Ömer Seyfettin “YALNIZ EFE” Hikayesi


 2. Bölüm Hoca’nın Ölümü

‒ N’oldu sana? Hasta mısın ki?…

‒ Yo…

‒ Niye öyle durup batırsın?

‒ Hiç.

‒ Deyiver, deyiver.

‒ Bir şey yok vallaha.

‒ Benzin solmuş.

‒ Gece uykum kaçtı da.

Sabahleyin babası ata binerken, sanki uzak, dönülmez bir gurbete gidiyormuş gibi kederlenmişti. Kasaba ona zulüm, fenalık dolu bir yer hissini verirdi. Sebepsiz duyduğu bu kederden bir türlü silkinip sıyrılamıyor, aklından gece işittiği şeyler birer birer geçiyordu. Eseoğlu’nun çirkin hayali gözünün önündeydi. İçinden, “Şimdi ihtimal babamla konuşuyor” dedi. Uzun boylu, iri, levent ihtiyarın karşısında çarpık, bodur, iğrenç herifin çürük dişleriyle sırıttığını görür gibi oluyordu. Kim bilir borcunu vermemek için ne yalanlar uyduracaktı. Hacı Durmuş’un geceki iddiasını hatırladı:

‒ O herif dünyada borcunu vermez.

Babası:

‒ Ben alırım! demişti.

Acaba muhtarın yeminle temin ettiği gibi “Nâfile başına belâ” mı alacaktı? İkindiye doğru tekrar döndü. Boş durmamak için eline çorabını aldı. Örmeye başladı. Tığları parmaklarına batıyordu. Kalktı. Ahırdaki folluklardan yumurtaları topladı. Gübre yığınlarının üstündeki tavuklar sanki yorulmuşlardı. Eşinmiyorlar, öyle duruyorlar, başlarını eğerek ona bakıyorlardı. Hava güzel olduğu hâlde, ortalıkta gizli bir hüzün vardı. Büyük kırmızı horoz başını altın tüylerinin içine çekmiş, gözlerini kapamış, ayakta uyukluyordu.

Onları kümes tarafına kışkırttı. Sonra çitin kapısına doğru yürüdü. Açtı. Eşiğe oturdu.

‒ Neredeyse gelir! diyordu.

Akşam oldu. Kırdan sürüler döndü. Ama babası gelmedi. İnekleri ahıra soktuktan sonra yine kapının eşiğine oturdu. Hava iyice karardı. Yıldızlar parladı. Korudan bir bülbül inledi. Kezban ellerinin tersiyle gözlerini ovuşturuyor.

‒ N’oldu ki? N’oldu ki? diye kıvranıyordu. Babası geceleyin hiç kasabada kalmazdı.

Ansızın yanından gölge atladı. Bu köpekti. Gözüyle hayvanı tâkip etti. Kasaba yoluna doğru koşuyordu. “Acaba bir gelen mi var?” ümidine düştü. Doğruldu. Karanlıkta ilerisi pek gözükmüyordu. Fakat köpek koşarak geri döndü. Kezban’ın eteklerini kokladıktan sonra, arka ayaklarının üstüne oturdu. Gözlerini Kezban gibi karanlıklara dikti. Sanki sahibinin gelmediğini hissetmişti. Kezban boğulacağını sanıyordu. Ağır, sökülmez bir hıçkırık göğsünden kabarıyor, boğazına tıkanıyordu. Köpek acı acı ulumaya başladı. Bu uluyuş yüreğini parçalayacakmış gibi içine aksediyordu.

‒ Hoşt! dedi, köpeği içeri kovdu. Sonra kapıyı çekti. Karşı çite doğru yürüdü. Belki artık yatsı olmuştu. Aralık bir kapıdan girdi. Evvelâ havlayan bir köpek, yanına gelince sustu. Nihâyette ışık görünen bir pencereye gitti. Burası Tosun Dayı’nın eviydi.

‒ Kim o?

‒ Benim.

‒ Ne arıyon Kezban?

‒ …..

Tosun Dayı’nın karısı Fatma Molla bir cevap alamayınca genç kıza dikkatle baktı:

‒ Söyle, ne istiyon?

‒ Hiç.

‒ Neye geldin?

‒ Babam bugün kasabaya gitti. Gelmedi.

‒ Belki bir işi çıktı. Yarın gelir. Ne merak ediyon?

‒ Hiç kalmazdı.

Hikayenin Sayfaları

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir