün vapurlara düdük çaldırıp selâm verdiren bu burnun şöyle bir hikâyesi vardır:

Vaktiyle vapurun biri, dalgaların en azgın olduğu bir sırada fırtınaya tutulur. Sonunda kaptan Gülburnu köyüne sığınmaya karar verir, Bugün Ulu Burnu diye adlandırılan yere gelince tayfalar yorulurlar, son gayretleriyle küreklere asılırlar. Bir ara kürek çekenlerin yer değiştirmeleri için mola verilir. Bu sırada, denizden gelen ve karaya doğru şiddetle esen rüzgârın tesiriyle gemi sarsılır ve dümeni kopar. Kaptan idareden aciz kalır. Tekne alabildiğine kayalara doğru sürüklenmektedir. Tam kayalara çarpacağı sırada geminin direğinde yeşil bir ışık yanar. Bu inanılmaz hadise gemidekileri şaşkına çevirir.

Söylendiğine göre orada bir ulu şahsın mezarı varmış. Gemicilerin kötü sonlarını gören bu ulu zat yeşil sarıklı olarak tekneye hâkim olmuş. Hatta tekneyi doğrulttuktan başka batan dümeni de yerine takmış. Sonunda da gemicileri yolcu etmiş. Efsane

Bu burun o günden sonra gemiciler tarafından mukaddes bir yer olarak kabul edilir ve her gelip geçişte düdük çalmak suretiyle selâmlanır.

Efsane, Anadolu Efsanesi, Efsaneler, Efsanelerimiz, Söylence, Efsane Söylenceleri, Efsane Hikayeleri, hikaye, hikâye, hikaye arşivleri, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye okumak, hikaye siteleri, hikaye yaz, hikayelerimiz, masal, masal oku, masal okuma, öykü, öykü oku, story, kısa hikayeler, çocuk masalları, kısa masallar, kısa hikayeler, masallar oku, hikayeler oku, güzel hikayeler,

The post Anadolu Efsaneleri “Ulu Burnu” Efsanesi appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/efsaneler/anadolu-efsaneleri-ulu-burnu-efsanesi.html/feed 0
Keloğlan Masalları: “Keloğlan Zeka Küpü” https://hikayelerimizden.com/masal-2/keloglan-masallari/keloglan-masallari-keloglan-zeka-kupu.html https://hikayelerimizden.com/masal-2/keloglan-masallari/keloglan-masallari-keloglan-zeka-kupu.html#respond Thu, 10 Dec 2020 12:06:04 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=7646 Keloğlan Masalları: “Keloğlan Zeka Küpü” Keloğlan, Keloğlan Masalları, Masal, Masallar, Hikaye, Keloğlan Hikayeleri. Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken zamanın birinde bundan uzun uzun yılar önce çok uzak ülkelerin birinde, yemyeşil bir ormanın yanı başında bir köy varmış. […]

The post Keloğlan Masalları: “Keloğlan Zeka Küpü” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Keloğlan Masalları: “Keloğlan Zeka Küpü”

Keloğlan, Keloğlan Masalları, Masal, Masallar, Hikaye, Keloğlan Hikayeleri.

Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken zamanın birinde bundan uzun uzun yılar önce çok uzak ülkelerin birinde, yemyeşil bir ormanın yanı başında bir köy varmış. Bu köyde Keloğlan ve anası  yaşarmış.  Bu Keloğlan’ın bir tek anacığı, anacığının da bir kel oğlu varmış. Dünyada başka kimsecikleri olmadığı için de hep birbirlerine destek olurlar, kuru ekmek yeseler bile kimselere belli etmezler, padişahlara layık yemekler yedik diyerek de kötü durumlarından kimseleri haberdar etmezlermiş.  Keloğlan Masalları

Keloğlan çok akıllı olduğu gibi, aynı zamanda çok tembel biriymiş. Anası ona bahçeden bir soğan alda gel oğlum dese iki saat düşünür, üç saat hesap yapar ve o soğanı nasıl ayağına getirebilir onu düşünürmüş. Ama sonunda bir yolunu bulurmuş. Fakat annesi de  bu duruma çok kızarmış.

Günlerden birgün keloğlanın anası hastalanmış ve bütün işler keloğlana kalmış. O günden sonra, o tembel Keloğlan gitmiş yerine çok çalışkan ve aklı başında bir keloğlan gelmiş. Annesi yattığı yerden keloğlana emirler yağdırıyor bizimkide oradan oraya koşuyormuş.

Bu durum böylece günlerce sürmüş. Keloğlan sonunda yorgunluktan bir köşeye düşmüş. O sırada bir fare keloğlanın yanına gelip;  Keloğlan Masalları

– Keloğlan keleş oğlan her işi beleş oğlan nasıl çalışmak zor geliyor değil mi? demiş.

Keloğlan gözünü aralamış ve fareyi kovalamaya başlamış fare tekrar gelmiş bu sefer iyice yaklaşıp;

– Hey duydun mu prensesin başına gelenleri, her kim prensesi iyileştirirse kral onu onu kızı ile evlendirecekmiş, demiş. Sonra bir çırpı da anlatmış.

Güzeller güzeli prenses aylardır ağlayıp duruyormuş ve onu kimseler susturamıyormuş. Kızımı güldüren her kim olursa olsun onu prens yapacağım demiş kral.

Keloğlan bunu duyduktan sonra; Keloğlan Masalları

– Bu iş böyle olmayacak başka şeyler yapmak lazım diye hoplayıp zıplamaya başlamış. Öyle hoplayıp zıplayarak evlerinin yakınında bulunan dağın eteklerine kadar gelmiş. Sonra dağın eteklerinde açan çiçekleri toplamış. Annesinden öğrendiği kadarı ile bu çiçeklerin özelliği insanları kıkır kıkır güldürmesi olmuş  eğer hepsini bir araya getirirse prensesi güldürebileceğini düşünüyormuş.

Bütün gün topladığı çiçekleri bazı karışımlar ile suladıktan sonra sarayın yolunu tutmuş. Sarayın kapısına geldiğinde iki takla atıp sırada bekleyenlerin yanında sıraya geçmiş.

Akşama doğru sıra kendisine geldiğinde neredeyse yorgunluktan uyuyacak hale gelmiş. Sonunda onu içeri almışlar. Keloğlan hemen elindeki kağıdın içine sakladığı çiçekleri prensese uzatmış. Prenses çiçekleri eline alır almaz kıkır kıkır gülmeye başlamış. Öyle çok gülüyormuş ki kral, kraliçe ve beraberindeki prenses ile birlikte gülmeye başlamış. Prenses mutluluktan uçuyor gibiyimiş. Keloğlan o gün kurulan bir düğün ile prenses ile evlenmiş. Annesini hasta yatağından almış ve saraya getirmiş. Annesi de keloğlunun başına kocaman bir öpücük kondurmuş.

Gökten üç elma düşmüş, biri Keloğlan’ın başına, biri masalı okuyanın başına, diğeri tüm iyi insanların başına..

Keloğlan Masalları, Keloğlan, hikaye, hikâye, hikaye arşivleri, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye okumak, hikaye siteleri, hikaye yaz, hikayelerimiz, masal, masal oku, masal okuma, öykü, öykü oku, story, kısa hikayeler, çocuk masalları, kısa masallar, kısa hikayeler, masallar oku, hikayeler oku, güzel hikayeler,

The post Keloğlan Masalları: “Keloğlan Zeka Küpü” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/masal-2/keloglan-masallari/keloglan-masallari-keloglan-zeka-kupu.html/feed 0
Hikayelerle Yeryüzü Ayetleri 2. Bölüm https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/hikayelerle-yeryuzu-ayetleri-2-bolum.html https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/hikayelerle-yeryuzu-ayetleri-2-bolum.html#comments Tue, 08 Dec 2020 15:49:48 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=7640 Hikayelerle Yeryüzü Ayetleri 2. Bölüm “Dünyanın En Parlak Yıldızı”  “Güneş de kendisi için belirlenmiş bir kanunla, yörüngesinde akar, gider…” Yasin Sûresi, 38. ayet Milattan önce 462 senesinde, Atina yakınlarına bir göktaşı düştü. Gökyüzünde parlak bir iz bırakarak gürültüyle yere çakılan bu ateş topunun düşüşünü, pek çok Atinalı ile birlikte Anaksagoras da korku ve heyecan ile […]

The post Hikayelerle Yeryüzü Ayetleri 2. Bölüm appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Hikayelerle Yeryüzü Ayetleri 2. Bölüm

“Dünyanın En Parlak Yıldızı” 

“Güneş de kendisi için belirlenmiş bir kanunla, yörüngesinde akar, gider…”
Yasin Sûresi, 38. ayet

Milattan önce 462 senesinde, Atina yakınlarına bir göktaşı düştü. Gökyüzünde parlak bir iz bırakarak gürültüyle yere çakılan bu ateş topunun düşüşünü, pek çok Atinalı ile birlikte Anaksagoras da korku ve heyecan ile izledi…

Anaksagoras çok kafalı adamdı. Halkının inandığı pek çok zırvaya asla itibar etmezdi. Göktaşını gördüğünde, “Bu Güneş’ten kopup gelen bir parçadır!” dedi.

– Hadi ya! Nerden bildin?

– Görmüyor musunuz nasıl da sıcak!

Anaksagoras, gökten düşen sıcak taş konusundaki bu fikrini, başta öğrencileri olmak üzere önüne çıkan herkese anlatmaktan çekinmiyordu.

Ancak Atina’nın yöneticileri bu aykırı düşünceleri öğrenir öğrenmez, Anaksagoras’ı yaka paça tutuklayıp zindana tıktılar.

– Demek Güneş, büyük bir ateş topu öyle mi?

– Öyle!

– Bu saçmalığa kim inanır?

– Bıraksanız bütün Atina inanacak…

– Bizimle alay ediyorsun! Ölümlerden ölüm beğen Anaksagoras!

– Bir Gila Kertenkelesi (HelodermaSus pektum) tarafından ağzıma tükürülerek ölmeyi seçtim!

– Nerde yaşıyor o hayvan?

– Amerika Kıtası’nda!

– Orası daha keşfedilmedi sersem!

– Olsun, benim acelem yok, beklerim…

Anaksagoras, saygıdeğer Perikles’in araya girmesiyle rica minnet postu kurtarmayı başardı. Ve o günden sonra ne zaman başını kaldırıp gökyüzünde parıl parıl yanan Güneş’e baksa, hep şöyle söylerdi:

– O dev bir ateş topu! Üstelik Mora Yarımadası’ndan bile büyük…

EN YAKIN YILDIZ

Bana bir yıldız ismi söyler misiniz? Şöyle yakınlarda bir yerlerde olsun. Dünyanın 100 bilemedin 150 milyon kilometre kadar yakınında olsa yeter…

Evet haklısınız! Dünyamızın bu kadar yakınında tek bir yıldız vardır ve onun da adı, GÜNEŞ’tir.

Güneşten sonra en yakın yıldız, Senta iru Takımyıldızının (Erboğa Takımyıldızı da denir) en sönük ve küçük üyesi olan Proksima’dır. Proksima, yakındaki demektir.

Proksima yakındadır ama ne kadar yakındadır acaba?

Işık saniyede 300.000 kilometre hızla yol alır ve Güneş ışığı dünyamıza 8 dakikada ulaşır. Proksima’nın ışığı ise tam 4.22 yılda! Yani… Proksima’nın Dünyamıza uzaklığı 4.22 ışık yılı kadardır. Bu da, aşağı yukarı 40 trilyon kilometre yapar! Bu hesaba göre, Dünyaya olan uzaklığı 150 milyon kilometre olan Güneş, burnumuzun dibinde sayılır değil mi?

GÜNEŞ NE KADAR BÜYÜK?

Anaksagoras’a göre Güneş, Mora Yarımadasından biraz daha büyüktü.

Peki gerçekte ne kadar büyüktür Güneş? Bunu anlamanın en kolay yolu onu, büyüklüğünü az çok kafamıza sığıştırabildiğimiz Dünyanın büyüklüğü ile kıyaslamaktır.

Güneşi, içi boş bir küre olarak düşünürseniz, bu boş kürenin içine Dünya gibi 1.3 milyon tane Dünya
koyabilirsiniz.

Güneşin ağırlığını anlamak için, yine onu Dünya ile kıyaslamak en güzeli.

Güneş Dünyadan, yuvarlak hesapla 333.000 kat daha ağırdır.

Güneşin çapı ise, Dünyanın çapından yaklaşık olarak 109 kat daha büyüktür.

Dünyamızla kıyas edildiğinde tam bir dev küre olan Güneşin, elbette çekim gücü de Dünyadan çok
çok büyüktür:. Tam 28 kat!  Çocuk Hikayeleri 

Bunun tam olarak ne anlama geldiğini şöyle anlayabiliriz:

75 kilo ağırlığındaki bir insan Güneş’e gitse ve orada tartılsa 2 ton 100 kilo çeker! Dünya ile Güneşi, orantılı olarak küçültüp küçültüp bu sayfaya sığıştırabilsek, büyüklükleri, yaklaşık olarak aşağıdaki gibi olacaktı…

 

Güneşin büyüklüğü hakkında son olarak şunu söyleyelim de, aklımız başımızdan gitsin:

Tüm Güneş Sistemi’ni oluşturan kütlenin %99.8’ini Güneş doldurur.

Kalanını ise, Dünya ile birlikte Güneş’in etrafında dönen öteki gezegenler, bu gezegenlerin uyduları, sayısız göktaşı, toz duman vs…

200 MİLYARIN BİRİNCİSİ

Bunca ihtişamına rağmen, orta büyüklükte bir yıldızdır Güneş. Ve Allah, evrenin görebildiğimiz kadarında bile öyle büyük yıldızlar yaratmıştır ki, güneş onların yanında leblebi kadar kalır.

Fakat Güneşi, kendisi gibi 200 milyar daha yıldızın bulunduğu Samanyolu Galaksisi’nin hatta belki de, tüm kâinatın en önemli, en özel, en güzel, en faydalı, en seçilmiş, en kıymetli yıldızı yapan bir özelliği vardır:

O, bizim Güneşimizdir! Dini Hikaye

Mavi gökyüzümüze asılmış kıymetli bir lamba ve evimizi ısıtan bir sobadır. Evrende bir tek onun ısı ve ışığı altında kozasından demincek çıkan kelebekler kanatlarını kuruturlar..

Bir tek onun kat kat perdelerden geçe geçe yumuşatılmış ısı ve ışığı ile ağaç yaprakları fotosentez yapar, arılar yollarını bulur, papatyalar sıcak sarı kalplerini açar, elmalar kızarır, çocuklar parklarda neşeyle oyunlar oynar, serçeler ağaç dallarında şenlik kurar, ve sular tertemiz derelerde şırıl şırıl akarken, damla damla birer ışıltılı mücevher gibi yanar…

Güneş büyüklüğü ile milyarlarca yıldızdan bir yıldız ise de, asla sıradan bir yıldız değildir…

O, bizim Güneşimizdir! Tavanımıza asılmış bir lamba ve evimizi ısıtan bir sobadır.

 ÖZKAN ÖZE 

Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 1036 – Çocuk Kitapları: 267

Hikayenin Bölümleri

  1. Bölüm
  2. Bölüm
  3. Bölüm
  4. Bölüm
  5. Bölüm
  6. Bölüm
  7. Bölüm
  8. Bölüm
  9. Bölüm
  10. Bölüm

Hikaye, Hikayeler, Dini Hikayeler, Çocuk Hikayeleri, Çocuklar İçin Dini Hikayeler,  Hikaye Oku, hikaye, hikâye, hikaye arşivleri, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye okumak, hikaye siteleri, hikaye yaz, hikayelerimiz, masal, masal oku, masal okuma, öykü, öykü oku, story, kısa hikayeler, çocuk masalları, kısa masallar, kısa hikayeler, masallar oku, hikayeler oku,

The post Hikayelerle Yeryüzü Ayetleri 2. Bölüm appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/hikayelerle-yeryuzu-ayetleri-2-bolum.html/feed 1