Warning: Cannot modify header information - headers already sent by (output started at /home/hikayelerimizden/public_html/wp-config.php:1) in /home/hikayelerimizden/public_html/wp-includes/feed-rss2.php on line 8
Ders veren hikayeler arşivleri - Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/tag/ders-veren-hikayeler Hikaye Çeşitleri Wed, 22 Nov 2023 16:59:07 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://hikayelerimizden.sirv.com/WP_hikayelerimizden.com/2020/06/c/r/n/cropped-hikayelerimizden.png?w=32&h=32&scale.option=fill&cw=32&ch=32&cx=center&cy=center Ders veren hikayeler arşivleri - Hikaye Oku https://hikayelerimizden.com/tag/ders-veren-hikayeler 32 32 Çok Güzel Bir Hikaye “Ali Öğretmen” https://hikayelerimizden.com/duygusal-hikayeler/cok-guzel-bir-hikaye-ali-ogretmen.html https://hikayelerimizden.com/duygusal-hikayeler/cok-guzel-bir-hikaye-ali-ogretmen.html#respond Wed, 22 Nov 2023 16:59:07 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=9269 Çok Güzel Bir Hikaye “Ali Öğretmen” Ağır adımlarla ilerledi, birbirini iterek koşuşturan, güneşli günleri özlemiş çocukların arasından. İnce ve narin bir yağmur şıpır şıpır. “Rahmet!” dedi mırıldanarak ve eşit adımlarla karoları sayarcasına adımladı koridoru. Kimilerine hüzün kimilerine kasvet veren böyle havalar, Ali Öğretmen’e hep huzur verirdi. Hele bacaklarını kalorifere yaslayarak nazik damlalar arasında başını kaldırıp […]

The post Çok Güzel Bir Hikaye “Ali Öğretmen” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Çok Güzel Bir Hikaye “Ali Öğretmen”

Ağır adımlarla ilerledi, birbirini iterek koşuşturan, güneşli günleri özlemiş çocukların arasından. İnce ve narin bir yağmur şıpır şıpır. “Rahmet!” dedi mırıldanarak ve eşit adımlarla karoları sayarcasına adımladı koridoru. Kimilerine hüzün kimilerine kasvet veren böyle havalar, Ali Öğretmen’e hep huzur verirdi. Hele bacaklarını kalorifere yaslayarak nazik damlalar arasında başını kaldırıp uzaklara bakması yok mu; bedenini terk edip uçar giderdi uzaklara, derinlere, deryalara…

Çocukluğunun, çıplak ayak dolaştığı sahillerinde gezdiren yağmur damlalarının serinliğini zil sesi araladı. Tekrar sınıfına yöneldi. Haylazlarının, huysuzlarının yanına. Hattâ baş belâsı bile diyen olmuştu onlara fakat Ali Öğretmen hiç yakıştıramadı bu kaba sözü ne dudaklarına, ne de onlara.

Bu okula geleli daha üç ay olmuştu fakat arkadaşlarının gözünde üç yıllık işi sığdırmıştı bu zamana. Herkesin illallah edip ayaklarının geri geri gittiği bu sınıf, nasıl olup da gül bahçesine dönüvermişti. Herkes önce Ali öğretmenin disiplininden, onları nasıl dize getirdiğinden, nasıl muma çevirdiğinden bahsetti. Fakat Ali Öğretmen sesi soluğu çıkmayan, hattâ pek çok önemli hâdiseye tepki göstermeyen bir garip âdemoğlu. Sakin ve ağırbaşlı… Olmaz dediler biraz daha tanıyınca. Bu işte başka bir iş vardı. “Bu canavarlara elini veren kolunu kaptırır.” diyordu tecrübeli demirbaşların ileri gelenlerinden Ayşe Hanım. Haklıydı da. Bu güne kadar hep böyle olmuştu. Gerçekten herkes bu sınıfı adam etmek için çok çaba sarf etmişti lakin kimse muvaffak olamamıştı. Üstelik bütün öğretmenler hem başarılı hem de fedakâr insanlardı. Fakat ne nasihat tesir ediyordu afacanlara, ne de iltifat. 

Cam, çerçeve indirmedikleri mi kalmıştı, okulun büyük öğrencilerini aralarına alıp dövmedikleri mi? Minikler bahçede top oynayamaz, büyükler yalnız dolaşamaz olmuşlardı okulda. Ayşe Hanım’ın bu kızgınlığı da kendi sınıfının kitaplığı için biriktirdiği paranın bunlardan birkaçı tarafından iç edilmesinden kalmaydı. Onca iyi niyet, onca merhamet… Sanki kalkanlarını geriyorlardı kalplerinin üzerine ta iyilik içlerine sızmasın diye. Bir de veli toplantıları vardı… Evlere şenlik, veli mi daha dertli yoksa öğretmen mi bilinmezdi. Herkes içini döküyordu birbirine, diğerini dinlemeden. Ve o karmaşa yumağından süzülen tek söz, çaresizce “Ne yapabiliriz?” oluyordu her seferinde. Her defasında stratejiler çiziliyor, programlar yapılıyordu ama nafile. Ayşe Hanım’ın deyişiyle sanki bağışıklıkları vardı hepsinin her türlü tedbire karşı. 

Sürekli mevzu bahis olduğu hâlde hiç özel bir şey söylemedi Ali Öğretmen. Herkesin bildiği şeyleri yapıyordu. Kendi de zembille inmiş bir adam sayılmazdı. Kulaktan kulağa dolaştı namı, okulun duvarlarını da aştı. Duydukça sıkıldı, sıkıldıkça içine kapandı Ali Öğretmen. Artık zarurî hâller dışında kimseyle konuşmaz olmuştu. Ama arkadaşları kadirşinastı. Allah’tan hiç çekemeyeni olmadı. Hep sena, hep takdir; hem yüzüne, hem gıyabında… Ama ağır gelirdi insanlara kendine biçilen rolleri oynamak. Ona da ağır geldi. Odaya girmez oldu. Kendini, zaten çok sevdiği yalnızlığıyla baş başa bıraktı. Fakat anlayamadı ki böylesinin daha dikkat çekici olduğunu. Kendini üstün görmenin alameti sayılacağını. Anlamadı ve öyle de oldu, öyle zannedildi. Ben kaçarsam merak dinecek mi zannetti bilinmez ama dinmedi, katlanarak arttı.

“Artık çocuklar uslu, çocuklar zeki, çocuklar yetenekli. Büyü gibi bir şey mi yaptın Ali Öğretmen. Nerede sihirli değneğin?” 

Ayşe Öğretmen başkanlığında gizli bir komisyon kuruldu kantinin kuytu köşelerinde. Her şeyi takip edilecek, her hareketi izlenecek, bu işin sırrı çözülecekti. Kötü niyetten değil, sırf meraktan. Merak ne kuvvetli bir müşevvikti öyle. “Merak adamı mezara, deveyi kazana sokar.” diye boşuna dememişti eskiler.

Gizli takip başladı. Hattâ epeyce de çizmeyi aştılar. Sınıfına gizli kamera, öğrencilerine ufak sorgular, aile hayatı, komşuları derken adamın bütün çamaşırlarını Çarşamba pazarı gibi serdiler meydana. Vay domatesin hormonsuzunu aldı, yok buna selâm verdi de öbürüne kafa salladı… Aşağı çektiler, yukarı vurdular ama elle tutulur bir sebep bulamadılar. Adam gibi adamdı işte. Bir farkı yoktu. Ali Öğretmen de anladı hâllerini. Merak onları yiyip bitirecekti; onlar da Ali Öğretmen’i. O da bilmiyordu onlara ne vermesi gerektiğini. Bu dağ gibi merakı doyurup tatmin edecek cevap yoktu ki elinde. “Vallahi bilsem söyleyeceğim!” diyordu içinden, ama yok… Ne dese sönük kalacaktı. Onların aradığı o sihirli adamı bulamadı içinde. Önceki okulunda da böyle olmuştu. Ayının sevmediği ot burnunun dibinde bitermiş ya, o ne kadar kendi hâlinde olmayı severse, sanki o kadar olayların göbeğine oturtuyorlardı. Hiç sevmezdi dikkat çekmeyi, hattâ kırmızı bile giymezdi göze batmasın diye ama sevmediği de başından hiç eksik olmazdı.

Bir gün Murat’ı çağırdı Ayşe öğretmen. Murat ki sabıka dosyası dolu… En son okulun toplarını mahallede satarken enselenmiş, yakalanınca hepsini bıçakla tek tek patlatıp kimseye yar etmemişti. Bir dönem okulun arka yanındaki çalılıkta üst sınıflara tek sigara pazarlar olmuştu. Hattâ pazarı o kadar genişletmiş ki Deniz Efendi çalılıkta yangın çıktı diye ortalığı velveleye vermişti. Deniz Efendi suyu basınca üzerlerine hepsi sucuk gibi çıktılar ormanlıktan, tek ıslanmayan murat olmuştu. Üzeri kuru olduğundan aleyhine delil bulunamayarak beraat etmişti. İşte bu Murat, şimdinin 18 Mart şiir yarışması ikincisi, Yeşilay kolu başkanı olan Murat. 

Ayşe Hanım Murat’a sordu: 

— Ne yapıyor Ali Öğretmen, ne söylüyor da sen bu kadar değiştin.

— Bilmem öyle ilginç şeyler söylemez. Herkesin dediği şeyler işte. Zaten bildiğimiz şeyler. 

— Tamam da evlâdım seni değiştirdiğinin farkındasın değil mi? Ben buna ne sebep oldu onu merak ediyorum.

— Anladım da niye Ali Öğretmen’e bağlıyorsunuz. Ben her şeyi kendi isteğimle yapıyorum. Kimse bana karışmıyor ki.

Ayşe Öğretmen bu kesin yalan söylüyor, diye düşündü. Yüzünün şekli değişti ve birden bire “Hepinizi tembihledi değil mi?” diye çıkışıverdi çocuğa. İş büyümeden hemen diğer öğretmenler Murat’ın gönlünü alıp başını okşayarak dışarı saldılar. Ayşe Hanım, aşırı tepki vermişti ama artık kendini kontrol edemiyordu. Bu olaydan sonra bazıları işin peşini bıraktı fakat Ayşe Öğretmen komutasındaki bir grupta bu durum bir saplantı hâlini almaya başlamıştı. Günler günleri, haftalar haftaları kovaladı bu sıkı takibe rağmen günden güne iyiye giden bu sınıfta neler olduğu bir türlü keşif edilemiyordu.

Ağaçların yeniden tomurcuk açtığı, kelebeklerin görücüye çıktığı vakitlerde yine âdetleri olduğu üzere müfettişler okulu ziyaret ediyorlardı. Bütün öğretmenlerde tatlı bir telâş her seneki gibi… Dışarıya hissettirilmemesi gereken garip bir heyecan… Ama endişe değil hele korku hiç değil sadece başkası tarafından gözlenecek ve izlenecek olmanın heyecanı. Her atılan adım her söylenilen söz bir anlam taşıyacaktı müfettişlerin gözünde. Dilsiz değildi ya bu adamlar, elbette konuşacaklardı ve elbetteki teftişe geldikleri öğretmenleri konuşacaklar, davranışlardan bir sonuç çıkaracaklardı. Ya Ali Öğretmen? Gariban zaten dört aydır teftişteydi, bu hâl onu teftişin heyecanını yaşamaktan bile mahrum bırakmıştı.

Plânı, programı, bütün evrakları tamamdı Ali Öğretmen’in. Çocuklar da iyi sayılırdı. Hiç olmazsa yüzünü kara çıkarmayacak kadar, daha ne olsun bundan iyisi can sağlığı. Müfettiş Osman Bey dördüncü saat Ali Öğretmen’in dersini teftiş edecekti. Bütün öğretmenler dikkat kesilmiş yılın en büyük olayını gizli kameranın merkezinin bulunduğu Ayşe Öğretmen’in sınıfında pür dikkat olacakları izliyorlardı. Ders trafikti, işleniş, anlatım, öğrenciler, plânlar her şey mükemmel giderken Osman Bey, Ali Öğretmen’e “Emniyet kemerini de bu konuya bağlantılı olarak anlattınız değil mi?” diye sordu.

Ali Öğretmen:

—  Hayır anlatamadım.

— Olsun, bir dahaki derste değinirsiniz o zaman.

— Hayır değinemem.

— Ne demek yani?

Diyaloglar ilginçleşmeye başlamıştı. Millî maç heyecanıyla izlenen teftiş görüntüleri beklenmedik bir olaya şahitlik yapıyordu. Kısa boylu ve biraz da tombul olan Ayşe Hanım yerinden doğrulup heyecandan âdeta monitöre yapışmıştı. Kimi öndekini kazağından çekeliyor, kimi kafasını aralardan sokup bakmaya çalışıyor… Göremeyenler homur, homur.. Öyle bir manzara ki tarifinden kalem aciz… Heyecan son haddinde…

— Kusura bakmayın ama hocam daha vakti gelmedi.

Genelde sakin tavırlarıyla bilinen Osman Bey celâllenmişti.

— Ne demek vakti gelmedi? Programa göre iki ay önce işlenmiş olması gerekiyor. Ne bekliyorsunuz, karne verirken mi anlatacaksınız!

Ali hoca biraz utanarak biraz sıkılarak anlatmaya başladı:

— Yalan nedir bilir misiniz?

— Bilirim de ne alâka?

— Ben hiçbir zaman kendim bizzat yapmadığım ve yaşamadığım bir şeyi insanlara yapın diyemedim. Demek istediğimde hep kendimi yalan söylüyormuş gibi hissettim. Nefesim daraldı, yüzüm kızardı, sesim çatallaştı. Sizin sorduğunuz meseleye gelince… Aslında uzun zamandır çocuklara takın diyebilmek için kendi aracımda özellikle takıyordum. Fakat birden öğretmen servisinde takmadığımı fark ettim. Bu da benim elimi dilimi bağladı. Şimdi bir aydır orada da takıyorum kırk gün dolsun söz onlara da anlatacağım.

Ayşe Hanım monitörü kapattı. Yaptığından dört ay sonra utanmıştı. Hepsi birbirine bakakaldılar. Ağızlarını bıçak açmıyordu. Bir şey söylemeden dağıldılar. Gün sonunda ufak bir toplantıyla teftişin sona ereceği duyuruldu. Herkes öğretmenler odasında yerini aldı. Konuşmayı Osman Bey yapacaktı, fakat O Ali Bey’e gülümseyerek “Biz de buraya kemer takmadan gelmişiz, öyleyse daha konuşmamızın vakti gelmemiş.” dedi ve sözü Ali Öğretmene bıraktı. Ali Öğretmen şaşırdı, yutkundu, kaçmaya bile yeltendi ama nafile, top kendisinde kalmıştı. Mecburen başladı konuşmaya. Utancından kimsenin yüzüne bakmadan tavanın flüoresanlarına gözlerini dikti ve konuşmaya başladı: 

— Benim bu meslekte öğrendiğim iki cümle var: Birincisi “Ben öğretmenliği çiçek yetiştirmek gibi görüyorum. Eğer büyümesini istiyorsanız sadece toprağıyla uğraşın dalını yaprağını çekelemek onu büyütmez, yalnızca hırpalar.” İkincisi: “Eğer aynadaki görüntüyü beğenmiyorsanız, üstünüze çekidüzen verirsiniz. Aynayı eğip bükmek çare olmaz, sonra kırılır elinizi de parçalar.” 

Ve devam etti: 

— O çocukların yeşerdiği toprak benim, o aynadaki gölgenin aslı da benim. Kaç aydır merak ettiniz, bu adam ne yapıyor, bu çocukları nasıl yetiştiriyor diye. Ben hiçbir zaman insanları düzelteyim veya yetiştireyim diye uğraşmadım. Hep kendimle uğraştım, kendimi düzeltmeye gayret ettim. O yüzden de bir sırrım veya size söyleyeceğim özel bir yöntemim yok. Sizden tek istediğim bundan böyle beni bana bırakın. Artık size göre değil, kendime göre yaşamak istiyorum!

Ali Öğretmen başını tavandan indirdiğinde gözleri yaşla dolmuş bir oda dolusu öğretmenin gıpta dolu alkışlarıyla karşılaştı. Dayanamadı, arkasını dönerek hemen oradan uzaklaştı. Koşarken koridorda ağlamaklı ince bir haykırış bıraktı:  “Beni bana bırakın demedim mi?”

Emrah Bilge Merdivan 

YAĞMUR DERGİSİ

hikaye, hikaye oku, düşündüren hikayeler, eğiten hikayeler, eğitici hikayeleri düşündürücü hikayeler, ders veren hikayeler, ibretlik hikayeler, öykü, eğitici öyküler, okul, öğretmen, ders, eğitim, Ali öğretmen,

The post Çok Güzel Bir Hikaye “Ali Öğretmen” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/duygusal-hikayeler/cok-guzel-bir-hikaye-ali-ogretmen.html/feed 0
Düşündüren Hikayelerden “Bir İmza ve Sonuçları” https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/dusunduren-hikayelerden-bir-imza-ve-sonuclari.html https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/dusunduren-hikayelerden-bir-imza-ve-sonuclari.html#respond Mon, 02 Oct 2023 19:30:32 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=9197 Düşündüren Hikayelerden “Bir İmza ve Sonuçları” Mesut AKDAĞ Bu imza hayatının en büyük anlaşması, birleşmesi ve dönüm noktası. Bu sebeple kalemi eline aldığı andan itibaren tüm hayatı zihninde canlanıp akmaya başladı. Bu akış geleceğin hayal sislerine doğru devam etti. Onu nasıl bir gelecek bekliyordu. Şu an tam geçmiş ve geleceğin yani iki zıt kutbun tam […]

The post Düşündüren Hikayelerden “Bir İmza ve Sonuçları” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Düşündüren Hikayelerden “Bir İmza ve Sonuçları”

Mesut AKDAĞ

Bu imza hayatının en büyük anlaşması, birleşmesi ve dönüm noktası. Bu sebeple kalemi eline aldığı andan itibaren tüm hayatı zihninde canlanıp akmaya başladı. Bu akış geleceğin hayal sislerine doğru devam etti. Onu nasıl bir gelecek bekliyordu. Şu an tam geçmiş ve geleceğin yani iki zıt kutbun tam ortasındaydı.

Bu imza, evliliğe atılan ilk adımın nişanesiydi. Bu imzadan önce yani geçmişinde tek başına idi. Sorumluluğu sadece kendi hayatıyla sınırlı, kimseye bağımlılığı yok, hesap vereceği kimse yok. Kararlarını kendi zevk, ihtiyaç ve isteklerine göre veriyordu. Eve istediği saatte girip çıkabiliyor, hayatı kendi istediği gibi yaşıyor kimseye pervası yoktu. Alışverişlerde sadece kendi ihtiyaçlarını karşılıyor, canın istediğini alıyordu. Arkadaş çevresiyle de istediği an beraber olabiliyordu. Kısacası şimdiye kadar hep kendisi için yaşamıştı.

Fakat şimdi yani bu imzayı attıktan sonraki hayatında, artık tek başına yaşamayacak.  Hayatını birisiyle paylaşacak. Sonra gelecek küçük misafirler de bu paylaşıma katılacak. Kendi dertlerini bir kenarı bırakıp onların dertleriyle ilgilenmek zorunda kalacak. Sadece kendi ihtiyaçları değil onların ihtiyaçlarını da kara kara düşünüp gidermeye çalışacak. Sorumluluğu artacak. Eve giriş çıkışlar istediği zaman olmayacak, onlarla beraber girip çıkılacak. İstediği zaman istediği yere, arkadaşlarının yanına gidemeyecek, onlarla beraber gidecek. Sadete gelecek olursak, artık eli kolu bağlanıp hayatı bir dert küpüne girecek, sorumluluk ağına takılacak, bir bedenine iki, üç veya dört-beş beden sığdıracak.

Bu gelgitler ve düşünce anaforunda elinde kalem, biraz endişe, biraz umut, biraz da emin titrek ellerle imzayı atar. Ve alkış okyanusu birden kabarır. Evetler havada uçuşmuş büyük bir sorumluluğun altına girilmiş. Her şeye rağmen bugün onun en mesut günüdür. Sevdiği ve hayat arkadaşına kavuşmuştur.

Evet, ne kadar da büyük sorumluluğun altına girmesine rağmen mutludur, mesuttur. Hayat, böyle mutluluk içinde ve hıp hızlı bir şekilde günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovalar. Günler, haftalar, yıllar geçer gider. Huzur ve saadet yerini yavaş yavaş hüzne ve kedere bırakmaya başlar.

Evliliğin tadı tuzu kalmamıştır. Kavgalar, didişmeler, sen-ben tartışmaları vs. huzuru götürüp sıkıntıları ve üzüntüleri getirecek her şey yaşanmaya başlar evde. Sevgi, saygı kalmamış, huzur ve saadet de tükenmiş.

Artık koşar adımlarla geldiği eve ayakları geri geri giderek, kaldırımları sürterek gelmek istemecesine gelir. Bir an önce eve gelmek için mesaisinin bitmesini dört gözle beklerken şimdi mesainin bitmemesini canı gönülden istiyor. Önceden işten herkesten önce çıkar ve doğrudan evine heyecanla ve sürurla giderdi. Arkadaşlarının iş çıkısı bir yerlerde oturalım konuşalım davetlerini nazikçe geri çevirirdi. Şimdi ise işten en son o çıkar eve geç gitmek için kendine bahaneler bulur orda burada vakit geçirirdi. Arkadaşlarına bir yerde buluşup oturup biraz gevezelik etmeyi o, hem de ısrarla teklif ederdi.

Evet, ne oldu da bu hale gelindi. O, hayatının dönüm noktası, en önemli anı, en mesut zamanı ve yeni bir başlangıcı olan imzayı attığında ayakları bulutların üstünde yere basmıyor uçuyordu. Geleceğe dair büyük planları vardı. Bu mutluluğu hiç bozmayacak ve kimsenin de bozmasına müsaade etmeyecekti. Fakat gel gör ki gelinen hale bak. O hayaller, umutlar, pembe bulutlar sanki bir rüyaymış gibi geçmişte yaşanmış ve uyanılarak gerçeğe dönülmüş bir hal almış.

Sanki bir şeyler unutulmuş, bir yerde eksik bir şeyler yapılmış. Hakikaten o unutulan veya eksik olan neydi? Bir anda bu hale nasıl gelinebildi? Suç kimde kendisinde mi eşinde mi yoksa başkalarında mı? İşte bu sorular bilhassa unuttuğu ve eksik şeyler kafasını kurcalıyor fakat işin içinden çıkamıyordu.

Sonunda arif, bilgili, güngörmüş hemen her konuda kitap okuyarak derin bir kültüre sahip olan ve kendisinin saygı duyduğu, kendisini de sevdiği müdürüne konuyu açmaya kara verdi. Evlenirken ne halde olduğunu sevincini, sevgisini ve sonra bu sevginin aşkının anlaşılmaz olarak tuhaf bir şekilde yok olup gittiğini ve yaşadıklarını bir bir anlattı.

Müdür:  ‘’Evet iyi başlamışsınız mutlu, huzurlu ve aşk dolu bir yuva kurmuşsunuz. Sonra bu bülbül yuvası dağılmış yuvalıktan çıkmış, neşenin yerini hüzün, saygının yerini düşmanlık, sevginin yerini nefret doldurmuş. Bu başlangıçta bir şeylerin eksik yapıldığına ve bir şeylerin unutularak kararlar alındığına işarettir. Bir şey başlangıçta ne kadar mükemmel, güzel görünse de eğer bir eksik tarafı ve unutulan bir yönü varsa mutlaka o işin sonu hüsrandır. Velev geç olmadan hataları anlayıp düzeltirsek zararın neresinden dönülse kardır.’’

– Biz neyi unutup eksik yaptık ki? Her şey dört dörtlüktü. Hiçbir eksiğimiz yoktu. Ne istendiyse yaptık, aldık. Ev, araba, eşyalar düğün vs. her şey en güzel mükemmeldi.

– Düğünü en mükemmel, her şeyi eksiksiz tamamlayarak yapmak huzurun, mutluluğun olacağına ve artacağına dair bir kaide olsaydı. Sorunsuz ve tam tamına eksiksiz yapılan tüm düğünlerdeki çiftler sonuna kadar sevgi, huzur ve saadet içinde evliliklerini sürdürürlerdi.

Fakat durum ortada, büyük heyecanla, coşkuyla tüm ihtiyaçların en modern malzemelerle karşılanarak yapılan düğünlerin akibeti ayrılık. Halbuki bin bir güçlükle, yarım yamalak, eşyaların eksik alınarak yapılan düğünlerdeki eşler genelde birbirlerine daha sıkı sarılırlar, mutlu ve mesut bir evlilik sürdürürler.

İşte, sonu ayrılıkla biten evliliklerin başında bir eksiklik unutulan bir şey var. Her ne kadar görünürde her şey tam olsa da. Unutulan şey niçin evlendiğimizi, eksik olan da manevi değerlerimiz.  Ve en önemlisi de Allah’ın emri. Allah Kuran’da “Sizden bekâr olanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden durumu uygun olanları evlendirin. Eğer bunlar yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.’’ buyurmuş. Bu ayette fakirleri, köleleri evlendirin derken zenginlerin evlenmesini istemiyor değil. İnsanlar bilhassa günümüzde olduğu gibi fakirlerin işi olmayanların evlenmesini pek hoş karşılamazlar ve özellikle fakir erkeklere kız vermezler. Halbuki rızık Allah’a mahsustur. İnsan yeter ki ahlaklı, dürüst olsun eşini hiçbir zaman üzmez, yarı yolda komaz.

Allah’ın bu emrini, ahlaklık, dürüstlük ve erdemlik gibi manevi değerlerimizi unuttuğumuz için şimdiki evliliklerin çoğu menfaat üzerine kurulu bir müessese olarak yapılıyor. Yani ortak evlilik şirketi kuruluyor. Böyle olunca şirkette ufak bir sarsılma ve menfaatlerin bittiği yerde sahte sevgi de bitiyor. Böylece menfaat evliliği sona eriyor.

Menfaat sevgiyi öldürüyor. Sevginin ölmesiyle saygı bitiyor. Saygı bitince muhabbet sönüyor. Muhabbet sönünce saadet ortadan kalkıyor.

İşte, sizin sorununuz da bundan ibaret olsa gerek. Önce birbiriniz üzerindeki menfaati bitirin. Sevginizi aşılayın, muhabbetinizi arttırın ve saadeti yakalayın.

-Doğru söylüyorsunuz Müdürüm. Siz konuşurken evliliğimizde yaşadıklarımızı zihin tarlasından geçirdim. Hep dedikleriniz aynen çıktı. Allah’ın emrini ve değerlerimizi unutmuşuz. Fakat zararın neresinden dönülse kardır. Şimdi hemen eve gideceğim ve eşimle konuşup evliliğimize yeniden sıfırdan başlamayı teklif edeceğim. Her şey için teşekkür ederim müdürüm. Diyerek koşar adımlarla evin yolunu tuttu.

Mesut AKDAĞ

hikaye, öykü, öykülerimiz, ibretlik öyküler,  hikaye oku, ibretlik hikayeler, ders veren hikayeler, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler, hikaye arşivleri, hikaye deposu, dini hikayeler, yol gösteren hikayeler, evlilik, imza, 

The post Düşündüren Hikayelerden “Bir İmza ve Sonuçları” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/dusunduren-hikayelerden-bir-imza-ve-sonuclari.html/feed 0
Üç Kız Kardeşin En Güzeli  https://hikayelerimizden.com/sizden-gelen-hikayeler/uc-kiz-kardesin-en-guzeli.html https://hikayelerimizden.com/sizden-gelen-hikayeler/uc-kiz-kardesin-en-guzeli.html#comments Thu, 10 Aug 2023 13:04:49 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=9112 Üç Kız Kardeşin En Güzeli  Görüyor musun Pakize Abla şu fiyatları, el yakıyorlar el, nasıl da pahalı her şey! Yaşanacağı kalmadı artık, ne diyeyim Asuman. Eskiden ay sonunu zor getiriyoruz derlerdi, o yine iyiymiş; biz bırak ay sonunu getirmeyi, böyle bir ümidimiz artık hiç kalmadı. Borç borç üstüne, hem de işin kötüsü alacaklılarımız eş dost, […]

The post Üç Kız Kardeşin En Güzeli  appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Üç Kız Kardeşin En Güzeli 

Görüyor musun Pakize Abla şu fiyatları, el yakıyorlar el, nasıl da pahalı her şey!

Yaşanacağı kalmadı artık, ne diyeyim Asuman. Eskiden ay sonunu zor getiriyoruz derlerdi, o yine iyiymiş; biz bırak ay sonunu getirmeyi, böyle bir ümidimiz artık hiç kalmadı. Borç borç üstüne, hem de işin kötüsü alacaklılarımız eş dost, konu komşu da değil artık; tefecilerin kralı bankalar. Ordan alıp öbürüne, öbüründen alıp öbürüne. Ne zamana kadar bu çarkı çevirebileceğiz bilmiyorum vallahi, şaştık kaldık. Kocamın emekli maaşı zaten ne ki, bir avuç; ayın yarısı bile gelmeden bitiyor. Her şey ateş pahası. Elektrik, doğalgaz, su ve telefon faturalarının hızına yetişmek hayal oldu. Market fiyatları desen yakalayabilene aşk olsun. Her gün dünü aratıyor. Valla doğru dürüst de yakamıyoruz korkumuzdan, evin yarısı kapalı zaten. Allah’tan rahmetlik kayınpederimden kalan evde oturuyoruz da, kiramız yok çok şükür. Şuradan bana iki kilo pırasa verir misin evladım.

Pakize Abla suç biraz da bizde ama, öyle değil mi? Bize hayatı dar edenleri, ülkeyi kötü yönetip halkı böyle zamlarla ezim ezim ezenleri kendi elimizle sandığa gidip biz seçmiyor muyuz?

Ne bileyim Asuman, hani derler ya baştakiler savaş çıkarırlar, ama cepheye gidip hayatını kaybeden hep dayısı olmayan masum ülke çocukları olur diye. Bilmiyorum Asuman, bir yerde bir yanlış var ama. Neremiz doğru ki hesabı.

Pakize Abla tüm sıkıntılara rağmen yine de maşallahın var, gülüşlerin kahkahaların eskisi gibi hayat dolu. Hep güler yüzlüsün. Valla seninle beraberken ben de mutlu oluyorum. Bayılıyorum şu ızdırapları bile gülen gözlerle karşılayıp anlatmana. Ha abla balıklara da bir bakalım, hamsi ucuz olur belki; et niyetine yeriz çoluk çocuk. Hem de daha sağlıklı olduğunu söylüyorlar.

İyi olur, bak şu tarafta balıkçılar. Benimkisi de biraz zorlama kahkahalar Asuman, ne yapalım her şey kötü diye mezara ecelimizden evvel mi girelim? Yaşamak bütün zorluğuna rağmen yine de güzel. Sabahları güneşin doğması, pencereme konan güvercinler, evimdeki rengârenk çiçekler, parkta endişesiz oynayan çocuklar. Onları gördükçe hayata daha bir tutkuyla sarılıyorum, kahkahalar atıp neşeli durmaya çalışıyorum. Hani diyorlar ya “nasıl görünüyorsanız öylesinizdir” diye, benimki de o hesap. Kocam da şaşıyor bu halime takdir ederek. “Bu kadar enerjiyi nereden buluyorsun, maşallah Pakize,” diyor.

Balıkçı bey bir kilo irilerinden hamsi verir misin?

Abla hepsi iri bakın, altı üstü bir, bizde yanlış olmaz abla. Derya kuzuları bunlaaar…

Bir kilo da hamsi bana tart evladım. Taze ve iri görünüyorlar gerçekten de. Kocam neşemi ve enerjimi takdir ediyor etmesine de. İkide bir çekişip bana laf sokuşturmaktan da geri durmuyor. “Ne olacak bu kiloların Pakize, karnın iyice şişti, her an doğurmaya hazır gebe kadın gibisin,” deyip duruyor. Aman ne bileyim işte Asuman, bir türlü veremiyorum; yemeyle de ilgisi yok, acaba stresten mi alıyorum bunca kiloyu nedir, anlamadım gitti.

Kız Pakize Abla televizyonlarda hergün doktorlar bas bas bağırıyorlar, aman fazlalıklarınızdan kurtulun, atmaya çalışın; zararlarından başka hiçbir faydaları yok şu gereksiz dokuların filan deyip duruyorlar.

Aman ne bileyim Asuman, kolay değil olmuyor işte. Evladım şuradan bana bir kilo turp, bir kilo da ıspanak tartar mısın?

Size teessüf ederim Asuman Hanım. Ben hiç de gereksiz değilim. Zararlı ve zehirli olduğuma yönelik iddiaları tamamen içi boş, temelsiz, zırva, hatta saçma olarak değerlendiriyorum. Yapısal bir karakterim var benim. İki kızkardeşimin değeri neyse, ben de oyum yeri gelince. Kardeşlerimle beraber ben olmasam ne bir insan, ne bir hayvan hayatta kalabilir. Yaşam biter, dünya sona erer, her şeye elveda. Hatta övünmek gibi olmasın, ben kardeşlerimin en güzeli ve en alımlısıyım. Beni en iyi sarı özlü beyaz papatyalar, nergisler ya da lilyumlar betimleyebilir. Onların da güzellik ve zarafeti ortada, değil mi? Aynı zamanda her şeye tadını ve iştah açan o güzelim mis kokularını veren de benim. Ben olmasam hiçbir şey tadıyla yenilemeyeceği gibi mutluluk, haz ve zevk denen şeyler de sadece şarkılarda veya şiirlerde geçebilirdi. Hem dolgun enerjim var, hem ele avuca gelir hacmim. Varlığım gururum. Bir numaralı enerji kaynağıyım tüm bedenlerin. Bensiz hiçbir şeyin yaşanılır tadı da yoktur tuzu da. Hiç de olmadı zaten şu yaşlı dünyada bensiz. Boş bulduğum her alana sığarım, hatta doldururum, ayıptır söylemesi yayılmacıyımdır biraz. Değişik şekiller ve yapılar üretmek benim yüksek yeteneklerimden biri. Sonra benimle yaşamak ve geçinmek de kolaydır. Mutluluk, hayata enerjik ve pozitif bakış, kısaca tüm iyi şeyler sayemde gerçekleşir desem abartmış olmam her halde. Çevrenizde beni yuvalarına cömertlikle konuk eden insanların hemen her zaman mutlu, güleç ve enerjik olduklarını defalarca görmüş olduğunuzdan eminim. “Etliyim, butluyum, mutluyum,” diye boşa denmiyor.

Şu modern insanları ve kendilerine dayatılan saçma sapan algıları hiç mi hiç anlamıyorum. Zayıflık, kara kuruluk, sıskalık sanki iyi bir şey mi? Kemikleri farkedilmek, kaburgaları sayılmak bence acınası bir durum. Eskiden balık etli artistler gözdeydi. Yeşilçam filmlerindeki yıldızların çoğu benimle ön plana çıkmaktan bırakın utanmayı, haklı bir keyif alırlar, kendileriyle gurur duyarlardı. Türkan Şoray’ın eline, ne geçmişte ne şimdi, su dökebilecek bir güzellik var mı Allah aşkına? Nerde o eski günler âh! O zamanlar ben bırakın nefret edilmeyi, her yerde aranan bir değerdim. Tüm canlıların gözdesi ve kıymetlisiydim. Ayrıca ulusal ve toplumsal özdeyişler alanında güzellik ve çekiciliğime dair üretilmiş onlarca kamyon arkası söz söyleyebilirim bir çırpıda. Haydi onlardan bir tanesini söyleyeyim: Araplar benim cinsime “nereye gidiyorsun, diye sorulsa mutlaka en çirkin ve en eğri yeri güzelleştirmeye cevabı alınır”, derler. Ama şimdi böyle değil, devir değişti; artık pek çoğu benden nefret ediyor.

Ancak “yiğidi öldür hakkını yeme” denir ya, tamam ben de kabul ediyorum aşırı miktarım zararlı olabiliyor. Bakın oluyor demiyorum, olabilir diyorum. Ama bu durum sadece benimle de sınırlı değil ki, her şeyin fazlası zarar. Ne demişler, “her şey kararıyla”. Bu gerçeği kabul etmekle beraber gereksiz ve zararlı olduğumu asla kabul etmediğimi, şiddetle reddettiğimi bir kez daha yineliyorum. Bana göre bu gülünç iddianın hakettiği tek yer var, orası da çöp tenekesinin dibi.

Vazgeçilmezim, hatta vazgeçilemezim. Yapısına paydaş olduğum değerli hanımefendi bunun en canlı şahidi işte. Geçen sabah eşine “Kocacığım rüyamda karın fazlalıklarımı aldırıp kalçama eklettiğimi gördüm” diyen Pakize hanımla bir kez daha gurur duydum. Evet onunla gurur duyuyorum. Hem onunla hem kendimle. Biz bu gururu ortaklaşa hak ediyoruz, hiç şüphem yok, sizin de olmasın. Asıl mahcubiyet duyması gerekenler aleyhimize olmadık yalan, iftira ve tezviratı yayanlardır. Yazık ki bunların bir kısmı da doktorlar, akademisyenler gibi sözde bilim insanları. Bilim dedikleri şey hiç bu kadar ayağa düşmemişti şu âna kadar. Gün gelecek tarih onları “şarlatan zırvacılar” diye yazacak.

Pakize Abla bak ne diyorum, pazar yürüyüşünden başka, iki gün daha çıkalım kız seninle şöyle. Yürüyüşler yapalım bu cadde boyunca. Ne dersin?

İyi olur Asuman, hem de böylece hafta boyunca evde tıkılıp kalmamış olurum. Şikâyetçi değilim ve fazlalıklarımla mutluyum ama tempolu yapabilirsek, kim bilir belki onlara da iyi gelir bu yürüyüşler.

Görüyorsunuz değil mi aklın yolu bir işte. Sevgi, bağlılık ve vefa duygumuz karşılıklı; ayıramaz kimse bizi. İyi ki varsın Pakize Hanım, sen çok yaşa.

Mustafa Ünver

hikaye, hikaye oku, hikaye yaz, hikayelerimiz, yazarlarımız, çok güzel bir hikaye, çok güzel hikaye, kısa hikayeler, kısa hikaye, güzel hikaye, Sevgi, bağlılık, vefa, bilgelik hikayeleri, ibretlik hikayeler, ders veren hikayeler, eğitici hikayeler,

The post Üç Kız Kardeşin En Güzeli  appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/sizden-gelen-hikayeler/uc-kiz-kardesin-en-guzeli.html/feed 1
Çok Güzel Bir Hikaye “Kabuk Kırıcı” https://hikayelerimizden.com/kisa-hikayeler/cok-guzel-bir-hikaye-kabuk-kirici.html https://hikayelerimizden.com/kisa-hikayeler/cok-guzel-bir-hikaye-kabuk-kirici.html#respond Mon, 24 Jul 2023 14:20:29 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=9080 Çok Güzel Bir Hikaye “Kabuk Kırıcı” Kır artık kabuğunu, çık dışarı. Daha ne zamana kadar böyle edilgen ve havadaki nemden bile etkilenen olarak kalmaya devam edeceksin? Tamam okumayı çok seviyorsun, anladık. Ama artık yazmaya da başlamalısın. Ben de sadece okuyorum ama kendime aynı şeyi söyleyemiyorum, çünkü bende yazma yeteneği yok. Belki geliştirebilirim kendimi ama uzun […]

The post Çok Güzel Bir Hikaye “Kabuk Kırıcı” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Çok Güzel Bir Hikaye “Kabuk Kırıcı”

Kır artık kabuğunu, çık dışarı. Daha ne zamana kadar böyle edilgen ve havadaki nemden bile etkilenen olarak kalmaya devam edeceksin? Tamam okumayı çok seviyorsun, anladık. Ama artık yazmaya da başlamalısın. Ben de sadece okuyorum ama kendime aynı şeyi söyleyemiyorum, çünkü bende yazma yeteneği yok. Belki geliştirebilirim kendimi ama uzun bir süreç. Deveye hendek atlatayım daha iyi. Ama sen benim gibi değilsin. Yazmak senin bir nevi işin olmuş. Üstelik bence sen iyi bir yazarsın. Sadece yazmaktan korkuyorsun o kadar, belki bir başlayamıyorsun. Çünkü sende inanılmaz bir tını var kardeşim; sen uçlarda, kenarlarda yazabiliyorsun. Nasıl söyleyeyim, hani filmlerde yüzlerce metrelik kayalık ve uçurumun en kenarındaki taşa zar zor tutunmuş bir can pazarı sahnesi vardır ya, bilirsin. Hani o taşın yavaş yavaş kayması anı vardır ya, işte kardeşim sen tam da oralarda yaşayıp oraları anlatabiliyorsun, bu her adamın, her yazarın kârı değil.

Abartıyor muyum? Hiç de değil? Beni bilirsin, avcılığı severim ama abartmayı sevmem. Silkinip yataktan kalkma vaktin çoktan geldi dostum, bir saniye bile kaybedecek vaktin yok artık bence. İçindekini, dışındakini, etrafındakini, atmosferindekini gösterme zamanın çoktan geldi, geçiyor bile. Saklamak, gizlemek ve susmak daha ne kadar sürecek? Konuş artık be adam, daha olmadın mı? “Ölü utanır” sözü sana daha ne kadar yakışmaya devam edecek? Haydi artık konuş, boz şu suskunluk orucunu. Kaç yıl oldu ağzını bıçak açmadı. Hep okudun, okudun, okudun. Hep konuştu herkes, bir sen konuşmadın. Daha dolmadın mı? Tamam olmadın mı daha? Yetmez mi daha? Kefâret bitmemiş midir daha?

Konuşmak gümüşse, sükût altın” sözünün beyninin ve yüreğinin tüm kılcallarını istilâ etmesi daha ne kadar sürecek? “Önce söz vardı” fermânı senden başka herkes için arz-ı endâm ederken, neden ama neden susan hep sen oldun? Bir kere de sen konuşsan, haykırsan. Bir kez “ben de varım” desen. Yıllarca içine saklandığın yalçın kozaları, kaplumbağanın o sert kabuğunu kırıp da bir çıksan dışarı. Eminim o zaman her şey çok daha güzel olacak.

“Hiç başarılı olmadın mı hayatta?” Hoppala bu da nereden çıktı şimdi? Demek yazarsan başarısız olmaktan korkuyorsun. Yeni bir başarısızlık sende onulmaz yaraların tekrardan deşilmesine neden olacak diye edilgen kalmaya kararlısın yani, öyle mi? Bence sen hayatta hiç de başarısız biri değilsin. Baksana gül gibi bir ailen var, her biri kendi ayakları üstünde durabilecek yaşlara gelmiş çocukların var. Bunlar az bir başarı mı? Biraz önce kendin söyledin, anlattın çocuklarını, eşini. Otuz iki yıl evli kalabilmek bile başlı başına büyük bir başarı bence. Hem sonra başladığın bütün projeleri öyle ya da böyle tamamladın. Kariyerinin zirvesine alnının teriyle, öz çabanla yükseldin. Kıymetini bilmediler diye neden düşmanlarını sevindireceksin ki? Tamam yaptığın çalışmalarla Nobel’e filan aday gösterilmedin, kabul ediyorum. Ama ortalıkta binlerce yazar var zaten aday gösterilmeyen. Sen de iyi biliyorsun ki Nobel denen kurmaca tamamen küresel, politik ve çevresel bir tiyatro aslında. Çalışmanın içeriğinden veya kalitesinden daha çok kafalarındaki subjektif kriterlere göre aday göstertip ödül veriyorlar birilerine. Nobel de nereden çıktı şimdi, neyse hemen terkediyorum bu konuyu. Kısaca birader, kafanı taktığın şeye bak. Hem sonra nice ünlü yazar var ki yazdıkları başlangıçta defalarca reddedilmiş, yayınlanmamış. Ünlü Rus yazar Gogol’un Burun öyküsünü mesela hiçbir yayıncı yayınlamamak istememiş başta; hikayeyi oldukça bayağı buldukları için reddetmişler. Sonra bir kaç yıl sonra Puşkin’in eline geçmiş öykü, okumuş ve anında değerini takdir edip yayınlamış. Adam sarraf, malı bir bakışta anlıyor. Gogol’u reddettiler de ne oldu sanki? Gogol Gogol olmaktan aşağı mı düştü? Kıymeti bilinmiyor diye güneş güneş olmaktan çıkıp ışığı daha bize ulaşmamış kör kütük bir küçük yıldız mı oldu? Ya da altının değerini bilmiyorlar diye altın altınlıktan çıkıp tenekeye mi döndü sanki? Bence sen bırak bu çekingenliği. En kötü ihtimalle okumazlar. Çağının insanlarının okuması şart mı sanki? İsterlerse okumasınlar, kendileri bilirler. Sen zaten kendin için, var olduğun, mutlu olduğun için yazmayacak mısın? Kaldı ki yayınlanan her çalışmayı sanki aman aman binlerce kişi mi okuyor? Hele akademik çalışmaları bir kaç meraklı erbâbından başka kim okuyor Allah aşkına? Ya da hoca yayınını ders kitabı olarak belirlediyse ders geçme hatırına zoraki okumuyorlar mı öğrenciler? Ama ne bileyim yazdıkların belki mesela iki asır sonra okunacak. Birileri kütüphanelerden yazdıklarını arayıp bulacaklar, okuyacaklar ve yararlanacaklar. Belki böylece asırlar sonra arkandan Fâtiha okuyanlar, hayır dua edenler bile çıkabilir değil mi? Bunu bilemeyiz, olabilir. Neden olmasın? Geçenlerde sen söylemiştin ya konuşurken Hz. Muhammed’in şuna benzer bir sözünü:

“Ölen her kişinin sevap-günah defterleri öldükleri an kapanır. Ancak arkasında yararlı ve erdemli evlâtlar, faydalanılan bir bilgi veya okul, cami, köprü gibi hayır eserleri bırakanların amel defterleri kapanmaz, sürekli hesaplarına sevaplar gelir, iyilikler yazılır.”

Onun için muhakkak yazmalısın kardeşim. Rivâyet bu ya, sen daha iyi bilirsin, hani Sokrates öğrencilerine “Oğlum muhakkak evlenin. Karınız iyi çıkarsa mutlu, kötü çıkarsa filozof olursunuz” demiş ya. Sen de onun gibi mutlaka yazmalısın. Her iki durumda da sen kazançlı olursun kardeşim.

“Yazsam ne olacak ki? Neyi değiştirebileceğim mi?” dedin? Bak bence yine çok yanlış düşünüyorsun. Yeteneği olan bir kimse yazmalı, yazmalı, durmadan yazmalı. Olur ki kötü yazdığı yazılar atılır, geride kalan o dupduru metinler ışık olur, dünyayı aydınlatırlar. Biraz önce de söylediğim gibi şu an belki kıymetin bilinmeyebilir, çalışman reddedilebilir ama bunun ne sakıncası var. Gün gelir bir yayıncı takdir eder ve çalışmanı yayınlar. Hem sonra yazar kendisi için yazdıktan sonra yayınlanıp yayınlanmamasının da bir önemi var mı sence? Yazmak aslında iyi okumanın bir göstergesi, belki bir sonucu. Tamam kabul edeyim her okuyan insan da muhakkak yazacak diye bir şart da yok ortada. Ama şöyle bir ikileme de var öte yandan:

“Her yazar mutlaka okur; ama her okur mutlaka yazar olur denemez.”

Okumayan, çalışmayan bir insan ne yazacak zaten değil mi, nasıl yazacak? Yazamaz ki. Bir ara sen bahsetmemiş miydin? Alanınızın duayen bir hocası doksan küsür yaşında hala okuyor ve yazıyor, diye. Hatta hazır olduğu halde yayınlanmasını istemediği onlarca kitap dosyası varmış. Bir ayağı çukurda bir insanın yazdıklarının hala yayınlanmamasını istemesi, ama ha bire okuyup yazmaya devam etmesi, müthiş bir tutku. Hâlis muhlis bir aydın davranışı değil mi bu kardeşim? Bu hoca ya mutlu olduğu/olmak için yazıyor şu halde. Ya da yazdıklarının karşılığını tamamen âhirette görüp almayı ümitlenmiş samimi bir pîr-i fânî mü’min. Her iki seçenek de çok ulvî, değil mi? Demek ki yazma eylemi ben varım ve yaşıyorum mottosunun bayrağı. Sen kalk ve yaz kardeşim, kır şu kabuğunu artık. Anlaştık mı, yazacak mısın?

Tamam sana kolay gelsin, hadi ben kaçtım.

Mustafa Ünver

hikaye, hikaye oku, ders veren hikayeler, eğitici hikayeler, yol gösteren hikayeler, başarı hikayeleri, motivasyon, hikayelerimiz, hikaye okumak, gerçek hikayeler, Mustafa Ünver, Mustafa Ünver hikayeleri, bilgelik hikayeleri,

The post Çok Güzel Bir Hikaye “Kabuk Kırıcı” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/kisa-hikayeler/cok-guzel-bir-hikaye-kabuk-kirici.html/feed 0
KAYBOLAN ZAMANLARIN HİKAYESİ https://hikayelerimizden.com/basari-hikayeleri/kaybolan-zamanlarin-hikayesi.html https://hikayelerimizden.com/basari-hikayeleri/kaybolan-zamanlarin-hikayesi.html#respond Tue, 25 Apr 2023 12:46:50 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=9012 KAYBOLAN ZAMANLARIN HİKAYESİ İş aralarındaki küçük boş zamanları iyi kullanarak neler kazanabiliriz! “Hayatı seviyor musun? O halde zamanı boş geçirme; çünkü hayat o kumaştan biçilir.” FRANKLEN “Ebediyet bile kaybolan dakikaları yerine koyamaz.” Eski bir şair “Saatler ölür, bizi de peşinden sürükler” Oxford’da bir saat kadranı üzerinden “Ben zamanı israf ettim, şimdi de o beni yiyor.” […]

The post KAYBOLAN ZAMANLARIN HİKAYESİ appeared first on Hikaye Oku.

]]>
KAYBOLAN ZAMANLARIN HİKAYESİ

İş aralarındaki küçük boş zamanları iyi kullanarak neler kazanabiliriz!

“Hayatı seviyor musun? O halde zamanı boş geçirme; çünkü hayat o kumaştan biçilir.”

FRANKLEN

“Ebediyet bile kaybolan dakikaları yerine koyamaz.”

Eski bir şair

“Saatler ölür, bizi de peşinden sürükler”

Oxford’da bir saat kadranı üzerinden “Ben zamanı israf ettim, şimdi de o beni yiyor.”

SHAKESPEARE

“Bana inanın, zamanımızı iyi kullandığımız taktirde umduğunuzdan çok fazla fayda elde edersiniz. Halbuki onu israf ederseniz zekanızdan, karakterinizden hayal ettiğinizden çok zarara uğrarsınız.”

GLADSTONE

“Güneşin doğuşu ile batışı arasında altmışar elmas dakika ile süslü iki altın saat boş geçirilerek kaybedildi. Hiçbir hediye onun yerini tutamayacaktır; çünkü o, bir daha geri gelmez.”

HOROCE MAN

Franklen’e ait mağazanın vitrini önünde bir saatten beri duran bir adam nihayet tezgahtarlardan birine: “Bu kitabın fiyatı ne kadar?” diye sordu.

Satıcı: “Bir dolar” deyince, diğeri: “Daha ucuza veremez misiniz?” dedi. Satıcı, fiyatın bir dolar olduğunu tekrarladı.

Adam bir süre daha kitaplara baktı ve: “Franklen burada mı?” diye sorunca tezgahtar cevap verdi:

“Evet, o matbaada ve şu an meşgul.”

Müşterinin “Ben onu görmek istiyorum.” ısrarına karşılık mağaza sahibi çağrıldı. Müşteri mağaza sahibine:

“Bu kitabın bana teklif edebileceğiniz en aşağı fiyatı nedir? sorusunu sorunca mağaza sahibinin kısaca verdiği cevap şu oldu:

“Bir dolar 25 sent.

“Bir dolar 25 sent mi! Bir dakika önce memurunuz bir dolar demişti.”

“Doğrudur. İşimi bırakmaktansa, onu bir dolara vermeyi tercih ederdim.”

Müşteri hayret etti; ama konuşmaya devam etmek isteyerek:

“Pekala son fiyatınız nedir?” dedi.

Franklen: “Bir buçuk dolar” diye karşılık verdi.

“Bir buçuk dolar mı? Fakat biraz önce siz bir dolar 25 sent demiştiniz.”

Franklen soğuk bir tavırla:

“Şimdi bir buçuk dolara satmaktansa ilk anda bir dolara satmayı daha çok arzu ederdim.” dedi.

Adam hiçbir şey söylemeden parayı verdi ve mağazayı terk etti. O, zamanı paraya tercih etmek gibi faydalı bir ders almıştı.

Zamanı israf edenlerin sayısı her yerde çoktur.

Amerika’da altın para basan darphanenin salonlarına öyle bir makine yerleştirilmiş ki, süpürme sonucunda dağılan altın tozlarını toplar, bu sayede yılda milyonlarca dolarlık altın tozu elde edilirdi. Bunun gibi hayatta başarı kazanan insanlara ait bir çeşit ağ vardır ki onunla hayatın kırpıntılarını, günün boş kalan zamanlarını, saatlerini dakikalarını yakalar ve onlardan faydalanmasını bilirler.

Kaybedilen dakikaları, boş geçirilen yarım saatleri, beklenmedik tatilleri ve bekleme yerlerinde geçirilen zamanlan yakalamayı ve onlardan faydalanmayı bilenlerin elde ettiği parlak sonuçlar karşısında, bu büyük değerin sırrını bilmeyenler hayretler içinde kalırlar.

Burrit: “Bütün yaptığım işleri tıpkı karıncaların yuvalarını yaptıkları gibi sürekli bir sabır ve kararlılıkla parça parça, kısım kısım yaptım.” diyor.

Günler, dostların bize gizlice getirdiği değerli hediyeler gibi görünmeyen bir el tarafından her sabah getirilir; fakat biz onları kullanmayı bilmezsek bir daha geri gelmemek üzere sessizce uzaklaşırlar.

Her yeni sabah, bize yeni güzellikler getirir; ama biz onları daha öncekiler gibi yine kabul etmezsek, artık ondan yararlanamaz hale geliriz. Nihayet ondan istifade etmek ve onu değerlendirme yeteneğimiz tamamen yok olur.

Denilebilir ki, kaybolan para çalışmak ve artırmakla; bilgi okumakla ve incelemekle; sağlık ilaç ve diyetle yerine getirilebilir; fakat kaybolan zaman asla yerine getirilemez.

Birçok evde: “Oh! Yemek aralarındaki beş on dakikadan başka boş zamanımız yok ki!” veya “Bir işe başlamak için hiç vakit bulamıyorum ki!” sözü her zaman işitilir. Halbuki bizim israf ettiğimiz bu anlar, talihsiz doğmuş birçok delikanlının başarılarını temin etmiştir.

Marion, çocuklarının uyuduğu saatler içinde çalışabildiği dakikalarda romanlarını ve değerli makalelerini yazarak harikalar çıkarmış, birçok eser vermiş olmasına rağmen hayatı hemen hemen çocuklarıyla uğraşmakla geçmiştir.

Longfellow, “Cehennem” isimli büyük kitabını, kahvesinin pişirilmesi ve sofranın kurulmasını beklediği on beşer, onar dakikalık zamanlarda tercüme etmiş ve kitabı bitirmek için senelerce sabırla çalışmıştır.

Burns, en güzel şiirlerini bir çiftlikte çalıştığı sıralarda yazmıştır. “Kaybolan Cennet” kitabının yazarı bir öğretmendi ve aynı zamanda bir lordun özel katipliğini yapıyordu. Değerli eserini o kadar işi arasından ayırabildiği onar dakikalık zamanlarda yazabilmişti.

Stuart Mili, en güzel eserlerini “India House”da memurken yazmıştı. Galile bir cerrahtı ve dünya onun keşiflerini, işleri arasında bulabildiği beş on dakikalara borçludur.

Bir deha sahibi olan Gladstone, yanında bir not defteri taşır ve boş kaldığı anlarda yapacağı işlere ait notlar alırdı. Orta zekalı insanlar olan bizler de unutkanlıktan kurtulmak için onun gibi hareket edemez miyiz?

Birçok büyük adam en küçük zamanlarını bile boş geçirmediği halde binlerce genç kız ve erkeğin bütün bir aylarını, hatta yıllarını boş geçirmeleri ne acınacak şeydir.

Faraday, kitapları ciltlemekle meşgulken boş zamanlarını deneylerle geçirirdi. O sıralarda bir arkadaşına yazdığı mektupta: “İstediğim tek şey zamandır. Ah! Kibarlarımızın israf ettiği saatleri, hatta günleri satın almak mümkün olsaydı!” diyordu.

Humboldt, resmî işleriyle o kadar çok meşguldü ki, bilimsel çalışmalarına ancak geceleri, herkesin uyuduğu saatlerde vakit bulabiliyordu.

Orta derecede yetenek sahibi bir adam, boş veya kahvelerde domino oynayarak geçirdiği saatlerden birini faydalı bir işe ayırsa, olduğundan bambaşka değerde bir insan olabilirdi. Her gün bir saatlik çalışma, on yılda cahil bir adamı kültürlü bir adam haline getirebilir. Bu bir saatlik çalışma iki günlük, iki haftalık ve iki aylık gazete ve dergi ile yılda on iki değerli kitap alacak kadar para kazandırabilir. Genç bir erkek veya kız, günde bir saat dikkatle 20 sayfa okuyabilir ki, bu yılda 7000 sayfa veya 18 büyük kitap yapar. Günde bir saat, basit bir yaşayışı faydalı ve mutlu bir hayata çevirebilir. Yine günde bir saat, tanınmayan bir adamı ünlü bir insan; faydasız bir adamı, insanlığın kurtarıcısı yapabilir. Bu böyle olunca birçok insanın her gün eğlence adı altında geçirdiği iki, dört, altı saatin faydalı bir işle uğraşılınca ne parlak sonuçlar vereceğini bir düşünün!

Her gencin faydalı ve zevkle yapabileceği bir işi olmalıdır. Bu iş, kendisinin asıl resmî işi olabileceği gibi, zevk aldığı faydalı bir meşguliyeti de olabilir. Yeter ki bütün kalbiyle kendini ona verebilsin. Eğer bu uğraşılacak iş için iyi bir seçim yapılır ve dikkatle çalışılıp denemeler yapılırsa, gencin karakteri de gelişerek yuvası mutlu bir hale gelir.

Burk: “Tembellik kadar insanı yoldan çıkaran bir şey yoktur; çünkü o, insanın zamanını herhangi bir işten daha fazla alır ve insan o an kendine hakim olamaz.” diyor.

Tarihin birçok ünlü adamı şöhretini resmî çalışma saatlerinin dışındaki uğraşılarına borçludur.

Soutey, bir dakikasını boş geçirmezdi ve bu sayede yüzlerce kitap yazabilmişti. Havtorn’un cep defteri onun hiçbir fırsatı, hiçbir düşünceyi kaçırmadığım gösteriyor. Franklen, yorulmak bilmeden çalışır, mümkün olduğu kadar fazla okuyabilmek için yemek ve uykuya daha az zaman ayırırdı.

Rafael’in 37 yıllık kısa hayatı, çalışmaya vakit bulamadıklarını iddia edenler için iyi bir ders olabilir.

Büyük adamlar vakit bakımından daima hasistirler.

Çiçeron: “Başkalarının genel eğlencelere, fikir ve vücut dinlenmesine ayırdıkları zamanı ben felsefe incelemelerine ayırırım.” diyordu.

Lord Bacon, şöhretini İngiltere meclisinde boş saatlerdeki çalışmalarına borçludur. Ünlü fizik bilgini Davi, kendini boş vakitlerinde bir laboratuvarda çalışarak yetiştirmiştir. Pope, birçok şiirini gecenin erken saatlerinde kalkarak yazmıştır.

George Stephanson, vaktini alfan kadar değerli tutardı. O, kendi kendini yetiştirmiş ve en iyi eserini boş zamanlarındaki çalışmalarıyla elde etmiştir. Mozart, yapılacak işi olduğu zaman uyumaz ve bazen sürekli olarak iki gece bir gün çalışırdı. Ünlü “Rekiem” ini ölüm döşeğinde bitirmişti.

Doktor Mason, “Lucretius” adlı eseri hastalarını görmeye gittiği arabanın içinde tercüme etmiştir. Darvin, eserlerinin çoğunu, duygu ve görgülerini gerektikçe küçük küçük kağıtlar üzerine not ederek yazmıştır.

Vatt, matematik ve kimyayı fabrikada çalışırken öğrenmiştir. Doktor Burney, İtalyanca ve Fransızca’yı at üzerinde işine gidip gelirken öğrenmiştir.

Şimdiki zaman, istediğimizi alabileceğimiz öncelikli maddedir. Geçmişi anarak, gelecek üzerine hayaller kurarak vakit geçirmeyin; şimdiki zamanı yakalayın ve ondan faydayı koparın.

Lincoln, kimsenin yardımı olmaksızın, hukuk ve genel bilgileri boş saatlerinde bilgilenmeyle elde etmiştir. Madam Somervil, komşularının gezip dedikodu yaptığı saatlerde, bitki ve yıldız bilimiyle uğraşmış, bu sahada birçok değerli kitap yazmıştır. O, seksen yaşındayken “Moleküller ve Mikroplar Bilgisi” adlı değerli eserini yayınlanmıştır.

Tembellik sinirleri paslandırır ve adaleyi çatlatır. Çalışmanın bir düzeni vardır; ama tembelliğin hiçbir düzeni yoktur.

Amerika cumhurbaşkanlarından Kennedy’in ertesi gün yapacağı işlerin planını çizmeden yatağa girmediği söylenir.

Kumaş fabrikalarında, basit bir ipliğin kopması bütün bir parça kumaşın değerini düşürür ve bu hatayı işleyen kızın kazancından kesilir; ama bizim hayatımızın dokumasından kopan iplerin karşılığını kim ödeyecek? Çünkü hareketlerimizin dokuduğu ipler bizim talihimizi örer. Belki bizim boş geçirdiğimiz saatlerdeki ipin eksikliği işimizi bozacak veya bizi telafisi imkansız bir zarara sokacak ya da o altın ip, parlaklığını ve güzelliğini hayatımıza katacaktır.

Faydalı işlerle uğraşan bir gencin yetişmesi için hiçbir endişeye gerek yoktur. Genç bir öğrencinin; öğle yemeğini nerede yediğini, akşam yemeğinden sonra ne yaptığını, pazarlarını ve izin günlerini nerede geçirdiğini incelemesi gerekir. Boş vakitlerini geçirme şekli bize onun karakterini gösterir. Birçok gencin başarısızlığa ve felakete sürüklenmesine neden olan, yemeklerden sonraki eğlence saatleridir. Aksine, başarıya ve zafere ulaşanların çoğu da bu saatlerde iyi işlerle uğraşmışlar veya gelişmelerine yardım edecek topluluklara devam etmişlerdir.

Türkler “vakit nakittir” der. Biz o nakiti (parayı) boşa harcamayalım. Bir lirayı sokağa atmak nasıl budalalıksa, bir saati faydasız geçirmek de öyle budalalıktır. Zaman kaybetmek insanın karakterinden güç, hayatiyet, kuvvet kaybetmesi demektir. Zamanı öldürme şeklinize dikkat edin; çünkü geleceğiniz ona bağlıdır.

Edvard Everet: “İnsanın; yeteneklerini geliştirmesinde, keskin bir gözle ilerleme şanslarını görerek, zamanını boş geçirmeyerek, heveslerine ve cinsel zevklerine hakim olarak kendine faydalı olabilmesi elindedir.” der.

hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, öykü, bilgelik hikayeleri, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler,  ders veren hikayeler, atasözü hikayeleri, zaman, zamanın değeri, zamanın önemi, zamanın kıymeti,  başarı, başarı hikayeleri, çalışmak, çalışmanın önemi, zamanın kazandırdıkları, 

The post KAYBOLAN ZAMANLARIN HİKAYESİ appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/basari-hikayeleri/kaybolan-zamanlarin-hikayesi.html/feed 0
Gerçek Bir Hikaye https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/gercek-bir-hikaye.html https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/gercek-bir-hikaye.html#respond Thu, 13 Apr 2023 15:42:51 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=9006 Gerçek Bir Hikaye “Bir İnsanın Anavatanı Çocukluğudur. “ Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı: – Hayrola, neden elimi öpmek istedin? – Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinize katıldım. […]

The post Gerçek Bir Hikaye appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Gerçek Bir Hikaye

“Bir İnsanın Anavatanı Çocukluğudur. “

Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:

– Hayrola, neden elimi öpmek istedin?

– Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinize katıldım. Hayatım değişti. O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.

– Ne oldu, nasıl oldu? hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler.

– Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, “Bir insanın anavatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin ve bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır.”

Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:

– Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, “Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşaması için gerekli olanaklar yaratmaktır.” Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşaması için uygun fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm. Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki
oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam? hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler,

– Hayır, neden? hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler,

– Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. “Oğlum bugün ödevini yaptın mı?” Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, “cık” sesini çıkarıyordu. Kızıyordum, söyleniyordum, “Niye yapmıyorsun ödevini!” diyordum. Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.

Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti:

– Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. “Ben ne biçim babayım,” diye kendime sordum. Seminer için geldiğim İstanbul’dan çalışma yerim olan Kayseri’ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.

– Radikal bir karar!  hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler,

– Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam. Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya, bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu. hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler,

– Eşiniz ne dedi? hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler,

– Hocam biliyor musun ne oldu? hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikaye

– Ne oldu?  hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler.

– Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, “Bu ne biçim seminermiş be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizimki çocukluğunu yaşayacakmış! Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz.”

– Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!

– Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim. Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.

– Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın? 

– İşte onun evet dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve “Hayır!” anlamına gelen “cıkk” dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım. Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, ‘Baba ya, ben seni çok seviyorum.’ Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar bana beni sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti. “Ne büyük tehlike!” diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım. hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler.

– Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizli, ama önemli bir tehlike!

– İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen-veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, “Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın,” demişti. O
nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim! Yok, dedi, ‘Sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim. ‘

– Eşiniz gelmek istemedi! hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler.

– Hayır istemedi. ‘Yaa, beraber gidelim’, diye ısrar ettim ‘Hayır hayır sen yalnız gideceksin’ dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye. Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler. Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, ‘Siz ne yaptınız bu çocuğa?’ dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. ‘Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa?’, dedi.

“Çok mu kötü hocam?” diye sordum. Gülümsedi, ‘Hayır, kötü değil’, dedi. “Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?”

– Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz? 

– Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım. İnanamıyordum kulağıma, içimden, ‘Vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar?’ duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. “O kadar mı kötü?” diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım. Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum. Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.

“Gel seni yeniden kucaklayayım!” dedim. Kucaklaştık.

“Çocuklar gülsün diye!” yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur. Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler. Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler. Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun! hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler.

Doğan CÜCELOĞLU hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler.

hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler, bilgelik hikayeleri, düşündüren öyküler, eğitici öyküler, hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler, bilgelik hikayeleri, düşündüren öyküler, eğitici öyküler, gerçek hikayeler, yaşanmış hikayeler, gerçek öyküler, yaşanmış öyküler, ders veren hikayeler, doğan cüceloğlu, doğan cüceloğlu hikayeleri, gerçek hikayeler, yaşanmış hikayeler, gerçek öyküler, yaşanmış öyküler, ders veren hikayeler, doğan cüceloğlu, doğan cüceloğlu hikayeleri, hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler, bilgelik hikayeleri, düşündüren öyküler, eğitici öyküler, gerçek hikayeler, yaşanmış hikayeler, gerçek öyküler, yaşanmış öyküler, ders veren hikayeler, doğan cüceloğlu, doğan cüceloğlu hikayeleri.

öykü, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler, bilgelik hikayeleri, düşündüren öyküler, eğitici öyküler, hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler, bilgelik hikayeleri, düşündüren öyküler, eğitici öyküler, gerçek hikayeler, yaşanmış hikayeler, gerçek öyküler, yaşanmış öyküler, ders veren hikayeler, doğan cüceloğlu, doğan cüceloğlu hikayeleri, gerçek hikayeler, yaşanmış hikayeler, gerçek öyküler, yaşanmış öyküler, ders veren hikayeler, doğan cüceloğlu, doğan cüceloğlu hikayeleri, hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler, bilgelik hikayeleri, düşündüren öyküler, eğitici öyküler, gerçek hikayeler, yaşanmış hikayeler, gerçek öyküler, yaşanmış öyküler, ders veren hikayeler, doğan cüceloğlu, doğan cüceloğlu hikayeleri. Hikaye, hikayeler, hikaye oku, hikaye okumak, öykü, düşündüren hikayeler.

 

The post Gerçek Bir Hikaye appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/gercek-bir-hikaye.html/feed 0
Çok Güzel Bir Hikaye “Farkındalık” https://hikayelerimizden.com/kisa-hikayeler/cok-guzel-bir-hikaye-farkindalik.html https://hikayelerimizden.com/kisa-hikayeler/cok-guzel-bir-hikaye-farkindalik.html#respond Wed, 09 Nov 2022 14:09:53 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8670 Çok Güzel Bir Hikaye “Farkındalık” Okuldan geldiğimde annem ve babam salondaki üçlü koltukta oturuyordu. Bu saatte ikisi de evde olmazdı, şaşırdım. Babam beni görünce ayağa kalktı, “Gel bakalım Arda, annenle beraber seninle konuşmak istiyoruz,” dedi. Yıllardır beklediğim şey oluyordu galiba. İşte, dedim içimden, boşanıyorlar. Bir anda şimşek çaktı kafamda ve kenarda köşede biriktirdiğim hayallerim bir […]

The post Çok Güzel Bir Hikaye “Farkındalık” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Çok Güzel Bir Hikaye “Farkındalık”

Okuldan geldiğimde annem ve babam salondaki üçlü koltukta oturuyordu. Bu saatte ikisi de evde olmazdı, şaşırdım. Babam beni görünce ayağa kalktı,

“Gel bakalım Arda, annenle beraber seninle konuşmak istiyoruz,” dedi.

Yıllardır beklediğim şey oluyordu galiba. İşte, dedim içimden, boşanıyorlar. Bir anda şimşek çaktı kafamda ve kenarda köşede biriktirdiğim hayallerim bir an görünür oldu. İkisinden ayrı harçlık almak (arkadaşlarımın favorisi buydu), yanlarında sigara içmek (bu da kuzenimin favorisi) – onlar yüzünden depresyonda olma ve bunun sonuçlarını gözlerine sokma halleri ve buna bağlı nice şeyler birbirini izledi… Zevkten gözlerim doldu bile diyebilirim.

Merakla karşılarındaki koltuğa oturdum. Babam anneme baktı, annem kafasını yavaşça sallayıp ona başlayabilirsin işaretini çaktı. O da boğazını temizleyip konuşmaya başladı. “Annenle uzun zamandır kendi içimizde tartışıyoruz ve sonunda anladık ki…” “Baba, olmuyorsa olmuyordur. Ben de farkındayım pek çok şeyin.”

Gülümsedi, bu iyi değildi. Ortada komik bir şey yoktu neticede, anneme baktım o gülmüyor parmaklarını açıp kapıyor, özellikle başparmağını bir yere yerleştiremiyor bir türlü. Demek ki bu karar ona ait değil.

“Biz bugüne kadar çok yanlış yapmışız oğlum,” dedi babam ayağa kalkarken, elleri cebinde ileri geri yürümeye başladı. “Senin mutlu olman bizim tek isteğimizdi, eşek gibi çalıştık, çok affedersin, başka çocuk yapmadık, seni özel okulda okutamayız diye. Neyi nasıl seviyorsan öyle yapmaya çalıştık, ancak anladık ki bunlar hep boşuna.” Hayda, ben miydim sebep yani? Bu konuşma hiç iyi bir yere gitmiyordu, hemen müdahale etmeye çalıştım.

“Babacım, eksik olmayın, ben de hep size layık olmaya çalıştım,” falan diye bir şeyler geveledim.

“Sus, sus. Biraz dinle, annen de önce direndi ama o da anladı. Değil mi Nalan?” Annem başıyla onayladı yine, babam konuşmasına devam etti.

“Bak yavrum, biz ne yaparsak yapalım çok da mutlu olamayacağın anlaşılıyor. Ha bire ders aldırıyoruz, ama hep ortalama notlar alıyorsun. Pek zeki olmadığın bir gerçek. Fizik desen o da yok, işte benim gibi patatesten hallice bir burnun var. Saçların da dökülecek bir süre sonra. Öyle esprili falan da değilsin, yani bir kızı nasıl etkileyeceksin diye düşündük, inan annenle bir çıkar yol bulamadık. Bir servet de bırakmayacağız sana, varımızı yoğumuzu okuldu, dershaneydi, kılık kıyafetindi harcayıp duruyoruz. Gördüğün gibi hâlâ kirada sürünüyoruz. Sen nasıl buldun annemi diyeceksin, yani bu kadarını bulmak da marifetmiş gibi, değil mi Nalan?”

Annem kafasını salladı ve o başladı konuşmaya “Bizimkisi gibi evliliğin oldu diyelim Arda, çok mu mutlu olacaksın? Bir çocuk peşinde, bir ömrü çürüt dur. Hayat mı bu? Evlenmesem daha iyi olurdu demiyorum, ama ne yalan söyleyeyim, seni kucağıma alınca başka olur her şey diye düşünmüştüm, bizim toplamımızdan daha iyi bir şey olacağını umdum hep. Sinerji,” dedi babam. “Hıh işte, ama ne yaparsın ki olmadı. Bizi aşamadığını ve aşamayacağını gördük.”

Kâbus gibiydi her şey, annem ve babam karşıma geçmiş, ne kadar vasat olduğumu söylüyor, kendilerinin de böyle olduğunu bir teselli gibi önüme koyuyor ve benden bunu kabul etmemi bekliyorlardı.

“Neyin kafası anne bu? Ne çektiniz siz?” “Yani bir araba düşün,” dedi babam, “böyle atmış boşa, diyor ki ben gitmeyeyim, siz beni itekleyin. İtekle itekle biz de yorulduk artık Arda. Nereye kadar daha senin yerine bir şeyleri yapabiliriz? Bu sene dönem ödevini hangimizin yapacağı konusunda kavga ettik
çocuğum, sanma ki seni suçluyorum, hep bu annenin yüzünden sen de böyle oldun ya…” “Ne alakası var Osman?”

“Dedim ben sana Nalan, peşinden kaşıkla koşma diye, daha üç yaşında çizdin bizim kaderimizi. Bu eşşekoğlueşek de anladı bizim zaafı kullandı durdu senelerdir.”

“Peşinde koşmasaydım tabii, çocuğumu düşünmeseydim senin annen gibi, ohh saldım çayıra Mevlâm kayıra büyütseydim de, bu çocuğun da kafasının beş ayrı yerinde dikiş mi olsaydı Osman?”

Annem dikiş deyince, babamın eli kafasındaki izlere uzandı. İşte böyle, bana karşı ittifak falan zor kurarsınız, hele konu babaanneme gelirse… Bundan sonra olacaklar belliydi, babam ‘ölmüş anama dil uzatma’, diyecek, öbürü laf yetiştirecek. Yine de işimi şansa bırakmamak için durumdan vazife çıkardım “Annecim, sen dünyada olabilecek en iyi annesin, lütfen babamın bu suçlamalarına bakma. Kaç çocuğun annesi her gece gelip terledi mi diye kontrol eder tam on yedi yıl üstelik bak bu yaşımda hâlâ peşimdesin. Ben biliyorum kıymetini senin, babam biliyor mu, işte ondan emin değilim.”

Anneliğe övgü, bilgisayara format atma etkisi yaratır her zaman. Formatımı attım, arkama yaslandım, etkisini göstermesini bekledim. Annemin gözleri doldu, tehlikeyi sezen babam kulağına eğilip bir şeyler fısıldadı, yarım yamalak, “Böyle mi konuştuk… müsaade etme… hadi canım, bu son şansımız,” gibi bir şeyler söyledi. Annem bu kez sıkıca babamın elini kavradı, babam öne geçmişti.

Gülümsediler bana, soğuk hatta metalik bir gülümsemeydi bu.

“Gel yavrum, bak sana ne göstereceğim?” dedi babam. Aile albümümüzü çıkarttı. Yana kayıp aralarında benim için bir boşluk bırakıp, mindere pat pat vurdu. Gidip üçlü koltukta aralarına oturdum. Gençlik resimlerini gösterdi. İspanyol paça pantolonu, daracık gömleği ve bıyıklarıyla babam objektife gülümsemişti.

“Ne görüyorsun?”

“Seni.”

“İşte o ben değilim yavrucum, orda gördüğün geleceğe umutla bakan bir hıyar.” Sayfaları çevirmeye devam etti, annemle resimleri vardı sonra. Nişan resimleri, düğün resimleri derken benim bebekliğime geldik. “Bak, görüyor musun, o umut azalmış, anlamışım hayatım boktan, ama sana nasıl sıkı sarılmışım, adeta senden medet umarcasına, saflık işte.”

Aklım iyice karışmıştı. Çevirmeye devam etti sayfaları, ben kırmızı bisikletimin üzerindeydim, deniz kenarında kumlarla oynuyordum, dişlerim dökülmüştü, sonra tekrar çıkmıştı, sivilcelerim ve ben… Bir sürü resim art arda. Benim belleğimin mutlu hatıraları. Şimdiki halimde durdu babam.

“Hazır mısın?”

Kafamı salladım, ama beni neyin beklediğini bilmiyordum. Tekrar çevirdi sayfayı, benim üniversite mezuniyetim geldi. Şimdi yazmayı aklıma bile getirmediği bir okulun, son derece uyduruk bir bölümünden mezun oluyormuşum. “Nasıl olur?” dedim. “Bekle.”

Bir sayfa daha çevirdi. Yanımda bir kız peyda oldu, boyu biraz kısa ve bir hayli sıska. Karımmış meğer. Sonra düğün resmimiz, suratı asık.

“Ömrün boyunca memnun edemeyeceğin bir eşin oluyor işte, dedi babam. Bu daha ilk kare. Hem de annesi sinir bir tip, bak,” diye işaret etti.

Gerçekten de kayınvalidem, kaşları havada, ince dudaklarını büzmüş, bir elinde yelpazesi ile pekde sempati güzeli sayılmazdı. Yanında boynu bükük kayınpederimle objektife bakıyorduk hep beraber. İtiraz ettim:

“Benim yüzüm gülüyor, ben mutluyum demek ki,” dedim.

“Yok,” dedi babam, “o kadar emin olma.”

Sayfaları çevirdikçe, hayatım, bu kez geleceğe doğru akan film şeridi gibi ilerliyordu. Her karede biraz daha yaşlanıyordum, suratım düşüyordu, bir ara kafam üzerinde bir bezginlik halesi gördüğümü bile söyleyebilirim. “Eeee, ne olacak şimdi?” dedim.

“Bir şey olmayacak,” dedi annem. “Başına geleceği bil, boşuna umutlanma diye söyledik. Ya da nasıl desem, bir farkındalık yaratalım istedik. ”

Size de, farkındalığınıza da diye başlayan okkalı bir küfür savuracaktım ki, annem bu kez şefkatle gülümsedi. Saçlarımı okşadı, bir sayfa daha çevirdi, albümü kucağıma bıraktı, resimde sarıldığım oğlumu işaret ederek: “Aynı sana benzemiyor mu burnu?” dedi.

Sanem Bozkurt

Farkındalık
altKitap 2013 Öykü Seçkisi

hikaye, öykü, kitap, hikaye oku, hikaye okuma, çok güzel hikaye, hikayeler, hikayeler oku, düşündüren hikayeler, eğitici hikayeler, ders veren hikayeler, anne baba ergen ilişkileri, ergen, ergenlik, okul, okul hikayeleri, anne baba çocuk ilişkiler, ibretlik hikayeler,

The post Çok Güzel Bir Hikaye “Farkındalık” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/kisa-hikayeler/cok-guzel-bir-hikaye-farkindalik.html/feed 0
Çocuk Hikayeleri; Çocuk Kalbi 20. Bölüm https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/cocuk-hikayeleri-cocuk-kalbi-20-bolum.html https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/cocuk-hikayeleri-cocuk-kalbi-20-bolum.html#respond Mon, 31 Jan 2022 14:14:01 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8298 Çocuk Hikayeleri; Çocuk Kalbi 20. Bölüm Kendini Beğenmişlik 5 Aralık, Pazartesi Dün Votini ile Rivoli Caddesi’nde gezmeye gittik. Dora Grossa Sokağı’ndan geçerken Stardi’ye rast­ladık. Kendisini gördüğümüzün farkında değildi. Bir kitapçı vitrinine o kadar dalmıştı ki; yanından geçsek yine göremezdi. Gözlerini kapağı açık duran renkli atlastan ayıramıyordu. Kimbilir, belki de ona sahip olmayı çok arzu ediyordu. […]

The post Çocuk Hikayeleri; Çocuk Kalbi 20. Bölüm appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Çocuk Hikayeleri; Çocuk Kalbi 20. Bölüm

Kendini Beğenmişlik

5 Aralık, Pazartesi

Dün Votini ile Rivoli Caddesi’nde gezmeye gittik. Dora Grossa Sokağı’ndan geçerken Stardi’ye rast­ladık. Kendisini gördüğümüzün farkında değildi. Bir kitapçı vitrinine o kadar dalmıştı ki; yanından geçsek yine göremezdi. Gözlerini kapağı açık duran renkli atlastan ayıramıyordu. Kimbilir, belki de ona sahip olmayı çok arzu ediyordu.

“Kolay gelsin Stardi! ” dedim. “Tebrik ederim, sokakta bile ders çalışıyorsun ! “

Koca köylü, ters ters baktı:

” Dalga geçme benimle, süt çocuğu! ” dedi.

Şaka yaptığımı anlayınca güldü. Eliyle selam verdi. Votini, çok şık giyinmişti . Bunun, bir çocuk için gereğinden şık olduğunu söylemeliyim. Ayağında kırmızı deri çizmeler, başında beyaz keçe bir şapka, sıntında ipek şeritli bir çeket vardı. Çeketin düğmeleri açıktı. Yeleğinin cebinden gümüş bir saat zinciri sallanıyor­du. Çalımından durulmuyordu; fakat böbürlenip övün­mesi, bu kez başını derde soktu.

Ağır ağır yürüyen Bay Votini’yi arkamızda bırakarak bir süre yolda koştuktan sonra, taş bir sıranın önün­de iyi giyimli olmayan bir çocuğun yanında durmuş­tuk. Çocuk başını öne eğmiş duruyor ve yorgun görü­nüyordu. Gezinerek gazete okuyan bir adam bizden tarafa baktı. Çocuğun babası olmalıydı. Çocuk sıra­nın ortasında oturduğu için, biz iki başa oturduk.

Votini, çok şık olduğunu çocuğa göstermek için ba­hane arıyordu. Ayağını kaldırarak benden tarafa ses­lendi:

” Subay çizmemi beğendin mi?”

Votini’nin maksadını anladığım için konuyu değiş­tirmek istedim. Ama o, sorusunu tekrarladı.

“Güzel, dedim, sana çok yakışmış.”

Çocuk hiç oralı olmadı. Votini pes etmek niyetinde değildi. Ayağını indirip çeketinin şeritlerini gösterdi.

“Bu ipek şeritlerin yerine gümüş düğmeler taktır­mak istiyorum; ne dersin?”

” Bilmem.. ” dedim, ” Şeritler de güzel duruyor. Bence gerek yok.”

Votini göz ucuyla çocuğu izliyordu. Çocuk ipek şe­ritlere de bakmadı. Çocuğun kayıtsızlığı hoşuma git­mişti. Votini bu seferde beyaz şapkasını çıkardı; eli­nin üzerinde döndürmeye başladı. Çocuk şapkaya da dönüp bakmadı. Votini burnundan soluyordu. Ben kıskıs gülmeye başladım.

Votini cebinden saatini çıkardı, göstere göstere bana doğru uzattı.

“Sence bu saat kaç para eder?”

“Bilmem… Kabı altın suyuna batırılmış galiba.”

“Ne münasebet! Gerçek altın.”

“Gerçek altın olamaz. içinde gümüş karışığı da vardır. “

Votini saatini çocuğun gözlerine doğru yaklaştırdı:

” Hey arkadaş, sen söyle; bu saat altın mı değil mi?”

” Bilmem. ” dedi çocuk.

Votini iyice kızmıştı. “Şu havalara bak! Dönüp bak­ mıyor bile.” dedi.

Çocuğun babası Votini’ nin sözlerini duymuş ola­cak ki; gazetesini indirip bizden tarafa doğru yürüdü. Votini’nin kulağına eğildi. Alçak sesle:

” Kusura bakmayın, çocuk kör! ” dedi.

Yetini dehşetle irkildi. Ayağa fırlayıp çocuğun yüzü­ne baktı. Çocuğun gözleri taş gibi donuk ve ifadesizdi. Belki kendisine bakıldığının bile farkında değildi.

Votini utancından kıpkırmızı kesildi. Bakışlarını yere indirdi. Sonra çocuğa döndü:

“Özür dilerim arkadaşım.” dedi; “Bilmiyordum.”

” Önemi yok… ” dedi çocuk.

Votini eve dönünceye kadar hiç konuşmadı. Çok üzülmüştü. Gösterişi seven bir çocuktu belki; ama kötü kalpli değildi.

HİKAYENİN BÜTÜN BÖLÜMLERİ

1 2 3 4 7 9 10 11 12 13 14 15  16 17 18 19 20

hikaye okuma sitemizin çocuk hikayeleri bölümümde okuyacağınız bu hikaye çocuklar için çok faydalı bir eğitici çocuk hikayesidir, eğitici bir hikayedir, çocuklarımızın başarılı olmalarına destek olacak bir hikayedir. Bu hikaye düşündürürken eğiten bir hikayedir. Bu hikaye bölümler şeklide bir hikayedir. Hikayenin her bölümünü sırası ile okumak çok faydalı olacaktır. Hikayeyi daha iyi anlamak için mutlaka hikayeyi sırası ile okuyunuz. Çok faydasını göreceğiniz bir hikayedir. Bu hikayeyi güvenle çocuklarınıza okuyabirlirsiniz.  Bu hikayeyi güvenle çocuklarınıza okutabilirsiniz. Bu hikaye kesinlikle çocuk eğitiminde destek olacak bir hikayedir.

hikaye, hikaye oku, öykü, masal, eğitici hikayeler, ders veren hikayeler, kısa çocuk hikayeleri, çocuk hikayeleri, düşündüren hikayeler, çocuklar için hikayeler, ahlaklı hikayeler, masallar, çocuklar için masallar, çocuk kitapları, okul, ders, ödev, öğretmen, hikaye örnekleri,  Hikayeler Masallar, Kısa hikaye, Büyükler için Hikaye, 0-6 ay bebek hikayeleri, Eğitici uyku masalları, Parmak çocuğun hikayesi, 5-6 yaş kısa hikayeler, fakirler, fakir, mektup, 5-6 yaş masalları oku, Eğitici uyku masalları, Hikaye, En güzel Masallar, Kısa Masal oku, Masal Oku, Kısa hikaye, 0-6 ay bebek hikayeleri, gösteriş meraklısı, kendini beğenmişlik, kendini beğenmiş,

The post Çocuk Hikayeleri; Çocuk Kalbi 20. Bölüm appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/cocuk-hikayeleri/cocuk-hikayeleri-cocuk-kalbi-20-bolum.html/feed 0
Hikayelerimizden: “Keser Olma Testere Ol!” https://hikayelerimizden.com/dini-hikayeler/hikayelerimizden-keser-olma-testere-ol.html https://hikayelerimizden.com/dini-hikayeler/hikayelerimizden-keser-olma-testere-ol.html#respond Wed, 22 Dec 2021 14:14:52 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8261 Hikayelerimizden: “Keser Olma Testere Ol!” Büyük kavgaların yarısını, lüzumsuz kırgınlıkların tamamını, başıbozuk yorumların üçte ikisini, kalp kıran atışmaların tamamına yakınını, mutsuz evliliklerin pek çoğunu; hülasa anlaşmazlık noktalarımızın neredeyse hepsini tek kalemde, hem de tebessümle halletmenin çok basit ve güzel bir yolundan haber vereyim mi size? İnsaf ve halden anlamak! Meseleleri ve insanları değerlendirirken bir parça […]

The post Hikayelerimizden: “Keser Olma Testere Ol!” appeared first on Hikaye Oku.

]]>

Hikayelerimizden: “Keser Olma Testere Ol!”

Büyük kavgaların yarısını, lüzumsuz kırgınlıkların tamamını, başıbozuk yorumların üçte ikisini, kalp kıran atışmaların tamamına yakınını, mutsuz evliliklerin pek çoğunu; hülasa anlaşmazlık noktalarımızın neredeyse hepsini tek kalemde, hem de tebessümle halletmenin çok basit ve güzel bir yolundan haber vereyim mi size?

İnsaf ve halden anlamak!

Meseleleri ve insanları değerlendirirken bir parça insafla; eleştirirken, kızarken, kavga ederken azıcık halden anlayarak hareket edebilsek; insan, yuva, dostluklar, memleket, hatta sosyal medya güzelleşecek. Çözüm bu kadar basit, mesele buncağızdan ibaret.

İnsaf Arapça bir kelime, ‘yarı, yarım’ manasındaki ‘n-s-f’ kökünden geliyor, merhamet ve ılımlılık demek. Bu kelimenin bu kökten gelmesi insaflı olma iddiasındaki insana bir davetin kapısını aralıyor ve diyor ki: Yorum yaparken hata payının yarısını, eleştirirken haksızlık iddiasının yarısını, tartışırken yanılma payının yarısını peşinen kabul et! Hep bana, hep bana diyen keser gibi olma yani, bir sana bir bana diyen testere gibi ol!

Birisine yapmaması gerekirken yaptığı bir hareketten dolayı kızarken, yapmaman gerekirken yaptığın hareketlerin gelsin aklına, insanın böyle bir varlık olduğunu kendinden yola çıkarak anla ve eleştirinin dozunu yarıya indir!

Birisinin değiştirmesi gerektiğine inandığın ama bir türlü değiştiremediği ahvalini yargılarken, kendinde değiştirmek istediğin halde değiştiremediğin hallerin var olduğu gelsin aklına, değişmenin kolay olmadığını kendinden hareketle fark et ve ses tonunu yarıya indir!

Birisini, söylememesi gerekirken söylediği yahut söylemesi gerekirken söylemediği sözden ötürü darağacına çekerken, kendinin benzer durumlarda yaptığı hatalar gelsin aklına ve ipi gevşet, tekmeleme öyle bir kalemde iskemleyi!

İnsansan bir ötekini eleştir bir kendini, Müslümansan bir başkasını yargıla iki kendini, dervişsen öteki diye bir şey olmadığını fark et ve hep kendine çal köteği! Ömer Tuğrul Bey hocamın kulakları çınlasın: Müslümanlık ince insanlıktır; dervişlik ince Müslümanlık!

İnsafın mevzuyu çözmeye takat getiremediği yerde halden anlamak yetişsin imdada. Empati değil ama hemhâl olmak manasına halden anlamak. Empatide kendini ötekinin yerine koyma çabası var zira; hemhal olmakta ise istesen de karşıdakinin yerine kendini koymamazlık edememek. Üşüyen bir çocuk görünce üşümenin zorluğunu düşünüp ‘ah canım, yazık!’ demeye empati diyorlar; o çocuk ısınmadıkça tir tir titreyip neredeyse donacak hale gelmeye ise hemhâl olmak!

Filanca da şöyle şöyle bir durumda böyle böyle yaptı deyip ortalığı yıkmadan önce aynı durumda sen olsan nasıl yapardın, hatta daha evvel benzer durumlarda benzer şeyleri yapmış mıydın bir düşün, bir hatırla, azıcık halden anla!

İnsan zenginliğiyle, şöhretiyle, imkanıyla imtihan olur. İmtihanı kaybetmiş gibi görünen bir kimsenin kalemini şehvetle kırmadan evvel aynı şartlar sana verilseydi halin nice olurdu, iki tefekkür et, kendine dön ve ‘aman Yâ Rabbî’ de!

Gelmesi gerekirken gelemeyen, vermesi gerekirken veremeyen, yapması gerekirken yapamayan olursa silme üstünü hemen öyle. ‘İşi çıkmıştır, imkânı yoktur, elinden gelmemiştir’ de, hem kalbini kirletme başkasının ayıbıyla, hem başkalaştırma kendinden olanı durduk yerde!

Yerinde bir söz, bir sükût, hatta bir bakış binlerce cilt kitaptan daha tesirlidir buyururmuş kudemâ. İnsaf ve halden anlamayı tablolaştıracak iki meseleyi arz edeyim de yazı kalbimize daha bir yer etsin.

Vaktiyle bir Allah dostu bir beldeyi ziyaret edip, sohbet etmiş ahaliye. Nasip olmuş bir eşkıya da dinlemiş hazreti, hislenmiş, gözyaşı dökmüş, tövbe etmiş dahası. Kalkıp gideceği vakit, dervişândan birine dönüp, ‘Babacığım, tövbe ettik ama, benim dedem de babam da eşkıyaydı, biz başka iş bilmeyiz, şimdi nice olacak halimiz?’ diye sormuş. Derviş baba eşkıyayı erenlerin huzuruna çıkarıp meseleyi arz edince gülmüş hazretim ve buyurmuş ki: Baba mesleğine devam etsin ama insafı elden bırakmasın!

Baba mesleği eşkıyalık olana bile insaf lazımsa, peygamberinin meşrebi insaf olana eşkıyalık etmez yakışmaz!

Halden anlamak bahsinde de Neyzen Tevfik merhumun vefatından sonra Fethi ağabeye söylediği söz kalbimize küpe oluversin. Çok sevdiği Neyzen’in cenazesine bir mecburiyet sebebiyle katılamamış Fethi ağabey, müteessir olmuş, mahzun olmuş, pek gözyaşı dökmüş. Birkaç gün sonra muhibbinin hüznüne dayanamayan Neyzen rüyada misafir olmuş Fethi ağabeye. Uzun laf etmemiş öyle, teselli babında tek cümle söylemiş ama kalbi teskin etmeye yetmiş o cümle: Üzülme Fethi! Biz halden anlarız!

İnsaf ettikçe güzelleşeceğiz dostlar, halden anladıkça çirkin kalmayacak dünyada!

Serdar Tuncer

hikaye etiketleri

hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, dini hikaye, dini hikaye oku, dini hikayeler, kısa dini hikayeler, Dini Hikayeler kısa, yaşanmiş ibret verici dini hikayeler, en güzel dini hikayeler, ders veren dini hikayeler, dini hikayeler, Peygamberimiz’den Dini Hikayeler, yaşanmış dini hikayeler, gerçek dini hikayeler, düşündüren hikayeler, ibretlik hikayeler, eğitici hikayeler, ders veren hikayeler, Serdar Tuncer Kıssadan Hisse, Serdar Tuncer, Serdar Tuncer hikayeleri, Serdar tuncer hikaye, serdar tuncerden hikaye, serdar tuncer sohbetleri, Hikayelerimizden, keser olma testere ol,

The post Hikayelerimizden: “Keser Olma Testere Ol!” appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/dini-hikayeler/hikayelerimizden-keser-olma-testere-ol.html/feed 0
Bir Mutluluk Hikayesi https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/bir-mutluluk-hikayesi.html https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/bir-mutluluk-hikayesi.html#respond Mon, 29 Nov 2021 14:45:51 +0000 https://hikayelerimizden.com/?p=8240 Bir Mutluluk Hikayesi Herkes İçin Biraz Mutluluk Jerry, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi. Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu bir şey bulurdu. Hatta bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile. Bu adam, bu halde bile nasıl iyimser olabiliyor? Birisi nasıl olduğunu sorsa; “Bomba gibiyim” diye yanıt verirdi hep.. “Bomba gibiyim.” Jerry bir doğal motivasyoncuydu… Yanında çalışanlardan […]

The post Bir Mutluluk Hikayesi appeared first on Hikaye Oku.

]]>
Bir Mutluluk Hikayesi

Herkes İçin Biraz Mutluluk

Jerry, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi. Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu bir şey bulurdu. Hatta bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile. Bu adam, bu halde bile nasıl iyimser olabiliyor? Birisi nasıl olduğunu sorsa; “Bomba gibiyim” diye yanıt verirdi hep..

“Bomba gibiyim.” Jerry bir doğal motivasyoncuydu… Yanında çalışanlardan biri, o gün, kötü bir günündeyse,

Jerry yanına koşar, duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı. Bu tarzı fena halde düşündürüyordu beni… Bir gün Jerry’ye gittim. Anlayamıyorum dedim.. Nasıl olur da, her zaman, her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun… Nasıl başarıyorsun bunu? Her sabah kalktığımda kendi kendime Jerry bugün iki seçimin var:

Havan ya iyi olacak, ya kötü.. derim. Havamın iyi olmasını seçerim.

Kötü bir şey olduğunda gene iki seçimim var:

Kurban olmak, ya da ders almak. Ben başıma gelen kötü şeylerden ders almayı seçerim.    

Birisi bana bir şeyden şikayete geldiğinde, gene iki seçimim var.. Şikayetini kabul etmek ya da ona hayatın olumlu yanlarını göstermek. Ben hayatın olumlu yanlarını seçerim.

Yok yahu, diye protesto ettim. Bu kadar kolay yani?

Evet.. Kolay dedi Jerry.. Hayat seçimlerden ibarettir. Her durumda bir seçim vardır. Sen her durumda nasıl davranacağını seçersin. Sen insanların senin tavrından nasıl etkileneceklerini seçersin. Sen havanın, tavrının iyi ya da kötü olmasını seçersin… Yani sen, hayatını nasıl yaşayacağını seçersin!..

Jerry’nin sözleri beni oldukça etkiledi. Onu, uzun yıllar görmedim. Ama, hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek yerine, seçim yapmayı tercih ettiğimde hep onu hatırladım.

Yıllar sonra, Jerry’nin başına çok tatsız bir şey geldi. Soygun için gelen hırsızlar, paniğe kapılıp, Jerry’yi delik deşik etmişler… Ameliyatı 18 saat sürmüş, haftalarca yoğun bakımda kalmış. Taburcu edildiğinde, kurşunların bazıları hala vücudundaymış. Ben onu, olaydan altı ay sonra gördüm.

Nasılsın? diye sorduğumda, Bomba gibiyim dedi Bomba gibi.

Olay sırasında neler hissettin Jerry dedim. Yerde yatarken, iki seçimim var diye düşündüm.. Ya yaşamayı seçecektim, ya ölümü.. Ben yaşamayı seçtim.

Korkmadın mı, şuurunu kaybetmedin mi !..

Ambülansla gelen sağlık görevlileri harika insanlardı. Bana hep İyileşeceksin merak etme dediler. Ama acil servisin koridorlarında sedyemi hızla sürerlerken, doktorların ve hemşirelerin yüzündeki ifadeyi görünce ilk defa korktum. Bu gözler bana; Bana adam ölmüş diyordu. Bir şeyler yapmazsam, biraz sonra ölü bir adam olacaktım gerçekten..

Ne yaptın? diye merakla sordum.. Kocaman bir hemşire yanıma yaklaştı ve bağırarak herhangi bir şeye alerjim olup olmadığını sordu.. Evet diye yanıt verdim.. Var.. Doktorlar ve hemşireler merakla sustular.. Derin bir nefes alarak kendimi toparladım ve bağırdım:

Benim kurşunlara alerjim var!.. Doktorlar ve hemşireler gülmeye başladılar. Tekrar bağırdım.. Ben yaşamayı seçtim. Beni bir canlı gibi ameliyat edin. Otopsi yapar gibi değil..

Jerry, sadece doktorların büyük ustalıkları sayesinde değil, kendi olumlu tavrının büyük katkısı ile yaşadı. Yaşaması bana yeni ders oldu. Hergün, hayatımızı dolu dolu yaşamayı seçme şansımız ve hakkımız olduğunu ondan öğrendim.. Ve her şeyin kendi seçimimize bağlı oldu İyi ve Kötü.

hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, kısa hikaye, güzel hikaye, düşündüren hikaye, eğitici hikaye, ders veren hikayeler, motive eden hikayeler, pozitif hikayeler, mutluluk, mutluluk hikayeleri, 

The post Bir Mutluluk Hikayesi appeared first on Hikaye Oku.

]]>
https://hikayelerimizden.com/dusunduren-egiten-hikayeler/bir-mutluluk-hikayesi.html/feed 0